Kadının Özgürleşme(me)si – Özcan Yolcu

Toplumsal sistemler, insan ilişkilerinin en belirleyici unsurlarıdır. Sistemin dayandığı alt yapılar, yaşamımızın temel dayanaklarını şekillendirir. Bu şekillendirmeler, alt yapının dayandığı temel felsefeye bağlı olarak eşitlikçi olabildiği gibi baskıcı, ayrımcı da olabilmektedir.

Sistemlerin değişim dönüşüm süreçleri incelendiğinde insan ilişkilerinin var olan sisteme göre nasıl değiştiği gözlemlenebilir. Kadın sorunu da bu değişim dönüşüm sürecinde ciddi değişime uğrayan sorunlardan biri olarak dikkat çekmektedir.

Evrimsel süreç sonrası insanlık ilk olarak üretime dayalı ilkel bir eşitlik üzerine kurulu ?ilkel komünal toplum? da yaşamıştır. Bu toplum düzenin alt yapısına bağlı olarak kadınlar ve erkekler arasında ayrıma, ayrışmaya dayanmayan, eşitlik üzerine kurulu bir ilişki mevcuttu. İlkel komünal toplum özü gereği üretimi esas alan bir sistem olması bakımından kadına ayrı bir yer kazandırmıştır. Çünkü üretimin değerli olduğu bu düzende kadın doğurganlığıyla üretime büyük katkı sağlar ve böylece özel bir değere sahip olurdu. ?Anaerkil? toplum olarak da adlandırılan bu düzende günümüz ataerkil toplumun aksine bir tarafın diğerine üstünlüğü yoktu; çünkü var olan toplumsal sistem sınıfsızdı, eşitlik üzerine kuruluydu. Fakat özel mülkiyetin ortaya çıkmasına bağlı olarak değişen düzen sınıfları ortaya çıkardı. ?Köleci toplum? olarak anılan bu düzen güce, sömürüye. eşitsizliğe dayalı olması sebebiyle ?ataerkil? toplumun temellerini attı.

Ataerkil toplumlarla birlikte kadın olabildiğince ikinci plana atılmaya başlandı. Çünkü artık üretim değerli değildi. Yeni düzen güce dayalı, eşitsizliği ön planda tutan bir sömürü düzeniydi. Bu sömürü düzeni, alt yapısına bağlı olarak üst yapılarını (hukuk, din, sanat, devlet) oluşturdu. Bu üst yapıların hepsinde erkek hegemonyası, kadını toplumsal alanın dışına itti. Özellikle dinin kadın üzerindeki baskıcı tutumu kadının toplumsallaşma sürecine vurulan en büyük ketlerden biri oldu. Kadın kapanmalıydı, kadın günahla eşdeğerdi, kadın erkeklerin uydurduğu her türlü toplumsal kurala uymalıydı çünkü güce dayalı toplumlarda hakim olan erkekti ve kadın söz sahibi olamazdı.

Toplumsal sistemler, üretim araçlarına bağlı olarak değişti fakat değişmeyen şeyler de vardı: güç, sömürü, erkek hegemonyası. Günümüz kapitalist sistemi de bu değerlere bağlı olarak varlığını sürdürmektedir. Zaten dinin baskıcı unsurundan toplumsal sisteme ayak uyduramayan kadın, anayasal haklarını da hep erkeklerden çok sonra aldı. Bu tarihsel süreç günümüzde kadınların özgüven sorunu yaşamalarına, erkeğe çok bağımlı hale gelmelerine ve toplumsal hayata adapte olamamalarına sebep oldu.

Bu sorunu aşmak, kadının ve erkeğin ortak mücadelesiyle gerçekleşecektir. Erkek, kadını toplumsal hayattan uzaklaştıran değil, kadının toplumsal hayata adapte olmasına yardımcı olan bir unsur olmalı, girişimciliğini desteklemelidir. Kadın ise özerkliğine kavuşmalı ve erkeğe kendini bağımlı eder hale gelmemelidir. Fakat eşitliğe aykırı olan sistemlerde bunun gerçekleşmesinin pek mümkün olmadığı, eşitsizliğin bu denli etkin rol oynadığı bir toplumda insan bilincinin de ataerkil yönelimlerle hareket ettiği/edeceği aşikardır. Bu bakımdan eşitliği sağlayabilmek için tüketime dayalı, güç ve sömürüden beslenen bu sistemler devrilmeli, üretim üzerine kurulu eşitlikçi, paylaşımcı düzen sağlanmalıdır. Kadınların kendi bilinçlerinde yaktıkları meşale erkeklerle el ele kadının özgürleşmesine doğru yürüyecektir.

Özcan Yolcu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir