Kafka, “Babaya Mektup”unda davacı, avukat ve davalı konumundadır.

kafkaÇocukların yetiştirilmesinden söz ettiği mektuplarında Kafka, Swift’in ana ve babaların çocukları yetiştirmede çoğunlukla en uygunsuz kişiler oldukları yolundaki görüşüne katılır. «Aile denen hayvan»dan, aile organizmasından söz ederek, şunları ekler: «İnsanlık içersinde her insanın yeri ya da en azından kendi seçtiği biçimde yıkılıp gitme olanağı vardır; anayla babanın egemenliğindeki ailede ise ancak çok belli kişilerin yeri olabilir; bunlar kesinlikle belirlenmiş istemlere, ayrıca da büyüklerin koyduğu sınırlara uyan kişilerdir. Uymadıkları takdirde aileden atılmazlar —böylesi çok güzel bir şey olurdu, ama düşünülemez, çünkü söz konusu olan, bir organizmadır— ama bence uğrarlar, tüketilirler ya da bunların ikisine birden hedef olurlar. Bu tüketiliş, Yunan mitolojisindeki ana-baba örneğindeki gibi (oğullarını yiyen Kronos —onurlu baba) bedenin yem yapılması biçiminde olmaz; belki de Kronos, sırf oğullarına acıdığı için onları yemeyi, öteki yöntemlere yeğlemişti…»

Kafka’nın canlı, becerikli, işinde acıma tanımaksızın
yükselmiş olan babası, dünyayı «güçle, gürültüyle
ve öfkeyle» yöneten bu Kronos ya da Yehova zayıf
oğlunun tüm direnme gücünü kırar. Bu babayla olan
ilişkisi Kafka’nın dünyayla olan ilişkisini de önemli
ölçüde belirlemiştir. Hiçbir zaman göndermediği bü­
yük «Babaya Mektup» unda Kafka, davacı, avukat ve
davalı konumundadır. Bu mektupta bir dava açılır,
ama sonunda verilen hüküm davayı sonuçlandırmayıp,
çaresizlik konumunu yıkıma varana dek sürdürür.

Şöyle denir bu mektupta: «Sen, yalnızca kendi gü­
cünle bu denli yükselmiştin, bu nedenle de kendi gö­
rüşlerine duyduğun güven sınırsızdı… Koltuğundan
bütün dünyayı yönetiyordun… Benim gözümde hakları
düşünceden değil, kendi kişiliklerinden kaynaklanan
tüm tiranların o gizemli yanma sahiptin…»

Baba, tam bir duygusuzlukla, darbelerini sözleriyle
indirmiştir, «kimseye acımazdım, ne konuşurken, ne
de daha sonra, insan senin karşında tam anlamıyla
savunmasızdı…» Çocuk için en yıkıcı olan ise, «senin,
benim için bu denli ölçü olan senin, bana koyduğun
yasalara uymamandı. Böylece dünya, benim için üçe
ayrılmış oluyordu: bir köle gibi, yalnızca benim için
bulunmuş ve gereklerini bilmediğim bir nedenle, hiç­
bir zaman tümüyle yapamadığını yasaların egemenliğinde
yaşadığım bir dünya, sonra benimkinden sonsuz
uzaklıkta, içinde senin her şeyi yöneterek, buyruklar
vererek ve bunlara uyulmamasmdan ötürü öfkelenerek
yaşadığm ikinci bir dünya ve nihayet geri kalan
insanların, buyruklardan ve boyun eğişlerden
uzak, mutlu yaşadıkları üçüncü bir dünya… Ben, hep
utanç içindeydim… Eğitimde bana karşı kullandığın
etkili, en azından benim üstümde hep etkili olan sözlü
araçlar, küfür, korkutma, alay, kötü gülmeler ve
—tuhaftır— kendi kendinden yakmmaydı… İnsan bir
ölçüde, daha kötü bir şey yaptığmm bilincine bile varamadan
cezalandırılıyordu…»

Bu durum, Kafka için çok belirleyici olan bir duygunun,
«sürekli utanç içinde» olma duygusunun, sü­
rekli bir suçluluk duygusunun doğumuna yol açar.
Günther Anders, şöyle demiştir: «Kafka’nın dünyasında
intikam tanrıçaları eylemin ardından değil, önünde
uçarlar.» Görünüşte bireysel olan bu baba-oğul çekişmesi
içersinde toplumsal bir konum da belirginleş­
mekteydi. Kafka bunun bilincindeydi ve bu konumdan
toplumsal sonuçlar çıkardı. Güçlülerden yalnızca nefret
etmesini değil, onların düzenbazlıklarını, buyrukları
ile kendi davranışları, söz ile eylem arasmdaki çelişkiyi
görmeyi de öğrendi. Babasını, ağzından düşürmediği
dini, «olsa olsa büyük bayramlarda milyoner
F’nin, babalarıyla birlikte tapmağa giden oğullarını
gösteren el» saymakla suçladı. «…Temelde senin ya­
şamını biçimlendiren inanç, Yahudilerden oluşma belli
bir toplumsal sınıfın düşüncelerinin mutlak doğruluğuna
olan inancmdi; bu düşünceler senin özüne de
uyduğundan, böylece aslında kendi kendine inanmış
oluyordun…»

Baba bir işadamı, bir girişimci ve bir sınıfın temsilcisiydi.
Uyguladığı yetiştirme yönteminin sonucu
ise, «uzaktan bile seni anımsatan her şeyden kaçmam
oldu. Her şeyden önce.iş yerin… Önceleri orada do­
ğal saydığım şeyler, bana acı ve utanç verdi, özellikle
personele karşı davranışların… Çalışanlara ‘ücretli
düşmanlar’ diyordun, öyleydiler de ama onlar öyle
olmazdan önce kanımca sen onların ‘ücret veren
düşmanları’ kesilmiştin… Bu nedenle zorunlu olarak
çalışanlardan yana oldum…» Kafka, babasıyla çekiş­
mesini genelleştirir: «Bir bütün olarak bu durum, zaten
tek basma bir olay değil, Yahudilerin bir geçiş
dönemi kuşağının büyük bölümü için buna benzer
bir durum söz konusu…»

Bu baba-oğul çekişmesi, «Yahudi geçiş dönemi
kuşağı» sorununun sınırlarını aşıyordu ve bütün bir
geçiş döneminin özelliği niteliğini taşımaktaydı. Eski
küçük burjuva kuşağı ekonomik olarak yükselmiş­

ti, yalnızca elinde bulundurduklarına inanıyordu. Kü­
çük burjuva yaşamının yükselme ile sınıfsal dışlanma,
burjuva sınıfı ile proleterya arasmdaki genel
güvencesizlik konumu, Yahudiliğin özel konumundan
ötürü daha da kritikleşmişti. Kafka, şöyle yazar: «Yahudilerin
güvenceden uzak konumu, iç dünyalarındaki
ve başkaları arasmdaki güvensizlik, onların yalnızca
ellerinde ya da dişlerinin arasında tuttuklarına
sahip bulundukları inancını beslemelerini, ne olursa
olsun haklı kılar; ayrıca yalnız elle tutulur gözle gö­
rülür bir mülkiyet konumunun kendilerine yaşamak
hakkını kazandırdığına, bir kez yitirdiklerini bir daha
elde edemeyeceklerine inanmalarını da haklı gösterir…»

Yalnızca Yahudiler değil, genç küçük burjuva
kuşağı içinden çokları manevi değerlere ulaşmaya
çabalamakta, babalarının ekonomi alanındaki tutkularına,
kazanç hırsından, sömürüden yalandan oluş­
ma «babalar dünyası»na karşı çıkmaktaydılar. Ku­
şaklar arasmdaki savaş, sınıf savaşının henüz uzaklardaki
şimşeklerini yansıtıyordu. Genç aydınların kü­
çümsenemeyecek bir bölümü en azından geçici bir
süre için başkaldırı süreçlerinde sosyalizme yakınlık
duyuyorlardı. Baba katilliği Birinci Dünya Savaşı’ndan
önce ve sonra yazm alanının önemli bir konusu
olmuştur. Kafka, Milena’ya yazdığı mektuplardan birinde,
düşünde bir akrabasının Milena’dan alaylı söz
ettiğini gördüğünü yazar. «Bunun üzerine onu şimdi
anımsamadığım bir biçimde öldürdüm, sonra heyecanla
eve geldim, annem sürekli arkamdan koşuyordu,
burada da benzer bir konuşma olmaktaydı; sonunda
müthiş bir öfkeyle bağırdım: ‘Biri’Milena hakkında
kötü konuşursa, babam bile olsa, onu da öldürü­
rüm, ya da kendimi öldürürüm.’»

Gerçekte Kafka, babaya karşı cinayeti kendi ki­
şiliğinde gerçekleştirmiştir. Babayla ilginin mutlak
anlamda kesilmesi, özlemini çektiği ve kentsoyluluğu
tümüyle dışlayan yaşamın koşuluydu. Ama Kafka’nın
böyle bir kopuşu gerçekleştirecek gücü yoktu. «Babaya
Mektup» unda babasının yanıtını, önceden somutlaştırmıştır:
«Birbirimizle savaştığımızı yadsımı­yorum, ama savaşmak
iki türlü olur. Biri, mertçe savaşmaktır;

bu savaşta bağımsız hasımların güçleri
boy ölçüşür, herkes yalnız basmadır, kendisi için kazanır,
kendisi için yenik düşer. Bir de haşaratın savaşı
vardır, haşarat yalnız sokmakla kalmaz, yaşamını
sürdürebilmek için kanda emer. Asıl uğraşı savaşmak
olan işte böylesidir ve sen de busun. Yaşama
acemisisin sen ama bu konuma rahatça umursamaksızın
ve kendini suçlama gereğini duymaksızm yerleşebilmek
için, yaşama becerisini bütünüyle senden
alıp cebime soktuğumu kanıtlamaya çalışıyorsun…»

Babanın, Kafka’nın kurmacasıyla somutlaşan bu
yanıtı korkunçtur: Nefreti her türlü güçten yoksun
olan aciz insanın teslim oluşunu dile getirir. «Yargı»
adlı öyküde baba oğlu için idam kararını verir, oğul
da bu kararı yerine getirir. Kafka, kendi yazdığı öyküyü
şöyle çözümlemiştir: «Ortak olan her şey, babanın
çevresinde kümelenmiştir, Georg bunları yalnızca
yabancı, bağımsızlaşmış, kendisinin yeterince
koruyamadığı, Rus devrimlerinin etkisine açık bırakılmış
şeyler olarak duyumsar…» Baba, dünyanın
efendisi sayılır; mülkiyeti altmda bulundurduğu bu
dünya ile kendisini özdeşleştirmektedir; oysa oğulun
karşısında aynı dünya yabanadır, elden çıkmıştır,
donmuştur. «Rus devrimlerinin etkisine açık bırakılmıştır,»
bu dünyada köklü bir değişim yapmak, ancak
devrim yoluyla olanaklıdır. Kafka, bir «dava» aç­
mayı yeğler; kanıtları ve karşı kanıtlarıyla, acı dolu
bir iç monolog biçimindedir bu dava, babanın haklı,
oğul’un yalnızca «haşarat» olup olmadıkları yolundaki
umarsız iç hesaplaşmaya dek varır — bu hesaplaş­
ma, «Değişim» adlı anlatıda da tüyler ürpertici bir
yansızlıkla betimlenmiştir. Söz konusu olan, babaya
ilişkin, ama içe yönelik bir saldırıdır, kişinin kendi
kendisini yiyip bitiren nefrettir, kendini dile getirme
ve suçluluk duygusudur; ta «Dava»nın son tümcesine
dek: «…sanki utancı, o öldükten sonra da son bulmayacaktı.»

Ernst Fischer
Franz Kafka
Çeviren: Ahmet Cemal
B/F/S

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir