Dünya edebiyatının sıra dışı yazarlarının başında gelen Franz Kafka, bundan tam 90 yıl önce, 3 Haziran’da hayatını kaybetti. 41 yıllık ömrüne 40’tan fazla eser ve onlarca mektup sığdıran Kafka’ya Milliyet Kitap olarak saygı duruşunda bulunalım istedik. Hayatına göz atan ‘usta işi’ bir yazıyla…

?1883?te doğan Franz Kafka, Çekoslovakya?nın Prag kentinde yerleşmiş, anadili Almanca olan bir Yahudi ailesinden gelmedir. […] Prag?daki Alman Üniversitesi?nde hukuk okudu ve 1908?den sonra bir sigorta şirketinin Gogol?a yakışır ofisinde küçük bir aylıklı, sıradan bir kâtip olarak çalıştı. Bugün çok iyi bildiğimiz ‘Dava’ (1925) ve ‘Şato’ (1926) gibi eserlerinden hemen hemen hiçbiri sağlığında yayımlanmadı. En büyük kısa öyküsü olan ‘Değişim’ 1912 sonbaharında yazıldı. 1915 Ekim?inde Leipzig?de yayımlandı. Kafka 1917?de kan tükürdü ve yaşamının geri kalanı -yedi yıllık bir süre- Orta Avrupa sanatoryumlarında, dinlenme dönemleriyle geçti. Kısa ömrünün (41 yaşında ölmüştü) bu son yıllarında mutlu bir aşk yaşadı. […] 1924?te, aynı yılın 3 Haziran günü gırtlak vereminden öleceği Viyana yakınlarındaki bir sanatoryuma girdi. Prag?daki Yahudi Mezarlığı?nda gömülüdür. Dostu Max Brod?dan yazdığı her şeyi, hatta basılmış olanları bile yakmasını istemişti. Allah?tan Brod dostunun bu isteğine uymadı.?

Bundan tam 90 yıl önce sonlanan 41 yıllık hayatı özetleyen Vladimir Nabokov, Kafka?yı romanlarından birinin kahramanı yapar mıydı dersiniz? Yoksa, Kafka Nabokov?un da dediği gibi ?Gogol?a yaraşır küçük ofisinde? tam da Gogol?un kalemine layık bir küçük memur yaşantısı mı sürmekteydi? Gogol?un Palto?sundan mı çıkmıştı yoksa Kafka? O dosyalanmış yaşamların bir çırpıda gerçeküstü bir öyküye dönüşüverdiği memur öykülerinden?

Alman yazarlarının en büyüğü olarak gördüğü ve karşısında Thomas Mann?ın bile ?Cüce ya da alçıdan aziz heykelleri? olarak kaldığını söylediği Kafka, Nabokov?un muhayyilesini harekete geçirir miydi bilmem ama 19. YY. sonunun, 20. YY. başının bürokrasi dünyasından çağın trajedisini yansıtan Gogol, Dostoyevski ve hatta Melville ihtimaldir ki bu ‘sıradan kâtip’e iştahla bakarlardı.
Soğuk ofisler, numaralandırılmış dosyalar, hayalgücünü kovan resmi raporlar, renksiz duvarlara bakan daracık pencereler… Her şey yaratıcılıkla otomatlaşma, başkaldırı ile itaat arasındaki amansız çelişkiyle vücut bulan bir çağın habercisiydi. Resmi raporlarda hazırola geçmiş harflerin, o yeknesak ritme başkaldıracağı umudu vardı her yerde. “Dava”nın mübaşirinin Bay K.?ya dediği gibi ?Zaten insan hep başkaldırmakta” idi. Bu gerçekleşmediğinde ise her yeri bir boğuntu, bir keder, bir saçmalık hissi kaplıyordu. Hani Kafka?dan aşina olduğumuz o hisler…

Reiner Stach iki ciltlik enfes biyografisinde, Kafka?nın ?Yazmak ve büro birbiriyle uyuşmaz,? diye yazdığını belirtir. ?Çünkü yazmanın ağırlık noktası derindedir, büro ise yaşamın üzerinde.? Hayatları boyunca kopya yapmak zorunda olan Gogol ve Melville karakterleri gibi mutsuz olması işten değildir ama neyse ki Stach?a göre, ?Kafka bürokrasi kurbanı dışında her şeydi; o görülmez bir aparatın anonim tekerlekleri değildi, tersine kendi başına kararlar veren, yönetici memurun özgür bakışına sahipti.? Belli ki bu özgür bakış, çalışma hayatını gözlemleme ve olağanüstü bir gerçekçilikle yazma gücü vermiştir Kafka?ya… Bütün romanlarında çalışma hayatı öylesine zengin ayrıntılarla verilir ki, Kafka?nın yaratıcılığa düşman gördüğü zavallı memur hayatına şükran duyarsınız. Zira Kafka?nın çileyle doldurduğu bu memur hayatı olmasa çağdaş kölelik bu denli canlı bir biçimde anlatılamayacaktır.

Kafka, görmüş geçirmiş Avrupa?dan özgür Amerika?ya uzandığında, bürokrasinin koridorlarının yerini Doğu New York?un, işçilerin kitleler halinde yaşadığı mahalleleri alacak, Özgürlük Heykeli?yle açılan Amerika macerasında, “Dava”nın mahkeme salonları, “Şato”nun bir yere varmayan sokakları, köhne işyerlerine dönüşecektir. Çalışmak köleliktir. “Amerika” romanında da, 19. YY.’ın o büyüleyici özgür iradesiyle çatılan bildungsunun (büyüme, gelişme) yerini iş akitleriyle belirlenen kölelik almıştır. Metal araba yığınlarının doldurduğu New York sokaklarının mottosu George Orwell?ın “1984”ünün sloganıdır: ?Kölelik özgürlüktür!?

Kafka’yı psikanalize başvurmadan anlamak

Kafka gibi bir bilincin, şatoların bütün kapalı kapılarını açan, bir sabah uyandığında kendini böcek olarak bulan insanın bilinçdışının ipliğini pazara çıkaran çokbilmiş psikanalitik yorumlar için iştah açıcı olduğu bir gerçek. Gelgelelim Nabokov?a inanacak olursak, çok şükür ki Kafka?nın kendisi de psikanalize pek yüz vermiyor: “Kafka’nın kendisi de Freud?cu görüşleri kıyasıya eleştirmiştir. Psikoanalizi (kendi sözleriyle söylüyorum) ?düzeltilmesi imkânsız bir hata’ olarak nitelendirmiş ve Freud?cu kuramları ayrıntılara, daha da önemlisi meselenin özüne hakkını vermeyen çok yaklaşık, çok kabaca çizilmiş taslaklar olarak nitelendirmiştir.? (Vladimir Nabokov, “Edebiyat Dersleri”)
Kafka istemiyorsa, ölümünün 90. yılında kendisini anmak için yazılan bir yazıda psikanalitik yorumlar yapmak pek yakışık almayacağından, biz ‘meselenin özü’ne dönelim. Üstelik, en ödipal metninde: “Babaya Mektup”.

Başlıkta, Oğuz Atay?ın ?Babama Mektup?unun sevecenliğinden, erişkin haşarılığından eser yoktur. O, ?Geriye kendinden başka bir şey bırakmayan? bir baba ile hesaplaşmakta, tıpkı Joseph K. gibi, kendi varoluşu için bir alan açmayı denemektedir. Baba?nın her yeri kaplayan devasa cüssesi, “Şato”nun ve “Dava”nın o bürokratik canavarlarından farksızdır. Kendi yetersizliği ve güçsüzlüğü ile başa çıkmaya çalışan çocuk Kafka, asıl hesaplaşması gerekenin, Baba?nın kötülüğü olduğunu ancak bu kötülüğü bir seyirci gibi izlediğinde anlayacaktır. O güne kadar kendisine yapılanlar, kendi eksikliği, beceriksizliği, sarsaklığı yüzündendir; evet kabul ama ya işçiler? Ciğer hastası bir tezgahtar hakkında, ?Gebersin, hasta köpek!? diye bağıran bir baba, ne düşündürebilir ki Kafka?ya?
“Orada aldığım büyük ders, senin zalim de olabildiğini bana öğretti; kendi halime bakarak o denli çabuk fark edemezdim bunu, bende sana hak veren çok yoğun bir suçluluk duygusu birikmişti; ama orada tabii sonraları çok değil ama bir parça düzelttiğim çocukça düşünceme göre, bizim için çalışan ve bu yüzden sana karşı duydukları bitmez tükenmez korkuyla yaşamak zorunda olan yabancı insanlar vardı.? (“Babaya Mektup”)

Babası için çalışan yabancılara bakıp zulmün dehşetini anlayacaktır Kafka. Üstelik anladığı küçücük bir çocuk bedeninin bir yetişkin karşısında hissedeceği dehşet duygusundan çok ötededir: Dünyada başka eşitsizliklerin ve başka zulümlerin olduğunu görmüştür artık. Belki de o yabancı işçilerin varlığı, Kafka?ya nesnel bir dünyanın varlığını duyuran ilk olaydır. Dünya, ceberut babanın çattığı aile evinden ibaret değildir. Sokaklarda ‘geberen’ hasta işçiler, yoksul memurlar, mutsuz insanlar vardır.

Öyleyse ne yapmalıdır Kafka? Bu nesnel dünyaya başkaldırmak ve belki de onu analiz etmek zorundadır. Bunu nasıl yapacağını anlamak için de bir dünya haritasına ihtiyaç vardır: “Bazen dünya haritasının önüme serilmiş olduğunu ve senin boylu boyunca bu haritanın üzerine uzandığını, hayal ediyorum. Ve o zaman benim hayatım açısından, yalnızca senin kaplamadığın ya da ulaşabileceğin mesafenin dışındaki bölgeler değerlendirilebilir görünüyor. Ve bunlar da senin heybetine ilişkin düşünceme uygun olarak, pek fazla sayıda ve pek huzurlu bölgeler değil, özellikle de evlilik bu bölgeler arasında bulunmuyor.? (“Babaya Mektup”)

İhtimaldir ki dünya haritasının ‘babasız’ kalan tek yeri ‘yazı’dır. Ailenin, işin, hesap kitabın, bol kazancın, istikrarın tanrısı Baba, belli ki yazıya pek de rağbet etmemektedir. İşte haritanın üzerinde Kafka için ufacık bir ‘umut mekânı’ belirmiştir. Bu, otoriteden azade yeri sahiplenmeye karar verir Kafka, otoritenin hikayesini yazmak için… Ne gariptir ki, babasından farklı, ondan ileri bütün yönlerini anlaşılmaz bir mahcubiyetle, telaş içerisinde halının altına süpürmeye çalışan, entelektüelliğinden, modernliğinden usanç ve utanç duyan Oğuz Atay?ın, ?Babama Mektup?unda yazarın suçlu bilinci, haritada babanın ayak izlerini takip edecek, Kafka?nın babasının ağır gövdesi altında bıraktığı bütün alanları birer birer fethetmeye çalışacaktır: Gelenek, aile, deneyim… Tek başına bu karşılaştırma bile, Kafka?nın yazıyı nasıl bir direniş alanı olarak gördüğünü anlatmaya yeter sanırım. Kafka?yı psikanalize ya da Yahudi mistisizmine sığdırmak, yabancı varoluşların ona duyumsattığı nesnel dünyayı ayaklarının altından çekip almaktır. Yaşadığı çağı ve dünyayı gözlemleyen, analiz eden aklını, entelektüel potansiyelini hesaba katmamaktır. Onu, “Dönüşüm”de yerin dibine batırdığı küçük burjuva ailesinin mezarlığına diri diri gömmektir. “Dava”nın ve “Şato”nun yargılayan, sorgulayan, kafa tutan, K.?sını masumiyetin ispatı peşinde koşan bir zavallıya dönüştürmektir.

Gerçeğin ruhu alegoride saklıdır

Kafka?nın kendisi gerçekle, meselenin özüyle bu kadar ilgiliyken çağdaş dünyanın yorumcularının onu gerçekten koparmak konusundaki ısrarını neye yormak gerekir? Reiner Stach?ın dediği gibi, ?Hiç kimse artık Kafka?nın yapıtında kısa süre sonra yirminci yüzyıl tarihi için son derece belirleyici olan deneylerin bulunduğundan kuşku duymuyor.? Bir başka deyişle Kafka, Georg Lukacs?ın da belirttiği gibi yenilikçi sanata özgü bir gerçekçiliğin temsilcisidir. Bu yeni gerçekçilikte gerçeğin alegorik temsili esastır. Walter Benjamin?in, ?Tarih, içerdiği bütün acı ve başarısızlıklar, insan yüzünde ya da daha doğrusu kafatasında dile gelir,? diye tanımladığı alegori, Kafka?nın kapalı olduğu varsayılan dünyasının anahtarıdır. Kafka?nın kahramanları yüzlerinde tarihin içerdiği bütün acı ve başarısızlıkları taşır. Daha çok yapılarla ilgili gibidir Kafka. İnsan öykülerini şekillendiren yapılar…

Gogol?ünki gibi çabucak hortlaksı bir yapıya bürünen bu dünyadaki hayaletler, ?Gündelik burjuva hayatının hayaletleridir? (Georg Lukacs, “Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı”). Bu hayaletler şunlardır: ?Orta sınıftan Praglı bir ana babanın, Flaubertci anlamıyla philistine?ların yani yalnızca yaşamın maddi yönüyle ilgilenen, zevklerinde bayağı olan kişilerin oğlu olan ‘Gregor Samsa’nın (Nabokov) hikayesindeki küçük burjuva aile; ailenin, mülkiyetin, adaletin izbe mekânlarda, bitimsiz koridorlarda edepsizce koyun koyuna bir hayat sürdüğü bürokratik aygıt (‘Dava’); en az bürokrasinin çarkları kadar öğütücü ve köleleştirici bir çalışma hayatı (‘Şato’, ‘Amerika’).”

“‘Dava’daki yüce yargıçlar, Şato?daki yöneticiler Kafka?nın alegorilerindeki aşkınlığı -hiçliğin aşkınlığını- temsil ederler. Her şey onlara yönelir ve her şeye onlar bir anlam verebilirler. Herkes onların varlığına ve mutlak kudret sahibi olduklarına inanır; fakat onları ne kimse tanır, ne de onlara nasıl erişilebileceğini bilir.? (Georg Lukacs, Çağdaş “Gerçekçiliğin Anlamı”)

Lukacs?a göre de, ?Kafka?nın eserlerinin asıl konusu çağdaş kapitalist dünyanın kötülüğü ve insanın bunun karşısındaki güçsüzlüğüdür.? Bu güçsüzlüğü tarih ve zamandışı bir dünyada, akla hayale sığmayacak bir akışı inandırıcı kılacak, olağanüstü bir ayrıntı zenginliğiyle anlatır Kafka. Öyle ki, olağanüstü olanı, gündelik rutinin dışındaymış gibi görüneni aktarırken, onu gündelikliğin en ‘olağan’ parçası yapmak Kafka?nın ustalığıdır. Bu stilize ve soyut dünyanın, kendisini oldukça kesin bir gerçeklik olarak duyurması da kuşkusuz ki, gerçeğin gerçeküstülüğünde gizlidir. Gogol?un hayalet olarak dünyaya dönen zavallı memurunu inandırıcı bulan okur (ki buna inanmamak deliliktir) Kafka?nın yapıntı duran gerçekliğini de aynı ölçüde inandırıcı bulacaktır. Üstelik bu dünya, hiçbir ayrıntıyı kaçırmayalım, yüzeyin aldatıcı, göz boyayıcı öykülerine, dramlarına kanmayalım diye en soğuk, en sinir bozucu ayrıntılarla bezenmiştir. Bir yere varmayan konuşmalar, okurun kolayca avlayacağı meseller, ?İşte bu!? dedirtecek aforizmalar barındırmazlar. Sürekli tekrar eden biçimin, sürekli tekrar eden bir özün yansıması olduğu unutulduğunda, hiçbir yere varmayan şato sokaklarında dolaşmak gibidir Kafka romanlarını okumak. Sonsuz bir gevezelikle, eşsiz bir samimiyetle her şeyi gizlemeyi başaran kahramanları gibidir Kafka; size doğrudan bir şey söylememeye ant içmiştir. Gerçeğin, masumiyetin peşinden koşup da bir türlü yakalayamayan kahramanları gibi bırakır sizi eşikte… Ta ki, bir gün siz o dünyanın içinde yaşadığınız dünya olduğunu anlayana kadar.

Arabesk bir ikon

Edebiyat piyasasının arabesk bir ikon haline getirdiği yazarlardan biridir Kafka. Mutsuz, terk edilmiş, ezik, yaşanmamış cinselliklerin, olmamış ilişkilerin toplamı mutsuz yazar portresi edebiyat piyasası ve de kendi sıkıntılı varoluşunu anlamlandırmaya çalışan kolaycı okur için bulunmaz nimettir. Kafkaesk olan arabesk bir umutsuzluğun, ele geçirilemeyen, hâkim olunamayan bir dünyanın adıdır artık. Sarsak Kafka kahramanları o umutsuz küstahlıklarıyla bu dünyaya kafa tutmazlarmış gibi…

Gelin Walter Benjamin?in sanatın politikliğini örten romantik sanat maskesine karşı yaptığı uyarıya kulak verelim: “Bir Rimbaud?nun, bir Lautreamont?nun şeytaniliğini, ‘sanat için sanat?ın bir süsü olarak züppelikler listesine katmanın cazibesine kapılmak son derece kolaydı. Oysa bu romantik maske kaldırıldığında arkasında işe yarar şeyler bulunacak, kötülük kültünün her tür ahlakçı sanat merakına karşı, ne kadar romantik olursa olsun ayrıştıran, arındırıcı bir politik aygıt olduğu keşfedilecektir.? Benjamin?in Rimbaud ve Lautreamont için yaptığı uyarı Kafka için de geçerlidir. Kafka?yı arabesk bir mutsuzluğa, umutsuzluğa, pasif bir varoluşa, acımasız bir babanın yaraladığı bilinçaltına indirgeyen her türlü yaklaşım, onun ?Ayrıştıran, arındırıcı bir politik aygıt olduğu?nu unutturacaktır.

Bir anda asık suratlı mahkeme salonlarına dönüşen ev içleri, femme fatale bir kadına dönüşen hantal çamaşırcı kadınlar, elle tutulamaz, gözle görülemez, hortlaksı gerçekliğin her yerde gezindiği, sarsak kahramanın dışında herkesin her şeyi, olanı ve olacakları bildiği, ketum bir gevezeliğin bilinebilecek bütün sırları sakladığı, her şeyin bilinmez bir amaca göre şekillendiği bir dünya… Bir sabah kalktığında kendini tutuklu ya da böcek olarak bulan insanlar… Bütün bunlara Kafkaesk diyorlar. Kafkaesk olan aynı zamanda 19. YY., 20. ve hatta 21. YY. değilmiş gibi. Baba Hermann Kafka?nın, ?Gebersin, hasta köpek!? diye bağırdığı işçilerin, önümüzde boylu boyunca uzanmış ve içimizden birilerine 19. YY.’ı hatırlatan cesetlerine, her bireyi suçunu aramaya çağıran mahkeme koridorlarına bakıp karanlığın Kafka?nın kendi bilincinden kaynaklandığını iddia etmeye cüret gösterecek birileri var mı hâlâ?

Rehavet dolu asude hayatlarımızın elimizden kayıp gittiğini gördüğümüz kâbuslar mı, yoksa o hayatların kendisi mi? Nedir Kafkaesk olan?

Yasaklı yazar

Kafka, 1933 – 1945 yılları arasında, diğer bütün saygın Yahudi yazarlar gibi yasaklı isimler arasındaydı. Hatta Kafka, Nazi döneminde yasaklanan yazarların başında geliyordu. Eserleri yakılacak kitapları arasında olan usta ismin yaşadığı dönemde yayımlanan eserleri arasında “Dua Eden Adamla Sohbet”, “Serhoşlarla Sohbet”, “Büyük Gürültü”, “Gözlem”, “Dönüşüm”, “Ceza Kolonisi” ve “Açlık Sanatçısı” bulunurken “Babaya Mektup”, “Taşrada Düğün Hazırlıkları”, “Dava” ve “Şato” ölümünün ardından yayımlandı. Kafka’ya dair bugüne kadar pek çok kitap çıktı ancak şimdiye kadar Kafka’ya dair en önemli araştırmacılardan biri olarak kabul edilen Reiner Stach, Franz Kafka ile ilgili iki ciltlik bir biyografi yayımladı. Stach’ın yaklaşık yirmi yıllık çalışmalarının sonucu ortaya çıkan biyografiler, geçtiğimiz yıl Sel Yayıncılık tarafından Türkçeye kazandırıldı.

Aslı Güneş
Milliyet Kitap 2014 Haziran sayısı

Previous Story

Bir yolunu bulmaya çalışmanın romanı; “Deliduman”

Next Story

Brecht, Lukacs ve Bloch?un izinde

Latest from Biyografiler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ