kafka“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu…”

Kafka’nın 1912’de yazdığı Dönüşüm adlı anlatısının bu ilk cümlesi, tüm olağandışılığına, dahası şaşırtıcılığına, ürkünçlüğüne karşın, giderek daha da ürkütücü bir olağanlığa bürünecek bir öykünün habercisidir.

Babaya Mektup’ta ve Yargı’da olduğu gibi, burada da oğul ve baba söz konusudur. Ama, Dönüşüm, birçoklarına göre Kafka’nın yabancılaşma duygusunu en güçlü biçimde yansıttığı yapıtıdır aynı zamanda. Bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa, bilinci ve istemi dışında gerçekleşen bu dönüşümü bir türlü kabullenemez. Ailesi ve patronu ise, kısa bir şaşkınlığın ardından, onun artık bir böcek olduğunu kabullenirler. Ama böcek olmakla alışageldiği şeylerden koparak yepyeni bir konuma giren Gregor Samsa da, o güne kadar sürdürdüğü yaşama da, çevresindekilere de, bambaşka bir gözle bakacaktır.

Kafka’nın bu kitabı, hem dilimize en çok çevrilen, hem de en çok okunan yapıtlardan biridir. Yanılmıyorsam, önce Vedat Günyol, sonra Arif Gelen, ardından Kafka’nın tüm yapıtlarının Türkçe’ye aktarılmasına büyük katkıda bulunan Kamuran Şipal çevirdiler kitabı, Değişim adıyla. 1980’lere gelindiğinde, Ahmet Cemal dördüncü çeviriyi gerçekleştirdi Dönüşüm (Can Yayınları) adıyla.

Ahmet Cemal, ilk basımı 1986’da yapılan ilk çevirinin önsözünde, Kafka’nın anlatısının özgün adı olan Die Verwandlung’un, Almanca’da bir değişimden çok daha köktenci bir olguyu, tümüyle değişip başkalaşmayı dile getiren bir sözcük olduğunu söylüyordu: Anlatıda gerçekleşen, bir değişim değil, bir dönüşümdü. O yüzden, Dönüşüm’de karar kılmıştı. Ancak, Ahmet Cemal’in çevirisinin öncekilerden ayrılan bir yanı da, kitabın sonuna Dönüşüm’le ilgili kaynakların eklenmiş olmasıydı.

Asıl uğraşım çevirmenlik olduğundan olsa gerek, böylesi önemli bir yapıtın dilimizde dört özenli çevirisinin bulunması bana çok kışkırtıcı geliyor. Günyol, Gelen, Şipal ve Cemal’in çevirileri, yapıtın aslıyla ve birbirleriyle karşılaştırarak çok keyifli ve yararlı bir laboratuar çalışması yapılabilir diye düşünüyorum. Ama burada çeviri sorunlarına dalmak gibi bir niyetim yok.

Bir kitabı ‘çevirmek’, o kitabı ‘okumaktır’ aynı zamanda. Çevirmen, çevirirken okur. Ne denli iyi okursa, o ölçüde iyi çevirir. Ahmet Cemal de, Dönüşüm’ü okuyup çevirirken vardığı düşünceleri kitaba yazdığı Sonsöz’de dile getirmiş. Başka bir deyişle, çevirmen, çevirdiği yapıta ilişkin yorumunu buraya almamın nedeni, Kafka’nın yazarlığı konusunda derinliğine bir kavrayışı yansıtıyor olması:

“… Kafka’nın anlatılarından, romanlarından bize yansıyan dünya da, yazarının yaşamına değgin binlerce ayrıntıya gömülmeyi gereksinmeksizin varlığını sonrasız koruyan bir dünyadır ve bu konumunu artık Kafka’nın şöyle veya böyle yaşamış oluşuna değil, fakat kurgulanmış yazınsal gerçekliğine borçludur. Dönüşüm’ün kahramanı Gregor Samsa’nın babası ve ailesi arasında ayniyete yaklaşan bir benzerlik bulunabilir; dahası bu, belki kanıtlanabilir de. Ama bu, Kafka’nın Dönüşüm’de kendi yazgısını anlattığı demek değildir; bu açıdan Dönüşüm aile kurumunun bireyin yok edici yanlarını tüm korkunçluğuyla evrensel düzeyde yansıtan bir yazın metnidir. Daha da genelinde, çizgidışı birey-sürünün dışına çıkanı ezen toplum çatışmasını en çarpıcı biçimde dile getiren bir roman gerçekliğidir.

“… Dönüşüm, hiyerarşi ve otorite düşüncesiyle temellenen, bu amaçla sözü edilen düşünceyi önce aile kurumu içerisinde odaklaştıran toplum içersindeki bireyin tragedyasıdır. Gregor Samsa, ‘dönüştüğü’ güne değin çeşitli kölelikler ve zincirleri içerisinde uslu oturduğu sürece de benimsenip sevilir. Başkaldırısı bilinçaltında başlar; bu bilinçaltı, kendine uygun biçimi yaratır: Gregor Samsa’nın böceğe dönüşmesini, gerçekte artık başkalaşmasıdır. Böceğe dönüştüğü andan başlayarak, toplumun ve ailesinin ona ilişkin –onu tutsak kılan beklentileri, artık sonuçsuz kalmaya yargılıdır; böceğin iğrençliği, çizgisi sürüyle uyuşmayan bağımsız bireyin iticiliğiyle özdeştir.

“Anlatıda toplumu simgeleyen aile, önceleri ümidini yitirmez, yeni Gregor’a hareket alanı sağlayabilmek için, odasının biraz boşaltılması gerekmektedir. Ama anne buna karşı çıkar ve ilginç olan, karşı çıkış gerekçesidir: ‘Bence en iyisi odayı eskiden nasıl idiyse aynen öyle korumaya çalışmamızdır, böylece Gregor yine aramıza döndüğünde her şeyi eskisi gibi bulur, arada olup bitenleri unutması da o ölçüde kolaylaşır.’

“Burada –sözde anne sevgisiyle Gregor’un unutması istenen, onun gerçek anlamda bağımsız olabildiği zaman parçasıdır; Gregor sürüye dönebilmek için böceklikten çıkmalıdır ve sürüyle yeniden uyum sağlayabilmesi için böcek olduğu dönemi unutmalıdır. O zaman yine annesine ve babasına uyabilecektir; içinde yaşadığı topluma eskisi gibi ‘hizmet’ edebilecektir.

“Gregor’un yeniden ‘insan’ olmasından artık ümit kesildiğinde kız kardeşinin söyledikleri bu durumu daha vurgular: ‘Buradan gitmeli… tek çare bu, baba. Ama onun Gregor olduğunu düşüncesini kafandan atman gerek. Bizim asıl felaketimiz, bunca zaman bu düşünceye inanmış olmamız. Fakat o nasıl Gregor olabilir ki? Gregor olsaydı eğer, insanların böyle bir hayvanla birlikte yaşamalarının olanaksızlığını çoktan anlar ve kendiliğinden çıkıp giderdi…’

“Kafka’nın gerçekte hemen tüm eserlerinde varolan gülmece öğesi burada da eksik değildir: çünkü burada sözü edilen ‘hayvan’, asıl ya da olması gereken insandır!
“Birey olmasını başaranlara düşman kesilen son toplumlar ve bu toplumların en güçlü temeli olan, çocuklarının hep iyiliğini, gerçekte ise sürekli köleliğini isteyen son aile yapıları, yeryüzünden silinene değin, Kafka’nın Dönüşüm’ü geçerliliğini ve güncelliğini koruyacaktır.”

Dönüşüm’ü ve Dava’yı geçen hafta yeniden okuduktan sonra, düşünüyorum da, Kafka, toplum, çevresi ya da yaşamı tarafından kendisine dayatılana karşı savaşmaktan çok, kendisine dayatılan ‘suç’un, ‘korku’nun üstesinden onu iliğine kadar içselleştirerek gelmeyi yeğliyor. Örneğin, “ ‘Korkum’, benim maddem,” diyor, “belki de en iyi yanım benim.” Yapıtlarından hiç eksik olmayan ‘suç’a gelince, “Bana yol gösteren ilke şudur,” diyor, “suçtan asla kuşku duymamalı…”

Ne müthiş bir direniş!

CELÂL ÜSTER
Radikal Kitap

Previous Story

Ahmet Telli ve Şükrü Erbaş’ın en sevdiği aşk şiiri

Next Story

Ölüm düşüncesi davranışlarımızı nasıl etkiliyor?

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ