Linç Kampanyasına Yanıt: Eylem Eyleyenle Anlam Bulur? (Ek:3) – Zahit Atam

LİNÇ KAMPANYASINA YANIT: DRAMATİK ÇATIŞMA OLMADAN OLUR MU? Yeryüzüne kötülüğü, hastalığı ve cinneti indiren ben Şeytan, bunu size öğretiyorum. Bu sahte kahramanların yüzlerinden maskeleri indirmek vazifesi bana düşüyor: Onların içyüzünü hepinizden iyi ben bilirim. (Tekrar cebinden topacını çıkardı. Bütün kuvvetiyle masanın üzerinde çevirmeye başladı. O dönerken gözleri bir deli neşesiyle parlıyordu.) Bak, bak! nasıl da dönüyor. Şimdi gelin de sizinle bunun gibi dönen insanları gözden geçirelim.
Asabi, ayağa kalktım:
-Alay edecek vaktim yok, dedim. Görüyorsun ya, yarına bir yığın işim var.
-Ben de zaten onun için söylüyorum ya! Birtakım mevzularınız vardı değil mi? Dil, tercüme, şiir, roman, resim, tenkit? Bunları yazmak istiyorsunuz ve bir türlü başlıyamıyorsunuz. Çünkü bu meseleler daha doğmadan ihtiyarlamış, foetus olmuş. Sebebi? İşte bu topaç!… Bütün bunları konuşmak için evvela karakter üzerinde durmalıyız. Diyelim ki güzel fikirleriniz var, fakat onları tatbik eden kimdir? Öyle veya böyle? Mesele orada değil, yapacak adam kimdir, ona bakın! Şarap veya su getirmek istiyorsunuz, ama testiniz delikse! Şu halde mesele ne şarapta ne de suda. Her şeyden evvel testidedir.
-Biz şarabı inkâr edip suyu kabul ediyorsak, ona ne dersiniz?
-Kırık testi ile suyu dökersiniz derim.
-Bu su nedir biliyor musun?
-Şüphe mi var? Bütün içtimai kanaatiniz, imanınız? Bütün felsefeniz. Ben size suyu şarapla karıştırın demiyorum. Bu hilekâr satıcılardan kendinizi koruyun. Fakat halis şarap satanlara daima inanabilir misiniz?
-Mademki halistir, neden inanmıyayım?
-Evet. Fakat onu avucunda vermeyecektir… Demek istiyorum ki fikirler havada durmaz. İş içinde insanlara dayanılır. Sizin gibi düşünen veya böyle söyliyen insanların arasında sizi yarı yolda bırakacaklar, sözünden dönecekler, bir pula satacaklar yok mudur?
-Eğer düşüncelerinde samimi iseler?
-Görüyor musunuz! Demek ki mühim olan düşünmek değil, düşüncede samimi olmaktır. Affedersiniz, ukalalık ediyorum. Size yeni şeylerden bahseder gibi konuştum. Bunlar zaten hep malum değil mi? Şüphesiz! Fakat ?müsaadenizle- tatbikatta hiç de öyle değil. Biraz önce bu besbelli gözüküyordu. Şu halde meselemize geliyoruz: Demek ki mühim olan düşünce değil, düşünendir. Düşünen kimdir? Bizim gibi etten kemikten yapılmış insan. Onu hangi şartlar yetiştirmiş, hangi kalıplarda dökülmüşse ona göre kabiliyetli oluyor. O zaman aynı düşünce bu kulaklarımızdan birinde parlıyor, birinde yanıp sönüyor. Birinde mütemadiyen renk değiştiriyor. O zaman bizim için mühim olan insanı bütün bir varlık olarak tetkik etmektir. İsterseniz ?sizin ilmi tabirlerinizle- onu meydana getiren biyolojik ve sosyolojik amilleri araştırmaktır. Fakat siz bu araştırmayı yapadurun, aksiyon karar ister. Onun istatistik toplamıya vakti yoktur. Ve aksiyon hüküm verir. Onun uzvi, ruhi, içtimai sebeplere irca eden deterministin iradesizliğine tahammülü yoktur. (Hilmi Ziya Ülken, Şeytanla Konuşmalar, 24-26)
Belirli filmler var, bunlar belirli insanların diğer insanlarla çatışması üzerine kurulu değil, esasında ve özünde çatışmayı insanlar arasındaki bir ilişkiden daha da soyutlayarak insan ruhundaki çatışmaya götüren önemli eserlerdir. Ve bizzat ?ben?i, varlığı ve egoyu çatışmanın içine atarlar, nihai aşamada ise insanın yenilgisini anlatırlar. Dolayısıyla bu eserler büyük oranda çatışmanın bizzat kendisini, ?insan?ın kendi tarihi içindeki çatışmayı ya da çelişkiyi ve zaman içindeki yenilgisini dile getirirler. Mesela roman tarihinden Dostoyevski?nin Yeraltından Notlar ve Camus?nün Düşüş romanları böyledir. Ben bunu çok daha ileri götürdüm, bilinen bir karakterin iç dünyasını o kitaplardan çok daha hacimli bir şekilde, protagonistin dili ve ruhundan 3 ciltlik bir roman yazdım: Türkiye?nin Ruhu Direnmenin Trajedisi, eğer okursanız, kendinizle yüzleşmeniz için bir vesiledir, velev ki siz kendinizden kaçmayı ve kendinize yalan söylemeyi bir ilke bir yaşam düsturu, bir sığınak olarak görmeyesiniz?
Bir örnek vermek istiyorum, gerçek yaşanmış ve son derece insani bir örneği:
Bundan on yıl önce, psikiyatri asistanları, uzmanları psikoterapi sürecinden geçiyorlar, ekibin başında psikanalizden geçmiş ve saygın bir isim var. Kadınlı erkekli küçük bir grup, sanıyorum altı kişiydi. Süreci kestirmeden anlatıyorum, insanlar birbirleri hakkında da konuşuyorlar, kendileri hakkında da konuşuyorlar, sonuçta bir uzman kadın konuşuyor, anlatırken ağlıyor, sözler boğazında düğümleniyor:
Grubun içinde 3 kadın 3 erkek psikiyatrist var, kadınlardan biri kısa boylu, diğeri hem çok güzel hem akıllı, hem de başarılı bir evliliği var, birisi etrafında sevilen, orta halli bir kadın, o da uzman, kendini anlatırken ?güzel, akıllı, başarılı? psikiyatrist kadına getiriyor sözü, kendi vicdanını açıyor:
Çok güzel, hem çok akıllı, hem çok ahlaklı ve çok anlayışlı, kimseyi çekiştirmek için çabalamıyor, kendiyle barışık, hatta mutlu, onu seviyorum, ama başarısız olmasını istemekten kendimi alamıyorum, ne yapsam kıskanmaktan kendimi alamıyorum.
Güzel akıllı ve başarılı psikiyatrist mi ne yapıyor: bu sırada yüzü bembeyaz kesilmiş ve kendi güzelliğinden utanıyor.
Niye anlatıyorum bunu? İşte dramatik an, dramatik çatışma ve şunu söyleyeyim, arkadaşlar çatışma insanın içindedir. En basit ve yalın anlatımıyla, çatışma sizin benliğinizdedir, idiniz egonuz ve süper-egonuz uyumlu bir bütün değil, birbiriyle çatışan şeylerdir.

Önceki yazıları görmek için tıklayınız
Zahit Atam’a Yapılan Linç Kampanyasına Yanıt: Sol Liberaller Nasıl “Düşünce Suçlusu” Yaratır
Zahit Atam?a Linç Kampanyasına Yanıt (Ek: 1)

Zahit Atam: Linç Kampanyasına Yanıt, İtirazın Diyalektiği (Ek: 2)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir