Karacaoğlan, binlerce yıl akarsular dibinde yıkanmış çakıltaşları gibi dilden dile geçerek incelmiş, güzelleşmiş, arınmış, zenginleşmiştir.

Yaşar Kemal’in yorumuyla;
“Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi, şiirimizin büyük ustalarından birisi de Karacaoğlan’dır. Büyük ustamızın on yedinci yüzyılda yaşadığı sanılıyor. Kökünün daha derinlerde olduğu gerçek. Epope’den Dede Korkut’a; Dede Korkut’tan koşmaya ne zaman geçilmişse, Karacaoğlan o zamandan beri sürüp gelen bir havadır; bir söyleyiş, bir duyuş biçimidir. Onun ne zaman doğduğu, yaşadığı da işte bu yüzden önemli değildir. İptida Karacaoğlan bir büyük kişilikti. Bu bilinen bir gerçektir. Sonra, yüzyıllar geçtikçe halk onun yöresini yeni şiirlerle, yeni yeni ozanlarla, daha da ileri giderek, yetiştirdiği yeni Karacaoğlan adlı şairlerle ördü. Benim gençliğimde Çukurova’da Karacaoğlan adıyla şiirler söyleyen dört tane Karacaoğlan vardı. Karacaoğlan gibi, onun havasında şiirler söylüyorlardı. Halk da -buna çok rastladım türkü derlemeleri yaparken- sevdiği tüm şiirleri Karacaoğlan’a malediyordu. Bir kişiliğin yöresinde böyle yoğun bir oluşma, şaşırtıcı bir şeydi. Bir de Karacaoğlan’ın şiirlerine bakarsak, daha halkın dilinde yaşayan, ya da derlenmiş şiirlerine, bugün de Çukurova köylüsünün dünya karşısındaki tekmil tavırlarını görürüz. Bu belki tekmil doğa karşısındaki insanın insanca davranışıdır, evrenseldir. Belki değil düpedüz evrenseldir. Halkın içinde yaşamış büyük kişilikler, halkın dili olmaktan başka çare bulamamışlar, böyle olunca da halk onların yöresini daha da, zaman geçtikçe gür bir toprak gibi gittikçe yeşertmiş, ona yeni yeni güzellikler, çiçekler eklemiştir. Ve Karacaoğlan’ın şiiri binlerce yıl akarsular dibinde yıkanmış çakıltaşları gibi dilden dile geçerekten incelmiş, güzelleşmiş, arınmış, zenginleşmiştir.

İşte Karacaoğlan’ın türkülerine yaklaştıran havalar da böyledir. Karacaoğlan havası dediklerinden, Karacaoğlan çağlarından ne kalmıştır? Acaba Karacaoğlan bu havaları böylesine tıpatıp mı söylemiştir? Yukarıda söylediğim Karacaoğlan türkülerini halk nasıl örmüş oluşturmuşsa havalarını da tıpkı öyle örmüş oluşturmuştur. Her büyük usta ona bir ses, bir güzellik katmıştır.

İşte çağımızın usta, bilinçli sesi Ruhi Su da bize yeni, usta bir Karacaoğlan getiriyor. Onun bitip tükenmez çabalarının, Çukurova’da Karacaoğlan havaları üstüne halk arasında bitip tükenmez uğraşlarının tanığıyım. Karacaoğlan’ın hemşerisi bu büyük usta da Karacaoğlan havalarını kendi kişiliğinde yuğurarak, biraz daha oluşturarak belki de en gerçek biçimde yaratarak bize yeni bir Karacaoğlan getiriyor. Ruhi Su’nun sesinde bütün insanca duyguları, ölümü, ayrılığı, sevdayı, zulmü, doğa güzelliklerini halkımızla birlikte yeniden yaratılarak bulacağız. Ruhi’nin Karacaoğlan’ı yeni, erişilmez bir mutluluğumuz olacak.
Karacaoğlan ne demiş:

Arılar da konmaz oldu pürene
Şükür olsun bu sevdayı verene

Şükür olsun Karacaoğlanlara, Ruhi’lere.”

*”Çoğu halk şairi gibi, elimizde Karacoğlan’ın yaşamı ile ilgili kesin bir bilgi ya da belge yoktur. Bildiklerimiz, bazı söylentilere ve şiirlerine dayanmaktadır.

Güney illerimizdeki (Mersin, Adana, K.Maraş vb.) yay­gın bir söylentiye göre Adana’nın ilçesi olan Bahçe’ye bağlı Farsak (Varsak) köyünde doğmuştur.

“Kozan Dağından neslimiz
Arı Türkmendir aslımız
Varsak?tır durak yerimiz”

dizeleri de bu söylentiyi doğrulamaktadır.

“Bin on beşte beratçığım yazıldı
Seksen beşte belkemiğim bozuldu
Bin doksanda mezarcığım kazıldı”

dizelerine göre de 1015 (1606)’de doğduğu ve 1090 (1680) ‘da 75 yaşında öldüğü anlaşılmaktadır.

1640-1649 tarihleri arasında padişahlık yapmış olan Sultan İbrahim döneminde tutsak edilmiş, kısa zamanda Türkçeyi ve Türk müziğini öğrenmiş, daha sonraları besteler de yapmış olan Ali Ufki (Albert Babovski)’nin “Mecmua-i saz-ı söz” adlı kitabında, sözleri Karacoğlan’a ait iki beste vardır. Ali Ufki, bu besteleri 17. yüzyılın ikinci yarısında yapmıştır. Buna göre, Karacoğlan’ın 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir halk şairi olduğu söylenebilir.

Güney illerimizde bir söylenceye (efsaneye) göre Karacoğlan’ın yaşamı şöyledir:

Asıl adı Hasan’mış. Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz kalmış. Beş yaşına varmadan da babası Kara İlyas, Ko­zan derebeyi Hüsam Bey(*} tarafından askere alınmış. Bir daha da dönmemiş. Böylece küçük Hasan ortalıktı kalakalmış !

Anasının “Karaca” diye sevip doyamadığı Hasan’a köyden (Farsak köyünden) Serdengeçti Osman Ağa sahip çıkmış. Ona babalık etmiş, büyütmüş. Yaşı on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek istemiş.

Karacoğlan, bu dilsiz kızla evlenmek istememiş. Ama bu düşüncesini çok sert bir adam olan babalığı Osman Ağa’ya da söyleyememiş. Çareyi köyden kaçmakta bulmuş. Düğün hazırlıkları yapılırken bir gece köyden kaçmış.

Karacoğlan dağlar, tepeler aşmış, nereye gittiğini bi­meden durmadan yürümüş… Yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam ağacının altına oturmuş. Daha oturur oturmaz da uyumuş.

Uykusunda ak sakallı bir dede, Karacoğlan’a dolu bir tas uzatmış:

– İç şunu, iç ki, yorgunluğun ve dargınlığın son bulsun. Dilin bülbül, gönlün şen olsun, demiş.

Karacoğlan, tası başına dikip içince kendine gelmiş. Yorgunluğu üstünden gidivermiş. İçinin çalıp söylemek isteğiyle coştuğunu görmüş. Sazını eline alıp yeniden yollara düşmüş…

Bir gün Aladağlar’da bir Türkmen obasına konuk olmuş. Çalıp söylemiş. Oba halkı Karacoğlan’ı çok sevmiş:

– Âşık, hiç üzülme, demişler. Burasını kendi oban gibi bil, burda kal, obamız şenlensin !

Karacoğlan obada kalmış. Günler gelip geçerken, Karacoğlan obabaşı Boran Bey’in biricik kızı Elife âşık olmuş. Boran Bey de babalığı Osman Ağa gibi sert bir adammış. Derdini içine gömmüş, gizlice obayı terketmiş…

Dağları aşa aşa, günlerden bir gün Karaman iline gelmiş. Orada da Boran Bey’in obasıyla karşılaşmasın mı ? Hem şaşırmış, hem sevinmiş. Elif de aylardır Karacoğlan’ın özlemiyle yanıp tutuşuyormuş…

Bir gece gizlice buluşup obadan kaçmışlar. Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanın beyi Tuğrul Bey’e sığınmışlar. Tuğrul Bey, obalılar, çok iyi karşılamışlar bunları. Artık Karacoğlan’la Elif orada katmışlar.

Tuğrul Bey, dillere destan bir düğün yaptırarak bunları evlendirmiş. Karacoğlan obalılara saz çalıyor, Elif de ev işleriyle uğraşıyor, mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmış.

O yörede Köse Veli derler bir adam varmış. Elif ?e tutulup âşık olmuş. Bir gece Karacoğlan yokken, çadıra girivermiş, Elife saldırmış. Ne yapsın Elifcik? Bir duyan olmasın, rezil olmayalım diyerek sesini çıkaramamış.

Karacaoğlan bu olayı öğrenince çok üzülmüş. Derdinden deli olmuş. “Demek Elif bana ihanet etti !” diyerek obadan ayrılmış, yeniden gurbete çıkmış.

Gönlü kırık, yıllarca gurbet ellerde dolaşıp durmuş…

Elife gelince, o da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış. “Ergeç gerçeği öğrenecek, bana dönecek!” umuduyla Karacoğlan’ın yolunu gözlemiş. Bir zamanlar oba­nın en güzel gelini olan Elifcik de yaşlanmış, artık obanın Elif Ana’sı olmuş…

Elif Ana bir gün çadırın önünde otururken, oradan geçen bir çerçiye sormuş:

– Çerçi kardaş, hiç gezdiğin yerlerde onu gördün mü?

Çerçi de:

– Sen kimden söz ediyorsun teyze ? demiş.
– Kimden olsun çerçi kardaş, Karacamdan söz ediyorum !
– Elif dedikleri sen misin?
– işte o benim kardaş! Boran Bey’in kızı, Karacoğlan’ın Elifi…

Çerçi oradan hızla ayrılmış. Gidip Karacoğlan’ı bulmuş:

– Çabuk ol, demiş, artık inadından vazgeç. Elifin eli ayağı tutmaz olmuş. Yolunu gözleyip duruyor. Ya yetişirsin, ya yetişemezsin, çabuk ol, hemen yola düş!

Karacoğlan çerçiye:

– işte görüyorsun durumumu, ben bu bükük belle ta oralara nasıl giderim? deyince, çerçi de:
– Hadi atla atıma, deyip Karacoğlan’ı eski obasına gö­türmüş.

Bütün oba Karacoğlan’ın başına toplanmış. Ayakta zor durabilen Karacoğlan:

– Nerede? diye sormuş, Elif nerede ?

Kalabalık donup kalmış, kimseden ses çıkmamış.

– Yoksa öldü mü ?

Yaşlılardan biri mezarlığı göstermiş:

– işte orada !

Gençlerin yardımıyla Karacoğlan mezarlığa varmış. Yeni bir dut fidanı dikilen Elifin mezarının başına oturmuş. Sazını göğsüne bastırarak söylemeye başlamış:

“Şu yalan dünyaya geldim geleli,
Tas tas içtim ağuları sağ iken.
Kahpe felek vermez benim muradım,
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken…”

Sonra sazını dut fidanına asmış:

– Bu saz burada kıyamete kadar kalacak, demiş, oraya yığılıp kalmış…

Obalılar, Karacoğlan’ı Elifin yattığı tepenin karşısına gömmüşler.(**)

Derler ki, her yıl ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yeşil, biri mavi iki ışık yükselir, gökyüzünde birleşir. Karacaoğlan’la Elifin sevgileridir bunlar…

Saza gelince, o saz da yıllarca orada asılı kalmış. Çürü­müş, yenisini yapıp asmışlar. Dut ağacı yaşlanmış, yıkılmış, Yeni bir dut fidanı dikmişler. Yüzyıllardır, yel estikçe Karacaoğlan’ın sazı kendi kendine ötüp durmuş…

YAŞADIĞI DÖNEM VE ÇEVRE

Daha önce de belirttiğimiz gibi, eldeki belgelere ve şiirlerine göre Karacoğlan 17. yüzyıl içinde yaşamıştır. Ama nerede doğduğu, mezarının nerede bulunduğu hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Değişik bölgelerde Karacoğlan’a ait olduğu iddia edilen mezarlar bulunmaktadır. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu saptamak olası (mümkün) değildir. Olsa olsa, bu mezarlar, Karacoğlan’ın halkımız tarafından çok sevildiğini gösterir. Gerçekten de Gaziantep’te yaşayan Barak ve Çavuşlu Türkmenleri; Mut, Silifke, Gülnar (içel) Türkmenleri; Batı Anadolu’da yaşayan Karakeçili aşiretleri, Karacoğlan’a sahip çıkarlar. Türkolog Dr.Wilhelm Radloff (1837-1918)’un Kırım’da derlediği bir söylentiye göre, Belgrat’Iı olduğu da söylenmiştir.

Kesin olarak bilinen bir gerçek vardır; o da, Karacoğ­lan’ın Güney Anadolu’da Toroslar yöresinde yaşadığıdır:

“Vatanımız Adana, Maraş,
Çukurova ilimiz var.”

*

“Binboğa’dır benim ilim.”

*

“Mamalı’da ben bir Rıdvanoğluyum.”

*

“Maraş illerine giden kervancı.
Selam söyle bizim ile, obaya.”

*

“Gönül arzuluyor Antep ilini”

*

“Misis Köpriisü’nden, Ceyhan suyundan,
Boylan geçin Üreğil’in çayından,
Emmim kızı kalleş yarin elinden,
Bir haber getirin bağlı taş m’ola?”

Bu örnekler, Karacoğlan’ın Güney illerimizde, bugün de yer yer geleneklerini sürdüren bir Türkmen halk şairi olduğunu göstermektedir.

Türkmenler; bilindiği gibi, kökenleri Orta Asya’ya da­yanan, zengin bir folklora ve halk edebiyatına sahip olan Türk budunlarından (kavimlerinden) biridir. Anadolu’ya geldikten sonra, Maraş’ta Dülkadiroğulları, Adana’da Ramazanoğullan, Taşili’ni (Antalya) içine alan bölgede de Karamanoğulları Beyliklerini kurmuşlardır.

Türkmenler, geleneklerine çok bağlıydılar. Güçlü, disiplinli bir göçebe yaşamlar: vardı. Bu yaşamı sürdürmek için uzun zaman direndiler. Dış etkilere karşı boyun eğmemeye çalıştılar. Bu yüzden önceleri Selçuklular, daha sonra da Osmanoğullarıyla mücadele ettiler. Göçebe yaşamı terkedip yerleşik toplum düzenine geçmek istemediler. Ne var ki, tarihsel, toplumsal gelişimin doğal bir sonucu olarak, göçebelik yaşamı da 16. yüzyıldan sonra büyük değişime uğradı. Türkmenler, yavaş yavaş bir toprağa bağlanmaya başladılar. Göçebeliğe göre, daha ileri bir üretim ve yaşam biçimi olan tarım, Türkmenler arasında da yaygınlaşmaya başladı. Ama merkezi yönetimle Türkmenler arasındaki uzlaşmaz tutum hemen bitmedi; A.Cevdet Paşa’nın 1865’te gerçekleştirdiği “Çukurova Reformu”na kadar sürüp geldi. Toroslar’daki Türkmenlerin göçebelikten yerleşik yaşama geçişleri, ancak bu reformla sağlanabildi.

Bu açıklamayı şunun için yaptık: Türkmenler, sert karakterli, bağımsız yaratılıştı bir topluluktu. Kozanoğulları, Gâvurdağı Ulaşlıları, Farsaklar, Yağbasanlılar, Bozdoğanlar, Menemencioğulları, Tecirliler, Ceritler, Afşarlar, Sarıkeçili, Bahşiş, Bolacalı vb. aşiret ve boylarından oluşan bu topluluk, geniş ve dağlık bir bölgede, obalar halinde, orda oraya konup göçen hareketli bir yaşam içindeydiler. Kışlar bir bölgede, yazlar ise başka bir bölgede geçiyordu.

Karacoğlan’ın aşireti, bunlardan hangisiydi? Bunu da kesin olarak bilmiyoruz. Ama onun, Tarsus, Kozan Dağı, Düldül Dağı (Bahçe) gibi yerlerde yaşayan Farsak (Varsak) aşiretinden olabileceğini söyleyebiliriz. Farsaklar, dağlık yer­lerde oturmayı seven, sert, hırçın, isyancı bir aşirettir. Bu özelliklerin oluşturduğu ve “isyan”, “hırçınlık”, “üstünlük”, “kan dökme”, “yiğitlik” gibi duyguların işlendiği “varsağı” türü, halk edebiyatımıza Karacoğlan tarafından kazandırılmıştır. Bu da onun Farsaklı olduğunun belirgin bir kanıtı olarak gösterilebilir.

Şiirlerine bakılırsa, Karacoğlan belli bir yere bağlanıp kalmamış, sürekli olarak gezmiştir, İçel, Niğde, Konya, Karaman, Aydın, Ankara, Kayseri, Sivas, Gümüşhane, Erzurum, Erzincan, Kars, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Maraş, Halep, Mısır… gezdiği yerler arasındadır. Ama onun asıl sevdiği yerler, doğup büyüdüğü Toroslar olmuş; gezdiği yerlerde hep ili’ni özlemiştir:

?İndim seyran ettim Frengistan’ı,
İlleri var, bizi il’e benzemez.
Levin tutmuş goncaları açılmış,
Gülleri var, bizim güle benzemez.
………………………

Akıllan yoktur, küfre uyarlar,
İmanları yoktur, cana kıyarlar,
Başlarına siyah şapka giyerler,
Beyleri var, bizim beye benzemez.

Karacoğlan eydür, dosta darılmaz,
Hasta oldum hatırcığım sorulmaz,
Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz,
İlleri var, bizim il’e benzemez.”

Gönül, ne gezersin sarp kayalarda ?
İniver aşağı, yola gidelim.
…………………………………
…………………………………

Şahanı koyverin, avını alsın,
Yârenim yoldaşım yanıma gelsin,
Şu garip illerde düşmanım ölsün,
Emmili, dayılı il’e gidelim.”

ÖTEKİ KARACOĞLAN’LAR

Edebiyatımızda, asıl Karacoğlan’dan başka, bu adı (ya da mahlası) taşıyan başka şairler de vardır:

? Gelibolu Mustafa Ali Efendi, yazdığı bir kitapta, bazı başarısız şairlerden söz etmekte ve şöyle demektedir: “Böyle hayvanlar, olgun insanlara vergi şiirden dem vurmak isterler. Gazel okumaya yellenirler. Aptalları inandırabilirlerse,bu söz­leri biz dedik diye yalan söylerler. Darda kalırlarsa bu şiirler Karacoğlan’a dayandırılır.”

? 16. yüzyıldan kalma bir yazmada “Karacoğlan” imza­lı bir şiire raslanmıştır.

? 17. yüzyılda yaşamış olan ünlü Aşık Ömer, “Şair-nâme” adlı destanında “Karaca Oğlan” adlı bir şairi küçüm­seyerek şöyle der: “Öksüz âşık deyişleri aseldir / Karaca Oğ­lan ise eski meseldir / Ezgisi çağrılur keyfe keseldir / Biz şair saymayız böyle ozanı. Bu şairin asıl Karacoğlan’la bir ilgisi olduğunu sanmıyoruz.

? 19. yüzyılda da yaşamış Silifkeli bir Karacoğlan var­dır. Yörede bu şairden “Küçük Karacaoğlan” diye söz eder­ler.

KARACOĞLAN’IN ŞİİRLERİ

Karacoğlan’ın kaç şiiri vardır? Bunların Hepsi zamanımıza değin gelebilmişler midir? Bu sorulara da kesin bir kar­şılık veremiyoruz.

Karacoğlan’ın dilden dile çok geniş bir alana ya da bölgeye yayılan şiirlerinin tümü daha derlenebilmiş değildir. 17. yüzyıldan sonra yazılan “cönk’lerden ve halk ağzından yapılan ilk toplu derleme, Sadenin Nüzhet Ergün (1901-1946) tarafından ilk kez 1928’de yayınlanmıştır. Bu ilk derlemede 273 şiir yer almaktadır. Ergun’un 1969’da yirmi birinci baskıya ulaşan kitabında şiir sayısı 472’ye yükselmiştir. Dr.Müjgân Cumbur’un “Karacoğlan” adlı kitabında ise şiir sayısının 507’ye çıktığını görmekteyiz.

Görülüyor ki, yeni derlemelerle Karacoğlan’a ait şiir sayısı günden güne artmaktadır, öte yandan Karacoğlan’a mal edilen bazı şiirlerin ise gerçekten ona ait olup olmadığı da bir tartışma konusudur. Çünkü Karacoğlan da tıpkı Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi çağdaşlarını ve daha sonra yetişen pekçok şairi etkilemiş; şiirleri taklit edilmiş ya da şiirlerine benzek (nazire) yazılmış biridir. Başkaları tarafından söylenmiş ya da yazılmış bu tür şiirleri, Karacoğlan’ın şiirlerinden ayırdetmek güçtür.

Karacoğlan şiirlerinin derlenmesinde en güvenilir kaynak, kuşkusuz cönklerdir. Ne var ki, cönkler de temelde sözlü kaynaklara dayandığından derlenen şiirlerin birbirini tutmadığı, yazana ya da yazıldığı döneme göre değişik biçimler aldığı görülmektedir. Böylece aynı şiirin varyantları, ayrı ayrı şiirler gibi karşımıza çıkmaktadır. Kimi zaman da cönklere eksik geçmiş iki şiirden, yakıştırma ya da onarma (tamir) yoluyla bir şiir yapılmaya çalışılmaktadır.

Karacoğlan’ın tanıtılmasında, şiirlerinin bulunup toplanmasında, yorumlanıp değerlendirilmesinde, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana pekçok araştırmacının emeği vardır. Ama bunların içinde en büyük emek payını Ali Rıza Yalman (183-1960), Sadettin Nüzhet Ergun (1901-1946) ve Cahit Öztelli (1910-1978)’ye ayırmak gerekir. Bu nedenle onları saygıyla anıyoruz.

ŞİİRLERİN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ

Karacoğlan “koşma”, “destan”, “türkü”, “semai” ve “varsağı” türünde şiirler söylemiştir. Bunlar, biçimsel yönden, geleneksel âşık edebiyatımızın en güzel örnekleridir.

Şiirlerde hece ölçüsünün 6 + 5=11 ve 4+4=8’li kalıpları kullanılmıştır.

Şiirlerde uyumlu bir ses örgüsü vardır. Bu uyumda, ustaca kullanılan sözcüklerin ve uyakların (kafiyelerin) büyük payı vardır. Bununla birlikte, Karacoğlan’ın uyum sağlamak için zaman zaman yarım uyaklara ve rediflere başvurduğu görülür. Ayrıca, bu amaçla bazı şiirlerinde “Hey geri de deli gönül hey geri” / “Mestine de Karacoğlan Mestine” vb. gibi şiirin içeriği ile ilgisi olmayan dizeler (mısralar) ya da “hezel”, “hezeli” gibi sözler de kullanmıştır.

ŞİİRLERİNİN DİLİ

Her halk şairi gibi, Karacoğlan da şiirlerinde kendi yö­resinin dilini kullanmıştır. Ne var ki, Karacoğlan yöresel dili kullanıştaki ustalığı ya da yetkinliği ile öteki halk şairlerinden hemen ayrılır. Bu alanda, hiçbir şair, onun düzeyine çıkamaz.

Karacoğlan’ın şiirlerindeki dil, Toroslar ya da Güney Anadolu Türkmenlerinin dilidir. Bu dil, Arapça ve Farsça’nın etkilerine kapalı, sade, arı bir dildir. Göçebe bir yaşam biçiminin zengin deneyimleriyle beslendiği için, anlatım olanak­ları geniştir. Karacoğlan, ustaca söyleyişi ile, içinde doğup yaşadığı bu Türkmen dilini daha da zenginleştirmiştir. Aşağıdaki deyişlerin halktan mı Karacoğlan’a, yoksa Karacoğlan’dan mı halk diline geçtiğini kestirmek güçtür:

“Bitmedik işlere Mevla ulaşa”
“Aşıklık da keman ile saz ile”
“Her şahinin avladığı baz olmaz”
“Kış gününde güller bitmez,
Bitse de bülbülü ötmez”
“Güz gününde av avlanmaz,
Yaz gününde at bağlanmaz”
“Devleti başında olan kişinin
Sevdiceği kendi ile birolur” vb.

Şiirlerinde arı bir dil kullanmış olan Karacoğlan’ın, çok seyrek de olsa, “sâki-i devran”, “bezm-i gülistan”, “nazar-ı himmet” vb. gibi yabancı tamlamalar ya da kelimeler kullandığını görüyoruz. Ama bunlar, aynı çağda (17.yy) ya­şamış olan Gevheri ve Aşık Ömer gibi halk şairlerinin kullandıkları yabancı sözler yanında çok düşük kalır.

Sonuç olarak diyebilirizki, Karacoğlan’ın şiirleri, yabancı etkilere kapalı, bağımsız, sade halk dilinin en güzel örneklerini oluşturur. Türkçenin, doğal yapısı içinde korunup geliştirilmesinde Karacoğlan’ın şiirlerinin büyük etkisi olmuştur.

ŞİİRLERİNİN KONULARI

Karacoğlan’ın şiirleri, yaşamla sıkı sıkıya bağlıdır. Konular, hep yakın çevreden; hareketli, canlı göçebe yaşamından alınmıştır. Karacoğlan, bu yönüyle de öteki saz şairlerinden ayrılır; daha çok bir “dünya şairi” olarak çıkar karşımıza. İçe dönük ağır felsefi konularla pek ilgilenmez. İçinde yaşadığı dünyayı algılamaya, yaşamın tatlı yanlarına eğilmeye çalışır. İyimser, hoşgörülü bir dünya görüşüne sahiptir.

Kimi şiirlerine bakılarak onu “uçan”, “çapkın”, “avare” bir saz şairi gibi değerlendirmek yanlıştır. Kişiliğini ve dünya görüşünü saptamaya çalışırken, bu tür yanılgılardan kaçınmak gerekir. O, gönül avutucu, bireysel şiirler yanında, çağına, içinde yaşadığı topluma tanıklık eden şiirler de söylemiştir.

Şiirlerinin büyük bir bölümünde “aşk” ve “doğa” temalarının işlendiği görülür.

Aşk; kimi halk ya da saz şairlerinde görüldüğü gibi soyut ya da mistik bir kavram değil, gerçek aşktır. Sevgili ya da sevgililer de öyledir; canlıdır, gerçektir. Eşe (Ayşe), Döndü, Döne, Düriye, Cennet, Elif, Esma, Emine, Hatice, Hürü (Huriye), Meryem’dir. Bu Türkmen güzelleri, onun şiirlerinde el ele tutuşmuş, halay çeker gibidirler…

Bu güzelleri tanımlayan, tasvir eden benzetmeler de gerçek yaşamdan alınmıştır: Kömür gözlü, sırma saçlı, ok kirpikli, ceylan bakışlı, ince sedef dişli, bal ve kiraz dudaklı, gül yüzlü, siyah zülüflü, mor belikli, tülü maya yürüyüşlü, güvercin duruşlu, keklik sekişli, kumru sesli, yayla çiçeği kokuşlu, usul boylu, püskürme benli, kınalı parmaklı, kadife şalvarlı, şal kuşaklı, ala gözlü, gümüş halhallı…

Doğa’ya gelince, o da bütün renkleriyle, canlılığıyla yansır Karacoğlan’ın şiirlerine:

Dağlar ve yaylalar; karlı, gıcılı boranlı, etekleri ormanlı, çıplak tepeli, ala bulutlu, sulu sepkenli, mor sümbülü, yeşil ardıçlıdır…

Bağlar; reyhanlı, san çiğdemli, lâleli, menevşeli, nergizli, tomurcuk güllüdür…

Ovalar; kekik kokulu, çakır dikenli, kara çalılı ve yemyeşil otlarla bürülüdür…

Yaz bahar aylan gelince, ılgıt ılgıt seher yellerinin estiği bu yemyeşil ovalarda ve yaylalarda arap atları, top kara zülüflü tülü mayalar, akça cerenler, emlek kuzular, kınalı keklikler, çakır doğanlar, yavru sahanlar, telli turnalar, üveyikler, kırlangıçlar, turaçlar… oynaşırlar. Göllerinde sığınlar, ördekler, ağca kuğular yüzer; bahçelerinde kumrular, garip bülbüller öter…

Güney Anadolu’nun turuncu, ayvası, elması, kirazı, portakalı, fıstığı, bademi, balı, kaymağı, üzümü… Karacoğlan’ın şiirlerinde tat verir, bereketlenir.

Kara çadırları, beserek develeri, davarları, koyunları, kuzulan, arap atları; at üstündeki yiğitleri; allı yeşilli birbirinden alımlı Türkmen kızları; ötüşen kuştan; buz gibi suları; yemyeşil yaylaları ve ovalarıyla renkli göçebe yaşamının tüm doğal özelliklerini Karacoğlan’da buluruz.

İçinde yaşadığı 17. yüzyıl, Osmanlı toprak ve toplum düzeninin bozulduğu; gücüne göre herkesin bir yerleri kapıp mülk edinmenin yollarını aradığı; halkın ve köylülerin ekonomik güçsüzlükler içinde kıvrandığı bir dönemdir. Osmanlı toplum düzeninin halktan yana özelliklerinin zayıfladığı ve zaman zaman yok olduğu böyle bir dönemde, göçebelerin de bundan geniş ölçüde etkilendikleri Karacoğlan’ın bazı şiirlerinden anlaşılmaktadır, örneğin “Sultan Süleyman’a kalmayan dünya” dizesiyle başlayan bir destanında, yaşanılan haksızlıkların hesabının bir gün sorulacağı, dinsel bir yaklaşımla şöyle anlatılmaktadır:

“Bu dünyada adam oğluyum dersin,
Helâli, haramı durmayıp yersin,
Yeme el malını er geç verirsin,
iğneden ipliğe sorulur bir gün.

Gökte yıldızların önü terazi,
Ülker ile aşar gider birazı,
Yarın mahşerde de sorarlar bizi,
Hak mizan terazi kurulur bir gün.”

Başka bir şiirinde “Rağbet kalmadı hiç yoksula bayda” (zenginde) diyor. “Kardaştan kardaşa fayda yoğ imiş” diye yakınıyor, yaşanılan kötü günlerden.

Yer yer şiirlerinde göreceğimiz bu tür yakınmalar, eleştiriler, Karacoğlan’ın toplumsal sorunlara tümüyle sırtını çevirmediğini gösteren örneklerdir. Yukarda söylediğimiz gibi, o iyimser bir kişidir; kötülüklerin, kara günlerin geçici olduğuna inanır:

“Naçar Karacoğlan naçar,
Pençe vurup göğsün açar,
Kara gündür gelir geçer,
Gamlanma gönül gamlanma.”

Karacoğlan’ın şiirlerinde “din” ve “dinsel inançlar” önemli bir yer tutmaz. İslâm dinine inanır. Ama bu dinin hangi mezhebinden olduğu belli değildir. Halk, ona “ermiş” “evliya” gözüyle bakmış, mezarı sanılan yerlerde adaklar adamıştır. Karacoğlan’ın kendisine yakıştırılan bu dinsel sıfatlarla bir ilgisi yoktur.

ETKİLENDİĞİ ŞAİRLER

Karacaoğlan’ın yaşadığı dönem, Halk Edebiyatı’nın Di­van Edebiyatından geniş ölçüde etkilendiği bir dönemdir. Arap ve Fars edebiyatlarının birçok nazım kuralları, Divan edebiyatı yoluyla Halk edebiyatına girmiştir.

Karacaoğlan, bu etkinin dışında kalmıştır. Onun şiirlerin­de Divan Edebiyatı’nın izlerine rastlanmaz. Bunda, dışa kapalı, geleneksel kültüre sıkı sıkıya bağlı bir göçebe yaşamının, bu yaşamın içinde bulunmanın payı büyüktür.

Öte yandan, Karacoğlan’ın kendisinden önce yaşamış ya da çağdaşları olan halk şairlerinden etkilenmediği söylenemez. Obasıyla birlikte durmadan yer değiştiren, Anadolu’nun birçok yerlerini dolaşan Karacoğlan, kuşkusuz birçok saz şairiyle karşılaşmış, onlardan etkilenmiştir.

Onun şiirleri üzerinde duran uzmanlardan birçoğu, Karacoğlan’ın öksüz Dede (17.yy), Köroğlu (16.yy), Âşık Garip (16-yy), Kul Mehmet (16.yy), Pir Sultan Abdal (16.yy) gibi halk şairlerinden dil, anlatım, biçim yönlerinden etkilendiği üzerinde birleşirler.

Karacoğlan, çağdaşı olan Kayıkçı Kul Mustafa’dan da etkilenmiştir. Kimi uzmanlar, bu etkileşimin karşılıklı olduğunu da söylerler.

Bu konuda özetle şu yargıya varılabilir: Karacoğlan, daha çok, kendinden önce gelişerek bir çığır açan Aşık ede­biyatından ve bu edebiyatın öncü âşıklarından etkilenmiştir. Çağdaşlarının etkisi pek görülmez. Çünkü kendisi çağının öncüsü durumundadır.

KARACAOĞLAN’IN ETKİLERİ

Karacoğlan içinde yaşadığı topluluğun beğenilerine bağlı kalan bir şairdir. Bu topluluğun düşüncesini, duyarlığını şiirleştirmiştir. Bu nedenle, yaşadığı dönemde olduğu kadar, daha sonraki dönemlerde de halk tarafından çok sevilmiştir, özellikle Güney Anadolu Türkmenleri arasında yayılan bu sevgi, zamanla bazı bölgelerde (Mut, Gülnar) dinsel bir niteliğe bürünmüş, daha önce de belirttiğimiz gibi, Karacoğlan’ı “ermiş” ya da “evliya” katma yüceltmiştir. Yaşamı ve kişiliği ile ilgili birçok söylenceler (efsaneler) ortaya çıkmıştır. Türkmenlerin geleneklerine, bir de “Karacoğlan geleneği” eklenmiştir, öyle ki, ondan bir şiir ya da türkü söyleyememek, Türkmenler arasında “ayıp” sayılmıştır. Bugün bile, Toroslar’daki köylerde, bu geleneğin geniş ölçüde yaşadığını görmekteyiz.

Türkmenler arasındaki bu erişilmez Karacoğlan sevgisi, onun yazılı bir kaynağı dayanmayan şiirlerini, kuşaktan kuşağa yaşatarak zamanımıza kadar getirebilmiştir.

Karacoğlan’ın, geniş halk yığınları üzerinde olduğu kadar, kendisinden sonra gelen halk şairleri üzerinde de geniş etkileri olmuştur. Çağdaşları Gevheri ve Âşık Ömer’le başlayan bu etkilenme, zamanımıza kadar sürüp gelmiştir.

Karacoğlan’ın derin etkilerini, özellikle Toroslar’da ve Güney Anadolu Türkmenleri arasında yetişen halk şairlerinde görürüz. Gündeşlioğlu (19, yy) ve Dadaloğlu (1785-1865) bunların başında gelir. Öyle ki, bu iki şairin şiirlerini, Karacaoğlan’ın şiirlerinden ayırmak oldukça güçtür. Türkmenlerin en büyük boylarından biri olan Afşarlar, kendi içlerinden ye­tişip Osmanlı’ya karşı bir direnç öğesi durumuna gelen Dadaloğlu’nu da çok sevmişler, yakın benzerlikten dolayı, Karacoğlan’ın birçok şiirini ona mal etmişlerdir.

Bunlardan başka, Karacoğlan’dan dil, söyleyiş (üslup), biçim, imge (imaj) vb. yönlerinden etkilenmiş şu halk şairlerini de sayabiliriz: Aşık Hasan (ya da Hasan Dede, 17.yy), Âşık İsmail (?-?), Deli Boran (19.yy), Beyoğlu (19,yy), Hezari (19.yy), Ruhsatı (19..yy), Vahdeti (19.yy), İrfani (?-?).

Kısaca söylersek, Karacoğlan, 16. yüzyılda büyük bir gelişme gösteren ve günümüze kadar bu gelişmesini sürdüren Halk edebiyatımızın doruk noktalarından biridir. Yerel dili kullanıştaki ustalığı, halkının beğenilerini şiirleştirmedeki üstün başarısı ile Halk edebiyatımıza büyük kalkılan olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak, halkımızı ve onların sözcüleri durumundaki halk şairlerini de geniş ölçüde etkilemiştir.

*Ahmet Köklügiller (İstanbul, 1983)
——————————————————————————–

(*) Söylencedeki insan ve yer adlan, bölgelere göre değişebilir.
(**)Bu yer, bölgelere göre değişiyor. Akla yakın olanı Mut’taki Karacakız Tepesi’dir.

BANA KARA DİYEN DİLBER

Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi

Güzel, ben seni isterim
Seni koynumda beslerim
Yüzünü, güzel, göreyim
Zülüfün kara değil mi

Boyun uzun, belin ince
Yanakların olmuş gonca
Salıverirsin kolunca
Beliğin kara değil mi

Utanırım akar terim
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi

Beni kara diye yerme
Mevlâ’m yaratmış, hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir, kara değil mi

Hind’den, Yemen’den çekilir
İner Bağdad’a dökülür
Türlü taama ekilir
Biber de kara değil mi

Göllerde kuğular olur
Göğüs ak, kara benlidir
Mısır’da çok zengin vardır
Kölesi kara değil mi

Pınara konan kuğunun
Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki Arab beyinin
Çadırı kara değil mi

İller de konup göçerler
Lâle sünbülü biçerler
Ağalar, beyler içerler
Kahve de kara değil mi

Evlerinde sular akar
Güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar
Sünbül de kara değil mi

Karac’oğlan der, inşallah
Görenler desin maşallah
Kara donlu Beytullah
Örtüsü kara değil mi

BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK

Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Karac’oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

BİR YİĞİT GURBETE GİTSE

Bir yiğit gurbete gitse
Gör başına neler gelir
Merdin sılayı andıkça
Yaş, gözüne dolar gelir

Bağrıma basarım taşlar
Akıttım gözümden yaşlar
Yavrusun aldıran kuşlar
Yuvasına döner gelir

Kocadım çekemem nazı
Bağrıma dökemem közü
Yârin bana kötü sözü
Kara bağrım deler gelir

Evlerinin önü söğüt
Atalardan kalmış öğüt
Yârinden ayrılan yiğit
Sılasına döner gelir

Yaşa Karac’oğlan yaşa
Ben söylerim coşa coşa
İş düşünce garip başa
Düşünerek gider gelir

BİTTİ M’OLA, ŞAM İLİNİN HURMASI

Bitti m’ola, Şam ilinin hurması
Gitti m’ola ala gözün sürmesi
Hama’nın, Humus’un telli turnası
Turna, yârin selâm saldı, gel diye

Bitti m’ola Şam ilinin gülleri
Aştı m’ola siyecinden dalları
Şu sefil Yakub’un şirin dilleri
Turna, yârin selâm saldı, gel diye

Bir ağaçta biter kırk yanal alma
Birinden gayriye elini sunma
Irak, yakın diye eğlenip kalma
Turna, yârin selâm saldı, gel diye

Aşına da Karac’oğlan aşına
Yeni girmiş on üç, on dört yaşına
Irak değil, ak pınarın başına
Turna, yârin selâm saldı, gel diye

ÇIKIP YÜCESİNE SEYRAN EDERKEN

Çıkıp yücesine seyran ederken
Gördüm ak kuğulu göller perişan
Bir fıkrat geldi de durdum ağladım
Öpüp kokladığım güller perişan

Hayal hayal oldu karşımda dağlar
Eşinden ayrılan ah çeker ağlar
Dökülmüş yapraklar, bozulmuş bağlar
Bülbülün konduğu dallar perişan

Yıkılmış dilberin mamur illeri
Susmuş bülbül, söyler her dem dilleri
Dağılmış sünbülü, solmuş gülleri
Yüzüne dökülmüş teller perişan

Karac’oğlan der, ben toy avlamadım
Arab ata binip boylatamadım
Küstürdüm dilberi hoylatamadım
Dilberi küstüren diller perişan

DİNLE SANA BİR NASİHAT EDEYİM

Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan, gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş gelince
Anı yad ellere açıcı olma

Mecliste ârif ol kelâmı dinle
El iki söylerse, sen birin söyle
Elinden geldikçe sen eylik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma

Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asilzadelerden hiç kemlik gelmez
Sen eyilik et de o zayi olmaz
Darılıp da başa kakıcı olma

El âriftir, yokla kendi kendini
Dağıdırlar duzağını, fendini
Alçaklarda otur, gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma

Muradım nasihat bunda söylemek
Size lâyık olan onu dinlemek
Sev seni seveni, zay etme emek
Sevenin sözünden geçici olma

Karac’oğlan söyler sözün, başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma

DÖNDÜR BOYNUN BENDEN YANA

Döndür boynun benden yana
Âşıkını bir az tanı
Kurban oldum işte sana
Ettim feda ben bu canı

Gayrı bana bakma mısın
Yangına su dökme misin
Sen Tanrı’dan korkma mısın
Yok mu kalbinin imanı

Karac’oğlan kes dilini
Yâre söyleme halini
Şaşırma sen bu yolunu
Aşkın bâkî, yârin fâni

EĞLEN HOCAM EĞLEN, BİR SUALİM VAR

Eğlen hocam eğlen, bir sualim var
Edep nedir erkân nedir yol nedir
Benim Karac’oğlan olduğum belli
Dede nedir abdal nedir kul nedir

Yıkılmaz Mevlâ’nın yaptığı yapı
Hak Muhammed dini, taptığım tapı
On iki bahçede kırk şekiz kapı
Eşiğin bekleyen iki kul nedir

Gayet ince derler Sırat’ın yolu
Yarın ana varanın nic’olur halı
Üç yüz altmış altı selvinin dalı
Arasında açılan iki gül nedir

İkimiz de bir göğnekte dururuz
Göğnek perde, başka başka yürürüz
Biz de anamız, evde od ururuz
Ataş nedir tütün nedir kül nedir

ELÂ GÖZLERİNİ SEVDİĞİM DİLBER

Elâ gözlerini sevdiğim dilber
Göster cemalini, görmeğe geldim
Şeftalini derde derman dediler
Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim

Gündüz hayallerim, gece düşlerim
Uyandıkça ağlamağa başlarım
Sevdiğim üstünde uçan kuşların
Tutup kanatların kırmağa geldim

Senin âşıkların gülmez dediler
Ağlayıp yaşını silmez dediler
Seni bir kez saran ölmez dediler
Gerçek mi efendim, sormaya geldim

Senin işin yiyip içmek dediler
Yâran ile konup göçmek dediler
Göğsün cennet, koynun uçmak dediler
Hak nasip ederse görmeye geldim

Mail oldum, senin ince beline
Canım kurban olsun tatlı diline
Âşık olup senin hüsnün bağına
Kırmızı güllerin dermeğe geldim

Karac’oğlan der ki, işi doğrusu
Gökte melek, yerde hüma yavrusu
Söyleyim ben sana sözün doğrusu
Soyunup koynuna girmeğe geldim

ELÂ GÖZLÜ BENLİ DİLBER

Elâ gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine

Hecine gönlüm hecine
Yiğide ölüm gecine
Al beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine

Gel kız karşımda dursana
Şu benim halim bilsene
Zülfünden bir tel versene
Koklıyayım gül yerine

Karacaoğlan der n’olayım
Kolun boynuna dolayım
Nazlı yâr kölen olayım
Kabul eyle kul yerine

ELÂ GÖZLÜM BEN BU İLDEN GİDERSEM

Elâ gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melûl melûl
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melûl melûl

Yiğit, ey sevdiğim sen seni gözet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver bâdeyi, bir dahi uzat
Ayrılık şerbetin ver melûl melûl

Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yâr melûl melûl

Karac’oğlan der ki, ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vâsıl olunca
Dostlardan haberim al melûl melûl

ELİF

İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif, Elif deyi…
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif, Elif deyi…

Elif?in uğru nakışlı,
Yavrı balaban bakışlı,
Yayla çiçeği kokuşlu,
Kokar Elif, Elif deyi…

Elif kaşlarını çatar,
Gamzesi sineme batar.
Ak elleri kalem tutar,
Yazar Elif, Elif deyi…

Evlerinin önü çardak,
Elif’in elinde bardak,
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif, Elif deyi…

Karac’oğlan eğmelerin,
Gönül sevmez değmelerin,
İliklemiş düğmelerin,
Çözer Elif, Elif deyi…

ESERLER

1
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Karac’oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

2
Sunayı da deli gönül sunayı
Ben yoluna terk eyledim sılayı
Armağan gönderdim telli turnayı
İner gider bir gözleri sürmeli

Sabahtan uğradım yarin yurduna
Dayanılmaz firkatine derdine
Yıkılası karlı dağın ardına
Aşar gider bir gözleri sürmeli

Ateş yanmayınca duman mı tüter
Ak gerdan üstünde çimen mi biter
Vakti gelmeyince bülbül mü öter
Öter gider bir gözleri sürmeli

KARACAOĞLAN kapınıza kul gibi
Gönül küsüverse ince kıl gibi
Seherde açılmış gonca gül gibi
Kokar gider bir gözleri sürmeli

3
Be felek senin elinden
Hem yanarım hem ağlarım
Gece gündüz ağlar gözüm
Başımı döğer ağlarım
Çağırırım gani deyi
Gel ağlatma beni deyi
Kimi görsem seni deyi
Yüzüne sakar ağlarım

Lutfeyle beyim urandır
Gözümün yaşı barandır
Kaygılı gönlüm virandır
Hicrimi çeker ağlarım
KARACAOĞLAN düştü derde
Gece gündüz yanar narda
Hak kadı olduğu yerde
Kabrimden çıkar ağlarım

4
Güzel Ne Güzel Olmuşsun,
Görülmeyi Görülmeyi,
Siyah Zülfün Halkalanmış…Aman Aman
Örülmeyi Örülmeyi.

Mendilim Yuğdum Arıttım,
Gülün Dalında Kuruttum,
Adin Ne İdi Unuttum…Aman Aman
Sorulmayı Sorulmayı..

Seğirttim Ardından Yettim,
Eğildim Yüzünden Öptüm,
Adın Bilirdim Unuttum…Aman Aman
Çağırmayı Çağırmayı.

Benim Yarim Bana Küsmüş,
Zülfünü Gerdana Dökmüş,
Muhabbeti Benden Kesmiş…Aman Aman
Sevilmeyi Sevilmeyi.

Çağır KARACAOĞLAN Çağır,
Taş Düştüğü Yerde Ağır,
Yiğit Sevdiğinden Soğur…Aman Aman
Sarılmayı Sarılmayı.

5
Gine Dertli Dertli İniliyorsun,
Sarı Durnam Sinem Yaralandı Mı.
Hiç El Değmeden De İniliyorsun.
Sari Durnam Sinem Yaralandı Mı,
Yoksa Ciğerlerin Parelendi Mi.

Yoksa Sana Ya Düzen Mi Düzdüler,
Perdelerin Tel Tel Edip Üzdüler.
Tellerini Sırmadan Mi Süzdüler.
Allı Da Durnam,Telli De Durnam,
Sinem De Yarelendi Mi.
Yoksa Ciğerlerin Parelendi Mi.

Havayı Ey Deli Gönül Havayı
Ay Doğmadan Şavkı Dutmuş Ovayı
Türkmen Kızı Gater Etmiş Mayayı
Çekip Gider Bir Gözleri Sürmeli

Kuru Kütük Yanmayınca Tütermi
Ak Gerdanda Çifte Benler Bitermi
Vakti Gelmeyince Bülbül Ötermi
Ötüp Gider Bir Gözleri Sürmeli

Dere Kenarında Yerler Hurmayı
Kılavuz Ederler Telli Durnayı
Ak Göğsün Üstünde İlik Düğmeyi
Çözüp Gider Bir Gözleri Sürmeli.
Karacoğlan Der Ki Geçti Ne Fayda,
Bir Vefa Kalmadı Ok İle Yayda.

6
Bugün çay bulandı yarın durulmaz
Yol ver dağlar ben sılama varayım
Karlı dağlar varayım
Zalım dağlar varayım
Muhabbetli yardan gönül ayrılmaz
Yol ver dağlar ben sılama varayım
Karlı dağlar varayım
Zalım dağlar varayım

Gurbet elde efkarım var zarım var
Sılada bekleyen nazlı yarim var
Bizi ayırana intizarım var
Karlı dağlar yaz gele
Zalım dağlar tez gele
Bizi ayırana intizarım var

Oy dağlar
Yol ver dağlar ben sılama gideyim
Karlı dağlar gideyim
Zalım dağlar gideyim

Ezeli de KARACAOĞLAN ezeli
Döküldü bağların gülü gazeli
Gurbet elde ben nideyim güzeli
Karlı dağlar güzeli
Zalım dağlar güzeli
Gurbet elde ben neyleyim güzeli

Oy dağlar
Yol ver dağlar ben sılama gideyim
Karlı dağlar gideyim
Zalım dağlar gideyim

7
Beni Kara Diye Yerme,
Mevlam Yaratmış Hor Görme,
Ela Göze Siyah Sürme,
Çekilir Kara Değil Mi?

Her Yoldan Gelir Geçerler,
Aktan Karayı Seçerler,
Ağalar Beyler İçerler,
Kahve De Kara Değil Mi?

Karac?oğlan Der Maşallah,
Birgün Görünür İnşallah,
Kara Donludur Beytullah,
Örtüsü Kara Değil Mi?

8
Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem,
Zülfü Perişanım Kal Melül Melül.
Kerem Et, Aklından Çıkarma Beni,
Ağla Göz Yaşını, Sil Melül Melül.

Elvan Çiçekleri Takma Başına,
Kudret Kalemini Çekme Kaşına,
Beni Ağlatırsan Doyma Yaşına,
Ağla Göz Yasini, Sil Melül Melül

Yeter Ey Sevdiğim Sen Seni Düzet
Karaları Bağla,Beyazı Çöz At
O Nazik Ellerin Bir Daha Uzat
Ayrılık Şerbetin Ver Melül Melül

Karac?oğlan Der Ki Ölüp Ölünce
Bende Güzel Sevdim Kendi Halimce
Varıp Gurbet Ele Vasıl Olunca
Dostlardan Haberim Al Melül Melül

9
Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var

Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-ı mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var

Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlâ’m noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var

Karac’oğlan der ki ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hakk’dan özge sevdiğim mi var

10
Elâ Gözlerini Sevdiğim Dilber,
Göster Cemalini Görmeye Geldim,
Şeftalini Derde Derman Dediler,
Gerçek Mi Sevdiğim Sormaya Geldim.

Gündüz Hayallerim, Gece Düşlerim,
Uyandıkça Ağlamaya Başlarım,
Sevdiğim, Üstünde Uçan Kuşların,
Tutup Kanatlarından Kırmaya Geldim.

Senin Aşıkların Gülmez Dediler,
Ağlayıp Yaşını Silmez Dediler ,
Seni Biraz Saran Ölmez Dediler,
Gerçek Mi Sevdiğim Sormağa Geldim.

Mail Oldum Senin İnce Beline,
Canim Kurban Olsun Tatlı Diline,
Aşık Olup Senin Hüsnü Bağına,
Kırmızı Gülleri Dermeye Geldim.

Karac’oğlan Der Ki Gönül Doğrusu,
Gökte Melek, Yerde Huma Yavrusu,
Ben Sana Söyledim, Sözün Doğrusu,
Soyunup Koynuna Girmeğe Geldim.

11
Madem Dilber Meylin Yoğidi Bende,
Ezelinden İkrar Vermeye-Yidin.
Muhabbettir Güzelliğin Nişanı,
Uğrun Uğrun Bakıp Gülmeye-Yidin.

Siyah Saçlarını Eylersin Perde,
Beni Sen Uğrattın Bu Zalim Derde,
Ben Kendi Halimde Gezdiğim Yerde,
Çağırıp Yadigâr Vermeye-Yidin.

KARACAOĞLAN Der Ki Ey Mahı Mestim,
Kasla Göz Eylersin Bana Mi Kastin.
Severler Güzeli Darılma Dostum,
Darıldıysan Güzel Olmaya-Yidin.

12
Nedendir de suna boylum nedendir
Bu geceki benim uyumadığım uyumadığım
Yaman derler ayrılığın derdine
Ayrılık derdine doyamadığım doyamadığım

Dostun bahçasına bir hoyrat girmiş
Gülünü dererken dalını kırmış
Şurda bir kötünün koluna girmiş
Şu benim öpmeye kıyamadığım

Kömür gözlüm der ki sevdim sakındım
İndim has bahçeye güller sokundum
Bilmiyorum nerelerine dokundum
Belli bir haberin alamadığım

KARACAOĞLAN der ki yandım ben öldüm
Her deliliği ben kendimde buldum
Dolanıp da kavil yerine geldim
Kavil yerlerinde bulamadığım

13
Güzel Ne Güzel Olmuşsun,
Görülmeyi Görülmeyi,
Siyah Zülfün Halkalanmış
Örülmeyi Örülmeyi.

Mendilim Yuğdum Arıttım,
Gülün Dalında Kuruttum,
Adin Ne İdi Unuttum.
Sorulmayı Sorulmayı.

Seğirttim Ardından Yettim,
Eğildim Yüzünden Öptüm,
Adın Bilirdim Unuttum.
Çağırmayı Çağırmayı.

Benim Yarim Bana Küsmüş,
Zülfünü Gerdana Dökmüş,
Muhabbeti Benden Kesmiş.
Sevilmeyi Sevilmeyi.

Çağır KARACAOĞLAN Çağır,
Taş Düştüğü Yerde Ağır,
Yiğit Sevdiğinden Soğur.
Sarılmayı Sarılmayı.

GENÇ OSMAN DESTANI

İbtida yürüyüş oldu Bağdad’a
Sıçradı hendeği geçti Genç Osman
Vuruldu bayraktar, kaptı bayrağı
İrişti bedene dikti, Genç Osman

Kurşunlarım yağmur gibi yağarken
Tütünlerim gök yüzünde dönerken
Yıkılası Bağdad seni döğerken
Şehitlere serdâr oldu, Genç Osman

Eğerlensin kır atımın ikisin
Fethedeyim düşmanların hepisin
Sabah namazları Bağdad kapısın
Mevlâ izin verdi, açtı Genç Osman

Getirdin de Genç Osman’ı görelim
Şahbazımız var idüğün bilelim
Taht isterse tahtımızı verelim
Vezirleri posttan indi Genç Osman

Sultan Murat, Sultan Ahmed’in çırağı
Ah edince getirdi ırağı
Kudretten çatılı anın yüreği
Dal kılıç yazıldı, gitti Genç Osman

Karac’oğlan bunu böyle söyledi
Askerleri dağı taşı boyladı
Bir Bağdad’ı da gayet mehdeyledi
Bin yiğide bir baş oldu Genç Osman

ANNACINA ALMIŞ KOCA BERİD’İ

Annacına almış koca Berid’i
Farıdı da deli gönlüm farıdı
Hazret Nuh’tan beri kimler var idi
Nuh’un tufanını bilin mi meşe

Anacına almış koca ardıcı
Başına yağar da boranla gıcı
Gittin Kâbe’ye de oldun mu hacı
Ol Beyt-Şerif’e yüz sürdün mü meşe

Şu meşenin bin incecik yolu var
Sayamadım yüz bin türlü dalı var
Şu dünyanın yüz bin türlü hali var
Şu dünyanın halinden bilin mi meşe

Karac’oğlan der, bu da böyle olsun
Başındaki kuru dalın göğersin
Senin bahşışını Bertiz’li versin
Ol Bertiz’in halini da bilin mi meşe

BAĞLANDI YOLLARIM, KALDIM ÇARESİZ

Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz
Gayrı dünya bana aralandı, gel
Derildi dertlerim, artsız arasız
Üst üste dizildi, sıralandı gel

Yârı görse idim haftada, ayda
Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda
Azrail göğsümde, canım hay hayda
Ciğerimin başı yaralandı, gel

Karac’oğlan der ki, başa yazıldı
Gözüm yaşı Ceyhun oldu, süzüldü
Kefenim biçildi, kabrim kazıldı
Mezarım üstü kar’alandı, gel

GÖVEL ÖRDEK

Yeşil başlı gövel ördek
Uçar gider göle karşı
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider yare karşı

Telli turnam sökün gelir
İnci mercan yükün gelir
Elvan elvan kokun gelir
Yar oturmuş yele karşı

Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yare gizli sözlerim var
Diyemiyom ele karşı

Hani Karac’oğlan hani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı

GÜZEL, NE GÜZEL OLMUŞSUN

Güzel, ne güzel olmuşsun
Görülmeyi, görülmeyi
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi

Bahçende gülün güllenmiş
Şeyda bülbülün dillenmiş
Koynunda memen kirlenmiş
Emilmeyi emilmeyi

Mendilin yudum, arıttım
Gülün dalında kuruttum
İsmin ne idi unuttum
Sorulmayı sorulmayı

Seğirttim ardından yettim
Eğildim yüzünden öptüm
Adın bilirdim unuttum
Çağırmayı çağırmayı

Benim yârim bana küsmüş
Zülfünü gerdana dökmüş
Muhabbeti benden kesmiş
Sevilmeyi sevilmeyi

Çağır Karac’oğlan çağır
Taş düştüğü yerde ağır
Yiğit sevdiğinden soğur
Sarılmayı sarılmayı

HAKK’IN KANDİLİNDE GİZLİ SIR İDİM

Hakk’ın kandilinde gizli sır idim
Anamın beline indirdin beni
Ak mürekkep idim, kızıl kan ettin
Türlü irenklere yandırdın beni

Anamın karnında ben neler gördüm
Yedi derya geçtim, ummana daldım
Dokuz aylık yoldan sefere geldim
Bir kapısız hana indirdin beni

Ben de bildim şu dünyaya geldiğim
Tuzlandım da çapıtlara belendim
Bir zaman da beşiklerde eğlendim
Anamın sütüne kandırdın beni

Beş yaşında akıl geldi başıma
On yaşında gider oldum işime
Varıp ta değince on beş yaşıma
Bir kuru sevdaya yeldirdin beni

On beş yaşadım, yirmiye yol oldu
Otuzunda çevre yanım göl oldu
Kırk yaşadım, hayrım, şerrim bell’oldu
Hayrımı, şerrimi bildirdin bana

Ellisinde yaşım yarısın geçti
Altmışında yoluna yokuş düştü
Yetmişinde biraz tebdilim şaştı
Mertebe mertebe indirdin beni

Sekseninde beratçığım yazıldı
Doksanında kan damarım üzüldü
Yüz yaşında azalarım çözüldü
Bir sabi masuma döndürdün beni

Karac’oğlan der ki, yaktın yandırdın
Ecel şarabın verdin kandırdın
Emreyledin Azrail’i gönderdin
Hiç de doğmamışa döndürdün beni

HASTA DÜŞTÜM HEY AĞALAR

Hasta düştüm hey ağalar
Halim bilmez dağlar şimdi
Düşman gibi dost karşımda
Zülüflerin bağlar şimdi

Etmedim ahd ü zamanı
Geçti mihnetin zamanı
Yitirdim kaşı kemanı
Gözüm yaşı çağlar şimdi

Del’oldum kanman sözüme
Dost hançer vurdu özüme
O yâr bakmıyor yüzüme
Yas çekecek çağlar şimdi

Balaban uçurdum gölden
Tor şahin kaçırdım koldan
Yazık fırsat gitti elden
Mecnun oldum beyler şimdi

Fırkat oldu yaktı canım
Feryatla geçer zamanım
Yaralandım, akar kanım
Karac’oğlan ağlar şimdi

İLLERİ VAR BİZİM İLE BENZEMEZ

İndim seyran ettim Firengistan’ı
İlleri var, bizim ile benzemez
Levin tutmuş goncaları açılmış
Gülleri var, bizim güle benzemez

Göllerinde kuğuları yüzüşür
Meşesinde sığınları böğrüşür
Güzelleri türkü söyler, çığrışır
Dilleri var, bizim dile benzemez

Seyr edüben gelir Karadeniz’i
Kanları yok, sarı sarı benizli
Öğün etmiş, kara domuz etini
Dinleri var, bizim dine benzemez

Akılları yoktur, küfre uyarlar
İmanları yoktur, cana kıyarlar
Başlarına siyah şapka geyerler
Beyleri var, bizim beye benzemez

Karac’oğlan eydür, dosta darılmaz
Hasta oldum, hatırcığım sorulmaz
Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz
İlleri var, bizim ile benzemez

İZİN VER HEY AĞAM BEN DE GİDEYİM

İzin ver hey ağam ben de gideyim
Ah çekip de arkam sıra ağlar var
Bakarım bakarım sılam görünmez
Aramızda yıkılası dağlar var

Coşkun sular gibi akıp durulma
Kuru gazel* gibi esip savrulma
Nerde güzel görsen ona çevrilme
Bizim ilde cana kıyar beyler var

Karşıdan karşıya yanar bir ışık
Bunu söyleyenin dilleri âşık
Bu buğday benizli, zülfü dolaşık
Gitme diye beni yolda eğler var

Karacaoğlan der ki kendim öğeyim
Taşlar alıp kara bağrım döğeyim
Güzel sevme derler nasıl sevmeyim
Kaşlar arasında çifte benler var

*gazel: ağaç yaprağı

SANA DEDİM, ALLI GELİN HAS GELİN

Sana dedim, allı gelin has gelin
Suya gider, sağ elinde tas gelin
Yedi yıldır ben sevdana düşeli
Kerem eyle, şu sevdamı kes gelin

Zalim aşk elinden içmişim ağı
Senin için dolanırım bu dağı
Alam beliğine altın saç bağı
Tak saçına, ince bele as gelin

Ben seni severim, sen de seversen
İnsan olman el sözüne uyarsan
Çizme olam ayağına, geyersen
Ökçesin de çamurlara bas gelin

Bir gül oldum zemheride açıldım
Açıldım da kız koynunda geçindim
Kumaş oldum terzilerde biçildim
Geyin sarıl, ak tahtaya bas gelin

Karac’oğlan der ki, nic’olur halım
Yoluna dökülsün olanca malım
Geyin kutnu kumaş, karşımda salın
Ko desinler, şu yiğitin şu gelin

ŞOL DERGÂHTAN DÖNSÜN YÜZÜM

Şol dergâhtan dönsün yüzüm
Ölünce sevmezsem seni
Kan ağlasın iki gözüm
Ölünce sevmezsem seni

Muradıma ermeyeyim
Hak didârın görmeyeyim
Gonca gülün dermeyeyim
Ölünce sevmezsem seni

Olsun hey efendim olsun
Her kişi ettiğin bulsun
Gözlerim kanlı yaş döksün
Ölünce sevmezsem seni

Sırrım âleme faş olsun
Bağrında biten taş olsun
Gözlerim kanlı yaş olsun
Ölünce sevmezsem seni

Karac’olan olur mürde
Sen düşürdün beni derde
Muhtaç olayım nâmerde
Ölünce sevmezsem seni

ŞU GÖNLÜM EĞLENMEZ OLDU, VARAYIM

Şu gönlüm eğlenmez oldu, varayım
Yollar, beni sevdiğime ulaştır
Merhaba eyleyip tavaf ettiğim
Beller, beni sevdiğime ulaştır

Gelen gider imiş şu kara yere
Mansur cana kıydı, çekildi dâra
Hakk’ın kelâmını söyleyip bile
Diller, beni sevdiğime ulaştır

Oniki imam gülbengine erişem
Anda keramet var, Hakk’a yetişem
Baharda açılıp bülbül ötüşem
Güller, beni sevdiğime ulaştır

Karac’oğlan der ki, doğru yürürler
Tamuya girmez, uçmağa girerler
El kavşurup Hakk’a karşı dururlar
Kullar, beni sevdiğime ulaştır

ŞU YALAN DÜNYAYA GELDİM GELELİ

Şu yalan dünyaya geldim geleli
Tas tas içtim ağuları, sağ iken
Kahbe felek vermez benim muradım
Viran oldum, mor sünbüllü bağ iken

Aradılar, bir tenhada buldular
Yaslandılar, şıvgalarım kırdılar
Yaz bahar ayında bir od verdiler
Yandım gittim, ala karlı dağ iken

Farımaz da deli gönlüm farımaz
Akar gözlerimin yaşı kurumaz
Şimden geri benim hükmüm yürümez
Azil oldum, güzellere bey iken

Karac’oğlan der ki, bakın geline
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş, biz burada yoğ iken

ÜRYAN GELDİM GENE ÜRYAN GİDERİM

Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeğe elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eder
Benim can vermeğe dermanım mı var

Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-ı mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var

Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlâ’m noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var

Karac’oğlan der ki, ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var

YALANA DA DELİ GÖNÜL YALANA

Yalana da deli gönül yalana
Yedi iklim, çar köşeyi dolana
Soğuk sulu yaylalarda sulana
Meğer bu dünyanın sonu yoğ imiş

Bayrak çekip padişahlık sürmedim
Gurbet ilde inim inim inledim
Kulak verdim, dört köşeyi dinledim
Arkam sıra gıybet eden çoğ imiş

Başına bağlamış ibrişim puşu
Her daim böyledir feleğin işi
Tırnağın var ise başını kaşı
Kardaştan kardaşa fayda yoğ imiş

Karac’oğlan der ki, yorup yormadan
Usandım ben el işine yelmeden
Çok yaşayıp mihnet ile ölmeden
Az yaşayıp bir dem sürmek yeğ imiş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir