Kardeşim Rüzgâr Kardeşim Deniz – Sadık Güvenç

kardeşim_rüzgar_kardeşim_denizŞeker Portakalı, Güneşi Uyandıralım, Kayığım Rosinha, Yaban Muzu, Deli Fişek, Çıplak Sokak, Kırmızı Papağan vb. kitaplarıyla tanıdığımız 1920 Rio de Jenerio (Brezilya) doğumlu Jose Mauro de Vasconcelos’un romanı Kardeşim Rüzgâr Kardeşim Deniz’in 1. baskısı 2005’te, 10. baskısı 2011’de Can Yayınları tarafından yapılmış. Zeyyat Selimoğlu’nun çevirisi kitaba ayrı bir tat kazandırmış. 192 sayfa.

Kitabın yazarı, yaşadığı yerleri usta bir gözlemci olarak okuyucusuna aktarıyor. Yarı Kızılderili yarı Portekizli, on bir çocuklu yoksul bir aileden gelen Jose Mauro de Vasconcelos boks antrenörlüğü, muz taşıyıcılığı, garsonluk, ırgatlık, balıkçılık gibi işlerde çalışır. Bir süre de Kızılderililer arasında yaşar.

Roman kahramanı genç Chicao da daha iyi bir yaşam umuduyla kurak toprakları terk edenler arasına karışır. Chicao’nun peşine takılan okuyucu, Sertao denilen yerdeki köylülerin yaşamını, kuraklığı, kuraklığa dayanamayan hayvanların ve insanların telef oluşunu, çaresiz insanların bu kuraklık nedeniyle göçünü, göç yollarındaki umutsuz ve çaresiz dramları izleyecektir.

“Derken suratlarını görüyordu, kirli, yanakları çökük, bir deri bir kemik suratlarını; paçavralar içinde, pis, tozdan, terden kokuşmuş, sırtlarında hâlâ heybeler, hamaklar, sandıklar taşıyan, insan demeye bin tanık isteyen birtakım yaratıklar, sürüklenip giden ölüler.” (s. 110)

Senaryo aynı, dram aynı, oyuncular aynı. Bir yanda yoksulluktan, açlıktan ölüp giden sersefil insanlar; bir yanda ne kadar sefalet o kadar varlık ve semiren sömürgenler. Bugün Suriye topraklarından Batı’ya ölümü göze alarak göç eden insanların derdi de aynı değil mi? Biraz ekmek, biraz su, biraz huzur istedikleri. Bunun için bile bile teknelere doluşup ölmüyorlar mı? Bu keşmekeşin içinde insanı ayakta tutan da bu işte: Hiç bitmeyen umut…

Chicao aylarca süren aç ve susuz çöl yolculuğundan sonra liman şehri Macau’ya ulaşır. Bir süre tuzlada çalışır. Tuzla işçilerinin sefaletine tanık olur. Ayakları tuzdan yarık yarık olan işçilerin arasındadır. Kiminin parmakları çürüyüp düşmekte, kiminin gözleri kör olmaktadır. İşçilerin ayaklarına çizme, gözlerine gözlük tabi ki verilmemektedir. Patronların böyle şeylere harcayacak tek kuruşları bile yoktur.

Romanımızın kahramanı Chicao, gemilerde çalışmaya başlar. Güçlü kuvvetli, mert, çalışkan bir delikanlıdır. Aranan bir denizci olur. Onun gözüyle liman işçilerinin, gemi işçilerinin, liman şehri insanın yaşayış biçimine tanıklık eder okuyucu. Karıncalar gibi çalışan ama bir türlü refaha kavuşamayan sahil insanının sefaletidir dile getirilen. Bu arada Macau halkının batıl inançlarını, efsanelerini, kavgalarını, aşklarını da sunuyor yazar.

“Senden dikkatli olmanı diledim. Seni uyardım. Gökyüzünün bulutları arasında o uğursuz işareti de gördün. Şimdi hayatını yitiriyorsun, çünkü bunu sen kendin istedin. Şimdi sen batarken ada çıkacak, çünkü sen kötüydün. Kuraklık çeken toprağı bırakıp giderek vicdansızlık ettin. Şimdi şu hale bak! Öne doğru eğil! Suratın nasıl değişmiş görüyor musun? Dilin sertleşti ve susuzluk çekiyorsun. Ama gırtlağın yutkunamıyor. Bunu yapan susuzluktur. Arlanmadan bırakıp gittiğin toprağı çatlatan susuzluk. Rüzgârla deniz kardeşlerindir diye düşlere kaptırdın kendini. Ama toprağı asla unutamadın, şimdi susuzluk çeken sensin. Susuzluk. Seni mahvedecek bir susuzluk çekerek günahının kefaretini ödeyeceksin, çok sevdiğin ama yine de ihanet ettiğin, toprağa acı çektiren aynı susuzluğu çekerek.” (s.187)

Jose Mauro de Vasconcelos’un bu değerli yapıtını okurken dünyanın neresinde olursanız olun sömürünün, insanın insana kendi çıkarı için ettiği eziyetin, insanın doğa ile iç içeliğinin, aşkın ve umudun değişmediğini düşüneceksiniz.

Sadık Güvenç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir