Karl Marx; büyük bir acı içinde, başı elleri arasında tek sözcük etmeden oturuyordu.

Çocuklara olan derin sevgisini ve sadeliğini anlamak için Marx’ı kendi çocuklarıyla birlikte görmek gerekti. Kısa da olsa boş bir anı olduğunda ya da birlikte yürüyüşleri sırasında, onlarla birlikte oraya buraya seğirtir, onların en keyifli en şamatalı oyunlarına katılırdı: Kısacası, çocuklarının arasında o da çocuklaşırdı. Hampstead Heath’de ara sıra “süvaricilik” oynardık. Kızlardan birini ben, birini Marx omuzlarına alır, engel atlama ya da yarışa kalkışır ya da biniciler, süvari savaşına girişirlerdi. Kızlar, oğlan çocukları gibiydi; toslaşmalar her ikisine de vız gelirdi.

İki kızdan büyüğü Jenny, tıpkı babasıydı: Aynı siyah gözler, aynı alın. Kimi zamanlar, eski rahibeler gibi gaipten haberler verir, güya “bir ruh kendisini ziyaret ederdi.” Delfi tapınağındaki Apollon rahibesi rolünü oynardı. Gözleri pırıldar, kıvılcımlar saçar, çoğu kez büyük şaşkınlık uyandıran fantezileri büyülü bir sesle ilan ederdi. Bir gün kırdan dönerken yolda böyle bir nöbete tutulmuş, yıldızlardaki yaşamdan söz etmeye başlamıştı; anlattıkları adeta bir şiir gibiydi. Küçük yaşlarda birkaç çocuğunu yitiren Bayan Marx telaşa kapılmıştı: “Onun yaşındaki çocuklar böyle şeyler konuşmaz; vaktinden önce gelen bu olgunluk, sağlıksızlık belirtisidir.” diyordu. Moor eşine çıkışıyor, ben de, kehanet nöbetinden çıkarak, keyifle hoplayıp zıplayan çocuğu kendisine gösteriyordum. Bir an önceki çocuk sanki bu şen şakrak çocuk değildi; demek ki çocukta ruhsal bir dengesizlik yoktu …

Marx’ın iki oğlu çok küçükken öldü; Londra’da doğan ilki bebekken, Brüksel’de doğan ikincisi, uzun bir hastalık döneminden sonra. Bu çocuğun ölümü, Marx için müthiş bir darbe oldu. Umutsuz hastalığın kederle geçen bitip tükenmek bilmeyen haftalarını hep hatırlarım. Amcasının adını alan Edgar’a evde Mush adı takılmıştı. Çok yetenekli ama doğuştan hastalıklı, aileyi üzüntüye boğan bir çocuktu. Harika gözleri vardı, zavallı gövdesine ağır gelen kocaman başı, insana yine de umut verirdi. Zavallı Mush, sükunet içerisinde iyi bakım görse, kırsal bir yerde ya da deniz kenarında yaşasa belki de kurtulabilirdi. Ne var ki, birbirini izleyen sürgünler ve Londra’nın çetin yaşam koşulları içerisinde geçen bebeklik dönemi, ailenin gösterdiği bütün şefkate ve ilgiye karşın zavallı çocuğa yaşam mücadelesi için gerekli gücü vermemişti. Ve Mush öldü.

Şu sahneyi hiç unutamam: Ölü çocuğun üzerine eğilmiş sessizce gözyaşı döken anne, yanı başında ayakta hıçkıran Lenchen ve Marx müthiş bir acıyla kıvranan ve kendisini teselli etmeye çalışanlara karşı öfkeyle ve neredeyse gazapla karşılık veren bir baba; sessizce ağlayan ve iki oğlunu elinden alan ölüme karşı sanki onları kanıtları altına almaya çalışan annelerine sokulmuş iki kız çocuğu.

Çocuğu iki gün sonra gömdük; Lessner, Pfander, Conrad Schramm, Kızıl Wolff ve ben. Arabada Marx’ın yanındaydım; başı elleri arasında tek sözcük etmeden oturuyordu …

Sonra Tussy doğdu; minik tatlı bir şey, gül rengi bir yumak; önce emekleyen, sonra kah sendeleyip seğirten. Almanya’ya döndüğümde altı yaşındaydı, yani büyük kızıının yarı yaşında; son iki yıldır, Marx ailesinin Hampstead Heath’e yaptıkları pazar yürüyüşlerine katılan .

Marx, kendisi için dinlenme ve tazelenme vesilesi olan çocuk birlikteliğinden vazgeçmezdi; çocuklarla birlikte olmaktan büyük zevk duyardı. Kendi çocukları büyüyünce ya da ölünce onların yerini torunları aldı. Yetmişlerin başında Komün sürgünlerinden Longuet ile evlenen Jennychen babasına şamatacı birkaç torun verdi. Bunların içinde en büyükleri ve en yaramazları Jean ya da Johnny, dedesinin gözdesiydi. Bundan yararlanan çocuk, Marx’ı parmağında oynatırdı. Londra’yı ziyaret ettiğim sırada bir gün, ana-babasının her yıl birkaç kez yaptıkları gibi Paris’ten buraya gönderildiği sırada Johnny, dedesini otobüs gibi kullanmayı, yani Moor’un omuzlarına binerek gezintiye çıkmayı kafasına koydu. Ve bu oyun, ele avuca sığmaz bu çocuğun keyfi yerine gelene dek sürdü; dede Marx, alnından terler akarak torununun bu şımarıklığına boyun eğmişti …

Wilhelm Liebknecht
Marx’tan Anılar adlı yazıdan bir bölüm

Marx -Engels Anıları
Hazırlayan Marksizm-Leninizm Enstitüsü
Ingilizceden çeviren Alaattin Bilgi
Evrensel Basım

Previous Story

Ferragus – Honoré de Balzac

Next Story

Şirket İktidarı

Latest from Anlatı

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ