Kierkegaard: Hıristiyan bir filozof, ama yapıtları tanrıtanımaz filozofların en önemli başvuru kaynağı

Seren Kierkegaard; şu Danimarkalı filozof, varoluşçuluğun babası. Bu klişelerle Kierkegaard ismi çerçevesinde gizemli bir hava oluşmuştur. Hıristiyan bir filozof, ama yapıtları tanrıtanımaz filozofların en önemli başvuru kaynağı olmuştur (Sartre, Heidegger, Bataille).
Kierkegaard bir dinin çerçevesi içinde yapıtlar vermesine rağmen aynı zamanda insanoğlunun en temel sorunlarını ortaya koymuştur. Kierkegaard birden ve doğrudan varoluş gizeminin içine girmiştir. Hegel’de en üst noktasına ulaşan akıl ve sistem felsefesine karşı bireyin varoluşunun akıldışılığını, paradoksunu ortaya çıkarmıştır. Gençlik yapıtı Korku ve Titreme ‘de İbrahim Peygamber’in oğlunu Tanrı’ya kurban etme girişimini betimleme yoluyla varoluşun kaçınılmaz sonucu olan inancın akıldışı, paradoksal, anlaşılmaz yanını çok çarpıcı bir biçimde vermiştir. İnanç akılla açıklanamaz. İnancın içinde varoluşun gizeminin akıldışılığı vardır.
İnsan sonlu varlığının içine kapanır ve mutluluğu bu sonluluğun içinde ararsa umutsuzluğa düşer, çünkü onu yaratan güçle olan bağlantısını kesmiştir. Kierkegaard kendi umutsuzluğunun ve diğer insanların umutsuzluğunun kaynağını, varlığın aşkın (transandan) yanıyla olan ilişkisinin kesilmesinde görür; çünkü “insan sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir.”
O hâlde umutsuzluk evrenseldir, çünkü insan sonluluk-tan sonsuzluğa geçişi umutsuzluk yoluyla gerçekleştirir. Umutsuzluk kaçınılmazdır, insanın, karşıtların bir sentezi olmasının, daha doğrusu diyalektik bir varlık oluşunun bir gereğidir. Sonlu varlığı ile sonsuz varlığı arasına sıkışan insan kendi olma sürecini umutsuzluk içinde yaşar.
Kierkegaard için umutsuzluk ölümcül hastalıktır. “Bu hastalıktan ölünmesinden veya bu hastalığın fiziksel ölümle sona ermesinden çok, bu hastalığın işkencesi, can çekişen, ama ölemeden ölümle savaşan kişi gibi ölememektedir, sürekli bir can çekişme hâli içindedir. “Ölümcül hastalık dar anlamda kendisinden sonra hiçbir şey bırakmadan ölüme giden bir hastalık demektir. Ve umutsuzluk budur.” Umutsuzluğun özü yaşamın hiçbir şey olmamasıdır.
Kierkegaard’ın fikirlerinin tam zıddına çağımız tıp biliminin görüşleri yerleşmektedir. Kapitalist-teknolojik devinimin hegemonyası altında kalan tıp bilimi umutsuzluğu bazı insanların yaşamlarının belirli sürelerinde yakalandığı depresyon (melankoli) hastalığının bir semptomu olarak değerlendirmektedir. Kierkegaard’ın umutsuzluğu reddetmenin, umutsuz olmadığını söylemenin de umutsuzluk olduğunu belirttiği durumu aynen tıp dünyasının içinde görüyoruz. Umutsuzluğu maddeselleştir meye çalışan psikiyatri, anti-depresan adını verdiği bir grup ilaçla yaratmak istediği biyo-kimyasal değişimlerle insan ruhunu umutlu, mutlu bir hâle çevirmeye çalışmaktadır! Dünyada Kierkegaard’ı okumuş ve anlamış psikiyatr sayısı ne kadardır?
Duygusal ve maddî koşullarımız ne olursa olsun hepimizi saran umutsuzluğu bugünün bilgisel ve bilimsel paradigması içinde açıklayamayız. Bu paradigmanın içinde umutsuzluk bir uyumsuzluğun sonucu gibi algılanmaktadır. Kierkegaard’ın buna yanıtı açık ve kesindir: “Umutsuzluk uyumsuzluğun değil, kendine yönelen ilişkinin bir sonucudur.”
O hâlde insan zorunlu olarak hastadır. Çünkü sonsuzluk onun ruhunun bir bütünleyicisidir. “içimizde sonsuzluk olmadan umutsuzluğa düşemeyiz; ama eğer umutsuzluk ben’i yok edebilseydi o zaman umutsuzluk da olmazdı.” Sonsuzluğa inançsız olarak kendi çabasıyla ulaşmaya çalışması insanı ölümcül hasta yapmaktadır. İnsanın kendi başına sonsuzluğa ulaşma gücü yoktur.
Kierkegaard’a göre ben’in gelişimi umutsuzluktan geçer. Umutsuz olunmadan ben’i aşkın gerçeğiyle yüz yüze getiremeyiz. “Kendi olmaya cesaret etmek aslında bir bireyi, şunu veya bunu değil, Tanrı karşısında çabasının ve sorumluluğunun devasalığı içinde yalnız bir bireyi gerçekleştirmeye cesaret etmektedir.” Varoluş serüveni ben’in kendi olma serüvenidir. Bu bir ben olarak Tanrı’nın, yaratıcısının karşısına çıkma cesaretidir.
Kendi olmaya cesaret edemeyenin inancı olamaz. Kierkegaard’da inanç bir anda kendiliğinden, tepeden inen bir olay değildir. Büyük çabaların sonucunda ulaşılacak tepe noktasıdır. Bu tepe diyalektiktir, paradoksaldır. Sevdiğini yaratıcısına kurban etme paradoksudur. Kierkegaard için inancın formülü şudur: “Ben’in, kendine dönerken, kendi olmak isterken, saydamlığı arasından onu ortaya koyan gücün içine atlamasıdır.” İnanç her şeyi kaybetmeyi göze almak demektir. Varoluş ancak paradoksun, akıldışılığın tepe noktasında inancın derin gerilimini hissedebilir. İnanç, varoluş deviniminin sonsuza vurmasıdır. Bu, aklın ölçülülüğüne, düzenliliğine sığan bir şey değildir.
Kierkegaard tüm büyük filozoflar gibi özenle okunması gereken bir düşünürdür. Okuyucunun bu kitabı, – hızlı okuma tekniğinin aksine (?) tüm cümleleri üzerinde durarak okuması gerekir. Umutsuzluk ve günah diyalektik olarak ele alındığından Kierkegaard’ın düşünceleri ilk bakışta hazırlıksız okuyucuya çelişkilerle dolu görünebilir. Ama dikkatli bir okumayla bu görünürdeki çelişkilerin varoluşun derin gerçeğini ortaya çıkardığı fark edilecektir.
Kierkegaard’ın yapıtı iki kısımdır. Birinci kısım ölümcül hastalık olan umutsuzluğun betimlenmesine ayrılmıştır. Kierkegaard burada umutsuzluğun somutlaşma biçimlerini en ince ayrıntısına kadar incelemiş ve insanların bilinçlilik düzeylerine göre çeşitli umutsuzluk biçimlerini ortaya koymuştur. Kierkegaard bu farklılıkların, “Gerçek yaşamın, umutsuzluğun biri tam bilinçliliği, diğeri tam bilinçsizliği barındıran iki ucu arasındaki çelişki gibi yalnız soyut çelişkileri ortaya çıkaramayacak kadar nüanslı olduğu” gerçeği karşısında tüm soyut gerçeği yansıtmadığını çok iyi bilmektedir. Buna rağmen o, bilinçsiz umutsuzluğun spontan insanda somutlaşan kendi olmayı istememenin umutsuzluğu olduğu, bilinçli umutsuzluğun da kendi olmayı istemenin umutsuzluğu olduğu ayrımını yapmaktadır. Birincisini güçsüzlüğün umutsuzluğu olarak, ikincisini de meydan okumanın umutsuzluğu olarak nitelemiştir. Meydan okuma umutsuzluğunu, ben’in kendini ortaya koyan güçle bağlantısını kesmek olarak gören Kierkegaard güçsüzlüğün umutsuzluğunu, hiçbir yere ve özellikle inanca götürmeyen bir durum olarak değerlendirmiştir. İnanç için birinci koşul kendi olmaya yönelen umutsuzluktur. Bu sebepten Kierkegaard, ben’ine sahip çıkmayan spontan insanın gerçek bir inanç edinmesinin mutlak olanaksızlığını ortaya koymuştur.
Birinci kısmı, kendini ortaya koyan güce meydan okuyan umutsuz ben’in çıkmazını belirterek bitiren Kierkegaard, ikinci kısımda ölümcül hastalığın sağaltımı konusuna girmektedir. Bu kısmın başlığı: “Umutsuzluk günahkârlıktır”. Umutsuzca kendi olmak istemeyen veya kendi olmak isteyen insan günah işlemektedir. Bunun nedeni birincinin inancının olmasının olanaksızlığı, ikincinin de bu inanca sırtını dönmesidir. Tanrı karşısına kendi ben’iyle çıkma cesareti göstermeyen insan günah işlemektedir. Kierkegaard bu kısımda özellikle günahın erdemin değil, inancın zıttı olduğunun altını çizmektedir. Çünkü erdemin”1 bazen Tanrı’ya karşı çıkmayı, onu reddetmeyi içerdiğini fark etmiştir. İnançsız bir insan erdemli olabilir, ama aynı zamanda günahkârdır. O hâlde umutsuzluk günahkârlıktır. Kierkegaard daha önceki yapıtlarında bireysel gelişimi üç evreye bölmüştü: Estetik, etik, dinsel evre. Estetik evre yaşamın güzelliklerinin yaşandığı evre, etik evre erdeme ulaşılan evre olmasına karşın dinsel evre erdemin ötesindeki varoluşun gizeminin özü olan aşkın, sonsuz yanıyla bağlantı kurulmasıdır. Kendini ortaya koyan gücün, Tanrinm karşısına çıkmaktır, her şeyi kaybetmeyi göze almaktır, varlığını inanca kurban etmektir. Erdemli insan inançsız olduğunda meydan okuyan biri olduğu için umutsuzluğu sürmektedir. Çünkü ölüm onun için bir sondur, sonsuzluğa ulaşamamaktır. Sonsuzluğa inançla ulaşan ve ölümü bir geçiş olayı olarak değerlendiren dinsel evredir.

Çevirmen: Mehmet Mukadder Yakupoğlu

Soren Kierkegaard
Ölümcül Hastalık Umutsuzluk
Doğu Batı Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir