Francis Bacon, ”İntikam vahşi bir adalettir?? der. Aslında Bacon, adaletin olmadığı yerde müdahaleci olmamız gerektiğini söyler. Nitekim olan da budur. Bu isyankârlığımızın temelinde, son yüz yıl değil, bin yıllık bir süreç yatar.
Kaçan, göçen, görüldüğü yerde öldürülen ve her türlü adaletsizliği yaşayan bir kavmin çocuklarıyız. Öldürülmüş, acıtılmış, zehirletilip iğdiş edilmişizkendi öz topraklarımızda. İntikam peşine düşmemiz de bundandır. Bu haksızlıklar nesiller boyu anlatıla anlatıla bugüne ulaşmıştır. Yanlış anlaşılmasın biz intikamı, güzel günler için verilen bir mücadele olarak algılarız. Yani adaletle, eşitlikle ve özgürlükle almış olacağız intikamımızı. Çünkü bilmeyiz ayrımcılığı ve zulmü. Aynı nazarla bakarız herkese.
Pazarcık ve insanları
Elimde yazar Ali Rıza Aksın?ın Ozan Yayıncılık?tan çıkmış ”Kırmızı Fare?? adlı anı-romanı var. Daha çocukluğundan başlamış anlatmaya. Anlatım tekniği insanı alıp götürüyor adeta. Pazarcık Ovasını ve insanlarını anlatmıyor çiziyor adeta. Dolaştırıyor bizi oralarda. Sıcağında kavuruyor, bereketli topraklarında dört döndürüyor.
Henüz dünyadan habersizler. Fakat fısıltı halinde de olsa haksızlıklara aşinadırlar. Geçmişe götürür bizi; Mizmilli?nin kurutulduğu, ağaların birbirleriyle ve köylülerle vuruştukları yıllara. Hemen yanı başındaki Kadıoğlu?yla ve de himayesindeki Sünni Türklerle yaşadıkları ilişkilere götürür bizi. Çocukturlar ama itildiklerinin, ayrıksı görüldüklerinin bilincindedirler. Kimi zaman, bu sebepsiz kini bir bakkalın gözünde, kimi zaman Kürtçe konuştukları için yedikleri dayakta yaşar, ama bilince çıkartamazlar.
Sonraki yıllar egemen kültürün onda yaratmış olduğu takıntıları görüyoruz. Babasının şivesinden, şalvarından ve heybesinden nasıl utandığını? Dayaklar öylesine atılmış dayaklar değil; hesaplı, kitaplıdır. Yazarımızsa ele avuca sığmayan türden. Arkadaşları da öyle? Öylesine afacan, öylesine tatlılar ki, insan büyüleniyor o saflıklarının karşısında. Kimi zaman gülmekten kendini alamadım. Çocukların hisleri de güçlü. Ve birçok şeyi anında sezerler. Bundan dolayıdır ki, haksızlığa karşı gözlerini kırpmadan boğuşurlar. Kim bilir, ”Çocuklarımız öldürülüyor?? cümlesini kaç kere duymuştur yazar. İbrahimlere, Mahirlere, Denizlere olan sempatisi daha o zamandan başlar. Henüz Kürt mücadelesi diye bir şey yoktur. Hem bilinçleri o kadar kirletilmiş ki, Kürt mücadelesine yaklaşmaları da imkânsız. Derken liseli olur ve kendini bir fraksiyonun içinde bulur. Örgütünde klasik doğu insanının bütün özelliklerini yaşar. Örneğin, liderleri tanrısal bir konuma yükseltmeleri, onların dudakları arasında çıkan bir kelimeyle kendilerini feda etmeleri gibi? Yazar Ali Rıza Aksın, adeta o günlerin bir özeleştirisini yazmış. Ve de çok yüreklice bir iş yapmış. Bilmediğimiz birçok konuyu işlemiş.
Kara Maraş karakterleri
Yazarımız, ortaokul ve liseyi Kara Maraş?ta okur. Karamaraş Alevilerin oturduğu bir semttir. Oranın insanlarını, acılarını ve kederlerini yazmış. Yazmamış, çizmiş adeta. Kanlı canlı? Anlattığı karakterlerin bazılarını tanıyorum. Kimisi hayatta değil şimdi. Kitabı okudukça kimi zaman ağladım, kimi zaman güldüm. Ve öylesine çocuksu, öylesine saflar ki? Hiçbir şeyi sorgulamaz, olduğu gibi biat ederler. Ta o zamandan kalma bazı sezgileri olsa da, içine düştüğü ilişki ağından bir türlü kurtulamaz.
Maraş Katliamını, bir grup arkadaşıyla bir odada gizlenmiş olarak yaşar. Hatırladıkça, gücü yettiğince o canilere engel olamadığı için vicdan azabından neredeyse kahrolur. Tanıklığı dışında, katliamda yaşananları duydukça çılgına döner. Ve de bilmediğimiz birçok noktayı açıklığa kavuşturur yazar.
Sonra alır bizi başka bir diyara götürür. Dağların arkasına, öğretmenlik yaptığı yerlere. Tayinini zor bela çıkarttığı yere. Zeytun kasabasından öte bir dağ köyüne? Zeytun ise Ermenilerin öz be öz yurdudur. Öldürdükleri Ermenilerin yerine Balkanlar?da ve değişik yerlerde getirdikleri insanları yerleştirmişlerdir. Yazarımız elinden geldiğince Alevi-Kürt olduğunu gizlemeye çalışır. Anlarlar ama? Onu kaçırtmak için ellerinde ne geliyorsa yaparlar. Tehdit ederler, gitmez. Nasıl gitsin ki, serde devrimcilik, geride fukaralık var. Sabahlara kadar ölümü bekler ve gözüne uyku girmez.
Yalnız eski örgütüyle hala ilişkidedir. Öyle ki, TİKP Maraş il örgütü, Gün Zileli, Hasan Yalçın, İnci Aral ve D. Perinçek?e kadar uzayan bir hat üzerinde gidip geliriz. TİKP, PKK çatışmasını, TİKP ?Sahte Sol? çelişkisini, baskınları, vurulmaları, ihanetleri, ihbarları yaşarız bu kitapta.
Kısacası ”Kırmızı Fare?? yi çok sevdim. İçinde Ali Rıza Aksın?ın ve haksızlığa uğrayan tüm insanların, aşkları, acıları, az da olsa sevinçleri gizli. Ve Maraş?la ilgili birçok şeyi öğreniyoruz ondan. Salt ölümleri, ağlamaları, sızlamaları değil, bir avuç insanın, kıt imkânlarıyla nasıl direndiklerini, toplu halde saldıran canilerin sırtlanlar gibi nasıl kaçıştığını, onbinlerin tavuk gibi boğazlanmaktan nasıl kurtulduklarını da öğreniyoruz?
Kırmızı Fare, salt bir roman değil, bir belgeseldir de aynı zamanda. Okuyup ders çıkaracağımız bir belgesel. Heyecanla, soluk soluğa…
MEHMET SÖĞÜT