“Lenin’in Bolşevik Partisi’ndeki çalışma arkadaşlarından Rus bilim adamı, felsefeci ve yazar Aleksandr Bogdanov (1873-1928) aynı zamanda bir bilim kurgu yazarıdır. Bogdanov, büyük ilgiyle karşılanan Kızıl Yıldız (1908) romanında, geleceğin sosyalizminin bilimsel tahminlere dayalı ayrıntılı, canlı bir tasvirini sunar. “Kızıl Gezegen” olarak bilinen Mars’ta insanlık ileri bir sosyalizm düzenine kavuşmuştur. Dahası, gezegenin insanları, sahip oldukları bilimsel-teknolojik donanım sayesinde komşu gezegen Dünya’ya ulaşmayı başarmışlardır. Sırada, aynı idealler için mücadele eden devrimci partilerin temsilcilerini, inşa edilmiş olan ileri toplumsal sistemi gözlemek üzere kendi gezegenlerine konuk etmek vardır. Bu heyecanlı yolculuğa uygun görülen bir parti militanının gözünden Mars’a yapılan yolculuğa ve oradaki hayata tanıklık ederiz… Romanda yer alan atom enerjisinin öğrenilip kullanılması, üretimin otomatikleştirilmesi, televizyon, insanın uzaya çıkışı gibi “bilim kurgu yazarı Y. Parnov’un sözleriyle” “olağanüstü derinlikteki bilimsel önsezilerin altın pırıltıları” en ilgisiz okurlarda bile ilgi uyandırmayı başarmıştır. Kızıl Yıldız romanında önemli sosyal tahminlere de yer verilmiştir: Örneğin Marslıların sosyalizmi, çevre kirliliği ve doğal kaynakların tükenmesi sonucunda ortaya çıkacak olan zorlukların farkındadır.” Tanıtım Yazısı

Sadık Usta’nın 02/10/2009 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde Yayınlanan “Bogdanov’un sosyalist ütopyası” Adlı Yazısı
İnsanoğlu hem geleceğe dair toplumsal özlemlerini hem de mevcut düzene yönelik eleştirilerini çoğunlukla ütopik eserlerle ifade etmiş. Türkiye?nin yazın dünyası, bunların birçoğuna, 40-50 yıldan bu yana yapılan çeviriler sayesinde kavuşmuş durumda… Bunların içinde en ünlüleriyse kuşkusuz bu yazın türüne adını vermiş olan Thomas More?un Ütopya?sıdır. Bu edebiyat türü, esas olarak Büyük İskender?in Doğu?ya yaptığı askeri seferlerle karakter kazandı; çünkü Akdeniz?in kıyılarıyla sınırlı olan insan ufku, Arabistan?ın, İran?ın ve Hindistan?ın mucizevi topraklarıyla genişlemişti. Yeni coğrafya, bilinmeyen dünya nimetleri ve egzotik topluluklarının yaşam tarzları, insanın fantazisini kanatlandırıyordu. Bu nedenle insanlık tarihinin en radikal ütopyaları da ilk kez antikçağ döneminde yazılmıştır. Bunların neredeyse tamamın Platon?dan Jambulos?a Antikçağ Ütopları başlığıyla dilimize kazandırılmıştır.
Ütopya -olmayan yer- veya ?hayali-muhayyel? ilk başlarda Doğu?nun harika coğrafyasınde yeşerdi. Yeni Dünya?nın ?altın? insanlarıysa yeni bir ilham kaynağı oldu. Nitekim More?un esin kaynağı da bu coğrafyaydı. 19. yüzyıldan sonraysa ütopya, dünyanın çevresine, uzaya ve gezegenlere kaydı. Bilim ve tekniğin gelişimi, bunun insanlık için yarattığı olanaklar, ütopyaların içeriğinde de bir değişime neden oldu. Artık ütopyaların yanı sıra bilim kurgu romanları da yazılır oldu.
Bogdanov?un Kızıl Yıldız?ı, komşu gezegenimiz Mars?ı konu ediniyor. Mars antikçağ mitolojisinde savaş tanrısıdır. Ama Bogdanov?un Mars?ı olağanüstü barışçıldır. Kızıl Yıldız hem bir bilim kurgu romanı olarak sınıflandırılabilir hem de toplumsal proje sunan bir ütopyadır.
Antikçağ ütopyaları gibi Rönesans ütopyaları da komünist bir düzen öngörürler. 19. yüzyılın ütopyaları ise ikiye ayrılır ve ?disütopya? denen karamsar bir ütopya türü ortaya çıkarır. Bilimsel gelişme her iki türü de etkisi altına alır ve böylece bilim kurgunun da altyapısı hazırlanmış olur.
Kızıl Yıldız, Bogdanov?un siyasi manifestosu gibidir. Kitap, teknokrasiye hem bir övgüdür hem de yergi. Bogdanov?un bilim ve tekniğe yaklaşımı diyalektiktir. Bilimin insanlık tarihine sunduğu büyük katkıya olumlu yaklaşır ancak onun kifayetsiz yöneticiler tarafından iğdiş edilmesini de tiksintiyle karşılar. Eser, bazı romanlardan alışık olduğumuz anı türünde kaleme alınmış. Bir akıl hastanesinde denetim altında tutulan Leonid?in kaleme aldığı bu anılar, hayalle gerçek arasında gidip gelmektedir. Olaylar Rusya?da, devrimci savaşın içindeki aktif bir militanın ?kaçırılmasıyla? başlar. Marslılar Leonid?i, Rus devrimcileri arasından özel olarak seçmişlerdir. Amaçları Leonid aracılığıyla Dünya?nın devrimci dönüşümünü mümkün olduğunca barışçıl bir şekilde hızlandırmaktır.

Mükemmel uyumu arayan ütopya
Kitabın en önemli özelliği, 1908 yılında yazılmış olması ve dile getirdiği bir dizi bilimsel buluşun bugün hâlâ araştırılıyor olmasıdır. Kitapla bir bilim kurgu romanı amaçlanmamıştır, ancak kitaptaki bilimsel açıklamalar ona bir bilim kurgu romanı özelliği de vermektedir. Aslında kitabın bilimsel içeriği toplumsal mesajını zenginleştirmektedir. Bu açıdan bakıldığında kitap, Francis Bacon?un Yeni Atlantis?teki geleneğini devam ettirir.
Bogdanov?un amacı insan-insan, insan-doğa, insan-bilim ilişkisini ?mükemmel?de birleştirmektir. Bogdanov?a göre ancak kendisiyle barışık olan insan, doğayla ve bilimle barışık olabilir. Kendi içinde bölünmüş insan doğayla da çatışma yaşayacaktır. Rasyonalizm insanlık tarihinin yol göstericisi olmalıdır. Mantıklı düşünen insan eninde sonunda -eğer yok olmak istemiyorsa- sosyalizme varacaktır. Ancak bunun acısız, kavgasız ve kansız gerçekleşmesi herekesin yararınadır. Mars ise bu konuda insanoğluna iyi bir örnektir. Çünkü onlar eşitlikçi topluma, çatışmadan ve savaşmadan ulaşmışlardır.
Bogdanov?un en önemli özelliği, onun Sovyetler?de ortaya çıkan ?proletkült?ün temsilcilerinden biri olmasıdır. Ona göre fabrikalarda üretim ekseninde kusursuz örgütlenen işçi sınıfı, hayatının bütün alanını da aynı şekilde örgütleyebilir. Hatta Bogdanov?un amacı hayatın örgütlenmesini sağlayan bilimsel bir yöntem geliştirmektir. Bunun için araştırmalar yapar, makaleler yazar. Nesneler, düşünceler ve insanlar arasındaki uyumlu birliktelik, insan emeğinin ve doğal zenginliklerin heba olmasını ortadan kaldıracaktır. Mars bunun billurlaşmış halidir.

Her alanda basitlik arayışı
?Eksi-madde? sayesinde yerçekim kuvvetini aşabilen Marslılar, milyonlarca kilometrelik mesafeleri kısa bir süre içinde katedebiliyor. Üretim ve tüketim mükemmel bir şekilde planlanmıştır. Her şey otomasyona bağlanmıştır. İnsan sadece makineleri idare etmektedir. Atom enerjisi hayatın her alanında kullanılmaktadır, bugün günlük hayatımızın önemli bir parçası haline gelen bilgisayar çoktan kullanımdadır; her şey bilgisayarlarla planlamakta, monitörlerle idare edilmektedir. Dünyayı ayağınıza getiren iletişim ağı bütün gezegeni sarmıştır. Bogdanov, internetin görüntülüsünü hem de üç boyutlu görüntü sağlayanını bulmuştur.
İnsanlar örgütlü, planlı ve verimlidir. Fabrikalar pırıl pırıldır ve kocaman makineler, sihirli bir el tarafından yönetilmektedir. Mars?ta işçiler günde iki saatten fazla çalışmaz. Üretimin ve tüketimin her dakikası planlıdır. Her an hangi alanda daha fazla emeğe ihtiyaç duyulduğu veya hangi üründen ne kadar daha fazla üretilmesi gerektiği an be an ekrana yansır. Mars?ta ?herkesin yeteneğine ve herkesin ihtiyacına göre? esası hüküm sürmektedir.
Basitlik Mars?ta hayatın her alanında göze çarpar. Örgütlenme ve sorunları çözme yöntemleri basittir; ?az laf çok iş? esası Mars?taki toplantıların kuralıdır. Sanatları basittir, çünkü estetizm uyum kavramıyla özdeştir. Dilleri basittir, çünkü insan ilişkileri basittir. Örneğin Mars?ta kimse teşekkür etmez, selamlaşma ve veda etmek de yoktur.
Örümcek ağının maddesine benzer bir salgıdan yapılan giysiler sadedir, sağlamdır, cinsiyeti belli etmecek kadar rahat ve basittir. Karmaşık olan hiçbir şeyin Marst?ta yeri yoktur. Basitlik uyumu, estetiği ve verimliliği sağlamaktadır bu nedenle de mantıklıdır. Mantıklı olan her şeyin sonu basitliğe varır. Bu nedenle de Mars?ta sosyalist devrim kansız, çatışmasız ve savaşsız gerçekleştirilmiştir.
Bogdanov kitapta sık sık şan, şöhret, yetenek, dayanışma, dostluk üzerine felsefi tartışmalar yapmaktadır.
Çocuklar açısından ?Kızıl Yıldız? adeta bir cennettir. Kızıl Yıldız?daki çalışma hayatı, üretim ve çalışma mekânları; tüketim ve üretim alışkanlıkları, doğa ve çevreyle uyum gibi bir dizi uygulamalar hangimizin özlemi değildir ki?

Ütopyalarda yeni dönem
Bogdanov?un Kızıl Yıldız?ı toplumsal olduğu kadar bilimsel özlemleri de dile getirir. Asıl adı Aleksander Aleksandroviç Malinovski olan Bogdanov, Rus Sosyal Demokrat Partisi?nin Bolşevik kanadına mensuptur. Hatta parti içindeki sol kanadın lideridir ve zaman zaman Lenin?in rakibi olarak da öne çıkar. Rus sosyalistleri içinde ilginç bir kişiliğe sahip olan Bogdanov, genç yaşına rağmen felsefi ve bilimsel etkinlikleriyle tanınır. Lenin ünlü Materyalizm ve Ampriokritisizm başlıklı eserini aynı zamanda Bogdanov?a karşı yazmıştır. Hekim olması nedeniyle sık sık tıbbi deneyler yapan Bogdanov, 1928 yılında bir kan transfüzyonu deneyi sırasında hayatını kaybetti.

Ali Şimşek’in 26 Temmuz 2009 Tarihinde Birgün Gazetesi’nde Yayınlanan “Kara Ütoyaya Karşı: Kızıl Yıldız” Adlı Yazısı
Bilim?kurgu bir tür olarak olgunlaşmasını 19. yüzyıla borçlu. Roman ile gerçek türünü bulsa da; kökenleri 15. yüzyıldan itibaren yazılan ütopyalara kadar uzanıyor. ?Olmayan-yer?i düşünmenin umudunu. Thomas Moore?un aynı adlı kitabından ismini alan ütopya, öncelikle akılcı bir devlet ve toplum tasarımına dayanıyordu. Bir makinanın ölçüsünde ve düzenliliğinde, çatışmanın olmadığı, boş zamanın insanları kuşattığı bir yok ülke. Ütopyacılık 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı?na evrilen bir dünyanın bilime özgüvenini perçinlenmiş haliydi; aynı zamanda varolanın eleştirilmesi ve ötesinin düşünülme çabası. Bilime, akla ve bireye olan dünyevileşmiş bu iyimserlik 18. yüzyılın politik sarsıntılarıyla bambaşka bir yere akacak; 19. yüzyılın endüstri devrimi bir tarafıyla bilimsel utkuyu perçinlerken, diğer taraftan bilime olan güveni ciddi bir şekilde sarsacak; yoğun bir içe ve mite çekilişin alanı olarak romantizmi ateşlemek gecikmeyecektir. 1818 yılında Mary Shelley tarafından yaratılan Frankenstein (Modern Prometheus) bilime karşı tedirginliğin bir metaforuydu aslında. İnsanın kendi yarattığı bir ucube. . Romanın kahramanı Dr. Frankenstein hastalıklara son verebilmek için insanı yeniden yaratmayı, böylelikle de ölümsüzlüğe ulaşmayı istemektedir. Deneyleri sonucunda Frankenstein diye bildiğimiz ucubeyi yaratır ama ondan memnun kalmaz ve kaçar. Yaratıcısı Dr. Frankenstein, bilimsel kibrinin, Tanrı’nın yerine geçmeye arzusunun, kadının rolüne soyunmak ve canlı bir varlık “doğurmak” istemesinin bedelini ödeyecektir.

Ütopyadan-Distopyaya
19. yüzyılın sertleşen, sınıfsallaşan politik atmosferi bu kötümserliği pekiştirirken, Jules Verne başka bir kulvardan, kolay okunur romanlarıyla burjuva orta sınıf iyimserliğini, rekabetçiliğini, keşifçiliğini sürdürecek; Aya Seyahatten, Denizler Altına Yolculuk?a bugün bilim-kurgunun vazgecilmezi olan bir anlayışı yaygınlaştıracaktır. Verne maceraya açık, binbir türlü bilinmeyen ve tehlikeli dünyayı, sıcacık şömine ateşiyle harmanlıyarak orta sınıfların güvenli, dışarıya kapalı iç mekanlarına buyur ediyordu. Verne burjuva keşifçiliğinin son zafer çığlığıydı. Yirminci yüzyıla gelindiğinde iyimser ütopyacılık, yerini kötümser, umutsuz distopya?ya bırakacaktır. Artık gelecek istenilen, mutlu bir yer değil; makinaların insanları kontrol ettiği, karamsar, cehennem gibi bir yerdir. 1931?de Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünyası 26. yüzyılın karanlığını anlatırken, 1933 yılında George Orwell, 1984 romanında gözetimden kaçılamayan bir kabusu yaşatır. Sinemanın kısa sürede yüzlerce versiyonunu ürettiği bu kara-ütopyadan hala çıkabilmiş değiliz; insanlık hala geleceğin güzelliği üzerine bir düş kuramıyor; ütopyaların sonu!

Gelecek güzeldir: Bolşevik Ütopya
Komünizm hayaletiyle boğuşan yaşlı kıta ütopyadan-kara ütopyaya geciş yaparken, 1917 Ekim devrimine adımlamanın sancılarını çeken Rusya?dan yeni bir ses yükseliverir. Lenin?in Bolşevik Partisi?ndeki çalışma arkadaşlarından Rus bilim adamı, felsefeci ve yazar Aleksandr Bogdanov, büyük ilgiyle karşılanan Kızıl Yıldız (1908) romanını yayınlar. İlk bolşevik ütopya olarak Kızıl Yıldız, geleceğin sosyalizminin bilimsel tahminlere dayalı ayrıntılı, canlı bir tasvirini sunuyordu. Romanda ?Kızıl Gezegen? olarak bilinen Mars?ta insanlık ileri bir sosyalizm düzenine kavuşmuştur. Dahası, gezegenin insanları, sahip oldukları bilimsel-teknolojik donanım sayesinde komşu gezegen Dünya?ya ulaşmayı başarmışlardır. Sırada, aynı idealler için mücadele eden devrimci partilerin temsilcilerini, inşa edilmiş olan ileri toplumsal sistemi gözlemek üzere kendi gezegenlerine konuk etmek vardır. Bu heyecanlı yolculuğa uygun görülen bir parti militanının gözünden Mars?a yapılan yolculuğa ve oradaki hayata tanıklık ederiz.. Romanda yer alan atom enerjisinin öğrenilip kullanılması, üretimin otomatikleştirilmesi, televizyon, insanın uzaya çıkışı gibi ?bilim kurgu yazarı Y. Parnov?un sözleriyle? ?olağanüstü derinlikteki bilimsel önsezilerin altın pırıltıları? en ilgisiz okurlarda bile ilgi uyandırmayı başarmıştır. Kızıl Yıldız romanında önemli sosyal tahminlere de yer verilmiştir: Örneğin Marslıların sosyalizmi, çevre kirliliği ve doğal kaynakların tükenmesi sonucunda ortaya çıkacak olan zorlukların farkındadır. Avrupa geleceği kapkara düşlerken, Bogdanov romanıyla tam aksi istikamette yol alıyordu. Gelecek güzeldir!
Evet, sonunda bu önemli roman Ayşe Hacıhasanoğlu?nun çevirisiyle Yordam Kitap tarafından Türkçe?ye kazandırıldı. Son yirmi yıldır, sinemayla perçinlenerek okuru artan bilim-kurgu literatürüne yapılan bu son katkı, dünyada tekrar ütopyalara dönük kıpırtıların başladığı bir dönem için ayrı bir önem de taşıyor; biraz gecikmiş de olsa. Şimdi, ?geleceğin kötümser düşünü sinik bir keyfe? dönüştürmek istemeyen okurlarını bekliyor. Son olarak şunu da ekleyelim: Kızıl Yıldız Mars gezegeninin yanında, beş köşesiyle SSCB bayrağını süsleyecektir. Beş köşe emekçinin beş parmağını ve aynı zamanda beş kıtayı (geleneksel olarak sayılmış) temsil eder. Az bilinen bir yönü de yıldızın beş köşesinin toplumu sosyalizme taşıyacak ve onu koruyacak beş farklı sosyal grubu temsil ettiğidir. Özel bir sırası olmaksızın, gençlik (gelecek nesiller), ordu (sosyalizmi korumak ve savunmak), sanayi işçileri, tarım işçileri (çiftçiler) ve aydınlar. Kızıl yıldız, Kızıl Ordu`nun bayrağıdır ve Sovyetler Birliği bayrağında da orak-çekiçin üstünde yer almaktadır.

BİRİNCİ BÖLÜM
1. AYRILIK
Ülkemizde şu anda da hâlâ devam eden ve kaçınılmaz, korkunç sonuna günbegün yaklaşan o büyük çatışmanın yeni başladığı sıralardı.
Bu kalkışmanın kanlı geçen ilk günleri toplumsal bilinci öyle derinden etkilemişti ki, herkes erken ve parlak bir zafer bekliyordu: Kötü şeyler artık bitmiş, daha kötü hiçbir şey olamazmış gibi geliyordu. Kasılan kolları arasındaki canlıyı ezmiş ve halen de ezmeye devam eden ölünün kemikli ellerinin ne derece güçlü olduğunu hiç kimse düşünemiyordu.
Savaş heyecanı yığınlar arasında hızla yayılıyordu.
İnsanların ruhları geleceğin karşısında fedakarca açılıyordu; şimdiki zaman pembe bir sis içinde yayılıyor, geçmiş zaman, uzaklaşarak gözden kayboluyordu. Bütün insan ilişkileri daha önce hiç olmadığı kadar istikrarsız ve kırılgan hale geliyordu.
Hayatımı alt üst eden ve beni kitle mücadelesinden koparan gelişme işte bu günlerde yaşandı.
Yirmi yedi yaşında olmama karşın partinin ?kıdem li? görevlilerinden biriydim. Bir yılı hapishanede olmak üzere altı çalışma yılını ardımda bırakmıştım. Fırtınanın yaklaştığını başka pek çok insandan daha önce hissetmiş, fırtınayı onlardan daha sakin karşılamıştım. Eskisinden çok daha fazla çalışmak gerekiyordu; ancak yine de ne bilimsel çalışmalarımı ?özellikle maddenin yapısıyla ilgileniyordum? bırakmıştım ne de yazınsal çalışmalarımı.
Çocuk dergilerinde yazıyordum ve geçimimi bu yolla sağlıyordum.
Aynı zamanda da âşıktım ya da âşık olduğumu sanıyordum.
Onun partideki adı Anna Nikolayevna?ydı.
O, partimizin daha ılımlı olan öteki kanadındandı. Ben bu durumu onun karakterinin yumuşaklığıyla ve ülkemizdeki politik ortamın karışıklığıyla açıklıyordum; benden yaşça büyük olmasına karşın, onu henüz kişiliği tam oluşmamış biri olarak görüyordum. Bunda yanılmışım. [?]
Çözülmeyi hızlandıran yabancı bir etki hayatımıza girdiğinde ayrılmanın kaçınılmaz olduğunu ne önceden görebildim, ne de kestirebildim.
Bizim için alışılmadık olan Menni kod adını taşıyan genç bir adam, aşağı yukarı bu sıralarda başkente gelmişti.
Bu genç adam, Güney?den bazı haberlerle ve yoldaşların tam güvenini kazandığını kanıtlayan görevlerle gelmişti.
İşini bitirdikten sonra bir süre daha başkentte kalmaya karar vermiş ve bana karşı açıkça yakınlaşma eğilimi göstererek sık sık bize uğramaya başlamıştı.
Dış görünüşünden tutun da pek çok bakımdan ilginç bir adamdı. Gözleri koyu renk gözlüklerle öyle gizlenmişti ki, bu gözlerin ne renk olduğunu bile bilmiyordum; başı orantısız şekilde büyükçeydi; yüzünün güzel ama şaşırtıcı
derecede hareketsiz ve cansız hatları, delikanlılara özgü düzgün ve esnek bedeniyle olduğu kadar yumuşak ve etkileyici sesiyle de hiç bağdaşmıyordu. Konuşması rahat ve uyumlu, her zaman anlamlıydı. Bilimsel eğitimi tek boyutluydu; mühendisti galiba.
Menni, konuşurken ayrıntı sayılacak basit konuları her zaman genel ideolojik temellere indirgemeye eğilimliydi.
Bize geldiğinde karımla benim mizaçlarımız ve görüşlerimiz arasındaki farklılıklar çok kısa bir sürede o kadar açık ve net bir şekilde ön plana çıkıyordu ki, bunların giderilmesi mümkün olmayan çelişkiler olduğunu acıyla hissediyorduk.
Menni?nin dünya görüşü benimkine benziyor gibiydi; her zaman biçim olarak çok yumuşak ve dikkatli, fakat öz olarak bir o kadar keskin ve derin konuşuyordu.
Anna Nikolayevna?yla politik düşünce ayrılıklarımızı dünya görüşlerimizdeki temel farklılıkla öyle ustaca bağlıyordu ki, bu düşünce ayrılıkları psikolojik olarak kaçınılmaz, hemen hemen mantıklı sonuçlar olarak görünüyordu ve birbirini etkileme, çelişkileri yumuşatma ve ortak bir noktaya ulaşma konusundaki her türlü umut ortadan kayboluyordu.
Anna Nikolayevna, Menni?ye karşı canlı bir ilgiyle birlikte nefret gibi bir şey de hissediyordu. Bende büyük bir saygı ve belirsiz bir güvensizlik duygusu uyandırıyordu: Onun belli bir hedefe doğru yürüdüğünü hissediyordum ama bu hedefin ne olduğunu anlayamıyordum.
Ocak ayının sonlarında bir gün, silahlı çatışmaya dönüşmesi muhtemel bir yürüyüş planı, parti içindeki farklı iki akımın yönetici gruplarında görüşülecekti. Bir önceki akşam Menni bize gelmiş ve bu gösterinin yapılması halinde parti yöneticilerinin de gösteriye katılması önerisini ortaya atmıştı. Hızla ateşli bir niteliğe bürünen bir tartışma başlamıştı.
Anna Nikolayevna, gösterinin yapılmasından yana olan herkesin etik açıdan ön saflarda yürümek zorunda olduğunu söyledi. Ben, bunun hiç de zorunlu olmadığı, orada gerekli olan ya da ciddi bir yararı olabilecek kişilerin yürüyüşe katılması gerektiği görüşündeydim. Üstelik de yararlı olabilecek kişi derken, bu tür işlerde birazcık deneyim sahibi biri olarak kendimi kastediyordum. Menni daha da ileri gitmiş ve askerlerle göstericiler arasında kesinlikle bir çatışma çıkacağı için eylem alanında sokak propagandacılarının ve gösteri örgütleyicilerinin bulunması gerektiğini, politik yöneticilere ise orada yer olmadığını, hatta fiziksel bakımdan zayıf ve asabi insanların son derece zararlı olabileceklerini ileri sürüyordu. Anna Nikolayevna, sadece kendisine yönelik olduğunu zannettiği bu düşüncelere açıkçası gücenmişti. Konuşmayı kesip odasına gitti. Kısa bir süre sonra Menni de gitti.
Ertesi gün sabah erkenden kalkıp Anna Nikolayevna?yla görüşmeksizin evden çıkmış ve eve ancak akşam dönebilmiştim.
Yürüyüş, hem bizim komitede, hem de öğrendiğime göre diğer kanadın yönetim grubunda reddedilmişti.
Buna sevinmiştim çünkü bir silahlı çatışma için hazırlıkların ne kadar yetersiz olduğunu biliyordum ve bu tür bir eylemi boşu boşuna güç harcamak olarak görüyordum.
Bu karar, Anna Nikolayevna?nın dün akşamki konuşma yüzünden kapıldığı öfkeyi birazcık azaltır sanıyordum.
Masamda Anna Nikolayevna?nın şu notunu buldum:
?Ben gidiyorum. Sizi ve kendimi tanıdıkça farklı yollarda yürüdüğümüzü ve hata ettiğimizi daha iyi anlıyorum. İyisi mi artık görüşmeyelim. Beni bağışlayın.?
Uzun süre başımda bir boşluk, yüreğimde soğukluk duygusuyla sokaklarda yorgun argın dolaştım. Eve geri döndüğümde beklenmedik bir konuk buldum: Menni masamın başında oturmuş bir not yazıyordu.

2. ÇAĞRI
?Sizinle çok ciddi ve biraz da garip bir iş hakkında konuşmam gerekiyor,? dedi Menni.
Benim için hava hoştu; oturdum ve dinlemeye hazırlandım.
?Elektronlar ve madde hakkındaki broşürünüzü okudum,? diye söze başladı Menni. ?Bu konuyu ben de birkaç yıl inceledim, broşürünüzdeki düşüncelerin pek çoğu doğru.?
Hiçbir şey demeden hafifçe başımı eğdim. Devam ediyordu:
?Bu çalışmanızda bana özellikle ilginç gelen bir düşünce var. Maddenin elektrik teorisinin, çekme ve itme elektrik güçlerinden kaynaklanan bir türev biçiminde ortaya çıkarak, farklı anlamda bir çekimin bulunmasına, yani Dünya, Güneş ve bildiğimiz diğer cisimler tarafından çekilen değil, itilen tipte bir madde elde edilmesini sağlayacağına ilişkin bir varsayımda bulunuyorsunuz; kıyaslama için cisimlerin diamagnetik itmesini ve farklı yöndeki paralel akımların itmesini gösteriyorsunuz. Bütün bunlardan şöyle bir söz ediliyor ama ben sizin de bu konuya, göstermek istediğinizden daha fazla önem verdiğinizi düşünüyorum.”
?Haklısınız,? dedim, ?insanlığın gerek tam anlamıyla serbest hava yolculuğunu, gerek daha sonra da gezegenler arasındaki ulaşım sorununu ancak bu yolla çözümleyebileceğini düşünüyorum. Fakat başlı başına bu düşünce doğru mu, değil mi? Doğru bir madde ve çekim teorisi olmadığı sürece bu düşüncenin hiçbir yararı yok. Başka tip bir madde var olsa bile bu maddeyi bulmak görünüşe göre olanaksız:
Bu başka tip madde, itme gücü yüzünden tüm güneş sisteminde çok uzun zaman önce yok oldu; daha doğrusu, oluşmaya başladığı sırada güneş sisteminin bileşimine giremedi.
Demek ki, bu tip bir maddeyi önce teorik olarak yaratmak, daha sonra da pratik olarak üretmek gerekiyor.
Şu anda bunun için gerekli bilgiler yok, zaten sorunun kendisi de daha yeni yeni anlaşılabiliyor.?
?Ama bu sorun çözümlenmiş durumda,? dedi Menni.
Hayretle ona baktım. Yüzü yine öyle hareketsizdi ama ses tonunda, onun bir şarlatan olduğunu dair bir belirti yoktu.
?Belki de ruh hastasıdır,? diye geçti aklımdan.
?Sizi kandırmama gerek yok, ne söylediğimi de iyi biliyorum,? dedi aklımdan geçirdiğim düşünceye karşılık olarak.
?Beni sabırla dinleyin, daha sonra eğer gerekirse kanıt gösteririm.? Sonra şunları anlattı: ?Sözünü ettiğim bu çok büyük buluş tek bir kişi tarafından yapılmadı. Bu buluş, oldukça uzun bir süredir var olan ve bu konuda çalışan büyük bir bilim topluluğuna aittir. Bu topluluk şimdiye dek gizliydi ve ben esasta anlaşamadığımız sürece sizi topluluğun ortaya çıkışıyla ve tarihiyle yakından tanıştırmaya yetkili değilim.
Topluluğumuz önemli birçok bilimsel konuda akademik dünyayı büyük ölçüde geride bırakmıştır. Radyoaktif elementleri ve bunların dağılımını Curie?den ve Ramsay?den çok daha önce biliyorduk ve arkadaşlarımız maddenin yapısını çok daha önceden, çok daha derinlemesine çözümlemeyi başarmışlardı. Bu doğrultuda dünyadaki cisimler tarafından itilen elementlerin var olma olasılığı ileri sürüldü, daha sonra da kısaca sözünü edeceğimiz ?eksi-madde?nin sentezi yapıldı.
Bu buluşun teknik uygulamalarını, yani önce Dünya atmosferinde seyahat edebilecek, daha sonra ise diğer gezegenlerle bağlantıyı sağlayacak uçuş cihazlarını hazırlamak ve gerçekleştirmek zor değildi artık.?
Sakin ve inandırıcı ses tonuna rağmen Menni?nin anlattıkları bana son derece garip ve inanılmaz gelmişti.
Konuşmasını keserek:
?Bütün bunları gizlice yapıp saklayabildiniz yani?? dedim.
?Evet, çünkü buna çok büyük önem veriyorduk. Çoğu ülkede gerici hükümetler var olduğu sürece bilimsel buluşlarımızı yayınlamayı çok tehlikeli buluyorduk. Bir Rus devrimcisi olarak sizin, herhangi bir kimseden daha çok bizimle uyuşmanız gerekir. Baksanıza Asyalı devletiniz, ülkenizde diri ve ileri ne varsa hepsini ezerek kökünü kurutmak için Avrupa?nın iletişim yöntemlerini ve yok etme araçlarını kullanıyor. Soylu dolandırıcılar tarafından yönetilen saldırgan ve çenesi düşük bir budalanın tahtta oturduğu bu yarı feodal, yarı anayasal ülkenin hükümeti çoğu kişinin hoşuna gidiyor mu? Avrupa?daki iki küçük burjuva devletin bile ne değeri var? Oysa ki bizim uçuş araçlarımız bilinse hükümetlerin öncelikle bu araçları kendi tekellerine almak ve bunlardan, kendi egemenliklerini ve üst sınıfların gücünü arttırmak için yararlanmak isteyecekleri açıktır.
Bunu kesinlikle istemiyoruz, bu yüzden de daha uygun koşulları kollayarak tekeli kendimize bırakıyoruz.?
?Peki başka gezegenlere sahiden ulaşabildiniz mi?? diye sordum.
?Evet, ölü durumdaki Ay?ı saymazsak tellür grubu gezegenlerin en yakın ikisine, yani Venüs ve Mars?a ulaştık.
Şimdi bu gezegenlerin ayrıntılı araştırmasıyla uğraşıyoruz. Gerekli araçların hepsi var, bize güçlü ve güvenilir insanlar gerekli. Arkadaşlarımdan aldığım yetkiye dayanarak size, saflarımıza katılmanızı öneriyorum. Pek tabii ki, tüm hakları ve yükümlülükleriyle birlikte.?
Yanıt bekleyerek durdu. Ne diyeceğimi bilmiyordum. ?Ya kanıtlar!? dedim. ?Kanıt göstereceğinize söz vermiştiniz.?
Menni cebinden, içinde cıva olduğunu sandığım metalik sıvı bulunan bir cam şişe çıkarttı. Fakat şişenin en fazla üçte birini dolduran bu sıvı garip bir şekilde şişenin dibinde değil, tepesinde, şişenin ağzında, tam tıpanın altında
duruyordu. Menni şişeyi ters çevirdi ve sıvı dibe doğru, yani aslında yukarı doğru aktı. Menni şişeyi elinden bıraktı ve şişe havada asılı kaldı. İnanılmaz bir şeydi ama kuşku götürmeyecek şekilde gözlerimin önündeydi.
?Bu şişe bildiğimiz camdan yapılmıştır,? diye açıkladı Menni, ?ama içine Güneş Sistemi cisimleri tarafından itilen bir sıvı doldurulmuştur. Sıvı, şişenin ağırlığını dengeleyecek miktarda doldurulmuştur; böylelikle her ikisinin birlikte bir ağırlığı olmamaktadır. İşte bütün uçuş araçlarını bu yöntemle yapıyoruz: Uçuş araçları bildiğimiz malzemelerden yapılıyor ancak yeterli miktarda ?negatif maddeyle? dolu bir deposu bulunuyor. Geriye bütün bu ağırlıksız sisteme gereken hareket hızını vermek kalıyor. Dünya?daki uçuş makineleri için hava pervaneli basit elektrik motorları kullanılıyor; bu yöntem, gezegenler arası yolculukta elbette işe yaramıyor, bu alanda daha sonra sizi yakından tanıştırabileceğim bambaşka bir yöntem kullanıyoruz.?
Daha fazla kuşkulanmanın gereği yoktu.
?Topluluğunuz, kendisine yeni katılanlara, zorunlu sır saklama dışında ne gibi sınırlamalar koyuyor??
?Genellikle hemen hemen hiçbir sınırlama koymuyor. Arkadaşlarımızın ne özel yaşamları ne de toplumsal etkinlikleri, topluluğun genel anlamda çalışmasına zarar vermedikçe hiçbir şekilde kısıtlanmıyor. Ancak topluluğa her yeni giren, topluluğun verdiği, sorumluluk gerektiren, herhangi bir önemli görevi yerine getirmek zorundadır. Böylelikle bir yandan onun toplulukla bağı güçleniyor, öte yandan da yeteneğinin ve enerjisinin düzeyi iş yaparken ortaya çıkmış oluyor.?
?Yani şimdi bana da böyle bir görev mi verilecek??
?Evet.?
?Tam olarak nasıl bir görev??
?Büyük eteronefin* yarın Mars gezegenine doğru yola çıkacak ekibine katılmanız gerekiyor.?
?Yolculuk ne kadar sürecek??
?Belli değil. Oraya gidiş dönüş en az beş ay sürer. Hiç geri dönmemek de mümkün.?
?Bunu biliyorum; mesele bu değil.
* Eteronef: Uzay gemisi (tam olarak uzayda yolculuk için gemi); eter- uzay boşluğu (Yunanca). ?çev.

Yürüttüğüm devrimci çalışmayı ne yapacağım? Siz de galiba sosyal demokratsınız ve durumumun zorluğunu anlarsınız.?
?Seçimi siz yapın. Eğitiminizin tamamlanması için çalışmaya ara vermenizi gerekli görüyoruz. Görev ertelenemez. Bu görevi reddetmek her şeyi reddetmek demektir.?
Bir an düşündüm. Herhangi bir parti görevlisinin ortadan kaybolması, geniş kitlelerin sahneye çıkmasıyla birlikte, bir bütün olarak ele alındığında, meselenin taşıdığı önem açısından son derece küçük bir olaydı. Üstelik de bu
geçici bir kaybolmaydı ve çalışmaya geri döndüğüm zaman yeni bağlantılarımla, bilgilerimle ve olanaklarımla çok daha yararlı olacaktım. Kararımı verdim.
?Ne zaman yola çıkmam gerekiyor??
?Şimdi, benimle birlikte.?
?Arkadaşlarıma haber vermem için bana iki saat izin verir misiniz? Tam da yarın bölgede bir görevi devralmam gerekiyordu.?
?O iş halledildi sayılır. Güney?den kaçan Andrey bugün geldi. Sizin gidebileceğinizi söyledim ona. Andrey sizin yerinizi almaya hazır. Sizi beklerken her olasılığa karşı ona ayrıntılı talimatlar içeren bir mektup yazdım. Mektubu, giderken ona bırakabiliriz.?
Konuşacak fazla bir şey yoktu. Hemen gereksiz kâğıtları yok ettim, ev sahibine bir not yazıp giyinmeye koyuldum.
Menni hazırdı.
?Gidelim o zaman. Bu dakikadan itibaren sizin tutsağınızım.?
?Siz benim arkadaşımsınız,? diye yanıtladı Menni.

3. GECE
Menni?nin dairesi, başkentin kenar mahallelerinden birinin küçük evleri arasında tek başına göğe yükselen büyük bir binanın beşinci katının tamamını kaplıyordu. Karşımıza hiç kimse çıkmadı. Geçtiğimiz odalar boştu ve elektrik lambalarının parlak ışığında bu boşluk, alışılmışın dışında iç karartıcı ve anormal görünüyordu. Menni üçüncü odada durdu.
?İşte,? diye dördüncü odanın kapısını gösterdi, ?şimdi binip büyük eteronefe gideceğimiz hava teknesi burada bulunuyor.
Yalnız daha önce ben küçük bir değişim geçirmek zorundayım. Bu maskeyle bu hava teknesini yönetmem zor olur.?
Yakasını açtı ve herkes gibi benim de bu ana dek kendi yüzü sandığım kusursuz bir biçimde yapılmış maskeyi gözlükle birlikte yüzünden çıkarttı. Bu sırada gördüğüm şey beni şaşırtmıştı. Menni?nin gözleri, insan gözlerinin hiçbir zaman olamayacağı kadar iriydi. Gözbebekleri bu anormal irilikteki gözlerle kıyaslandığında bile o kadar genişti ki, gözlerdeki ifadeyi nerdeyse korkunç bir hale sokuyordu.
Yüzünün ve başının üst kısmı, bu gözlerin sığabileceği kadar genişti kaçınılmaz olarak; hiçbir sakal ve bıyık izi olmayan yüzünün alt kısmı ise tersine nispeten küçüktü.
Hepsi bir arada, son derece özgün, hatta çirkin, ucube bir şey izlenimi bırakıyordu ama bu bir karikatür değildi.
?Doğanın bana nasıl bir dış görünüş verdiğini görüyorsunuz,? dedi Menni. ?Gizlenme gerekliliğini bırakın bir yana, insanları korkutmamak için bu yüzü saklamak zorunda olduğumu anlıyorsunuzdur. Ama artık benim bu…

Kitabın Künyesi
Kızıl Yıldız
Aleksandr Bogdanov
Çeviri: Ayşe Hacıhasanoğlu
Yordam Kitap
Baskı Tarihi: Temmuz 2009
192 sayfa

Alexander Aleksandrovich Bogdanov (Malinouski) (22 Ağustos 1873, Belarus) Hayatı
Rus bilim adamı, filozof, ekonomist, tıpçı, bilim kurgu yazarı.
Bogdanov, 22 Ağustos 1873’te şu anki Belarus’ta doğdu. Öğretmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi ve üniversite öğretimine kadar çiftlikte yaşadı. Tıp eğitimi için girdiği Moskova Üniversitesi’nden mezun olamadan, Narodnaya Volya grubuna üye olmak suçundan tutuklandı. Tula şehrine sürgün edilen Bogdanov, Kharkiv Üniversitesi’nde eğitimine devam etti. Burada devrimci faaliyetlerine devam eden Bogdanov, “Ekonomi biliminin temelleri” isimli bir broşür yayınladı(1897). 1899 yılında üniversiteden mezun olarak doktor oldu. Aynı yıl ikinci eseri olan “Doğadaki basit elementlerin muhtemel tarihi” ni yayınladı. Bunun üzerine Çar polisi tarafından yeniden tutuklanan Bogdanov, 6 aylık bir hapislik döneminden sonra Vologda’ya sürgün edildi. Sürgün döneminde sosyal adalet, ekonomi-politik ve felsefe üzerine araştırmalar yaptı. 10903 yılında Bogdanov takma ismini alarak Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Bolşevik fraksiyonuna katıldı.

Bolşevikler arasında yaklaşık 6 yıl boyunca en önde gelen isimlerden birisi olan Bogdanov, 1904-1906 yılları arasında 3 ciltlik felsefi eseri “Ampriyo-Monizm”i yayınladı. Bogdanov bu eserinde Marksizm ile Ernst Mach, Wilhelm Ostwald, Richard Avenarius gibi filozofların görüşlerini birleştirmeye çabaladı. Bu çalışma ünlü marksist Buharin başta olmak üzere birçok kişiyi etkiledi.

1905 Rus Devrimi’nin yenilgiye uğramasından sonra, Bogdanov, Duma’daki Sosyal Demokrat vekillerin geri çağrılmasını, partinin tamamen yer altına çekilmesini savundu ve bu konuda karşıt fikirlerde olan Lenin’le karşı karşıya geldi. Uzun süre devam eden bu karşıtlık 1908 yılında tamamen uzlaşmaz bir hale geldi. Bu ayrışmada bolşeviklerin çoğunluğu Lenin’in yanında yer alırken, Lenin bu dönem kaleme aldığı “Materyalizm ve Ampiryokritisizm” kitabıyla Bogdanov’u felsefi idealizmle yapmakla suçladı.

Lenin’le girdiği mücadelede yenilgiye uğrayan Bogdanov, 1909 Haziran’ında Paris’te düzenlenen bir konferansla Bolşevik fraksiyondan atıldı.Bunun üzerine İtalya’nın Capri adasındaki Anatoli Lunaçarski ve Maksim Gorki’nin yanına giden Bogdanov çalışmalarına burada devam etti. Boykotçular (otzovists) olarak anılan bu muhalif grup burada bir parti okulu kurdular. 1910 yılında Bologna’ya taşıdıkları bu parti okulunda 1911’e kadar eğitim verdiler. Çok geçmeden Lenin ve yandaşları da Paris’te bu gruba karşı bir parti okulu oluşturdu. Ancak bu çalışmaların bir sonuç vermemesi üzerine Bogdanov siyasetten uzaklaştı ve 1914’te çıkan bir afla Rusya’ya geri döndü.

Bogdanov Birinci Dünya Savaşı’na kadar yoğun bilimsel çalışmalar yaptı. 1912’de yayınladığı Tektoloji kitabı, kendi alanında öncü bir kitap olarak anılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı süresince doktorluk yapan Bogdanov, Ekim Devrimi’nde hiçbir rol almadı. Bolşeviklerin iktidarı almasıyla beraber, kendisine sunulan partiye yeniden katılma tekliflerini geri çeviren Bogdanov, 1922’ye kadar, bilimsel çalışmalara daldı. Önceden araştırmaya başladığı konularda ciddi ilerlemeler kaydeden Bogdanov, Sibernetik teorisinin öncülü oldu. 1918 yılında ekonomi profesörü olarak, yeni kurulan Sosyalist Sosyal Bilimler Akademisi’nin yöneticiliğine getirildi.

1920’de Sovyetler Birliği’nde kurulan proleter sanat hareketi Proletkult’un kuruculuğunu ve baş teorisyenliği Bogdanov yaptı. Verdiği konferans ve yazdığı makalelerde, eski burjuva kültürünün yok edilmesi gerektiğini söyleyen Bogdanov, onun yerini saf proleter kültürün alması gerektiğini savundu. Proletkult hareketi, diğer kültürel hareketler gibi ilk etapta Bolşevik Hükümet tarafından desteklendi. Ancak 1 Aralık 1920 tarihli Pravda’da çıkan bir yazı, bu hareketi küçük burjuva ilan ederek, bu hareketin sosyalizme düşman unsurlar tarafından çıkarıldığını duyurdu. 1922’ye gelindiğinde Proletkult tarihe karışmıştı.

1923 yazında Bogdanov, hükümet muhalifi İşçi Gerçeği grubunu desteklediği gerekçesiyle gizli polis tarafından tutuklandı ve 5 hafta boyunca sorgulandı.Serbest bırakılmasının ardından yeniden bilimsel çalışmalarına ağırlık veren Bogdanov, 1924 yılında kan transfüzyonu deneylerine başladı. Bogdanov, bu deneylerle hiç yaşlanmayan ebediyen genç insanı yaratma derdindeydi. Bu çalışmalar kapsamında aralarında Lenin’in kardeşi Maria Ulianova’nın da bulunduğu bir çok kişi Bogdanov’un deneylerine katıldı. 11 kan transfüzyonu deneyi gerçekleştiren Bogdanov, bu deneyler sonunda, deneklerdeki görme bozukluklarının, saç dökülmelerinin durdurulabildiği fark etti. Çalışmalarının sonuç vermesi üzerine 1926 yılında Hematoloji ve Kan Transfüzyonu Enstitüsü’nü kurdu.

Bogdanov, 1928 yılında kendi üzerinde yaptığı bir kan transfüzyonu deneyi sırasında, öğrencisinden kaptığı sıtma ve tüberküloz bakterileri nedeniyle hayatını kaybetti. Kimi aydınlar, Bogdanov’un bu şekilde intihar ettiği iddiasında bulundu. Bu iddiaya kanıt olarak da, Bogdanov’un son deneyinden önce yazdığı gerilimli politik mektuplar gösterildi.

Previous Story

Sacco ve Vanzetti (Amerika’da İki İtalyan / Bir Hukuk Cinayeti) – Helmut Ortner

Next Story

Gizlenen Bir Şairin Şiirlerini Yeniden Okumak – Öznur Özkaya

Latest from Aleksandr Bogdanov

Kızıl Ütopya – Canan Koçak

Başımızı gökyüzüne çevirip şöyle bir baktığımızda o küçük aklımızdan neler geçer kim bilir? Küçük dedim yanlış anlaşılmasın, sonsuz evren ve uçsuz bucaksız uzay boşluğu
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ