“Yüz yıl önce, ikimizde çok genç olduğumuz için, şu zavallı adamla bana yaşamı haram ettiler; şimdi de çok yaşlı olduğumuz için aynı şeyi yapmak istiyorlar.” (Fermina Daza’nın gelinine söylediği sözler.)

Kolera Günlerinde Aşk (El amor en los tiempos del cóler), 51 yıl 9 ay 4 gün süren bir tutkunun, Florentino Ariza’nın Fermina Daza’ya olan yenilmez, gözü pek aşkının hikâyesi. Roman, aşk yüzünden delirenlerin eksik olmadığı bir coğrafyanın acımtırak kokularını taşıyor.

Gabriel Garcia Marquez’in ustalığı, bu öyküyü bir destana dönüştürüyor: aşkın, deli-akıllı, yabanıl-evcil, tensel- romantik tüm biçimlerinin pastoral bir şiirin büyüsüne büründüğü bir destan. On dokuzuncu yüzyılın yirminci yüzyıla dönüştüğü bir zaman dilimini kapsayan bu bitmeyen aşkın gerisinde, bir toplumun çeşitli yönlerini, özellikle taşra kentsoyluluğunun saçmalıklarını ince bir alayla eleştiriyor yazar. Roman boyunca, aşk acılarının lirik rüzgârlarının esintileri arasında, Gabriel Garcia Marquez’in, insancıl mizahı, kendini sürekli olarak duyuruyor.

Kolera ve aşk kelimeleri, romanın başlığında geçen birbiriyle pek alakalı görülmeyen iki farklı durum, biri bulaşıcı bir hastalık öyle ki o devirde kolera salgınları binlerce insanın ölümüne neden olmuş, diğeri ise romantik, güzel duygular çağrıştıran bir ruh hali. Aslında aşk ruhsal olduğu kadar fiziksel bir hastalıktır da aynı zamanda. Florentino, henüz 13 yaşındaki Fermina’yı gördüğü andan itibaren içine düşen aşk ateşiyle ona yazdığı ilk mektubun yanıtını beklerken tıpkı bir kolera hastasının belirtilerini gösterir. Merakından günlerce konuşmaz, yemeden içmeden kesilir, geceleri sabaha dek yatağında döner durur, mektubunun yanıtı uzadıkça kaygısına ishaller, kusmalar karışır, yön duygusunu yitirir, düşüp düşüp bayılır, durumu aşk perişanlığını değil tıpkı kolera yıkımını andırmaktadır. Eve çağrılan doktor karşısında nabzı düşmüş, güçlükle soluk alan, soğuk soğuk terleyen genç adamı görünce telaşa kapılır ama muayenenin sonunda ne ateşi olduğu ne de bir yerinin ağrıdığı anlaşılır. Teşhis koleranınkiyle aynı olan “aşk hastalığıdır” ve sinirleri yatıştırmak için reçetesine ıhlamur yazarak hastasına hava değişikliği önerir.

Florentino’nın, Fermina’yı ilk gördüğü andan itibaren başlayan çılgın mektup alış verişleri, üç yıl boyunca günde dörde ulaşacak kadar gittikçe ivme kazanarak tüm zor koşullara ve yasaklamalara rağmen sürer. Florentino, Fermina?yı ilk kez babasına bir telgraf götürmekle görevlendirildiği gün görür. Genç kız, bahçede yaşlı halası Escolastica?ya badem ağaçlarının altında okuma dersleri vermektedir. Pencere önünden geçenin kim olduğunu görmek için başını kaldırıp baktığında Florentino?nın dikkatini çeken badem gözleri, genç adamın yarım yüzyılı aşan aşk tufanının kaynağı olacaktır. O günden itibaren Florentino, sabahın yedisinden itibaren Los Evangelios parkında, bir kanepede kitap okur gibi yaparak genç kızı okul yolunda yakın takibe alır. Zamanla onu yüceltir, gerçek dışı duygular yorar ve aradan iki hafta geçtikten sonra da ondan başka bir şey düşünemez olur. Yanında sürekli halası olduğundan ona yaklaşmak mümkün değildir. Bunun üzerine basit bir pusula göndererek aşkını itiraf etmeye karar verir ve yazdığı yarım sayfalık mektup, vermek için zaman kolladığı parktaki bekleyişler sırasında okuya okuya ezberlediği kitaplardan esinlenmiş aşk sözlüğüne dönüşerek yetmiş sayfaya ulaşır. Fakat sonunda tekrar yarım sayfalık mektupta karar kılarak, sarsılmaz bağlılığı ve sonsuz aşkından söz eden kısa pusulayı parktaki evinde, badem ağaçlarının altında elişi yapan Fermina’ya verme cesaretini gösterir.

Çılgın mektup trafiği böyle başlar. Fermina Daza’nın sırf değişiklik olsun diye yazdığı mektuplara karşın Florentino onun yazdığı her satırla tutuşmaktadır. Florentino’nın, mektuplarla gönderdiği üstüne iğneyle şiirler işlenmiş kamelya yaprakları ve bir tutam saça karşılık, Fermina da sözlüklerin arasında kurutulmuş yaprak damarları, kelebek kanatları, büyüleyici kuş tüyleri, ermişlerin giysilerinden kutsal kumaş parçaları ve nihayetinde küçük bir kadife kutu içinde, Florentino’nun ondan ısrarla istediği boyun hizasında kesilmiş örgülü saçını ona armağan etmekten geri durmaz. Bu süregelen mektup alışverişi, defterine not tutuyormuş gibi yaparak aşk mektubu yazan genç kızın kolejin müdiresi tarafından yakalanmasıyla kesintiye uğrar. Kızı için Florentino’dan daha iyi bir damat düşleyen baba, sandığın dibinde saklanmış kurdelelere bağlı üç yıllık mektup paketleriyle birlikte ona yardım eden Escolostica Halayı evden uzaklaştırır ve Fermina ile uzun bir süre şehirden ayrılır, ta ki genç kızın kim olduğu belirsiz bu adamı unuttuğuna emin oluncaya dek. Oysa yedi ara istasyonla kurulan telgraf kardeşliği sayesinde mektuplar bu zoraki ayrılık boyunca da aralıksız devam eder. Evlerine döndüklerinde Fermina artık 18 yaşında alımlı bir genç kızdır.

Fermina, alışverişe çıktığı bir gün, hemen arkasında kendisiyle konuşmak için fırsat kollayan yıllardır aşk mektupları yazdığı Florentino’yu o iç karartıcı papaz giysileri içerisinde gördüğünde aşkının bir kuruntudan öte olmadığını anlar. Florentino’nun büyüsü bir anda gözünde yok olur, içindeki aşk ürpertisi onun o çelimsiz, acınası ve çirkin görünüşüyle düş kırıklığına dönüşür. Nasıl olup da böyle bir yanılgıyı bunca yıl özveriyle yüreğinde besleyebildiğini yılgınlıkla sorar kendisine ve elinin bir işaretiyle genç adamı o güne kadar gönderdiği telgrafları, şiirleri ve kuru kamelya yapraklarıyla birlikte yaşamından çıkarıp atar. Yazdığı kısa bir mektupla ona göndermiş olduğu ermiş Pedro’nun bir santimetrelik kumaşı dâhil mektup ve armağanlarını da geri vermesini ister. Florentino o günden itibaren Fermina’yı yalnız görme ve onunla konuşma olanağını bir daha bulamayacaktır, ta ki tam 51 yıl, 9 ay, 4 gün sonra, dulluğunun o ilk gecesinde, sonsuz bağlılık ve bitmeyen aşk andını yineleyene dek.

Fermina sosyal statüsünden etkilenerek evlendiği Dr. Urbino sayesinde doğuştan var olan kibirli tavrını korur. Güvenli, uyumlu ve mutlu bir hayat sürüyor izlenimi verse de yıllar önce Los Evangelios parkında, badem ağaçlarının gölgesinde kitap okuyormuş gibi yaparak onu gözleyen ve kendisine asla kocasının yazmadığı kadar ateşli aşk mektupları yazan o zavallı adamı arada bir iç çekerek biraz da ezik bir vicdanla hatırlayacaktır.

Roman’da dikkat çekecek kadar kesin belirlenmiş rakamlar vardır.

Florentino, genç kıza aşkını ve sadakatini bir kez daha söylemek için Dr. Urbino?nun ölümünü beklemek zorunda kalacaktır yani 51 yıl, 9 ay, 4 gün. Ve bu süre içinde başından geçen aşk ilişkilerini not alır, öyle ki gece avları ve gelgeçlerin dışında çoğu da uzun süreli, fakat hiç biri Fermina’nın yerini tutmayan 25 defter dolusu, 622 aşk serüveni.

Geçen yıllar Florentino’nun saçlarını amansız bir biçimde kaybetmesine neden olacaktır. Sevdiği kadına yeniden kavuşacağına son derece emin genç adam için dış görünüşü çok önemlidir. Yaşlılığın tüm saldırılarına karşı kendisini korumak için inatla mücadele edecektir. Ona çıplaklık duygusu veren saçlarının dökülmesini önlemek için 172 çeşit ilaç dener. Sonunda ermişlerinki gibi açılan tepesini kapatmak için çözümü, şakaklarındaki perçemleri yukarı doğru tarayıp kafasının ortasına yapıştırmakla bulur.

Dr. Urbino’nun ölümünden sonra Florentino, sevdiği kadına yeniden kavuşabilmek için karşılığında hiçbir yanıt alamadığı hepsine numara verilmiş 132 mektup gönderir.

Doğrusu romanda rakamlar bu kadar net ve açıkken, birbirini izleyen 51 yıl içerisinde mevsimler ve aylar takip edilemez olur, kimi yerde portakal ağaçlarının sihirli çiçek kokusu sayfalardan tütsü gibi yayılıverir, kimi zaman da badem ağaçlarından sarı yapraklar uçuşur, bir zaman karmaşasıdır sürer gider, acaba yazarın bir zaafı mı diye düşünürken, belki de Marquez’in bilinçli yarattığı o gizemli labirentine girilir. Gerçek olayların büyülü anlatımı yazarın hikâyelerine akıcılık kazandırır.

Marquez’in son birkaç romanı hariç romanlarında büyülü bir anlatım tarzı hâkimdir. Büyülü gerçeklik ilk kez Avrupa?da 1925 yılında Alman yazarı Franz Roh’un soyut ekspresyonist ressamları eleştiren yazılarında görülür. Günlük sıradan şeylerin gerçekdışı bir masal gibi anlatılmasıdır. Ve işte tam burada genleri ta Kızılderililere kadar uzanan Marquez’in büyükannesi’nin izleri romanların her sayfasında takip edilir. Onun batıl inançları, hayaletlerden oluşan bir tür masal dünyasına kurulu yaşamı ve doğruluğu şüphe götürmez tarzda, son derece ciddi anlattığı efsaneleriyle büyüyen Marquez’in hemen hemen tüm romanlarındaki anlatımı büyükannesinin kendisine küçük bir çocukken anlattığı şekle bürünür.

Büyülü gerçeklik tarzıyla yazdığı ilk romanı “Yüzyıllık Yalnızlık” yazarı tanımasını sağlar. “Kolera Günlerinde Aşk” da onu aratmayacak üsluptadır. Marquez, dedesinin anlattığı anılar ve öyküleri ile büyükannesinin masalsı imgelerini kendisinin zengin betimlemeleriyle harmanlamış ve romanlarının tümünde ülkesinin acı gerçeklerini olanca açıklığıyla fakat mizahi bir dille gözler önüne sermiştir. Yazarın sınır taşımayan hayal gücü öykülerinde bilgeliğiyle ustaca birleşir.

Romanda olayların geçtiği yer tam olarak belirtilmemişse de Karayip kıyısı boyunca uzanan bir körfez şehridir, rıhtımda demirlemiş yelkenlilerin, transatlantiklerin, İspanyollardan kalma kale ve surların, yine sömürge döneminde en heybetli çağlarını yaşamış, şimdi ise birer yıkıntı olan markilerin eski bakımsız saraylarının bulunduğu, yıkık damlarının üstünde kımıltısız akbabaların tünediği, çinko çatılı evlerde yoksulların yaşadığı, lağım sularının açıkta geçtiği, bu nedenle her an kolera ve diğer bulaşıcı hastalıkların pusuda beklediği, sıcak havanın yaseminlerin baş döndürücü kokusu ile daha bir ağırlaştığı eski bir kenttir. İç savaşların yüz yıllardır bitip tükenmeden sürüp gittiği, sıkıyönetimlerin uygulandığı, sokağa çıkma yasaklarının hüküm sürdüğü, sürekli hükümet değişikliklerinin olduğu, her üç ayda bir yeni anayasaların hazırlandığı, barış yüzü görmemiş şanssız bir ülkedir. Tüm bunlara rağmen çiçek açmış badem ve portakal ağaçlarının, muz ağaçlarıyla bol yapraklı hintkirazlarının, gardenya ormanlarının güzelliklerini görmeyi ve kamelyaların kokusunu duymayı başaran insanları da vardır.

Küçük azınlıkların büyük kitleleri acımasızca sömürdüğü, çıkar çatışmaları nedeniyle adaletsiz düzenin sürmesi yolunda dünyanın pek çok yerinde üç aşağı beş yukarı oynanan oyunlar birbirinin benzeridir aslında. Marquez, insanlarının, ülkesinin onca zenginliğine rağmen yoksulluk, acı, gözyaşı ve ölüm kokan yazgılarını, tezatlıkları, batıl inançları, politikayı, kötü yönetimleri romanlarında anlatırken dahi okurlarını güldürmeyi ihmal etmez, tüm bu konuları ince bir mizahla işler. Sayfalar arasında gezinirken bazen küçük bir tebessüm, bazen dolu dolu bir kahkaha yükselir ama hemen ardından buruk bir tattır geriye kalan. Onun da bilgelikle yapmak istediği budur.

Roman’da bazı ağaçlar, çiçekler ve kuşlar var ki bir simge gibi sık sık tekrarlanır. Los Evangelios parkındaki badem ağaçları, âşıkların birbirini yarım yüzyıl hatırlayacakları imgelerin arkasındaki fon gibidir. Fermina’nın aklında, Florentino, okula gelip gittiği vakitlerde parktaki badem ağaçlarının gölgesinde bankın üzerine oturmuş kitap okur gibi yaparak gözlüklerinin ucundan kendisini izleyen silik bir gölge gibi kalır. Florentino ise genç kızı çiçek açmış badem ağaçlarının altında yaşlı halasına okuma dersleri verirken başında gardenya tacı ile tıpkı taçlı bir tanrıçaya benzeyen haliyle hatırlayacaktır.

Fermina’nın başına taktığı gardenyaların kokusu, Florentino’nın hayatı boyunca genç kızla özdeşleştireceği bir simge haline gelir. Öyle ki ilk mektubuna yanıt beklediği günlerde Fermina’nın tadını ve kokusunu hissetmek için annesinin bahçede yetiştirdiği gardenyaları yemeye bile yeltenir.

Florentino, genç kıza ilk mektubunu takdim ederken yakasına iliştirdiği kamelya çiçeğini vermek ister. Ama kamelya “nişanlılık çiçeği”dir ve Fermina, böyle bir sadakate hazır olmadığı için kendisine uzatılan çiçeği kabul etmez.

Bir de uğursuz hintkirazı ağacı vardır. Bu, Dr. Urbino’nun, evden kaçan papağanı yakalamak isterken üstünden düşerek öldüğü ağaçtır. Fermina Daza kocasının ölümünden hemen sonra ağacı kökünden kestirir.

Kuşlar da kimi şansın kimi de uğursuzluğun simgesi olur. Florentino’nun Fermina’ya ilk mektubunu verdiği sırada, badem ağaçlarının üzerindeki bir kuş, kızın işlediği elişine pisler, onu arkasına saklamaya çalışan genç kıza Florentino, bunun uğur getireceğini söyler. Fakat tam tersi olur. Büyük bir sadakatle bağlı kaldığı gençlik aşkına tekrar ulaşmak yarım yüzyıldan fazla zaman alacaktır.

Dr Urbino’nun Fermina ile tanıştığı o ilk gün; kolera şüphesiyle gittiği genç kızın evinin bahçesinde kocaman bir kafesin içindeki kokulu kargaların kopardığı uğursuz çığlıklar ise tam tersi bir geleceğin habercisi olacaktır. Fermina, piyano serenatlarıyla gönlünü çalan Dr Urbino ile yaptığı evlilik boyunca 51 yıl, 9 ay, 4 gün inişli çıkışlı da olsa en azından toplumda yüksek statülü ve mutlu bir yaşamı olacaktır. Bununla birlikte kocasının ölümü de bir kuş yüzünden olur. Evin 20 yıllık kadim dostu, Doktorun kendisi tarafından Fransızca, İspanyolca ve Latince öğretilmiş, şarkılar söyleyen, İncil’den dualar okuyan iyi eğitimli papağanın tüylerinin kesilmesi ihmal edilmiştir. Böylece papağan uçar ve bir süre yok olur, ta ki hintkirazı ağacının dalında, 81 yaşındaki Dr Urbino tarafından fark edilene dek. Doktor, onu yakalamak üzere çıktığı merdivenden düşerek ölür. Papağanı yakalamak da baş sağlığı için doktorun evine gelen Florentino’ya kısmet olur.

Hastalık derecesinde saplantılı biridir Florentino, elli yıl boyunca sayısız sevgilileri olur ama hiçbiri Fermina’nın yerini alamaz. Ona kavuşacağı gün uğruna isim ve servet yapar ve büyük bir titizlikle sağlığına, dış görünümüne önem verir. Florentino Ariza, Dr. Urbino?nun ölüm haberini duyuran katedralin çan seslerini, dişlerinde tel takılı, kendisinden 60 yaş küçük sevgilisinin yanında öğrenir. Yarım yüz yıl bir an bile umutsuzluğa kapılmadan beklediği an gelmiştir. Sevdiği kadının kocası sonunda düşlediği gibi ölmüştür. Dulluğunun ilk gecesinde yaşlı kadının kapısını çalar ve sonsuz bağlılık ve bitmeyen aşk andını yineler. Fermina’nın kalbini kazanmak, tefrika romanlar gibi numaralandırılmış bir dizi uzun mektup trafiği ve ikindi çayları ile pekişen bir dostluğun gelişmesi iki yıl alır ve iki sevgili La Magdalena’da ırmak boyunca bir geminin kamarasında aşk yolculuğuna çıkar. Florentino 76, Fermina ise 72 yaşındadır. Florentino’nun lavmanlarına yardım eden, takma dişlerini fırçalayan ve kopmuş düğmelerini diken Fermina’nın, karşılığında yaşlı adamdan beklediği tek şey omzundaki ağrılar için ona vantuz çekmesidir. Bindikleri nehir gemisinin ana direğinin tepesinde sarı kolera bayrağı dalgalanmaktadır, bu şekilde buldukları çözümle iki sevgili dedikodulardan uzak, nehir boyunca hiçbir limana uğramadan ve rahatsız edilmeden birlikteliklerinin tadını çıkarırlar.

Florentino ile Fermina’nın aşkının bir benzerinin aslında Marquez’in babası Gabriel Marquez ve annesi Luisa Iguaran arasında yaşandığı söylenir. Nitekim “Anlatmak İçin Yaşamak” adlı kitabında Marquez “Kolera Günlerinde Aşk”ı kaleme alırken aklında anne ve babasının öyküsünü ölümsüzleştirmek olduğunu belirtmiştir. Yazarın babası da tıpkı Florentino gibi telgraf operatörüdür. Ve annesi için sayısız aşk şiirleri yazmış, kemanı ile sevdiği kıza gecenin bir yarısı serenatlarda bulunmuş, sayısız mektuplarla aşkını ifade etmiş ve telgraf mesajlarıyla annesini baştan çıkarmaya çalışmıştır. Florentino’nun hayatındaki bazı kesitler Marquez’in yaşamını da çağrıştırır. Marquez, üniversitede okurken yıllar sonra evleneceği eşini henüz 13 yaşında bir ilkokul öğrencisiyken seçmiştir, tanışmalarından birkaç yıl sonra da evlenme teklif eder. Genç kız bu teklifi kabul eder ama ailelerin bir şartı vardır, o da her ikisinin okullarını bitirmesidir. Bu nedenle nişanlılık dönemi 14 yıl sürer, ama her iki sevgili de sözlerine sadık kalır ve sonunda evlenirler.

Marquez, “Kolera Günlerinde Aşk” romanında kimi hastalıklı bir hale dönüşen kimi de sevgiye bürünen aşkın iyi ve kötü, birçok yüzünü en çarpıcı ifadelerle anlatır.

Gabriel Garcia Marquez’in “Kolera Günlerinde Aşk” adlı romanı, yazarın aynı adlı romanından sinemaya uyarlandı. Yönetmenliğini “Harry Potter ve Ateş Kadehi” filminin yönetmeni Mike Newell’in üstlendiği filmin senaryosunu Ronald Harwood yazdı. Giovanna Mezzogiorno, John Leguizamo, Laura Harring’in oynadığı filmin müziklerini Antonio Pinto ile Shakira yaptı. Filmin çekimlerinin büyük kısmı, Kolombiya’nın duvarlar arasındaki tarihi kenti Cartegena’da yapıldı. Çekimlerin bir kısmı ise Brezilya’da gerçekleştirildi. Filmde, Fermina Daza (Giovanna Mezzogiorno) adlı bir kadın ile ona aşık olan iki erkek; Florentino Ariza (Javier Bardem) ile Doktor Juvenal Urbino (Benjamin Bratt) arasındaki 1880?lerden 1930?lara kadar uzanan ve 51 yıl 9 ay 4 günlük zaman dilimine yayılan aşk üçgeninin öyküsü anlatılıyor.

Filmin yapımcısı Scott Steindorff’un, romanın film haklarını alabilmek için üç yıl boyunca yazar Gabriel Garcia Marquez?in peşinden koştuğu ve alana kadar da vazgeçmediği ifade ediliyor. O sıralarda kansere yakalanan ve bu hastalığa karşı büyük mücadele veren Marquez’in, romanlarının ana dili İngilizce olan sinema filmlerine uyarlanmasına pek sıcak bakmadığı açıklamasından sonra kanser ve ölüme yakın olmasını düşünerek, iki milyon dolarla eşi Mercedes ve oğullarının geleceğini mümkün olan en iyi şekilde garanti altına almak için ‘Kolera Günlerinde Aşk’ın sinema haklarını sattı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Ölüm hep bana / Bana mı düşer usta? – Refik Durbaş (Sanatçılar seslendiriyor)

Next Story

Bayrak, kırmızı, hilal ve yıldız

Latest from Gabriel Garcia Marquez

Klasiğimiz, Márquez

Sayısız insanın tutkulu hayranlığını kazandıktan sonra bugün ilk akla gelen çağdaş klasiklerimizden olan Gabriel García Márquez, nasıl oluyor da günümüze hem çok benzeyen, hem
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ