Komünist Beyannamesi, Karl Marks ve Fridrih Engels

Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) aslının 160., Türkçesi?nin 85. yayın yıldönümünde, Doktor Şefik Hüsnü tarafından çevrilen Komünist Manifesto?nın çevrim yazısını sitesinde yayımladı.
*”Bundan tam 160 yıl önce, şubat ayının ortalarında, Londra’nın Bishopsgate mahallesindeki gösterişsiz bir basımevinde küçük bir broşür basılmaktaydı. Broşür Almanca yazılmıştı ve Manifest der Kommunistischen Partei (Komünist Parti Manifestosu) adını taşımaktaydı. Binlerce, on binlerce broşür, Avrupa’nın ayaklanmalarla çalkalanmakta olan büyük kentlerine ulaştırıldı.
Uluslararası bir işçi örgütü olan gizli Komünistler Birliği’nin Kasım 1847’de Londra’da düzenlenen ikinci kongresi, onları gerek kuramda, gerek uygulamada yol gösterici olacak bir parti programı hazırlamakla görevlendirdiğinde, Karl Marx yirmi beş, Friedrich Engels de yirmi yedi yaşındaydılar. Marx ve Engels’in adları ilk kez 1872 Leipzig baskısında yer alacak ve bu baskıda broşürün adı Kommunistisches Manifest (Komünist Manifesto) olarak değiştirilecekti.
Marx ve Engels’in materyalist tarih anlayışını dile getiren Komünist Manifesto’da, “bütün (sınıflı) toplumların tarihinin sınıf savaşımları tarihi” olduğu vurgulanıyor; toplumsal gelişme yasaları ele alınarak, kapitalist düzenin yerini sosyalist topluma bırakacağı, bu tarihsel rolün proletaryaya düştüğü belirtiliyordu. Proletarya iktidarı, kapitalizmden sosyalizme geçiş, mülkiyet, aile ve ulus konuları çözümleniyor; çeşitli küçük burjuva akımların kapsamlı bir eleştirisi yapılıyor; tutucu ve ütopyacı sosyalist ve komünist akımlar irdeleniyor; öbür muhalefet partileri ile Komünistler arasındaki ayrımlar belirleniyordu.
“Avrupa’da bir hayalet kol geziyor: Komünizm hayaleti” söyleriyle başlayan Manifesto, “Proleterlerin zincirlerinden başka yitirecek bir şeyi yoktur. Oysa kazanacakları koskoca bir dünya vardır; bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” sözleriyle sona eriyordu.

Manifesto’nun Türkçe serüveni
Çok geçmeden Avrupa’nın, Kuzey ve Güney Amerika’nın hemen bütün dillerine çevrilen Manifesto’nun, kırk yıla yakın bir zaman sonra, 1887’de İstanbul’da bir Ermenice çevirisinin yayımlanması yolundaki girişim, yayıncının çekinmesi üzerine gerçekleşmedi. Manifesto, Türkçeye ilk kez 1919-20 yıllarında, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Suphi tarafından çevrilmeye başladıysa da, Mustafa Suphi’nin Ocak 1921’de Trabzon açıklarında arkadaşlarıyla birlikte öldürülmesi yüzünden tamamlanamadı; Türkiye’de ilk kez kitap olarak, Türkiye Komünist Partisi’nin genel sekreterliğini yapan, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ile Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ni kuran Dr. Şefik Hüsnü Deymer’in çevirisiyle 1923’te, yani ilk yayımlanışından tam yetmiş beş yıl sonra yayımlandı.
O günden bu yana Komünist Manifesto, 1936’da Kerim Sadi’nin çevirisiyle, ardından çeşitli çevirileriyle ülkemizde birçok kez basıldı. Bunların hepsi de toplatılarak çevirmenleri ve yayıncıları “komünizm propagandası yapmak” suçundan mahkûm edildi. Ama tüm bu çeviriler arasında, hiç kuşku yok ki, Mustafa Suphi’nin yarım kalmış çevirisi ile Şefik Hüsnü’nün Komünist Beyannamesi adıyla yayımlanmış çevirisi, Türkiye solu açısından tarihsel bir önem ve anlam taşıyor. Kısa bir süre önce, Sosyal İnsan Yayıncılık, “yazılışından 160, Türkçede yayımlanışından 85 yıl sonra, yazanlara ve çevirenlere saygı olarak” bu iki çeviriyi bir arada yayımladı.
Yayınevi, Şefik Hüsnü’nün metninin aslına dokunmadan, yalnızca daha okunabilir olması amacıyla sadeleştirmeler yapmış. Yeni harflere aktarılan özgün metin daha anlaşılır kılınmaya çalışılmış. Ek olarak verilen Mustafa Suphi’nin çevirisine ise hiç dokunulmamış. Kitabın girişine de, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın 1968 Ağustosunda Türk Solu dergisinde yayımlanmış olan “Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat Üzerine” başlıklı anma yazısı alınmış.
Şefik Hüsnü, Komünist Beyannamesi çevirisinin başına düştüğü “Birkaç Söz”de, “Memleketimizde birbirini takip eden kişisel yönetimler, her konuda olduğu gibi, fikir alanında da diğer milletlerden geri kalmamıza sebep olmuşlardı,” diyor. “İnsanlığın fikirsel evriminin önemli bir aşamasını kaydeden bu kıymetli eserin, ancak bugün yazıldığından yitmiş beş yıl sonra- dilimize çevrilmesi ve Türk aydınlarına ve işçi sınıfına sunulabilmesi bugüne kadar içinde yaşadığımız acıklı durumu gösteren etkili bir örnektir…”
Yalnızca Komünist Manifesto gibi bir siyasal başyapıtın değil, Dante’nin İlâhî Komedya’sı, Cervantes’in Don Quijote’si gibi yazınsal başyapıtların da eksiksiz Türkçe çevirileriyle ancak yakın zamanlarda yayımlanabildiğini düşündüğümüzde, Şefik Hüsnü’ye hak vermemek, evrensel kültürün ne denli yabancısı olduğumuzu görmemek olanaksız.
Şefik Hüsnü ve Mustafa Suphi’nin çevirileri, bence, yalnız siyasal tarihimizin değil, çeviri tarihimizin de değerli belgeleri. Mustafa Suphi, Manifesto’nun ünlü açılış tümcelerini, “Bir hayalet, komünizm hayaleti Avrupa’yı büyülemiştir. İhtiyar Avrupa’nın bütün iktidar makamları, Papa ve Çar, Metternich ve Guizot, Fransız radikalleri, Almanya polisleri, bu hayaleti kuşatıp sıkıştırmak için bir mukaddes ehl-i Salip tertibiyle ittihat ettiler” diye çevirmiş. Şefik Hüsnü çevirisi ise, bu elimizdeki basım için biraz yenilenmiş de olsa, Mustafa Suphi çevirisine çok yakın: “Bir hayalet, komünizm hayaleti bütün Avrupa’yı dolaşmaktadır. İhtiyar Avrupa’nın bütün iktidar makamları, Papa ve Çar, Meternih ve Gizo, Fransız radikalleri, Almanya polisleri bu hayaleti kuşatıp sıkıştırmak için bir kutsal haçlı seferi tertibi ile birlik oldular.”
Manifesto’nun bir başka ünlü bölümüne bakıyorum. Mustafa Suphi’nin Türkçesi şöyle: “Bugüne kadar insan cemiyetinin tarihi, sınıfların kavgalarının tarihidir. Serbest insan ve esir, havas ile avam, asil ve memlûk, usta ve çırak, bir kelimeyle: ezenler ve ezilenler nihayet bulmaz bir münazaada birbirine karşı göğüs gererek bazen elaltından, bazen açıktan açığa fasılasız bir mücadeleyi devam ettirdiler. Bu mücadele bazen bütün cemiyetin inkılâbî bir tarzda karma-karışık olmasıyla, bazen de karşı karşıya gelen iki sınıfın mahvıyle neticelenirdi…” Şefik Hüsnü’nün bu bölümdeki çevirisi ise, “Bugüne kadar bütün insan topluluklarının tarihi, sınıfların kavgaları tarihidir,” diye başlıyor ve, “Bu mücadele her seferinde bütün toplumun devrimci bir tarzda karmakarışık olmasıyla veya karşı karşıya gelen iki sınıfın mahvıyla sonuçlanırdı” diye bitiyor.

Manifesto’nun son cümlesi
Kuşkusuz, yazınsal bir metin değil, ama siyasal bir metin iki çevirmen tarafından çok farklı biçimlerde çevrilemez. Ama gene de Şefik Hüsnü ve Mustafa Suphi çevirileri arasında göz ardı edilemeyecek bir yakınlık söz konusu. Şefik Hüsnü, Mustafa Suphi’nin yarım kalmış çevirisinden yararlanmış mıydı? Bilmiyorum. Belki de, Mustafa Suphi’ye bir saygı gösterisi olarak onun çevirisinden yararlanmayı seçmiş, geri kalanını da kendi başına tamamlamıştı. Eğer böyleyse, ortaya handiyse ortak bir Mustafa Suphi-Şefik Hüsnü çevirisinin çıktığı söylenebilir mi?
Manifesto’nun o dillere destan son tümcelerini Mustafa Suphi çevirseydi nasıl çevirirdi? Çeviremeden öldürüldüğü için bilmiyoruz. Ama Şefik Hüsnü şöyle Türkçeleştirmiş: “Komünistler, fikirlerini ve tasavvurlarını saklamayı kendilerine yakıştırmazlar. Açıkça ilan ederler ki amaçları ancak ve ancak geleneksel bütün sosyal düzenin şiddetle devrilmesiyle gerçekleşecektir. Bir komünist devrimi ihtimali karşısında titremek hakim sınıflara düşer. Bu işte zincirlerinden başka, proleterlerin kayıp edecek bir şeyleri yoktur ve bu yolla bütün bir dünya kazanmış olacaklardır. Bütün dünya işçileri birleşiniz!”
Sosyal İnsan Yayıncılık, Komünist Manifesto’nun yayımlanışının 160. yılında Türkiye komünist hareketinin bu iki önderinin çevirilerini yayımlamakla anlamlı bir hizmeti yerine getiriyor. Ama bir başka hizmet daha geliyor aklıma. Şefik Hüsnü’nün çevirisinden bu yana Türkiye’de yayımlanan tüm Komünist Manifesto çevirilerinin toplatıldığı, çevirmenlerinin, yayıncılarının mahkûm edildiği biliniyor. Tüm bu çeviriler, iddianameleri, savunmaları ve gerekçeli kararlarıyla bir araya getirilip tek bir kitapta toplansa, ortaya gerek yakın hukuk tarihimiz, gerek Türkiye solunun yakın geçmişi açısından çok değerli bir belge çıkmaz mı?”
*Celal Üster’in 02/05/2008 tarihinde Radikal Gazetesi’nde yayınlanan yazısı

Sadık Usta’nın 02/05/2008 tarihinde Radikal Gazetesi’nin Kitap Eki’nde Yayınlanan “Manifesto; bugünü anlamak için” adlı yazısı
‘Komünist Partisi Manifestosu’ sadece karnı açlara değil, aynı zamanda mutsuzluk içinde çırpınan gözü açlara da yaşanılacak bir dünya sunmaktadır.
Geçenlerde de BM Gıda Hakkı Raportörü İsviçreli Jean Ziegler, “Küreselleşmenin her bir günü terör demektir. Dünyada her 7 saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor. Bu bir kader değildir, fakat emperyal bir saldırıdır. Bu saçma ve ölümcül düzenin tek nedeni de küçük bir azınlığın sürekli sınırsız kâr peşinde koşmasıdır ve bütün bunların bir numaralı sorumlusu ise Amerikan imparatorluğudur” diye isyan etti. Dünyanın sayılı yayınevleri son on yıldır Marks’ın Komünist Partisi Manifestosu’nu klasikler listesine kattı. Artık ünlü hiçbir yayınevi Komünist Partisi Manifestosu’nu atlamıyor. Dünyada en çok satan kitapların başında İncil ve Kur’an’la birlikte Komünist Partisi Manifestosu geliyor.
Peki nedir bu kendisinden sürekli bahsettiren Marks ve onun öğretisini özlü ve vurucu bir şekilde dile getiren Komünist Partisi Manifestosu? Uluslararası bir işçi örgütü olan Komünistler Birliği, 1847 yılında Marks ve Engels’den kamuoyuna açıklanmak üzere bir manifesto yazmalarını ister. Şubat 1848’de Londra’da iki katlı The Red Lion birahanesinin üst katında son şekli verilen ve küçük bir aydın grubunun onayına sunulan 40 sayfalık bir kitapçık, yazılışından birkaç on yıl sonra sadece dünyanın bütün dillerine çevrilmekle kalmadı, aynı zamanda emekçiler arasında milyonlarca taraftar da buldu.
Türkiye’de de bir düzine yayınevi tarafından basılan bu eser, öylesine özlü ve derin altyapıya sahiptir ki bugün bile okuduğumuzda hayretler içinde kalırız. Manifesto sanki 1848 yılı için değil de bugünü anlamak için yazılmıştır. Hiçbir cümlesi boşlukta durmaz. Aradan 160 yıl geçmesine rağmen hâlâ siyasi, felsefi, teorik ve akademik tartışmaların baş konusunu oluşturur. Sınıfsız toplum düşünü Marks’a kadar taşıyan siyasi eserler, öneriler, toplum ve devlet taslakları, ütopyalar vs. daha önce de yayımlanmıştı. Tarih More’la, Campanella’yla, Babeuf’le, Blanqui’yle, Owen’la, Fourier’le, Saint Simon’la daha önceden tanışmıştı. Ancak komünistler Manifesto’yla, ilk kez işçi sınıfının toplumu yönetecek bir olgunluğa ulaştığını ilan ediyorlardı.
Sonuçta yazılan bir kitapçıktır, ama tıpkı atomun parçalanırken ortaya saldığı devasa enerji gibi, büyük bir insani enerjiyi de harekete geçirmiştir. Manifesto’nun “Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Oysa kazanacakları koskoca bir dünya vardır” cümlesi, tam da bu enerjiye işarete etmektedir. Bu, basit bir ‘kölelikten kurtulma’ değil, fakat insanlığın uçsuz bucaksız özgürlüğünün ve yaratıcılığının harekete geçirilmesi olayıdır. Marks’ı ve Komünist Partisi Manifesto’sunu bugün hâlâ gündemde tutan tılısım nedir? Var mıdır insanlık tarihinin bu kadar kısa süre içinde bu derece etkili olmuş bir başka düşün adamı ve manifestosu?
Marks’ın esas başarısının sadece sömürünün ifadesi olan artı-değeri keşfetmesi olarak düşünülür. Halbuki Marks’ın asıl keşfi, çıplak emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan proletaryanın, kapitalist düzeni önünde sonunda yıkmak zorunda kalacağı ve kendisini özgürleştirirken aynı zamanda bütün insanlığı da kurtuluşa götüreceği fikridir. Bu buluş, sosyolojinin bütün tarihini de altüst eder.
Bilim adamları Marks’tan önce de sınıfların varlığını keşfetmişlerdi; emek, kâr ve sömürü de biliniyordu; bilinmeyen, işçi sınıfının kendisini kurtarırken bütün insanlığı da kurtaracak olgunluğa ve misyona sahip olduğuydu. İşte bu buluş, düşünsel anlamda olağanüstü bir devrimdi ve bu açıdan sosyal bilimlerin de doruğuydu. Çünkü bu saptama, aynı zamanda yeni bir dünyanın kuruluşuna da işaret ediyordu. Devrimler sadece yıkmak değildir, aynı zamanda topluma, insanlığa ve içinde yaşadığımız çevreye yeni bir dünya sunmasıdır. Bu açıdan Manifesto, sadece bugünü eleştirmekle kalmaz aynı zamandan geleceğe de işaret eder. Hem bugünü tarif ederek uyarır, hem de insanlığa geleceğin ‘özgürlükler dünyası’nı sunar.

Sümer’den günümüze bir ‘düş’
Manifesto’nun her cümlesi, insanlık tarihinin köklerinden gelen bir gelenekten filizlenir. Sınıfsız toplum ideali, toplumların sınıflara bölünmesiyle birlikte düşlerde boy veren bir ütopyaydı. Kökleri ta Sümer’e, Orta Asya komüncülüğüne, Mazdak öğretisine, antikçağ komünizmine, ortaçağ ütopyacılığına ve ütopik sosyalizme kadar uzanır. Bugün yaşadığımız çağda sömürüye, baskıya, zulme, aşağılamaya ve eşitsizliğe karşı çıkan her insanın ilk başvuru kaynağı Marks ve onun Komünist Manifesto’sunda dile gelen öğretisidir. Bugün devrimci ve ilericilik adına ne yapılıyorsa; insanlık, doğa ve gelişmeden yana ne varsa, istisnasız hepsinin kökeninde gene Marks’ın engin öğretisinin izleri vardır. Ezilenlerin pratiği, ancak Komünist Partisi Manifestosu’nda dile gelen öğreti sayesinde yolunu bulabilmektedir; bu arada öğreti de ezilenlerin sınırsız enerjisinde maddi bir güce dönüşmektedir.
Manifesto toplam olarak dört bölümden oluşur. Ama onun bir girişi vardır ki bugün bile hâlâ bir reklam spotu gibi kullanılır: “Avrupa’da bir hayalet kol geziyor: Komünizm hayaleti. Yaşlı Avrupa’nın bütün devletleri, Papası ve Çarı, Metternich’i ve Guizot’su, Fransız Radikalleri ve Alman hafiyeleri, bu hayaleti dualar okuyup tütsüler yakarak kovmak üzere kutsal bir ittifakta el ele vermişlerdir.”
Esas olan birinci bölüm uzundur ve girişi tamamen toplumların gelişim yasalarının açıklanmasına ayrılmıştır. Bir bakıma kapitalizmin başarısını özetlemekte, ama aynı zamanda doğasından kaynaklanan krizlerle öleceğini de haber vermektedir. İkinci bölümse kendi içinde üç kısma ayrılır ve esas olarak komünistlerin görevlerini sıralar.
Marks kapitalizmin gelişimini, diyalektiğe başvurarak, kendi içindeki zıtlıklarıyla açıklar. “Burjuvazi, üretim araçlarını, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve bunlarla birlikte toplumun bütün ilişkilerini sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz… Üretimin durmadan altüst olması, bütün toplumsal koşulların aralıksız sarsılması ve sonu gelmez bir belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını daha önceki bütün çağlardan ayırır. Bütün kemikleşmiş, donmuş ilişkiler, arkaları sıra gelen eski ve saygıdeğer düşünce ve görüşlerle birlikte silinip gidiyor, yeni oluşanlarsa daha kemikleşmeye fırsat bulmadan eskiyor. Yerleşmiş, kurumlaşmış ne varsa buharlaşıyor, kutsal olan her şey ayaklar altına alınıyor ve sonunda insanlar, sosyal durumlarına ve karşılıklı ilişkilerine, soğukkanlılıkla ve mantıkla bakmak zorunda kalıyorlar.” Marks sanki içinde bulunduğumuz bugünü tarif etmektedir. Bugün de her şey olağanüstü akışkan hale gelmemiş midir? Kapitalizm her şeyi henüz tükenmeden eskitmemek midir? Araba, ev eşyası, giysi, kültür ve sanat ürünleri ve hatta aşk bile! İnsanoğlu tüketim hastalığıyla sadece eşyayı değil, aynı zamanda insan ilişkilerini de hoyratça tüketmektedir. Henüz eskimeden tahtını yeni olana ve sadece yeni olduğu için, kaptırmayan hiçbir şey yok gibidir. Her şey, biz de dahil, eşyaya dönüşmüyor muyuz? Çevremiz sürekli ‘şeyleşmiyor’ mu? Kapitalizmin tüketim budalalığı doğayı tüketmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir