Kafka’nın çağdaşı, Çek edebiyatının mizahi yüzü, üretken kalemi Yaroslav Haşek’ten öyküler Ülkü Tamer’in enfes çevirisiyle Merkez Kitaplar’dan çıkan “Köpek Suratlı Maymun’daki öyküler, sanırım, 1909-1910 yıllarında yazdığı ve sonradan Şvayk’ı resimleyecek olan Yozef Lada’nın yönettiği Karikaturi dergisinde yayımlanan öykülerden. Haşek’in, tüm yazdıklarında olduğu gibi bu kısa öykülerinde de şaşırtıcı bir doğallık, akıcılık, rahatlık var. Bu doğallıkla sarmalanmış afalattıcı düş gücü, düşlem zengiliği, öyküleri bir kat daha büyüleyici kılıyor. Haşek’in, yer yer nerdeyse sözlü edebiyatla buluşan doğal, rahat anlatımında, yaşamının bir döneminde geçimini Prag’ın meyhaneleri, birahaneleri ve şaraphanelerinde hikâyeler, anekdotlar anlatarak sağlamış olmasının payı olsa gerek. Bu anlatım kolaylığı, derin bir gözlem gücü ve Orta Avrupa mizah geleneğinin sürüp giden duyarlığıyla bütünleştiğinde, Haşek’in okumaya doyulmaz öyküleri çıkıyor ortaya.
Ama hiç kuşku yok ki, Haşek’in asıl kalıcılığı ve evrenselliği, Şvayk’ta olduğu gibi Köpek Suratlı Maymun’daki öykülerde de, yaşadığı kargaşa dünyasının hoyratlıklarıyla, dev bürokrasi aygıtının buzsu çarklarıyla, yetkenin buyurganlığıyla hiç uzlaşmamasından kaynaklanıyor. Ve elbet, gündelik yaşamın hoşgörüsüzlüklerini, her türlü güç sahibinin zorbalığını her fırsatta tiye almasından, tüm özellikleri ve çelişkileriyle “küçük insan”ın büyük yazarı olmasından.”

‘Küçük insan’ın büyük yazarı Haşek
1960’ların sonlarından bu yana çeviri yapıyorum, yetmiş kadar kitap çevirmişimdir. Bunların hemen hepsi de bile isteye çevirdiğim, çok sevdiğim kitaplardır. Ama, “En çok hangisinden keyif aldın?” diye sorarsanız, Juan Rulfo’nun Kızgın Ova’sını da aklımın bir köşesinde saklı tutarak, “Yaroslav Haşek’in Aslan Asker Şvayk’ından,” derim. Biz ölümlülerin dünyasında yalnızca kırk yıl kalan bu Orta Avrupalı yazarın, Birinci Dünya Savaşı boğazlaşmalarının acımasız, umarsız ortamından akıllara durgunluk verici bir mizah duyarlığıyla yarattığı ölümsüz bir “karşı-kahraman”dır Şvayk. Haşek’in, gündelik dili ustalıkla kullandığı, yalnızca edebiyatın değil tüm has sanatın en zor özelliği olan yalınlığı en derininden yakaladığı Aslan Asker Şvayk’ını, Türkçenin hiç de yabana atılmayacak olanaklarını elimden geldiğince seferber ederek çevirirken, az esriklik yaşamadım.
Evet, Aslan Asker Şvayk gerçekten de yalnız Haşek’in başyapıtı değil, yirminci yüzyıl edebiyatının da başyapıtlarından biri. O yüzden, Şvayk’tan söz etmeden Haşek’ten söz etmek nerdeyse olanaksız. Ama hemen belirtmek gerekir ki, çok genç yaşlarda yazmaya başlayan ve geçim kaygısıyla gazete ve dergilere sürekli yazmış olan Haşek’in, Şvayk romanı dışında pek çok öyküsü de var. Haşek’in Şvayk’taki haşarılığı ve hınzırlığından hiç de aşağı kalmadığı bu öykülerden on ikisi, kısa bir süre önce Köpek Suratlı Maymun adıyla Merkez Kitaplar tarafından yayımlandı. Ülkü Tamer’in, yanılmıyorsam 1960’larda Yaşar Nabi’nin Varlık Yayınları’ndan çıkmış olan inanılmaz güzellikteki çevirisiyle.

(…)
Köpek Suratlı Maymun’da yeralan on bir öykü de çok güzel; hepsi de, Haşek’in ilk bakışta biraz kaba gelen, ama çok geçmeden inceliklerinin ayırdına varılan o her zamanki mizah duyarlığıyla dokunmuş öyküler. Yine de, aydınlarla, daha doğrusu yarım yamalak aydınlarla dalgasını geçtiği “Kitapseverler Arasında” öyküsü bana daha yakın geldi. Azıcık kısaltmak zorunda kaldığım için çevirmeni Ülkü Tamer’den özür dilerek sunuyorum:
İnsanın başına gelebilecek en kötü şey, kitapseverleri evine çağırıp edebiyat toplantıları düzenleyen, konuklarına da çayla birlikte sadece ikişer kurabiye sunan bir sanat dostuna rastlamaktır.
Orası öyle, Bayan Herzan’ın evindeki o edebiyat toplantılarına gitmek zorunda değildim. Ama arkadaşlardan birinin çağrısını da geri çeviremedim doğrusu; Hafız’ın şiirlerinin insan derisiyle ciltlenmiş elyazması kopyasının bende bulunduğunu söylemiştim bu arkadaşa; söylediğime inanmış, pek etkilenmişti. Bu eşsiz hazinemden kitapseverleri, sanat dostlarını haberdar etmişti. Söylentiler Bayan Herzan’ın kulağına gidince, sanat çevrelerinin bu cömert koruyucusu benimle tanışmak isteğinde bulunmuştu.
Evine gidince, gözlerini bana dikmiş on iki sanatseverin yüzünde dünyanın bütün edebiyat eserlerini gördüm. Gidişim coşkunlukla karşılandı. Hafız’ın insan derisiyle ciltlenmiş şiirlerine sahip bir insanın dört kurabiye yemeye hakkı olduğunu düşünerek tabaktaki kurabiyelerin dördünü de mideme indirdim, yanımda oturan gözlüklü kadına bir şey kalmadı. Buna o kadar sinirlendi ki kadın, Goethe’nin eserlerinden söz açtı.
Karşımdaki edebiyat tarihçisi bana dönerek, “İyi tanır mısınız Goethe’yi?” diye sordu.
Ciddi ciddi, “Hem de nasıl!” dedim. “Kenarlarından danteller sarkan sarı çizmeler giyer kerata, kafasına da keçeden bir şapka geçirir. Vergi tahsildarıdır, yukarı mahallede oturur.
Kitapseverler acıyarak, tiksintiyle baktılar bana.
Ev sahibesi, odayı kaplayan sıkıntılı havayı dağıtmak için, “Edebiyatla ilgileniyor musunuz?” diye sordu.
“Sevgili Bayan Herzan,” dedim, “bir zamanlar çok kitap okurdum. Üç Silahşorlar’ı, Aşkın Maskesi’ni, Baskerviller’in Köpeği’ni okudum. Daha bir sürü kitap okudum. Komşular, gazetelerdeki roman tefrikalarını kesip kesip bana getirirlerdi. Hafta sonunda bir oturuşta yedi tefrikayı birden okurdum. Büyük bir heyecanla beklerdim tefrikaları… Acaba Leon düşesi, kendisi uğruna babasını öldüren, kıskançlık nöbetleri geçirip bir delikanlıyı vuran Cüce Richard’la evlenecek mi diye… Evet, kitaplar insanın merakını kamçılıyor. Umutsuzluğa kapıldığım anlarda Messinalı Genç’i okurdum. Bu genç on dokuz yaşında soyguncu olmuş. Hatırladığıma göre, adı da Lorenzo’ydu. Okumaya çok vakit ayırırdım o zamanlar. Şimdi pek eskisi kadar okuyamıyorum. Kitaplar ilgimi çekmiyor artık.”
Kitapseverler bembeyaz kesildiler; uzun boylu bir adam gözlerini gözlerime dikerek, sanığa bakan bir yargıç gibi baktı bana.
Sert sert, “Zola da ilginizi çekmiyor mu?” diye sordu.
“Onun hakkında çok az şey biliyorum,” dedim. “Tek bildiğim şey, Paris Kuşatması sırasında öldüğü… Fransız-Alman Savaşı’nda.”
Aynı adam, tepeden bakarak bir soru daha sordu: “Maupassant adını duydunuz mu hiç?”
“Sibirya Hikâyeleri adlı eserini okudum.”
Yanımdaki gözlüklü kadın nedense heyecanlanıverdi.
“Yanılıyorsunuz,” diye inledi. “Sibirya Hikâyeleri’ni Korolenko ile Sieroszewski yazmışlardı. Bilindiği gibi, Maupassant Fransız’dır.”
“Ben de Hollandalı’dır sanıyordum,” dedim. “Fransız’sa, Sibirya Hikâyeleri’ni Fransızcaya çevirsin. İyi olur.”
(…)
İki kişinin fısıltıyla konuştuklarını duydum. Arada, benim adımla birlikte pek hoş olmayan bir hayvanın adı da geçiyordu.
Beti benzi uçmuş, uzun saçlı bir delikanlı, ellerini dua edercesine kavuşturarak, “Anlaşıldığına göre,” dedi tatlı bir sesle, “kelimelerin güzelliğine varamıyorsunuz…”
(…)
Sesini yükseltti, yanındaki edebiyatçının omzuna yaslanarak devam etti: “Ya D’Annunzio’nun Alev’ini? Biliyor musunuz onu? Venedik festivallerini anlatan o güzel, o romantik, insanın bütün duygularını ayaklandıran o yüce eseri bir okusaydınız…”
(…)
“Pek anlayamadım,” dedim. Demek festival sırasında Venedik’i ateşe verdi D’Annunzio? Düpedüz kundakçılık derler buna? Kaç yıl yedi hergele?”
Yılmak bilmeyen gözlüklü kadın söze karıştı: “İtalya’nın en büyük şairidir D’Annunzio.”
O ana kadar ağzını bile açmamış olan bir başkası böğürerek, kelimenin tam anlamıyla böğürerek, “Hiç İtalyan şairi tanıyor musunuz?” diye sordu.
Kibirli kibirli, “Tabii,” diye cevap verdim. “Robinson Crusoe’yi tanırım.”
Sustum, odadakileri tepeden tırnağa süzdüm.
On iki kitapsever bembeyaz kesiliverdiler bir anda, saçları vaktinden önce ağarmış bu on iki kitapsever birinci katın penceresinden sokağa attılar beni.”
Celal Üster, 31/08/2007, Radikal Gazetesi, Kitap Eki

Sıradan insanın, sıra dışı hayvanların, Prag metropolünün, Doğu Avrupa kırsalının keskin bir zekâyla gözlenmiş, eğlenceli bir dille aktarılmış anekdotları. Otoritenin bönlüğü ve bürokrasinin saçmalığı karşısında gülümseten tavırlarıyla yankesiciler, ayyaşlar, dolandırıcılar? Unutulmaz Aslan Asker Şvayk’ın yanına eklenebilecek pek çok küçük insan portresi, gündelik hayatın saçmalıklarını yüzümüze vurabiliyorlar.

“Haşek büyük bir humour ustasıydı. İleride belki de Cervantes ve Rabelais’yle aynı düzeyde tutulacaktır.” – Max Brod
“Haşek’ in anlatılarındaki neşe ve neredeyse küçümseye varan ironi, gerçekçiliğine ve kendi yaşamına yakından bağlıdır. Yaşam biçimi yazılarına ve kendini ifade ediş biçimine malzeme sağlamıştır.” – Jan Culik

Yaroslav Haşek’in Hayatı
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu?nun bir parçası olan Prag?da 1883 yılında doğdu ve zorlu bir çocukluktan sonra, 23 yaşında Prag şehrindeki anarşist harekete katıldı. Polis tarafından yakından izleniyor, sık sık gözaltına alınıyordu. 20?li yaşlarının sonlarına dek süren yıkıcı faaliyetlerini bir süre sonra Haşek edebiyata da taşıdı. 1909?da Hayvan Dünyası isimli derginin başına getirilen yazarın, tamamen kafadan uydurduğu hayvanlar hakkında bu dergiye yazılar yazdığı anlaşılınca Haşek?in işine son verildi. Birinci Dünya Savaşı?nda savaştı, Ruslar tarafından tutsak edildi. 1917?deki büyük Rus devriminin akabinde Haşek Bolşevik Partisi?ne üye oldu ve Rusya?da kaldı. Ölümüne 2 yıl kalana kadar sadece ?Aslan Asker?inin etrafında dönen kısa hikayeler yazan Haşek 1921?de bütün bu hikayelerini bir araya toplamış ve ?Aslan Asker Şvayk?ın romanını yazmaya koyulmuş. 4 cilt olarak tasarladığı romanın ilk cildini bastıracak yayınevi bulamadığından kitabını kendi çabasıyla bastırıp dağıtmak zorunda kalmış. Beklenmedik bir ilgiyle karşılaşmış ?Aslan Asker Şvayk?ın ilk cildi. Derken ikinci ve üçüncü ciltler de yayınlanmış ve dördüncü cildi tamamlayamadan 1923 yılında 40 yaşında yaşama gözlerini yumdu. Tüberkülozdan ölen Haşek, bu hastalığı cephede geçirdiği dönemde kapmıştı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Thomas Münzer ve Köylüler Savaşı – Maurice Pianzola

Next Story

12 Eylül ve Yenilikçi (avant garde) Roman – Berna Moran

Latest from Romanlar

Sarsılmak – Zafer Köse

Sarsılmak, derin ve katmanlı bir roman. Gündelik dilin nüanslarını yansıtan akıcı bir dille yazılmış olması da önemli.Zafer Köse sadece bir depremi değil, toplumsal ve
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ