Kötülük Çiçekleri – Charles Baudelaire

“Kötülük Çiçekleri” veya “Şeytan’ın Çiçekleri” (Les Fleurs du Mal) 1857 yılında yayınlandığında 100 şiir bulunuyordu. Baudelaire için yetkinlik, bütünlük simgesiydi bu ‘altın sayı’. Yaşamı boyunca kötülük, çirkinlik ve budalalıktan nefret eden Baudelaire, düş gücü ve ironi ile pencerelerinin kanatlarını kapatarak güzel kokuların, renklerin ve seslerin birbirine yanıt verdiği mistik bir dünyaya doğru yola çıkar. Denizlerin ötesinde, gizemli kedilerin ve duygu yoğunluklu kadınların mesken tuttuğu bir peri sarayı kurar, simge ormanlarında dolaşır. Çiçekler aramak için oraya, cehennem’e iner. Kötülükten güzellik, mutsuzluktan mutlu anlar damıtır. Büyük şair, iyinin de kötünün de ötesinde ‘güzel’in varlığına inandığı, unutulmaz dizelerinde coşkuyla bu ‘güzel’i anlatır ve duyumsatır.

Romantizmin coşkulu temalarından ayrılarak büyük kentin sancı dolu çelişkilerini ilk kez şiire sokan Baudelaire, devrimcilik-tutuculuk, tensel hazlar-gizemcilik, toplumsal yaşam-içe kapanış, dindarlık-tanrıtanımazlık gibi karşıtlıkları sınırsız bir içtenlik ve çarpıcılıkla işleyerek yeni bir şiirin kapılarını açtı. Fransa ikinci imparatorluk rejimi döneminde eserin toplumsal değerleri aşağılaması nedeniyle şair ve yayıncıya dava açıldı.

Fransa İkinci İmparatorluk rejimi, eserdeki 6 şiiri toplumun genel ahlakına aykırı olması düşüncesiyle şair ve yayıncı hakkında dava açar ve Baudelaire hüküm giyer. Ve bu altı şiir, Fransa’da 1949’a kadar yasaklanır. Bu sırada Victor Hugo kitaptaki le cygne (kuğu) adlı şiirin yazın dünyasına yeni bir soluk getirdiğini açıkladı. Temyizin sonucuyla 1861’de 32 şiirin daha eklendiği, yasaklanan 6 şiirin kaldırıldığı ve yeni bir kısmın; tableaux parisiens (Paris tabloları) dahil edildiği 2. bir baskı yayımlandı. Eserin ilk baskısı temel olarak 5 kısma ayrılmıştır: spleen et ideal (melankoli ve mükemmeliyet), fleurs du mal (kötülük çiçekleri), révolte (isyan), le vin (şarap), la mort (ölüm).

Fransız şiirinde başlı başına bir dönemeç olan Charles Baudelaire, modern dünya şiirinin de kurucu basamaklarından biri ve şiir sanatında benzeri olmayan bir özgünlüğün de öncüsüdür. Sefil ve serseri bir geçmişten gelen bu özgün şairin bir geçmişten gelen bu özgün şairin eserleri hemen tüm dünya dillerinde okunmuş, sanat dünyasını ve kendinden sonra gelen tüm şiir ve edebiyat hareketlerini derinden etkilemiştir. Başyapıtı “Les Fluers du Mal” için Baudelaire, şöyle der: “Bu korkunç kitaba bütün düşünce ve yüreğimi, bütün dinimi, bütün tiksintimi koydum.”

‘Sanat göğünü bilinmedik bir ölüm ışığıyla süslediniz. Yeni bir ürperiş yarattınız! ‘
Vıctor Hugo

‘Kötülük çiçekleri’nde ne tarihsel şiirler vardır, ne efsaneler, ne de öyküye dayalı bir şey. Felsefe söylevleri yoktur içinde. Siyasaya değin hiçbir şey görülmez. Betimlemeler çok seyrek, her zaman da anlamlıdır. Ama çekicilik, müzik, soyut ve etkili duyarlıktır her şey… Zenginlik, biçim ve zevk…’
Paul Valery

‘İşte şiirimizin baş kitabı: Kötülük çiçekleri, nerdeyse kutsal kitap. Gerçeğin en üstün biçimi olan söz gerçekliği hiçbir zaman yüzünü daha iyi göstermedi. Bir ışık gibi görüyorum onu.’
Yves Bonnefoy

“Moderniteyi reddeden modernist: Charles Baudelaire”
“Kötülük Çiçekleri” yayınlanalı 151 yıl oldu. Edebiyat ve kültür tarihinin en lanetli yazarından en lanetli şiir kitabına Charles Baudelaire’in alacakaranlıktaki hayatına dair Sevda Darıcıoğlu’nun yazısı:


1. Aklın insandan önde tutulduğu bir çağ bu, para düşünülmeli, her an geleceğin inşası için uğraşılmalı, yaşadığın anın güzelliği veyahut yaptığın herhangi bir şeyin sana hissettirdikleri mantıksal değerlerden her zaman katlarca aşağıda. Zorundalıklar üzerine temellenmiş insan hissettiğini yaşayamamanın çıkmanızında mutluluk sanrıları yaratıyor kendisine, kendisinin değil toplumun ve gün koşullarının belirlediği amaçlar adına yaşıyor. Bunun adına yaşam diyor ya birileri, bu da büyük bir şaibe… Sahi kendimizi değil de gereklilikleri gerçekleştirmenin adı yaşam mı? (…)

İşte tam da bu ikilemde bir hayattan bahsedeceğiz şimdi; hayata bakışını yolla özdeşleştirdiğimiz, ‘Kötülüğün, Karanlığın Prensi’ etiketlerini taşımak zorunda bırakılmış Baudelaire… ?Oysa zannımca bu sıfatlardan hiç de haz almayacağına varıyor insan mutlak iyinin ve mutlak kötünün olmadığını hayatı boyunca söyleyerek Baudelaire’in mutlaklığın yıkımında duran beynini düşününce…-

Yoldan ve yolculuktan övgüyle bahsetmesine rağmen ailesinin bir nevi zorla çıkardığı Hindistan yolculuğundan Reunion Adası’nda birkaç hafta geçirdikten sonra daralarak geri dönen şairin (bilen bilir ki daralmalar ne hayatına, ne şiirine uzaktır Baudelaire’in) en güzel şiirlerini bu yarım yolculuk sonrasında yazması değildir bilincime Baudelaire ve yolculuk ilişkisini doğuran.

2. Baudelaire değişmezliğe kimi zaman lanetlerini yollayarak onu ancak güzellikte var olacağını haykırır, onun güzelliği zamana, modaya bağlı, ana sıkışmış bir güzellik değil, estetikle de oldukça ilişik olan ebedi güzelliktir. Sanatı da yaşamı da bu güzelliğe ulaşma çabası olarak yaşayan şair, modernitenin bireyi özgürleştirmek şöyle dursun, dört bir yanını kuşatan an’ıyla karşılaştıkça zaman kavramına lanetlerini yollayarak kaçmaya, kuşatılmayacak olana ulaşmaya çabalar. Sürekli olarak çoklukta, ikilikte yaşayacağımızı ifade eden şair -zira bunun için bir ağacın verdiği iki meyvenin aynı cinste olsa dahi birbirinin aynısı olmadığı örneğini vermiştir- bir yandan gördüğümüzün ardından bir başka gerçek, bir birlik olduğunu düşünür. Bu düşünce, çelişkilerin, karşıtlıkların aynı anda barındığı felsefesini oluşturmasında etken olurken aynı zamanda hayatını bir yolculuk, bir arayış yapacak ve tatminsiz bir ömrün yapıtaşı olacaktır.

3. Evrendeki birlik düşüncesine baktığımızda Doğu diyarlarının büyülü mistiğiyle karşılaştığımızın farkına vardığımda düşünmemeden edememiştim; modernizmin kurucusu olarak sunulan Baudelaire esasen bir Doğu adamı mıydı, 19. yüzyılın yoğun iç dinamikli yaşamı yerine bir Zen ustasının, bir Budist rahibin yanında diyarında doğmuş olsaydı içindeki öfkeyi, huzursuzluğu atabilecek miydi… Bunlar bilinmez lakin kişileri insanlık tarihine miraslarıyla değerlendiren Batı’nın bunları düşünmemesi pek de anlaşılmaz değildir. Zira daraltıları ve sıkıntısı ruhuna mürekkebi vermiş, yaşadığı toplumun bireyi saran yalnızlığını görmüş, acı çekmiş, acı çekmiş ve acılarıyla üretmiştir Baudelaire.

“Hem bıçağım hem de yara
Hem yanağım hem de tokat
Hem kurbanım hem de cellat
Ezen ve ezilen çarkta”
Baudelaire

4. 9 Nisan 1821’de Paris Saint German Bulvarı, Staute Feuille Sokağı’nda doğan şairin kişiliğini ve yaşayacaklarını belki de en fazla etkileyecek olan 1827’de, babasının ölümünden sonra annesinin -daha sonra generalliğe kadar yükselecek olan- Binbaşı Aupick’le evlenmesidir. Kimi yazarlar, düşünürler tarafından Oidipus Kompleksi’yle açıklanacak olan ensest bir aşk olarak değerlendirilen annesine karşı duyduğu sevginin arasına bir engel olan üvey babasından o denli nefret edecektir ki Baudelaire, “Bir devrim olsa da General Aupick?i kurşuna dizsek” sözlerini duyacağızdır bir şiirinde. Baudelaire annesine gerçekten âşık mıydı bilemiyoruz fakat şiirlerinde açıkça annesinin etkilerine rastlayabiliriz. Lakin belki de altı yaşında bir çocuğun ihtiyacı olan ilgi ve sevgiyi bulamamış olmasıyla da açıklanabilecek freudyen nevrotik bir semptomla karşı karşıya olma ihtimalimiz de yok değil ya -burada Ah Muhsin Ünlü’ye gönderme yaparak “Freud diye bir şey yoktur,” diyor, devam ediyoruz- biz bunun incelemesini psikiyatriye bırakarak şairimizin yaşamından devam edersek, disiplin sorunları nedeniyle 1939’da okuldan atıldığını görüyoruz. (Bunun, eşcinsel olmamasına rağmen, olduğuna yönelik dedikodular çıkarmaya yönelik çabalarının etkisi olması büyük bir olasılıktır.) Bunun sonrasındaysa şairin hayatının yönünü belirleyecek ikinci olay olarak; ‘dönemin modası’ hukuk eğitimi için kendisine baskı yapan ailesine başkaldırarak Quartier Latin’de bohem hayatı tercih eden bir Baudelaire’le karşılaşırız. ?Ki başkaldırı da hiç de uzak bir öğesi değildir Baudelaire’in yaşamının.- Bir fahişeden frengi kapan Baudelaire’i ailesi tarafından tamamen reddedilince -başta bahsettiğimiz- Hindistan yolculuğuna çıkmak zorunda kalan şairimiz, bir yıl sonra 1842’de (Reunion Adaları’ndan) Paris’e döner.

Reşit olmasıyla babasının mirasını alma hakkı kazanan Baudelaire’in, har vurup harman savurduğu gerekçesiyle mirası geri almak için dava açan ailesi sonunda miras hakkını elinden alınarak ailesi tarafından velayet altına alınır. Tiyatrocu Jeanne Duval’le tanışan Baudelaire, aşkını yazdığı şiirlerle ifade ederken bir yandan da biçilmez bir mutsuzluk içindedir ki 30. Haziran. 1845’te tüm mal varlığını Duval’e bırakarak intihar kararı verir fakat daha sonra bu düşünceden vazgeçer. 1946’da Fransa Edebiyat Dünyası’nı sarsacak olan Kötülük Çiçekleri’ni yazmaya başlayan şair, 1947’de İngilizceden yaptığı çevirilerle, Fransa’yı Edgar Allen Poe’yla tanıştırır. 1848’de devrimcilerin yanında yer alan Baudelaire aradığını siyasi arenada da bulamayarak -zira içsel bir arayıştır onunki- siyaseti bir kez daha ilgilenmemek üzere bir köşeye fırlatır. 1851’de esrar ve şarapla yakınlaşan şairin sarhoşluk üzerine yazdıkları pek çokları tarafından bilinmektedir;

“Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu.

Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman?ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle?

Şarapla,
şiirle
ya da erdemle,
nasıl isterseniz.
Ama sarhoş olun.

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; ?Saat kaç?? deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: ?Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.?

C. Baudelaire – Paris Sıkıntısı

5. Topluma, ahlak kurallarına, romantizme ve realizme başkaldırılarla dolu yaşamında 1946’da yazmaya başlayıp 1 Haziran 1855?te Hippolyte Babou Revue des Deux Mondes dergisinde 18 şiirinin ilk kez Les Fleurs du Mals – Kötülük Çiçekleri başlığıyla 25. Haziran. 1957’de yayınlandığı, Théophile Gautier?e adadığı Les Fleurs du Mals – Kötülük Çiçekleri adlı şiir derlemesine 20. Ağustos. 1857’de, günümüzün terimiyle ‘ahlaka aykırılık’ davası açılacak, sonunda kitaptaki altı şiirin yayından çıkarılması ve para cezasıyla kotaracaktır Baudelaire. Aynı dönemde üvey babasının ölümü üzerine annesiyle yakınlaşmaya çalışan Baudelaire çok fazla alkol alması nedeniyle hastalanan J. Duval’i 1862’de kaybeder. Buarada 1860’da Yapay Cennetler adlı eseri yayınlanan sanatçı 1862’de, düzyazı şeklinde şiirlerden oluşan Le Spleen de Paris – Paris Sıkıntısı eseri yayınlanmış, otobiyografik Çırılçıplak Soyulan Yüreğim üzerinde çalışırken frenginin etkilerini daha fazla hissetmeye başlar. Aristokrat bir aileden olan Madame Sabatier’ye platonik olarak aşık olup ona şiirler yazan şair, aşkına karşılık veren kadına büyünün bozulduğunu söyleyerek onu reddeder.

“Güzel üslubun tutkunu aşığa kalabalıklar kin besler, bilirim; yine de, insanlığa saygılı olmak, edepli görünmek, işbirliği, kamuoyunu kazanmak gibi hiçbir uydurma, yapay düşünce beni çağımızın anlaşılmayan, acayip dilini konuşmaya, mürekkebe erdemi bulaştırmaya zorlayamaz.”
Baudelaire

Tüm bunların yanında bir sanat eleştirmeni de olan Baudelaire Delacroix’yı çok sevmekte, Constantin Guy’yi La Peintre de la Vie Moderne – Modern Yaşamın Resmi adlı makalesinde modern yaşamın ressamı ilan etmektedir. Fotoğraf sanatından hakikati ‘fazla’ gösterdiği için nefret eder ve fotoğraf hakkındaki düşüncelerini şöyle anlatır;

“Resim ve yontu alanında, ekâbiran takımının, özellikle de Fransa?da (ve her kim olursa olsun bunun tersini söylemeye cesaret edeceğini sanmıyorum) güncel amentüsü şu: ?Ben doğaya ve yalnızca doğaya inanıyorum (bunun için geçerli nedenler var). Sanatın tam bir doğanın yeniden üretimi olduğuna ve bundan başka bir şey olmadığına inanıyorum (ürkek ve ayrılıkçı bir tarikat tiksindirici doğal nesnelerin dışarıda bırakılmasını istiyor, bir lâzımlık ya da bir iskelet gibi). Böylece bize doğanın tıpkısı olan bir sonuç verecek sanayi ürünü mutlaka sanat olacaktır.? Öç alıcı bir tanrı bu kalabalığın dualarını kabul etti. Daguerre onun mesihi oldu ve o zaman kalabalık şöyle dedi: ?Mademki fotografi tıpkılık konusunda istenen bütün güvenceleri sağlıyor (buna inanmıyorlar, aymazlar!) sanat da fotografidir.? (?) Fotografi sanayi, öğrenimlerini tamamlayamayacak kadar yeteneksiz ya da tembel, bütün başarısız ressamların sığınağı olduğundan, bu evrensel düşkünlük yalnızca körleşmenin ve budalalığın izlerini taşımakla kalmıyordu, ama bir öç almanın da rengine sahipti. (?) Ama şuna eminim ki, fotografinin kötü uyarlanmış gelişmeleri, esasen bütün o salt maddi gelişmeler gibi, fransız sanatındaki yaratıcılığın, zaten onca az olan yaratıcılığın kurumasında fazlasıyla yardımcı olmuştur. (?) Eğer sanatın işlevlerinden herhangi birini üstlenmesinde fotografiye izin varsa, yığınların ahmaklığında bulacağı doğal ittifak sayesinde, çok geçmeden sanatın yerini alacak ya da onu tamamen yozlaştıracaktır.?

“Zaten doğada var olanı sunmak can sıkıcı ve gereksizdir. Bu da insanı tatmin etmez. Doğa çirkindir ve ben fantezimin canavarlarını, pozitif bayağılığa tercih ederim”
Baudelaire

6. Sanatı sanatçının beyninden süzülerek dışarıya yansıyan gerçeklik olarak ifade eden Baudelaire, sergi salonlarından dışlanan empresyonistleri över, akademizmi sevmez, imgelerin önemine ve sanatın üretiminde olması gereken spontaneliğe vurgu yapar. Ressam Manet ve karısıyla sıklıkla mektuplaşan Baudelaire saf ve yalın uslübuyla Manet’de kendi sanatının resimdeki karşılığını bulur. Hayran olduğu müzisyen olaraksa Wagner’la karşılarşırız. (17 Şubat 1860’da hayranlığını ifade ettiği mektubu yazar Baudelaire Wagner’a.)

İnsanın günahkâr olduğunu imlemesi üzerine V. Hugo’nun Fransız Şiiri’nde bir ürperti gezdirdiğini ifade ettiği Baudelaire hayatı boyunca hem yalnız bir yaşamı istemiş, hem yalnızlıktan, ‘bir’ken ‘bir olamamak’, ‘birliği’ yaşayamamaktan acı duymuştur. Metropollerin bir yandan insanları biraraya getirdiğini, bir yandansa birbirine yabancılaştırdığını ifade ederek modernizmi öncülerken eleştirisini ve varabileceği tehlikeli noktaları da göstermiştir.

24 Nisan 1864’te yurttaş duyarsızlığı ve alacaklılarından Brüksel’e kaçar Baudelaire. 15 Mart 1866’da Namur?deki Sain -Loups Kilisesi?ni gezerken felç geçiren şair 31 Ağustos 1867’de, Paris’te, arzu ettiği gibi annesinin kollarında, eserlerinin yanında Sartre’ın hakkında yazdığı bir kitabı, Victor Hugo’nun, Arthur Rimbaud’nun, Cahit Sıtkı Tarancı’nın ve birçok yazar ve düşünürün övgü dolu sözlerini bizlere bırakarak ölür avangard sanat ve edebiyatın çekirdeğini oluşturacak şair (lakin -dalga geçermişcesine- nefret ettiği üvey babasının yanına Paris Cimetière du Montparnasse’a gömülür.)

İNSAN VE DENİZ
Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.

Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin; ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.

Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin o iç hazinelerin?

Ama işte gene de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulamayan kardeşler!

Charles BAUDELAIRE
Çeviri: Orhan Veli KANIK

YOKSULLARIN ÖLÜMÜ
Ölüm, avutan da -ne çare ki- yaşatan da;
Hayatın sonu; yine de tek ümit, tek güven;
Bizi bir iksir gibi kavrayan, sarhoş eden;
Karda kışta, boralar, tipiler arasında.

Akşamlara kadar didinmek gücünü veren;
Parıldayan tek ışık, kapkaranlık dünyada;
Dört kitabın yazdığı o koskocaman handa
Mümkün artık doyup, dinlenip uyuyabilmen.

Sihirli parmaklarla, üstüne titreyerek,
Uykuların en güzelini getiren melek;
Yoksulun, çıplağın yatağını yapan eller.

Tılsımlı ambar; tanrıların şerefi, şanı;
Yoksulun dağarcığı ve en eski vatanı;
Bilinmedik göklere açılan tâk-ı zafer.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Orhan Veli KANIK

ALBATROS
Sık sık eğlenmek için gemi adamları,
yakalarlar albatrosları, koca kuşları denizlerin,
geminin izindeki, miskin yoldaşları,
uçurumlarında kayan iç yakan genizlerin
bırakıldıklarında döşemelerin üstüne,
maviliklerin bu yeteneksiz ve çekingen kralları,
unuturlar iki yanda, gariban bir halde
bir çift kürek gibi, o büyük beyaz kanatları
bu kanatlı seyyah, böylesine acemi ve bitkin!
biraz evvel ne kadar güzel idi, şimdiyse komik ve çirkin!
biri, suretyakanıyla (*) gagasını sinir eder!
uçuyordu ya demin bu âciz, öteki aksayarak yapar taklidini!
şairdir, bulutların prensine benzeyen
fırtınalarla görünüp, okçularla (**) alay eden;
yuhalamalar arasında dünyaya sürülen,
devasa kanatlarıdır, rahatça yürümesini engelleyen.
Charles BAUDELAIRE
Çeviren : Reha YÜNLÜEL
Şiirin Aslı : L’albatros
(*) bir tür kısa pipo.
(**) Aynı zamanda Eski Rejim döneminde bir tür kolluk.
Çevirenin Notu: Bu çeviride vezin dikkate alınmamıştır.

ALIP GÖTÜREN KOKU (Parfum Exotique)

Gözlerim kapalı, bir sonbahar akşamında;
Sıcak göğsünün kokusunu içime çeker,
Dalarım; gözlerimden mesut kıyılar geçer,
Hep aynı günün ateşi vurur sularına.

Sonra birden görünür baygın, tembel bir ada;
Garip ağaçlar, hoş meyveler verir tabiat;
Erkeklerin biçimli vücutlarında sıhhat
Ve bir safiyet kadınların bakışlarında.

O güzel iklimlere sürükler beni kokun;
Bir liman görürüm, yelkenle, direkle dolu;
Tekneler, son seferin meşakkatiyle yorgun.

Burnuma kadar gelen hava kokular taşır.
Yemyeşil demirhindilerden gelen bu koku
İçimde gemici şarkılarına karışır.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Orhan Veli KANIK

ÂŞIKLARIN ÖLÜMÜ
Yatağımız olacak, hafif kokuyla dolu,
Divanımız olacak, bir mezar gibi derin;
Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin
O garip çiçekleri süsliyecek konsolu.

Son sıcaklıklarını sarfedecek hovarda,
Birer ulu meşale olacak kalblerimiz;
Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz
İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda.

Pembe, lâhuti* mavi bir akşam saatinde,
Veda’la dolu, uzun bir hıçkırık halinde
Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri;

Nihayet kapıları biraz aralıyarak,
Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak
Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri.

*Lâhuti: İlahi, Tanrı alemine ait, Rabbani.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Sabri Esat SİYAVUŞGİL

BALKON
Hâtıralar annesi, sevgililer sultanı
Ey beni şâdeden yâr, ey tapındığım kadın.
Ocak başında seviştiğimiz o zamanı,
O cânım akşamları elbette hatırlarsın.
Hâtıralar annesi, sevgililer sultanı.

O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!
Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen
Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman!
Ne söylediysek çoğu ölmeyecek şeylerden!
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!

Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!
Kâinat ne derindir, kalp ne kudretle çarpar!
Üstüne eğilirken ey aşkımın pınarı,
Sanırdım ciğerimde kanının kokusu var.
Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!

Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.
Seçerdim o karanlıkta gözbebeklerini
Mestolur, mahvolurdum nefesini içtikçe
Bulmuştu ayakların ellerimde yerini.
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.

Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak;
Yeniden yaşadığım, dizlerinin dibinde
O “mestinâz” güzelliğini boştur aramak,
Sevgili vücudundan kalbinden başka yerde,
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak;

O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler,
Dipsiz bir uçurumdan tekrar doğacak mıdır?
Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler.
Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır.
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler!

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Cahit Sıtkı TARANCI

ÇALAR SAAT
Çalar saat! uğursuz Allah, korkunç, bir karar,
Parmağı bizi tehdit eder, bize der: “Hatırla!”
Bir hedefteymiş gibi dikilecek yakında
Dehşet dolu kalbinde ürpermiş ıstıraplar;

Kaçacak ufka doğru o buharı andıran
Zevk, kulisin nihayetinde bir rakkas gibi;
Her insanın bütün ömrü boyunca nasibi
Nimeti bir parça yiyor senden de her an.

Ve saniye, üçbin altıyüz kere saatte
Fısıldıyor: Hatırla! Hatırla! – Koşan böcek
Sesiyle, şimdi der: Ben ‘Geçmiş Zamanım’ gerçek,
Ve emdim kirli hortumumla ömrünü işte!

‘Remember!’ Hatırla ey sefih! ‘Esto memor!’
(Aşinasıdır hançerem bütün lisanların.)
Dakikalar o külçelerdir ki fani çılgın,
Altınını almadan atmaması doğrudur!

‘Hatırla’ ki zaman muhteris bir kumarbazdır
Hilesiz kazanır, bu bir kanun, her koyuşta.
Gün sona eriyor; gece büyüyor; hatırla
Susuzdur her girdap; su saati boşalır.

Yakında çalacak saat ve ilâhî kader,
Ve şan dolu Fazilet, henüz bâkire zevce,
Ne nedamet o dahi (ah! son misafirhane!)
Ve hepsi diyecek: “Vakit, koca ödlek! geber!”

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Ahmet Muhip DRANAS

ÇOKLUKTA BİRLİK
Bir tapınaktır doğa, sütunları canlı;
Anlaşılmaz sözler duyulur zaman zaman.
Sembol ormanları içinden geçer insan;
Tanıdık bakışlar süzer gibidir sizi.

Bir derin, bir karanlık birlik içinde,
Aydınlık kadar sonsuz, gece kadar geniş,
Uzaktan söyleşen uzun yankılar gibi,
Renkler, sesler, kokular karışır birbirine.

Kokular vardır çocuk tenlerinden taze;
Obua sesinden tatlı, çayır gibi yeşil;
Kokular da vardır azgın, zengin, gürül gürül.

İnsana sonsuz şeylerin tadını veren,
Misk, amber, aselbent, buhur gibi kokular,
Duyuları, düşünceyi alıp götüren.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Sabahattin EYÜBOĞLU

DÜŞMAN
Tükendi gençliğim karanlıklarda,
Çılgın fırtınalarda ve yağmurlarda;
Güneş bazan açtı, kapandı derhal
Bahtımın yazgısı karanlıklarda;
Öyle harap ettiler ki gönül bahçemi
Dallar hep kırıldı, yapraklar yerde
Kuytularda birkaç meyvesi kaldı…
İşte ulaştım güz aylarına
Fikirler sararmış yapraklar gibi;
Kullanmalı artık her bir aleti
Küreği, tırmığı ve ötekileri,
Düzeltip onarmak için yeniden
Bahçemdeki bütün harap yerleri
Suların basıp da oyup açtığı
Kocaman çukurları mezarlar gibi…
Hayal ettiğim yeni çiçekler,
Acaba bulurlar mı kimbilir,
Ardıç kuşlarının bulduğu gibi
Güç alabilecekleri her bir gıdayı,
Gizemli gıdayı, özlü gıdayı
Bu sulak topraklarda. Bu hoş havada.
Ey acı! Ey acı! Yiyip bitiriyor hayatı zaman,
Ve yüreğimizi kemiren düşman
Bu anlaşılmaz, bu garip düşman
Büyüyüp güçleniyor kanlarımızla
Durmadan kaybettiğimiz kanlarımızla.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Şevket SEYDİALİOĞLU


DÜŞMAN
Gençliğim bir karanlık fırtına oldu,
Birkaç yerinde parlak güneşler açan;
Öyle harap çıktım ki bu fırtınadan,
Bahçemde kızarmış tek tük meyve kaldı.

İşte fikirlerin güzüne ulaştım,
Suyun mezarlar gibi çukur açtığı
sel basmış toprakları durmayıp gayrı,
Kürekler, tırmıklarla onarman lazım.

Boyatacak mı ki sırrî gıdayı bulup
hayal ettiğin yeni çiçekler acap
Bir kumsal gibi yıkanmış bu topraklardan

-Ey acı! ey acı! Zaman ömrü yiyor,
Ve kalbimizi kemiren sinsi düşman
Kaybettiğimiz kanla gelişip büyüyor!

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Ahmet Muhip DRANAS

GÖNÜLLÜ ÖLÜ
Koyu bir çamur bulup solucanlara uysam,
Bir derin çukur kazsam cânım için cihanda,
Serip kart kemikler’mi, bi yatsam, bi uyusam,
Bataklığa gömülmüş timsah gibi nisyanda.

Nefretim vasiyetler, nefretim kabirler tüm.
Avuç açacağama bidamlacık yaş için,
Sağken, akbabaları başıma üşürürüm,
Gölkanlara belensin o cenabet cesetim!

Kurtlar, gözsüz-kulaksız, benim kankardeşlerim,
Bolahenk feylesoflar, daldölleri leşlerin,
İşte size bir ölü, güloynar ve gönüllü!

Örenimin üstünde fırdönün gönlünüzce!
Var mı ölümden öte ölüye bir işkence,
Ölümü seçmiş madem ölülerle bu ölü?

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Can YÜCEL

GÜZEL GEMİ
Ey güzeller güzeli, sana demem o ki,
Binbir ışıkla renk bezemiş gençliğini;
Çizmek isterim resmini tez,
Kucak kucağadır orada ilkyaz ve güz.

Andırır havada savrulan eteklerin,
O ince, upuzun, güzel gemilerin
Vuruşunu açığa, uzak;
Ardından bir uyumun, bezgince, yumuşak.

Üstünde boynunun, omuzlarının, dimdik,
Yükselir başın bir alımla görülmedik;
Taçla süslü bir bakış soğuk,
Yürür gidersin yolunda sen, göksel çocuk.

Ey güzeller güzeli, sana demem o ki,
Binbir ışıkla renk bezemiş gençliğini;
Çizmek isterim resmini tez,
Kucak kucağadır orada ilkyaz ve güz.

Göğsün ki başlar ve yuvarlaklaşır gittikçe,
Göğsün ki görülmedik en eşsiz çekmece,
Aydınlık ve yuvarlak bir düş,
İki kalkan onlar, şimşekler vurmuş;

O çıldırtan göğsün süslü pembe güllerle,
Saklandığı gizlerin, dolu nelerle,
Eskimiş şaraplar ve ıtır,
Orada duymak ve düşünmek sayıklamaktır.

Andırır havada savrulan eteklerin,
O ince, upuzun, güzel gemilerin
Vuruşunu açığa uzak
Ardından bir uyumun, bezgince, yumuşak.

O soylu bacakların senin avlamakta,
Çılgınca istekleri, etekler ardında,
Aranan özsuyudur aşkın,
Süzülmüş tortulardan karanlıkların.

Kolların, yeni yetme erkekleri saran,
Başka mı ki uzun ve parlak yılanlardan,
Sarar âşığını sımsıkı,
Hep sende duracak o iz, çıkartma tıpkı.

Üstünde boynunun, omuzlarının, dimdik,
Yükselir başın bir alımla görülmedik,
Taçla süslü bir bakış soğuk,
Yürür gidersin yolunda sen, göksel çocuk.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Sabahattin Kudret AKSAL

HORTLAK
Canavar bakışlı ruhlar gibi
Yatağına geleceğim tekrar;
Süzüleceğim yanına kadar,
Dört yanım gecenin gölgeleri.

Öpecek, öpeceğim, esmerim,
Seni aydan soğuk öpüşlerle,
Nasıl sürünür, bir gibi yerle,
Yılan; seni öyle seveceğim.

Vakta ki soluk bir gün doğacak
Boş bulacaksın yattığım yeri,
Ki bütün gün soğuk kalacaktır.

Hayatın, gençliğin üzerinde
Sevgiyle hükmeder başkaları,
Bense hükmedeceğim, dehşetle.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Orhan Veli KANIK

İÇE KAPANIŞ
Derdim: yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam,
Siyah örtülere sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten, kimine gam.

Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte;
Toplasın acı meyvesini nedametin
Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.

Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler
Eski zaman esvaplariyle eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güleryüzle, sulardan.

Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Sabahattin EYÜBOĞLU

MAESTA ET ERRABUNDA (HÜZÜN VE SERSERİ)

Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan
Bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra?

Hey trenler, vapurlar beni burdan götürün!
Ne var gözyaşlarından çamurlar yuğuracak?
Arasıra der mi ki Agathe’ın ruhu, üzgün,
“Nedametten, azaptan ve ıstıraptan uzak
Hey trenler, vapurlar, beni burdan götürün.”

Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet,
Ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer,
Ey her ruhun içinde bulunduğu saf şehvet,
Ey bir ömür boyunca gönül verilen şeyler!
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet!

Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların,
O koşuşlar, şarkılar, o demetler, buseler,
İnildeyen kemanlar arkasında sırtların,
Akşam, korkuluklarda şarap dolu kâseler,
– Âh o yeşil cenneti çocuksu sevdaların!

O bilinmez zevklerin yüzdüğü mâsum belde?
Çok daha uzakta mı yoksa Çin’den, Maçin’den?
Beyhude bir arzu mu inildeyen dillerde,
Canlanan bir hayal mi billûr sesler içinden,
O bilinmez zevklerin yüzdüğü mâsum belde?

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Sait MADEN

PORTRE
Hastalık ve ölüm çevirir küle
Bütün ateşleri bizim’çin yanan.
Aşk ve şevk dolu bu iri gözlerle,
Kalbimin boğulduğu bu ağızdan,

Bu öpüşten merhem gibi etkili,
Bu coşkudan bir ışık kadar keskin,
Ne kalır? Ruhum, bu dehşet verici!
Sadece üç çizgi, soluk bir resim,

Ölür, benim gibi bir yalnızlıkta,
Ve zaman, o küfürbaz ihtiyar ki,
Sürtünüyor her gün sert kanadıyla…

Hayat ve Sanatın kara katili,
Öldürmeyeceksin bende kalanı
Zevkim ve şanım olan kadını!

Charles BAUDELAIRE
Çeviri: Ahmet NECDET

SEYAHATE DAVET
Kardeşim, yavrum,
Sana benzeyen bir yer
Düşünüyorum;
Gidip orda beraber
Yaşamanın, sevmenin,
Sevmenin ve ölmenin
O yerde bir gün,
Saadetini düşün.
Karışık göklerinin
Islak güneşlerinde,
O hain gözlerinin,
Bol yaşları içinde
Daima parıltılı
Gözlerinin esrarlı
Cazibesi var.

Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
İntizam ve güzellikten ibaret.

Üstünde güya
Senelerin cilası
Parlayan eşya
Süslerdi odamızı;
Bu bulunmaz çiçekler,
Kokularını amber
Kokularına
Mezcederdi boyuna!
Orda tavanlar zengin,
Ve derindir aynalar;
Her köşede sevdiğin
O şark ihtişamı var.
Her şey kendi dilince
Ses verir bize;
Ve kalbini gizlice
Gösterir bize.
Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
İntizam ve güzellikten ibaret.

Bir baksaydın bu
Kanallarda ne kadar
Serseri ruhlu,
Uyuyan gemiler var;
Hem gidermek içindir
İnan ki en küçük bir
Arzunu, onlar
Uzaktan geliyorlar.
O akşamlarda gurup,
Tarlalar ve kanallar
Ve bütün şehri yakut
Ve altınlara boğar.
Orda kainat hulya
İle sarhoştur,
Sıcak, sıcak bir ziya
İçinde uyur.

Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
İntizam ve güzellikten ibaret.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Cahit Sıtkı TARANCI

SONUÇ
Gönlüm rahat, çıktım dağın tepesine,
Hastane, hapisane, kerhane, araf, cehennem,
Kent görünüyor tüm genişliğince,

Çiçekler gibi açar tüm aykırılıkları.
Boşuna gözyaşı dökmeye gitmezdim oraya,
Sen de bilirsin, ey Şeytan, kırık umutlarımın anası;

Kocamış bir kadının kocamış belalısı gibi
Sarhoş olmak isterdim o koca orospuyla,
Cehennem büyüsü gençleştirirdi beni.

Sabah yataklarında uyu daha gönlün dilerse,
Ağır, karanlık, nezleli, gönlün dilerse dolaş
Altın işlemeli akşam perdelerinde,

Seviyorum seni, rezil başkent! Orospular
Ve haydutlar, sunduğunuz hazlar sonsuz,
Yazık ki anlamaz bayağı inançsızlar.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Tahsin YÜCEL

SÖYLEŞİ
Siz aydınlık, kızıl bir güz göğüsünüz,
Benimse içimde hüzün dalga dalgadır.
Ve üzgün dudaklarımın üstünden deniz
Çekilirken buruk anılar bırakır.

-Cansız göğsümde elin boşa dolanıyor;
Yaralı… ve sızlıyor dokunduğun o yer,
Kadınlar pençeleyip dişledi, kanıyor,
Arama, hayvanlar yüreğimi yedi.

Davul gibi gümleyen bir saray bu yürek,
Ayyaşların, canilerin hora teptiği!
-Tadıyor çıplak boynunu koku, yüzerek!..

Ey güzellik, ruhların çakıllı düveni!
Diyorsun, bu kanlı yürek yok olup bitsin,
Kalanı alev gözlerin yakıp kül etsin!

Charles BAUDELAIRE
Çeviri: Erdoğan ALKAN

YABANCI
-En çok kimi seviyorsun garip yabancı?
Anneni mi, babanı mı, kardeşlerini mi?
-Ne annem var, ne babam, ne de kardeşlerim.
-Vatanını mı?
-Nerde olduğunu bile bilmiyorum.
-Yoksa parayı mı?
-Nefret ederim ondan.
-O halde neyi seversin esrarlı yabancı?
-Bulutları severim.
Karşıdan gelen ve karşılara giden bulutları.

Charles BAUDELAIRE
Çeviri: Ayhan HÜNALP

YIKIM
Durmadan kımıldanır iki yanımda Şeytan,
Yüzer çevremde ele gelmeyen hava gibi.
Duyarım ciğerimde onu yanan, tutuşan
Sonsuz, tedirgin salar içime istekleri.

Ara sıra bilip sanata düşkünlüğümü
Döner en güzel kadınlara döner dünyada.
Aldanıp sudan sözlerine tanrının günü,
Alışır dudaklarım en alçak şuruplara.

İşte böyle giderim, Tanrı gözünden ırak,
Yorgun, tedirgin, soluk soluğa ağlıyarak
Issız, derin Can sıkıntısı ovalarına.

Atar böylece şaşkınlık dolu gözlerime
Kirli giysiler, açılmış yaraları sonra,
Korkunç Yıkım’ın kanlı takımını yıllarca!

Charles BAUDELAIRE
Çeviren: Abdullah Rıza ERGÜVEN

(Recueil : Les fleurs du mal) L’albatros

Souvent, pour s’amuser, les hommes d’équipage
Prennent des albatros, vastes oiseaux des mers,
Qui suivent, indolents compagnons de voyage,
Le navire glissant sur les gouffres amers .

A peine les ont-ils déposés sur les planches,
Que ces rois de l’azur, maladroits et honteux,
Laissent piteusement leurs grandes ailes blanches
Comme des avirons traîner à côté d’eux.

Ce voyageur ailé, comme il est gauche et veule !
Lui, naguère si beau, qu’il est comique et laid !
L’un agace son bec avec un brûle-gueule,
L autre mime, en boitant, l’infirme qui volait !

Le Poète est semblable au prince des nuées
Qui hante la tempête et se rit de l’archer ;
Exilé sur le sol au milieu des huées,
Ses ailes de géant l’empêchent de marcher.
Charles BAUDELAIRE
Reha YÜNLÜEL çevirisi ile Albatros

Charles Baudelaire’ın Yaşam Öyküsü
1821’de Paris’de doğdu. Mutsuz bir çocukluk geçirdi. Babası 1827’de öldü. 1839’da okuduğu okuldan disiplinsizlik yüzünden atıldı. Hukuk öğrenimi görmeye zorlanan Baudelaire, buna başkaldırarak Quartier Latin’de bohem bir hayatı seçti. Burada Frengiye yakalandı. 20 Yaşında Hindistan’a gitmek üzere yola çıktı. 1842?de Fransa?ya döndü. Sonradan metresi olan Jeanne Duval ile tanıştı. Babasının mirasını aldı ancak bu parayı hesapsızca harcadığı için ailesi miras hakkını geri aldı.
1846’dan sonra Kötülük Çiçekleri kitabına girecek şiirlerini yazmaya başladı. 1847’de Edgar Allan Poe’yı keşfetti ve eserlerini Fransızcaya çevirmeye başladı. 1848’de devrimcilerin yanında yer aldı. 1857’de Les Fleurs du Mal (Kötülük Çiçekleri) (Elem Çiçekleri) kitap olarak yayınlandı, içindeki altı şiir kamu ahlâkına aykırı bulunduğu için Baudelaire hakkında dâvâ açıldı.

1860?da Yapay Cennetleri yayınladı. Bu eserde de uçlarda gezinen bir kişilik sergiledi. Bir tür otobiyografi olan Çırılçıplak Soyulan Yüreğim üzerine çalıştığı ve 1862?de “Paris Sıkıntısı” adıyla düzyazı şiirlerini yayımladığı sırada frenginin yan etkileri giderek kendini daha fazla hissettirmeye başladı. İki yıl kaldığı Belçika?dan dönüşünde felç olan sanatçı 31 Ağustos 1867 tarihinde Paris’te 46 yaşındayken öldü. Mezarı Paris Cimetière du Montparnasse’dadır.
Yaşadığı dönemde kurulmakta olan modern Paris’in metropol yaşantısı üzerine inşa ettiği edebiyatı ve eleştiri yazıları modernist estetiğin habercisi sayılır. Şiirlerini derlediği Kötülük Çiçekleri (Les Fleurs du Mal-1857) ve Paris Sıkıntısı (Le Spleen de Paris-1869), Rimbaud’dan Mallarme’ye, Yahya Kemal ve Cahit Sıtkı Tarancı’ya kadar pek çok şairin çarpıldığı, 20. yüzyıl edebiyatının en etkili kılavuzları olur. Gerek klasik geleneğe, gerekse egemen çağdaş zihniyetlere karşı isyanı ve gerçekliğe kafa tuttuğu imgelemi, zamanında şiirlerinin yasaklanmasına kadar varan düşmanlıklar uyandırır. Sonradan bu başkaldırı ve imgelem, avangard sanat ve edebiyatın çekirdeğini oluşturacaktır.

Eserleri
Les Fleurs du Mal (Kötülük Çiçekleri, 1857)
Les Épaves (Enkaz/Yıkım,1866)
Le Spleen de Paris (Paris Sıkıntısı, 1869, ö.s.)

“Nefret o kalpten bu geniş ve karanlık boşluğa.”
“Bir sanatçı ancak iki niteliğini hiç bir biçimde göz ardı etmiyorsa sanatçıdır. Bu iki nitelik , aynı anda hem kendisi hem de bir başkası olabilme gücüdür.”
Yaşam Öyküsü http://tr.wikipedia.org/wiki/Charles_Baudelaire sitesinden alınmıştır.

2 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir