Küba Yazarlar Birliği Başkanı Nancy Morejón ile Küba Edebiyatı üzerine bir söyleşi – Cüneyt Göksu

Küba Kültürü, İspanya ve Afrika kültürlerinin bir arada olduğu çok güçlü bir bileşimdir ve melezdir. Dışarıdan bakıldığında bazen İspanyol, bazen de Afrika?nın baskın olduğu düşünülürse de aslında herhangi birinin ötekine baskın olması kesinlikle söz konusu değil.

Nancy Morejón, Küba?nın ulusal lideri, edebiyatçı, şair, José Martí?yi yetiştiren topraklarda, Küba?da, 1944 Ağustosu?nda dünyaya geldi. Küba?da devrimin olduğu yıl henüz 14 yaşındaydı. Devrimden iki yıl sonra da ilk şiir antolojisi yayımlandı. Karayipler?in ilk siyahî kadın edebiyatçısı olduğunu vurgulayan Nancy, bunun devrimle gelen önemli bir fırsat olduğunun da altını çiziyor. Şanslıyız ki, Nancy?nin bu özellikleri onu İstanbul?a 2009 TÜYAP Kitap Fuarı?na kadar getirdi.

Nancy, tütün işçisi bir babanın ve terzi annenin tek çocuğu olarak Havana?da dünyaya geldi. Anne tarafı köklerinin Çin ve Avrupa?ya kadar uzanması, babasının da Afrika kökenli olmasının getirdiği çok kültürlülük onun bütün edebi eserlerine, özellikle şiirlerine yansıdı. 14 yaşında tanıştığı Devrim, ona daha önce hiç ulaşamadığı ve onun gibilerin dışlandığı, eğitim, kültür ve sanatsal faaliyetlerin kapısını araladı.
Havana Üniversitesi?nde Fransız Dili ve Edebiyatı eğitimi aldı. Arthur Rimbaud, Paul Éluard, René Depestre gibi birçok Fransız edebiyatçının eserlerini Küba?ya kazandırdı. Küba Komünist Partisi?nin aktif bir üyesi olmamasına karşın, hem devrimin onun entelektüel hayatına kattıklarının hem de kendisinin ülkenin entelektüel birikimine yapacağı katkıların farkındaydı. Küba?yı terk eden meslektaşlarının aksine, o köklerine, özellikle de Afrikalı geçmişine bağlı kaldı.
Bugün gelinen noktadaki durumu ?Yeni Dünya?da artık öz İspanyol ya da Afrika denilen bir şey yok; biyolojik ve kültürel olarak yaşanan birleşmenin sonucu her ikisinin de özelliklerini taşıyan yeni Afro-Hispanik kültürden bahsedilebilir? diyerek anlatan Nancy?ye göre, kendinden önceki dönemde, Afro-Hispanik kadınlar ırk, cinsiyet ve sosyal sınıfları nedeniyle zaten yokmuşcasına yaşıyorlardı, edebiyat alanında olabilmeleri de sözkonusu bile olamazdı.
Nancy 7 yıl boyunca Latin Amerika Edebiyat Birliği Karayipler Bölümü?nün yöneticiliğini yaptı. Küba ve Birleşik Devletler arasındaki seyahat olanaklarını neredeyse olanaksızlaştıran Bush yönetimine kadar da BD?ye sık sık giderek üniversite ve enstitülerde ders ve seminerler verdi. Çalışmalarının büyük bölümü 2003 yılında, BD?de Wayne State Üniversite Yayınları adlı yayınevince basıldı.
Halen Küba Yazarlar Birliği Başkanı olan Nancy Morejon ile José Martí Küba Dostluk Derneği?nde buluşup konuştuk. İstanbul?a yaptığı bu ziyaretin ona Nâzım Hikmet?i hatırlattığını söyleyen Nancy?ye göre, Küba ve Türkiye arasındaki ilk kültür bağı Nâzım. Nâzım?la hem Küba?da, hem de Arjantin?de karşılaşma fırsatı bulmuş. Nancy?nin Türkiye ile ilgili ilk düşünceleri de bu dönemde ortaya çıkmış. Türkçe?de ilk duyduğu kelime ?Memet? olmuş, Nâzım?ın oğlunun ismi…

»Küba kültürü nedir, nasıl tanımlarsınız? Nasıl ortaya çıkmıştır, tarihçesi nedir? Bu kültürün oluşumu ve gelişiminin sizin üzerinizdeki etkileri neler?
Küba kültürü, çokkültürlü olarak tanımlanabilecek Karayip kültürünün bir parçası. Nikolas Gianni de bu köklü kültürün en güzel temsilcilerinden biri. Çok kültürlü olunmasının bir temel nedeni bu bölgenin yüzyıllar boyunca, İspanyollar ve batılılar tarafından sömürge olarak kullanılmış olması.
Sadece İspanyol kâşif Kristof Kolomb?un değil, Fernando Ortiz ve Alman Alexsandar Rumbo?nun da bu çokkültürlülüğe katkıları büyük. Kolomb?un bu bölgeyi, Küba topraklarını, keşfedip keşfetmediğine dair Küba?da, 1992?de büyük bir tartışma oldu; öyle ki sonuçta, Kolomb?un aslında adayı ziyaret eden bir turist olduğuna karar verdik. Şimdi İstanbul?da bulunduğum için kendimi kentinizi keşfetmiş biri sayabilir miyim? Ya da İstanbul?un hepsi benim dersem mantıklı olur mu? Bir yeri keşfetmekle, işgal etmek arasında önemli bir fark var. Kolomb yalnızca bir kâşifti ve işgalcilerden biri değildi. Zaten öldüğünde de çok yoksuldu. Kolomb?dan sonra adaya Vali olarak gönderilen Velasquez gerçek bir işgalciydi.
Topraklarımızda bulunan ikinci önemli kaşif ise Rumbo adlı bir Almandı. Antil Adaları?nın antropolojisini, arkeolojisini keşfederek önemli bir hizmette bulundu. Yazdığı kitap sayesinde kendimize ait bilinmeyen birçok konuyu öğrenmiş olduk. Antropolog, avukat ve dilbilimci üçüncü kâşif de Ortiz. İki yıl kaldığı Küba?da, bizim gözümüzde, Küba?yı gerçekten keşfeden bir kâşif oldu. Ortiz?in keşifleri Afrika kültürünün Küba kültüründe edindiği yeri betimlemesi açısından çok önemli. ?Köle Siyahîler? adında yazdığı bir kitabı var. Bu kitaptan kölelik tarihiyle siyahîlerin dini inançlarının değişimi arasındaki bağı ele alınıyor.
Baskıcı kölelik sistemi, Afrika kökenli inanç sistemlerini de zorla değiştirmeye çalışmıştı. Nikolas Gianni de bu karmaşık yapının çözümleyicisi ve Ortiz?in izleyicisi oldu. Alberto Gómez de José Martí?nin yakın arkadaşı olarak Küba tarihinde yer alıyor. Dolayısıyla, Ortiz, Gómez ve Martí Küba Kültürü?nün temelini oluşturan adlar olarak karşımıza çıkıyor.
Küba Kültürü, İspanya ve Afrika kültürlerinin bir arada olduğu çok güçlü bir bileşimdir ve melezdir. Dışarıdan bakıldığında bazen İspanyol, bazen de Afrika?nın baskın olduğu düşünülürse de aslında herhangi birinin ötekine baskın olması kesinlikle sözkonusu değil. Irkların ve kültürlerin harmanlandığı tam bir bileşim. Ülkemizde en batıdaki Pinar del Rio?dan en doğudaki en uzak köşeye kadar herkes İspanyolca konuşuyor. Sadece Sierra Maestralar farklılık gösteriyor. Orada Haiti?den kaçan göçmenlerle şekerkamışı hasadında mevsimlik çalışmaya gelenler farklı bir dil konuşuyorlar. Santiago de Cuba?da Haiti anadilinin konuşulduğunu da görebilirsiniz ama bunlar anadillerinin yanısıra İspanyolca?yı da iyi bilirler. İşin özü, Küba?da doğan herkes Kübalıdır; ikinci, üçüncü nesil gibi ayrımlar yoktur. Bu yüzden Latin Amerika edebiyatıyla doğrudan ilgimiz var çünkü aynı dili konuşuyoruz. Giani Afrika ve İspanya köklerimizi en iyi sentezleyen bir ulusal şairimizdir. O, İspanya?dan gelen Avrupa kültürünü de hiç reddetmedi. Ama eserlerinde asıl odaklandığı nokta Afrika-köle kültürü. Küba kültürü tarihine yakından baktığımızda, bütün bir 19. yüzyılın kölelikten kurtuluş ve ulusal mücadele için harcandığını görürüz.
Babası Kanarya Adaları?ndan gelen bir polis olan José Martí, adaya geldiğinde henüz 8 yaşında bir çocuktu. İlk gördüğü şey kamçılanan siyahîlar oldu ve bu gördüklerini hayatı boyunca hiç unutmadı. Zaten ilk kitabı da bununla ilgili. 1800?lerin sonundaki savaş dönemi aslında Küba ulusunun temellerinin atıldığı dönem olarak adlandırılır. José Martí ve Antonio Maceo bu dönemi niteleyen iki önemli figürdür. O dönemde köle ticaretini İngilizler yapıyordu. O dönemde görülen birçok karşı hareket kölelik düzenine değil, aslında kölelerin getirilişine karşı çıkmak üzere yapılıyordu. Asıl devrimci hareket köleliğe topyekûn çıkanlar tarafından başlatıldı. José Martí?nin bir sözü bu hareketin tam anlamını ortaya koyar: ?Bir Kübalı, bir beyazdan, siyahtan ve melezden daha üstündür.? Bu sözle Martí, Küba?nın bütün bu ırkların karışımından oluştuğunu ve birbirine üstünlük sağlayamayacağını vurgular. İşte tüm bunlar Küba ulusu ve kültürünün de oluşum temelleridir.
Geçen yıl Küba edebiyatının 400. yılı kutlandı. Bu süreçte José Martí?nin, Nicholas Giani?nin, komünist birçok şairin bugünkü beni oluşturduğunu söylemek mümkün. Şiir bizim için bir bayrak gibidir. Örneğin Martí?nin şiirleri Moncada Kışlası Baskını?nın tetikleyicisidir.

»Babanız gemici olduğundan BD?ye gidip gelirmiş ve jazz müziği çok severmiş. Jazz?ın yaptığınız edebiyata etkisi oldu mu?
Babam bir zamanlar Louis Armstrong?la çaldığını da söylerdi. Nat King Cole da dinlerdi ama jazz?ın edebiyatıma etkisi olduğunu söyleyemem. Küba kültürünün özünü Küba müziği belirler. Küba müziği, jazz?ı etkilemiş olabilir. Örneğin; Birleşik Devletler?de kullanılan konga vurmalı çalgısının da, Küba tamburundan geldiği söylenebilir. O enstrüman da Afrikalı kölelerle Küba?ya ulaşmıştı. Giani?nin şiirlerinde sokak çalgılarının motiflerini görüyoruz. Aslında ?Kübanidad? denilen bir bileşimden söz edilebilir: Tambur Afrika?dan, gitar İspanyollar?dan, ud Araplardan? Bunların tamamının çalındığı bir ülke düşünün.

»José Martí ve Maceo?nun 19. yüzyıl edebiyatına etkisini görüyoruz. Peki Che, Fidel gibi çağdaş liderlerin edebiyata etkileri nedir?
Küba edebiyatının da bugünkü çağdaş yaşamı yansıtan bir edebiyat olduğunu düşünüyorum. Hikâyecilerimizin Hemingway?den ve Marquez?den etkilendiğini söylemek mümkün. Casa De La America?nın (Amerikan Evi) bu konuda oldukça fazla çalışması var. Buradaki belgelerde ve kolajlarda Küba edebiyatının etkilendiği olguları görmek mümkün. Che ve Fidel sadece edebiyatımızı değil bütün hayatlarımızı etkilemiştir. Che bir efsanedir ve bugün bile dünya için yaşamasına ihtiyaç vardır. Edebiyat ve resim sanatında 1960?lardan beri, Che ve Camilo konulu çok fazla eser verildi, veriliyor. Onlar birçok sanatçıya esin kaynağı oldular, olmayı da sürdürüyorlar. Örneğin, ben Camilo?nun bağımsızlık savaşında Pinar del Rio?da bulunmasından oldukça etkilenmiştim. Bu nedenle, anma etkinliklerinde onun şiirlerini okumayı hâlâ sürdürüyorum.

»Bush yönetimine kadar BD?ye kültürel etkinlikler için gidip geliyordunuz. Fakat Bush?un seyahat yasaklarından sonra bu yolculuklara önemli sınırlamalar getirildi. Yeni Başkan Obama?nın Afro-Amerikan kökenli olmasının Kübalı edebiyatçıların BD?ye yapacakları yolculuklara bir kolaylık getireceğini düşünüyor musunuz ?
Irak savaşı süreci neo-faşist bir süreçti. Bush diyalog için bütün olanakları yıktı. Irak savaşında zaferini ilan ettiği tarihte Teksas?taydım. Savaş ilan edildiğinde ve Bağdat?a bombalar yağmaya başladığında, Miami?de sokaklarda ?Bağdat?Havana!.. Bağdat ?Havana!..? sloganları atıldı. Bu sloganları atanlar, Bağdat?a atılan bombalardan Havana?ya da atılmasını istiyordu. 2003?de yaşanan bu olay, Bush?un neleri yıktığını gösteren güzel bir örnektir. Barış ödülü alan Obama?nın Bush?dan bir farkı olması için, farklı bir şey yapması gerekir, ablukanın hafifletilmesi, Guantanamo hakkındaki düzenlemeler gibi? Ama henüz böyle bir şey yok! Ne olacağını da sadece Tanrı bilir.

»Şiir sizin için nedir ?
Bir ateştir. Esine çok inanıyorum ama sezgilerime de güveniyorum. Şiir sözcüklerle yazılır. Öte yandan şiir yazmak için felsefeden, günlük olaylara kadar çok şeyin okunması gerekir. Tam o yaratım anında, sadece beyaz bir sayfa vardır ve o beyaz sayfa korkusunu yenmek gerekir. Birkaç satır yazdıktan sonra şiiri biraz bekletmek ve geri döndüğünüzde kelimelerle dolu olan sayfada tekniğinizi konuşturmak gerekir. Hiçbir zaman programlı olarak şiir yazılabileceğine inanmıyorum.
O yüzden sone yazmak için belli bir maaşın verildiğini tahmin etmiyorum. Her gün şiir yazamazsınız. Şiir ya oluşur ya da oluşmaz, bunun bir zamanı olamaz.
Yazarken kendinizi küçük bir tanrı gibi görmeniz de yersizdir; şiiri her yerde yazabilirsiniz. Gördüğünüz her şeyden bir şiir çıkartabilirsiniz. Duygusallığın ve düşüncenin şiirin oluşmasında ayrılmaz iki bileşen olduğunu düşünüyorum.

Söyleşi: Cüneyt Göksu
22 Kasım 2009 tarihli Birgün Gazetesi

Previous Story

George Eliot ‘un Hayatı

Next Story

Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı – Georg Lukács

Latest from Edebiyat Haberleri

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop