Kudret Tapınağı / Tersinden Okumak / Tuğlanın Rengi – Nejdet Evren

Kudret, güç/lü olmayı ifade eder. Tapınak ise, insanların manevi / tinsel inanç ve değerlerini yaşadıkları / gerçekleştirdikleri yerlerdir. Her tapınak temsil ettiği bir güce dayanır ve o güç karşısında her bireyin boyun eğmesini ister. Kudret tapınağı ise, ?güç istenci?nin tabulaştırıldığı bir paradigmadır. Bir yandan gücün bireyde yaratılması gerektiği düşüncesi diğer yandan o gücün ?mükemmelin- esriği olduğunun benimsemesine dayandığından bir paradoks oluşturur. Bireyin güçsüzlüğü karşısında ?güç istenc?i bir tapınak duvarları gibi yükselmeye başlar. Tapınakların hangi gereksinimlerin sonucunda yapıldıkları onların yapılışındaki geçen uzun zaman diliminde unutulmaya başlanır ve artık geriye soyutlanmış bir güç kalır.

Okumak, imgelerin sıra-dizilişlerini görmektir. İmgelemin, insanın var-olma savaşındaki ortaklaşmasının sonucunda insanın bir yaratması olduğu da aynı şekilde gerçekleşmesi çok uzun bir zaman dilimine yayıldığından, o da tıpkı tapınaklar gibi soyutlanarak gerçeğin iz-düşümü olmaktan çıkarılmalarına, gerçeğin kendisi gibi görülmelerine neden olur. Tersinden okumak ise, ezberin/paradigmanın çözümlenmesidir.

Tuğlalar sayısal değerleri ifade ederler. Onların çeşitliliği, renkleri ve dizilişlerindeki sonsuz biçimler insanın soyutlama yapmasına oldukça katkı sunmuş olmakla birlikte, devasa tapınaklara dönüştüklerinde ise renklerini yitirerek gücün simgesine dönüşmüşlerdir. Bu nedenle tapınaktaki her tuğlanın ayrı bir önem ve değeri olduğu zamanla unutulmuştur. Oysa ki, her tuğlanın rengi, biçimi o tapınağa bir kimlik kazandırmaktadır. Yığınlarca tuğla arasından bir tek tanesinin renk farkı bu nedenle hemen göze ilişmektedir/çarpmaktadır. Genel renk ve tablo içerisinde ayrıksın olanın rengini görmezlikten gelmek ya da bunu önermek tapınağın eksikli olduğunun ön-kabulüne dayanmak zorundadır ki o zaman, Kudret Tapınağı çöker. Tuğlaları ören insan onları yıkıp yeniyi örmesini de bilir. Bu bağlamda Gordon Childe ?Kendini Yaratan İnsan? tanımında haklıdır.

Neredeyse 7000 sahifeden oluştuğu bildirilen aforizmalarından çok küçük bir bölümünü değerlendirerek filozofun düşüncelerini inceleme konusu yapmak, bir yönüyle devasa tapınaktan bir tuğlayı çekmekle eş-değerdedir. Unutmamak gerekir ki, tek bir tuğla olmadan tapınak inşa edilemez. Elias Cannet ?Kitle ve İktidar? adlı araştırma yazısında orman kitlesi ile Alman ordusu kitle ruhlarının Neitzsche?nin düşünceleri ile örtüştüklerine vurgu yaparken, ikinci paylaşım savaşında bu ruhun Nazilerin yürüyüşü ile nasıl benzeştiklerine değinmiş olmalıdır. ?Güç İstenci? ve ?Üst/ün İnsan? ın Ari ırkıyla bağdaştırılması kaçınılmaz olarak ötekileştirmeye gereksinim duyar ve ırkçılığa düşünsel bir zemin hazırlar. Jean Paul Sartre antisemitizm hakkında düşüncelerini açıklarken boşuna şu tesbitte bulunmamaktadır; der ki, ?Antisemit yok etmek istediği bir düşman bulmadıkça , yaşayamayan bir tiptir.? Ötekiler yok edilmedikçe ?üst/ün insan? kendini gerçekleştiremeyeceğine göre, kitlesel yok-edilmelere haklı bir gerekçe hazırlanmış demektir. Bu düşünce, özünde bir felsefe değildir. Felsefe filozof-bilge/insan sevgisi olarak biliniyorsa, bu düşünce felsefenin/insanın reddi üzerinde kurulan yıkıcı bir düşünceden başka bir şey olmasa gerek. Pozitivizm ile ivmelenmiş ve akıl suyu ile yıkanmış olsa da, o kadar masum değildir. Ruh ve bedenin bir olduğunu yadsıyan hem idealizm, hem de ruhsuz olan pozitivizm farklı yollardan gelip aynı kavşakta birleşen iki ayrı ekol/okul olarak yek-diğerinin destekleyeni ve ardılı sayılmalıdırlar.

?Ruh büyüklüğünü manevi büyüklükten ayırmamalıdır. Çünkü o bağımsızlığı zımnen içerir, ama manevi büyüklük olmaksızın, buna izin verilmemelidir. Bu takdirde iyi niyetli olmak istese de ve adaleti uygulasa da zarar ika eder. Küçük ruhlar (İnsanlar) itaat etmelidir, onlar buna göre büyük olamazlar?. (1) Küçük ruh insan ile özdeşleştirildiğine göre, büyük ruh insan-üstü bir olgu olarak ele alınmak istenmiş olsa gerek; ve insan denilen o küçük ruhlu canlının adaletli olması ?ki, eşitlikçi olmasından söz edilmiyor- da söz konusu edilemez; çünkü o , büyük ruh karşısında her zaman itaat eden bir köle olmaya mahkumdur; kölenin adaletinden söz edilemez. Manevi büyüklük ile özdeşleştirilmeye çalışılan ruh büyüklüğü nedir acaba? İnsanın itaat eden/boyun eğen durumunda olması onun eleştirilen bir yanı olmaktan ziyade manevi üstünlük karşısında kaçınılmazın bir tesbiti niteliğindedir. Böyle olunca, insan küçülen bir değer ve onun karşısında boynunu büktüğü bir üst değer var demektir. Değeri yaratan insandır; yarattığına boyun eğen insan hem üst değerin yaratıcısı olarak kendini küçümsemekle ne üst aşamaya ulaşabilir ne de küçülür; öyle ise, buradaki üst-ün olma durumu ondan bağımsız bir olguya işaret etmektedir; bu olgu ne olsa gerek? İnsanın yaratmadığı bir olguya ulaşması olanaksız olduğuna göre ulaşamadığı düşünseli karşısında boyun bükmesi/itaat etmesi ondan istenemez. Sonuçta insan kendinin kölesi olacak ve ruh büyüklüğü anlamsız kalacaktır. Sonsuz evren yanında toz zerresi kadar küçük kaldığını düşünen insan bununla kendini küçültme eğilimine sürüklenecek ve bu devasa güç karşısında boyun bükmek zorunda bırakılacaktır; oysa ki o sonsuz denilen devasa görüntü ve güç hem insandan bağımsızdır ve hem de algılandığı için büyük görünebilmektedir. Hiç-likten pozitivist geleneğe bağlı olarak insanı yeniden inşa etmek için bir çıkış bulunmalıydı; doğal seçmeciliğin insan türüne uyarlanması ile çözüm hemen üretilecekti; ? Ben nerede canlı bir şey buldumsa, orada kudret iradesini gördüm…Sadece hayatın varolduğu yerde, irade de vardır; ama bu yaşamaya yönelik irade değildir, tersine…bu kudrete yönelik iradedir? (2) Manevi büyüklük böylece kudret/güce yönelik iradeye ve yaşamın varlık nedenine dönüştürüldükten sonra, Kudret Tapınağı-nın temelleri atılmış demektir. ?Bizatihi olarak, doğal olarak bir yaralama, bir cebri davranış, bir sömürme, imha etme ?haksız- sayılmaz. Hayat ruhen (manen) ana fonksiyonlarında yaralayıcı, cebredici, sömürücü, imha edici olarak ortaya çıktığına ve bu karakteri olmaksızın düşünülemeyeceğine göre bu böyledir? (3) Yaralama, cebir, yok-etme, sömürme yaşamın varlık şekilleri ve ruhun biçimlenişi hak/haksızlık değer yargısından soyutlandığında irade denilen olgu kendiliğinden yok olacaktır. Bir bakterinin sindirim siteminde var-oluş biçimi simbiyoz ilişkisinde insan ile eş-değerde ele alınmış olur ki, kımıl/tahıl biti ile insan arasındaki fark ta ortadan kalkar; oysa tapınağın ?kudrete yönelik irade? ye gereksinimi vardır; çünkü, her ne açıdan bakılırsa bakılsın ne bakteri ne kımıl ne de insan türü bilinç/bellek yönlerinden aynı birikim/sizliğe sahip değillerdir. ?kendini yaratan insan? ın farklılığı kaçınılmaz olarak iradeyi dayatacaktır. İnsan bir yönüyle seçebilme yetisini/becerisini geliştirebildiği için sosyolojik olarak hem farklılaşmış hem de insan tanımına ulaşabilmiştir. İnsanın insanlaşma sürecindeki doğal seçmeciliğin belirleyiciliği sür-git devam eden bir olgu değildir; öyle olsa idi, insanın bir tanım ile doğaya katkısı, diğer tanım ile doğaya yabancılaşması olarak tanımlanan kültürün açıklanması olanaksızlaşacaktı. Demek ki doğanın belirleyiciliğine insan tarihsel belleği ile katılmakla belirleyen konumunu kazanmış ve diyalektik süreçte hem etkiyen hem de etkilenen olmuştur; bu var olma biçimi ne üstündür ne de üstün olması gerekmektedir; o, yaşamını sürdürmek için yaratırken üstün olma kaygısını taşımamış, ne ki, bu yargı ona simbiyoz bir şekilde eklemlenmiştir. İnsanın kendini yaratması bir var olma biçimi olmakla bir üstünlük değildir. Bir ağaç tohumu bin yıllarca olgunlaşmak için bekleyebilir; ancak bir insan tohumu bir saat bile bekleyemez; üstünlükse eğer söz konusu edilen, o zaman, ağaçlar insanlardan daha üstün sayılmalıdırlar. Tapınak güçlü olma iradesi üzerine inşa edilmek istendiğinde, öncelikle insanın, tüm kıyafetlerinden arındırılması ve sözün tam anlamıyla hiç-leştirilmesi gerekliydi. ?…insanın tahribi ve çözülmesi, insanın geleceğine yönelik bir suikast, yorgunluğun bir işareti, hiçliğe götüren bir gizli yol olarak görülmelidir? (4) Bu şekilde hiç-leştirilen insan yeniden yaratılmaya hazırdır; o, Kutsal Tapınak-ta manevi üstünlüğün sahibi, kudret iradesini taşıyan renkli sırmalar içerisinde doğmaktadır; tapınağın bir yeri/yurdu olmalı ki, somutlaşabilsin. ?Kafanın ve yüreğin cesareti biz Avrupalı insanını seçkinleştiren bir niteliktir.? (5) Avrupa, öğretilerde hep bir kıt-a olarak bilinir!? Kudret Tapınağı ismi gereğince bir gizil/sırra sahip olmalıdır; o sır tapınak dışındakilerle asla paylaşılmaz; yoksa sır olmaktan çıkar; büyüsü kaybolur ve tapınak çöker. Tuğlayı keşfeden insan tapınağı da inşa etmiştir. Sıra Tapınağı tabulamaktır. Tabu koymak ilkel dönemden günümüze kadar farklı şekillerde varlığını sürdüren sosyal/ekonomik/politik bir kangrendir.

?İyi ile kötü bir süre soylu ve aşağı olanlardır…İyilerin cemaatinde iyi irsen intikal eder. İyi bir toprak parçasından kötünün ortaya çıkması mümkün değildir…İyiliğin işaretleri: yardıma amade oluş, merhamet, korkuyla dolu tuzak, kötü bir maceranın ön oyunu, uyuşturma ve fakat bastırma olarak kabul edilir; kısacası inceltilmiş kötülük olarak. Bireyin bu zihniyetinde bir cemaat teşekkül etmez, daha ziyade onun en kaba şekli ortaya çıkar. Öyle ki, iyinin ve kötünün bu görüşünün egemen olduğu her yerde bireylerin, soyların ve ırkların mahvolması yakındır.Bizim şimdiki ahlakımız egemen olan soyların ve kastların zemininde boy atmıştır.? (6) Ahlak öğretisinde iyi -soylu, kötü -aşağı olanlar olarak değerlendirildikten sonra , bunun kalıtımsal olduğuna vurgu yapılıp ?Biz? denilenin ahlakının, ?egemen olanın soyların ve kastların zemininde? yeşerdiğine değinmek ön-kabule dayalı bir tabudur. ?Biz? denilenin bir Habeş kabilesi olduğu söylenemez; öyle ise buradaki ?biz?den kasıt Germenler (Anglosaksonlar, Saksonlar), Dorlar, Pomaklar, Boşnaklar, Slavlar, Sırplar Makedonlar vs kültürlerin tek potada birleştirildikleri Avrupalıları ve özelde Ari ırkını işaret ettiği rahatlıkla görülebilir. Oryentalist yargı bir tabu olarak belirlendikten sonra inceltilmiş kötülük olan yardımseverlik, acıma vs değerlerin bu soyluların mahvına neden olmak üzere olduğuna değinilerek dikkatler çekilip ardından ne yapması gerektiğine işaret edilmektedir. Deniyor ki, ? İyiye iyi ile, kötüye kötü ile mukabele edecek kudreti olan kimse gerçekten mukabele ederse, yani müteşekkir ve öç alıcı ise, o iyi diye belirtilir? (7) Temelde ?öç alıcı? olmak iyi ve gerekli olarak ifade edilirken, yardımlaşma ve dayanışmanın kötü olduğu açıkça belirtilmiştir. Tapınağa yakışır bir şekilde bunu yapacak olanın da ?kudreti olan kimse? olduğuna vurgu yapılması kaçınılmazdır. Soylu olanın ve bu cemaatte boy verenin ne acıması olmalı ne de yardıma hazır olması değil, mahvını önlemesi için kudretli bir şekilde öç alıcı olması ?iyi? olarak değerlendirilmiştir. Bu yaklaşım ?güç istenci?ne uyan bir yaklaşımdır ve belirlenmiş bir coğrafyaya atfedilerek tabulaştırılmıştır. Söz dizimlerinin basamak basamak yükselen duvarlar olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır. Tuğlalar döşenirken en üste konulması gereken tuğlanın temel taşı olarak kullanılması da mümkündür; bu durum fizik yasalarını zorlarsa da, düşünsel Tapınakları zorlamaz; bilakis anlaşılmasını güçleştirerek/mistifike ederek kulağa hoş görünmesini sağlar; tersinden okunduğunda ise taşlar bir bir döküleceklerdir.

?Bizim değer biçmelerimiz ve ahlaki nimetlerin cetvellerinin bizzat değerleri nedir? Bunların egemenliğinde ne ortaya çıkar? Kimin için? Neye atfen? Yanıt: Hayat için. Ama hayat nedir? Burada -hayat- kavramının yeni, daha belirli bir kavranışı gereklidir. Bunun için benim ahlakım şudur: Hayat kudrete yönelik iradedir.? (8) Hayatı yeniden ve her doğan günde üretmek ile onu yeniden kavramak farklı olsa gerek. Kavramak için ?yeni? ye gereksinim yoktur aslında; o, mevcudun sım-sıkı tutulması ve yeniden yorumundan başka bir şey değildir. Bu nedenle, hayatı yeniden doğurmak, üretmek elbette bu durumdan ?kavramaktan- faklı olacaktır. Mevcudu yeni bir biçimde kavramak neden gereksinir? Öz ve biçim arasındaki çelişkiden yeni sentezlerin önünü kapatmak için olmasın sakın!? ?Yeni? bir değerlendirme, bir diğerine göre ölçümlemedir; eski olanı içinde barındırır; eski olana göre farklı olanı temsil eder; ancak bu değerlendirme öznelden/politik ve ekonomiden/etikten bağsızlaştırılamaz. Böyle olunca ?yeni? soyutlaması temelinde bir olgular-arası kıyaslama ve ölçümlemedir ve bir-taraf olarak varlığını hep koruma eğilimi taşır. ?Yeni?nin hangi nirengiye göre seçildiği belirlenmedikçe, o özde hiçbir şeyi ifade edemez. Buharın makineye uygulanması ile başlayan sanayileşme bir yandan kol-gücünün yerini makineye bırakmasını sağlarken diğer yandan emeği onun koşumuna sürmekte gecikmeyecekti; -?Trak tiki tak, makineleşmek istiyorum? diye tanımlayan Nazım haksız sayılmaz- bu durum, bir ?yeni dünya? olarak tanımlanacak ve gecikmeden rasyonalizm/akılcılık devreye girerek tüm düşün-selleri etkimeye koyulacaktır. Makinelerin içinde gizlenen/toplanan toplumsal emek gücü tarihin mahzenine bırakılmıştır. Kudret Tapınağı-nın da bir mahzeni vardı ve öte-beriler orada saklanmıştır. Ne ki, hiç-bir-şey tarihin mahzeninde sonsuza dek gizli kalamaz.

Kudret Tapınağı-nın mahzenine atılan öte-berilere bakmak, onun sırlarını çözmeye belki yardımcı olacaklardır.  ? ?Bağışlama-, -düşmanlara karşı sevgi-, -müsamaha-, -eşit hak!-,
Bütün bunlar aşağı değerdeki ilkelerdir. Daha yüksek olan, bizi aşan iradedir.? (9) Değerler-arasında bir sıralama yapıldığında kişiyi ? aşan irade? ilk sıraya yerleştirilmiştir. Mahzene atılan bağışlama, sevgi, hoş-görü, eşit hak gibi toplumsal değerlerin tümü hem daha değersiz hem de ilke olarak belirlenirken, ?irade? tüm bunlardan ayrı ve soyut bir olguya dönüştürülmüştür. İradenin, istencin tüm yönelimleri, belirlemeleri, seçmeleri kendi içinde gerçekleşeceğinden; tüm düşünceler/eylemler istencin kapsamı içinde kalacağından ?iradenin aşılması- şeklinde belirlenmeye çalışılan olgu hiçbir şekilde gerçekleşemeyecektir; dolayısı ile iradenin aşılması ne mümkün de ne olan/olması gerekendir. Tersinden bakıldığında görülecektir ki, bu aşma söylemi haklar ve özgürlüklerin eşitliği prensibine dayanan başka bir dünya-nın kapılarını örtme eğilimi taşımaktadır. ?insanlık hiçbir hedefe malik değildir.? (10) şeklindeki tuğla Kudret Tapınağı-na uygun bir söylemdir ve fakat yerinden çekildiğinde; kos-kocaman bir Deniz Ülkesi onun aurorasında doğacaktır; bu da, yeryüzü cenneti olsa gerek.

Kendini aşan irade bir yönüyle bireyin yetersiz olduğu düşüncesine dayanır ki bir takım değerleri peşinen ?aşağı değerdeki ilkeler? olarak tanımlanmıştır. Kendini ve olguyu peşin bir ön-görüyle yetersiz görme düşüncesi, onu tamamlamaya/mükemmel olmaya doğru düşünmeye ve eyleme sürükleyecektir; mükemmel nedir, var mıdır, sorularının karşılığında hiçbir şey söylemez iken ?ki böylesi bir tanım yoklukla eş-değerde olacaktır- yetersizliğin var olduğunu söylemek bir çelişkidir; buradaki yanılgı ön-kabulde gizlenmiştir. Ön-kabul ise yetersiz görmektir. Çıkış ne olmalı? Mükemmel yoktur! İrade aşılması gereken bir tercihler sistemi değildir!

?Herkes için aynı hak; bu en büyük adaletsizliktir. Çünkü bu takdirde en yüksek insanlar paylarına düşeni alamazlar? (11) İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi 1. Maddesinde ?İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar ve yaşarlar.? 11. Maddesinde ?Düşüncelerin ve inançların serbest iletimi insanın en değerli haklarındandır.? Diye tanım konulmuştur. Yaklaşık yüz yıl geriden gelen bu tanımlar Kudret Tapınağı-nda yeniden formüle edilmiş görünmektedirler. Hak ve özgürlükler adalet ölçüsünde tartıya yatırılırken ?yüksek insan ? tanımı ile de ?alçak insan? zımnen benimsenmiş görünmektedir. Yüksek ve alçak insan tanımının ne kendi döneminde, ne günümüzde ne de ondan yaklaşık yüz yıl öncesinde bir değerinin olmadığı, aşıldığı görülebilmektedir. Fransız Devrimi?nden günümüze şekillenerek gelen haklar ve özgürlüklerin toplumlar-arası ortaklaşmada içerik ve biçim olarak hem geliştiği hem de zenginleştiği görülmekle birlikte, en fazla çiğnenen olgular olduğu da görülmektedir. Somutlaştırmak gerekirse; beden bütünlüğünü koruma hakkı, barınma hakkı vs Kudret Tapınağı düşüncesine göre ?yüksek insanlar? için ayrı, düşük insanlar için ayrı uygulanmalı ki adalet yerini bulsun! Düşünce özgürlüğü ve bunu açıklama, yayma hakkı yine aynı paradigmaya göre ? yüksek insanlar? için ayrı , düşük insanlar için ayrı uygulanmalıdır. ?üst/ün insan? ın adalet anlayışı bu olsa gerek! Tuğlanın rengi uzaktan ayrı yakından ayrı görülür; gerçek rengi ise ele-avuca alındığına anlaşılabilir. Tapınaklar tek kişi tarafından inşa edilmezler; onları inşa edenlerin sayısı da çoktur. Kudreti olmayan Tapınak, Tapınak değildir; bu kudret onu inşa edenlerin söylemlerinin bileşkesinden oluşur ve daha sonra bir üst kimlik kazanır. Hiçbir Tapınak sonsuza dek ayakta kalamaz; her yerinden çekilen tuğlanın yarattığı boşluk, gün gelir büyük bir boşluğa dönüşür ki, işte o zaman Kudret Tapınağı kendi üzerine çöker, paradigma iflas eder. Haklar ve özgürlüklerin her bir birey için eşit olmaması/aynı olmaması en büyük haksızlık ve adaletsizliktir. İnsanın yükseği ve alçağı olmaz. Burada tartışmaya yatırılan ?alçaklık? felsefi bir tanım olup, yargısal olarak bir kişinin ?alçakça? davranış yönünden değerlendirilmesi kapsam dışında bırakılmıştır.

Kudret Tapınağı kapılarını Orta-Asya?nın batısından değil, Avrupa?nın göbeğinden dünya açmak istemektedir. ?Önümüzdeki yüzyılda Avrupanın rolü, erkekçe erdemleri tekrar yetiştirmek olacaktır: Çünkü sürekli tehlike içinde yaşanılacaktır? (12) Erdemin cinsiyetine tanıklık edilmektedir adeta. Beş-bin yıllık kadın sömürüsü Tapınakta bu şekilde yankılanacak ve orada kadına yer verilmeyecektir. Geleceğe yönelik sezilen ?tehlike- karşısında eli-kolu balı kalmak söz konusu edilemezdi; o zaman Tapınağın buna dair bir önerisi/paradigması, söylemi, öğretisinin de olması gerekir. Gecikmeden yanıt gelmektedir; ?Birbirine benzeyenler, alelade insanlar mevcutturlar ve daima kardadırlar ve karda olacaklardır. Seçkinler, inceler, acayipler, güç anlaşılanlar kolayca yalnız kalırlar, bu yalnızlaşmalarında kazalara uğrarlar ve ender olarak çocuk doğururlar. Bu doğal, çok doğal olan tedrici ilerlemenin alışılmış ? giderek benzer kalış ? benzer olanda, asimile olanda, sıradan olanda, sürüsel olanda ?bayağı olanda- melezleştirilmesine engel olmak için müthiş karşı güçleri harekete geçirmelidir insan? (13) Bireysel farklılaşmanın önemine vurgu yapılırken farklı olanın da sürü olarak belirlenenin içinden çıktığı unutulmakta ve doğumlar ile sürü olarak alelade tabir edilenlerin çoğalmalarının önüne geçilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Nazi Almanya?sı ırkların saflığını korumak için bundan farklı davranmamıştır. ?Ben Almanya?nın Meksika yı ele geçirmesini isterim, yeryüzünde gelecekteki insanlığın muhafazakar menfaati uğruna bir örnek ormancılık kültüründe ön ayak olması için…Amerika?daki halkların ve ırkların üzerine iklimsel kararlar. İslav-Germen-Kuzey kültürü! Daha Cüz?i olan, ama daha güçlü ve daha çalışkan!? (14) Elias Canetti orman kitlesi ile bağ kurarken bu dizeler ile doğrulanmaktadır. Kutsal Tapınak ne kadar yükselmiş ise, insanlık o kadar çökmüş demektir.

Hiçbir Tapınak tebaasız olamaz. Tebaa, sürüleştirilmiş bir kitleyi temsil eder; sorgulamaz, her söyleneni tartışmasız benimser ve kendinden istenileni olduğu gibi yapar ve bunu yaparken de Tapınağın ona sunacağı sonsuz nimetler ve manevi gücü almak ister; tebaalaşan kitleler kendilerinden/düşüncelerinden/eylemlerinden ödünler vermekle karşılıksız davranmazlar, diğer yönden bir kazanç sağladıklarını düşünürler; onların en kuvvetli bağı ise ait olmak/aidiyet bağı ile bağlanmaktır. Tebaaya dahil olanın iç huzuru kitlenin genel huzuru ile örtüşür; sorgulamadan bir edimde/edimsizlikte bulunan kitlenin tüm bireyleri diğerinin yanlış/doğrusu ile varlık kazanacağı için sorumluluğu üzerinden atmakla/kitleye mal etmekle huzurlu olduğu duygusuna kapılır. ?El ile gelen düğün bayram? ana/ata sözü tam da bunu ifade etmek için söylenmiştir. Tebaaların ehlileştirilmesi, uyumlu birer araca dönüştürülmeleri gerekmektedir; yoksa tebaa denilen olgu yaratılmış olmayacaktır. Kutsal Tapınak öğretisi der ki; ? Yeni sorun: insanların bir kısmının başkalarının sırtından daha yüksek bir ırk olarak terbiye edilip edilemeyeceğidir: cezalandırarak terbiye ediş…Mutluluk hedef değildir. Tersine kudret duygusu hedeftir? (15) Tapınak ismini aldığı gibi kudretli/güçlü bireyler yaratmayı hedeflerken ?daha yüksek bir ırk?ın yaratılmasının gerekirse zor kullanılarak ?terbiye? edilmeleri gerektiğine işaret etmektedir. Tebaalaştırılmak istenen kitlenin mutluluktan ziyade güçlü olması özünde sınırlandırılmış alan dışında kalanlara yönelik bir tehdit olmasını sağlamaktan başka bir anlam taşımaz. Bunun için ise, Sartre?ın tespitinde bulunduğu gibi bir ?öteki? ne gereksinim olacaktır. Bu ?öteki? ise, tebaalaşmayan/Tapınak dışında kalanların tümünü ifade eder. ?Terbiye ? edilmesi gerekenler demek ki, yalnızca Tapınak tebaası değildir; tebaa olmayanlar ise bir şekildeki zor ile yola getirilmeli, hedefteki kudret duygusu için dizginlenmelidirler. Bu inanç/düşünce, ilk günah olarak algılananın insanı bedenen ve ruhen arındırılması gerektiğine dair düşünceyi eleştirirken, aynı yanılgıya düştüğünü görememesinden başka bir şey değildir; farklı olan yanı ise, inzivaya çekilmeyerek bunu güç/kudret ile aşmaya çalışmasıdır.

Tapınaklar katmanlardan oluşmaktadırlar. Her katmanın temsil etmiş olduğu değer faklı olmakla birlikte en üst katmanda her zaman en üst değer yer alır. ?Bu dünya kudrete yönelik iradedir. Bunun dışında hiçbir şey değildir! ?Bizzat siz de kudrete yönelik olan bu iradesiniz- Bunun dışında hiçbir şey değilsiniz-?(16) Varlığın tüm var-oluş süreçleri, tüm biçimleri ve öz ile olan çelişkisi tek bir düşüncede hiç-lik düzlemine indirgenerek yaratılan düşünsel boşluğa ?kudret iradesi? yerleştirilmek suretiyle insanın var olma sebebinin en soyut ifadeyle tanımı yapılmaktadır. Çatı bu şekilde kurulduktan sonra, kudrete yönelmeyen hiçbir iradenin vardığı ve varacağı hiçbir olgunun/sonucun kıymet-i harbiyesi kalmamaktadır. Baş-Rahip masumane bir edayla şöyle seslenir: ?Benim ödevim: insanlığı bütün geleceği üzerine karar verecek olan kararlara zorlamak!?(17) Oldukça masumane bir ifade; her şeyden önce bunu bir ?ödev? olarak belirlemiş olması, onun ne denli öz-veride bulunduğu düşüncesini uyandırmakla, ona duygusal bir yakınlık duyumsamasını sağlamaktadır. Ancak verilecek kararın ?kudrete yönelik irade? ye yönelmemesini bir hiç-lik olarak gördüğü düşünülürse; mütevazı bir edayla yapmak zorunluluğuna işaret edildiği görülecektir. Tuğlalar renk verdikçe Tapınağın dili çözülecektir.

Tapınak, erk-egemen olanın ?kudrete yönelik iradesi? ne dayanmakta tereddüt etmemektedir. Öküze boyunduruğun vurulması neolitik kültürler için buharın makineye uyarlanması kadar toplumsal yapıda devasa bir değişim ve dönüşümün temel taşı olmuş, üretici kadının geri plana itilerek egemenlik altına alınmasının zeminini hazırlamıştır. Erk-egemen düşünce filizlenmeye ve toplumsal yapısını kurumsallaştırmaya başladıktan sonra bu durum binlerce yıl sür-gitmiş/ola-gelmiştir. Öyle ki, bu kültürel/bozulma-sapma zamanla cinsiyetini yitirmiş ve Kudret Tapınağı-na yaraşır bir güce dönüşerek yeni bir kılığa bürünmüştür. ?Kadın bir oyuncak olmalıdır, temiz ve narin, tıpkı bir mücevher gibi…Kadının ruhu yüzeydir, bir sığ suyun üstünde hareketli, fırtınalı bir deri. Erkeğin ruhu buna karşı derindir, onun ırmağı yerin altındaki mağaraların içinde akar; kadın onun gücünü hisseder, ama onu kavrayamaz? (18) Analitik olarak kadının ruh ve düşünsel yapısı, kavrayışı, olguları ve durumları özümseyerek benimsemesi, erkek cinsinden daha gelişkin olmasaydı o kadın hiçbir zaman erk-egemenleşmeyecekti; demek ki, söylendiği gibi kavrayışı daha az olan kadın değil, tersine erkek olmalıdır; hem köleleştirilen hem de köleliğine efendi kılınan cins daha derinlikli düşünmektedir; ve fakat bu düşünce onun Tapınağa girmesine engel olduğu gibi, Tapınaklara gereksinmeyeceği bilincinin gelişmesine de engel olmaktadır. Tapınak içinde ya da dışında olsun kadının yeri toplumun aynasıdır; kadın ne denli bağımlı ve köle ise toplumsal tüm katmanlar aynı derecede bağımlı ve köle, ne denli bağımsız ve özgürse toplumun tüm katmanları da aynı derecede bağımsız ve özgürdür. Tuğlaları kalıplara dökmek erk-egemenlerin uğraşı olduğuna göre, bu tuğlalar ile örülen Tapınaklara hükmetmeleri de kaçınılmazdır.

Tuğlanın rengi, sırtında yükselen Tapınağı aydınlatacaktır!
Tuğlanın boşluğu, Tapınağı çökertecektir!
Tuğlayı döken, sonuçta kendine dönecektir!

Yazan: Nejdet Evren
Mayıs – Haziran/2010, Batı

Tüm-zamanlar

(1) Aforizmalar, Nietzsche, Birey Yayıncılık, 3:baskı, Sedat Umran çevirisi, S:243
(2) Age, S: 229/230
(3) Age, S: 171
(4) Age, S: 171
(5) Age, S: 162
(6) Age, S: 160/161
(7) Age, S: 160
(8) Age, S: 140
(9) Age, S: 138
(10) Age; S: 128
(11) Age, S: 101
(12) Age, S: 96
(13) Age, S: 83
(14) Age, S: 70/71
(15) Age, S: 59
(16) Age, S: 49
(17) Age, S: 47
(18) Age, S:36/37

Editör: Dr.Gotterled Lınsmayer
252 saife

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir