“Külkedisi Cinderella” Masalı Bize Aslında Ne Anlatıyor?

Marx’ın çok sevdiğim bir sözü vardır, bu analizi de onun eşliğinde yaptım.

“Görünen, gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı.”

Başlıyorum.

Masalları masal yapan şey, masallarda olağanüstü durumların yaşanması, akla mantığa sığmayacak şeylerin gerçekleşmesi değil, aksine, olması gereken şeylerin olmadığı, olağan şeylerin olağanüstüleştiği, hakkın, lütuf olarak sunulduğu bir dünyanın var olmasıdır.Külkedisi de bunun en tipik örneklerinden birisidir. 9. yüzyıl Çin’inde ve sonrasında Fars ve Avrupa kültürlerinde bir şekilde kendisine yer bulmuş, kısmî değişiklikleri olsa dahi genel olarak aynı bütünlük içerisinde anlatılıp durmuştur.

Peki nedir Külkedisi’nde anlatılan konu ve temel meseleler?

Külkedisi, yani Cinderella, annesinin ölümü ardından babasının tekrar evlenmesi ile bir üvey anne ve de üvey kızkardeşleriyle yaşamak zorunda kalmış saf bir kızdır. Babanın yokluğu, kızının üzerine titreyemeyişi, onu ezmekte ve hor görmekte olan üvey annenin üzerinde iktidar kuramaması Cinderella’ya hayatı zehir eder ve evdeki tüm ağır işleri o yapmak zorunda kalır. O yerleri temizler, yakacakları ayarlar, yemekleri yaparken üvey kız kardeşleri, annelerinin korumaları altında keyiflerine bakar, süslenir ve bol bol gezerler. Bu annelerinin onların üzerlerine titremelerinin sonucudur. Cinderella’nın ise böyle bir durumu yoktur, nitekim ona bunları sağlayacak bir babası da yoktur, annesi de. Masalın buraya kadar olan bölümünde dikkatimizi çeken iki şey var:

-İktidar sahibi olan, gücü elinde bulunduran anne ile kız kardeşler alabildiğine çirkin ve vurdumduymaz insanlardır.

-İkinci temel noktamız ise, Cinderella’nın dara düştüğü, aşağılanıp, evde bırakıldığı anlarda bir perinin ya da benzerinin sürekli olarak ona umut vermesi, yardım etmesidir.

Cinderella’nın hikâyesinin geçtiği dönemin şartlarını ele alacak olursak karşımıza feodal toplum gerçeği çıkacaktır. Kapitalizmin henüz filizlenmediği Uzak Doğu, Orta Doğu ve Batı’da bu masalın farklı versiyonlarının olmasına karşın temel noktaların sabit kalmasının sebebi de bu ekonomik sistemdir. Öyle ki masalda bir genel eşitsizlik, sınıflar meselesi değil, hâllerini kabul etmiş, bundan memnun, Kralları için şükür ve duâ eden insanlar güruhu görmekteyiz. Bunu aklınızda bulundurun, tekrar geleceğim.

Bir gün, kralın sarayda büyük bir balo düzenleyeceği ve bu baloya da oğlu olan prensi evlendirmek için ülkenin her yanında kızları davet edeceği haberi gelir ve üvey kardeşler heyecan içerisinde sağa sola koşuşturup ne giyeceklerini, hangi kokuyu süreceklerini tartışırlarken Cinderella da içten içe baloya gitmek ve prensle tanışmak ister. Yaşadığı evden ve zor koşullardan sıyrılıp eğlenmek, tüm diğer genç kızlar gibi o baloya gitmek onun da hakkıdır çünkü. Burada biz masala dâir üç temel sınıfın ögelerini görmekteyiz:

Kral / Prens: Soylular sınıfı, üvey anne ve kardeşler: Orta sınıf, Cinderella: Alt sınıf.

Ancak balo günü geldiğinde Cinderella her ne kadar gitmek istediğini söylese de üvey annesi ve kardeşleri onun gelmelerini istemezler ve üstelik bunu direkt söylemek yerine üvey anne, ona imkânsız bir iş ya da bahaneler sıralayarak bunu başardığında gelebilme hakkı tanır ya da işi zora sokar. Burada karşımıza çıkan, ezilmekte olan, alt sınıfa umut vermediğin zaman isyân edeceğini bildiğin için dâima orta sınıf eliyle “umut” verdirme durumudur. Üvey anne de burada bu rolü üstlenmekte ve bir şekilde, alt sınıfı temsil eden Cinderella’dan nefret etse de, ölmesini dilese de bunu yapacak cesareti olmadığı ve ev işlerini ondan başkasına yaptıramayacağını bildiği için hep “umut” verir ve böylece kendisi rahatça yaşar. Velhasıl, Cinderella gidemez ve onun yerine o “çirkin”, “şişman” kız kardeşleri baloya gider. Kız kardeşlerin gitmeden önce kendi aralarındaki tartışma tam da ekonomik ve toplumsal yaşantının anahtarıdır: Prens beni seçecek, hayır beni! Toplumsal konumları ancak üst sınıftan birisinin kendileriyle evlenmeleri sonucu değişecek olan orta ve alt sınıfların çabasıdır bu, üstelik kadınlar üzerinden işler, bu açıdan da ataerkildir. Bu tartışmalar ve gidişten sonra Cinderella mutfakta oturup ağlar fakat masalı masal yapan unsurlardan birisi gerçekleşir: Bir peri belirir ve Cinderella’ya umut verir. “Peri anne” figürü burada aslında Cinderella’nın ölen annesini temsil eder ve masalın güzelleştirici, umut verici, Tanrısal etkenidir. Peri, ona niçin ağladığını sorar ve cevabı alınca da bir balkabağı getirmesini ister ondan, elindeki sihirli değnek ile onu faytona çevirir. Ardından altı adet fare ister ve onlar da bir değnek ile atlara dönüşürler. Fakat Külkedisi’ni kül kedisi yapan şey düzelmemiştir: Kıyafetler… Bir değnek ile de o dönüşür ve Cinderella muazzam bir genç kıza dönüşür. Burası en temel meselelerden, Cinderella insan içine çıkacak duruma bu değişiklikler ile gelir ve onun az sonra baloda saygı görüp, en seçkin erkeklerce danslara kaldırılmasını sağlayacak olan da budur:

Gösterişli bir araba, zengin kıyafetler ve “saf güzellik…”

Fakat Cinderella’ya bir uyarı vardır ve hayâti derecede önemlidir bu:

Gece 12’den sonra sakın orada olma, eve gelmiş ol! Çünkü büyünün etkisi geceye kadar sürecek!

Bu gece kuralı önemlidir çünkü alt sınıf mutluluğu kısa süreli olur ve bu tarz bir mutluluk ve parıltı Tanrı eli dahi değmiş olsa üst sınıf onaylayana kadar devam edecektir, nitekim Cinderella’nın apar topar ayrılmasındaki korkusu da yalandan değil, bu sebeple kendi hâlinin ortaya çıkmasıyla olacaktır.

Gelgelelin Cinderella, müthiş bir mutluluk ve kabul etme ile baloya gider ve orada herkesin gözünü alır, rakip olan diğer genç kızlar hasetlerinden çatlarken, tüm seçkin erkekler onu dansa kaldırma sırasına girer, Cinderella tüm güzelliği ve çekiciliği ile etrafta dolanır ve mucize gerçekleşir:

Prens Cinderella’yla dans eder ve ona aşık olur.

Tanrısal değneğin dokunuşu, alt sınıf ile üst sınıfı birbiriyle buluşturur, her şeyi aşacak olan o muazzam şey, yani “aşk” böylece bir birleştirici unsur olarak karşımıza çıkar. Ancak ilginç olan bu beklenenin gerçekleşmesi değil, bu birleştirici aşk unsurunun Tanrının sınıf atlatıcı değneği olmadan gerçekleşmediğidir.

Cinderella o kadar mutlu, o kadar kendinden geçmiştir ki gecenin 12 olduğunu unutur ve prensle başbaşayken bir anda bunu hatırlayıp ölene kadar orada kalmak istese dahi bunu yapamayacak olmanın hüznüyle merdivenlerden koşarak iner. Ancak o sırada ona âit bir eşya olarak ayakkabasının tekini, yani onu çekici ve üst sınıftan kılan “kadınsal nesneyi” orada bırakmış olur. Masalın Farsî versiyonlarında da halhal ya da yüzüktür bu nesne, yani yine zenginlere âit bir “parıltı.” Burada araya girerek bu parıltı ile ilgili şunu demem gerekiyor:

Cinsel çekiciliğin evrimsel düzeyde denkliği kendisini renkten renge sokan, kabaran canlının günümüzde nesneler aracılığıyla bunu gerçekleştirdiği gerçeğidir. Fallik nesne, dediğimiz mesele de burada parlayan ayakkabı ile kendisini belli eder ki halhal, yüzük, ayakkabının temelinde ortak olanın ne olduğunu düşünürseniz bunun cinsel obje çekiciliği sağlayan parlaklık olduğunu fark edersiniz.

Geri dönecek vakti yoktur çünkü aksi taktirde prens onun gerçek vaziyetini görecek ve ondan soğuyacaktır. İşte bu önemli bir ayrıntı; Cinderella yalan söylediği ya da yalandan bir görünümle oraya gittiğinin açığa çıkmasından korkmaz, gerçek vaziyeti utanılacak bir durumdur ve bu yoksulluk, bu ezilmişlik, bu alt sınıf üyesi olma durumu saklanması, utanılması gereken bir şey olarak korkuya dönüşür. İşte Cinderella tam da bundan korkar, gerçek kimliğinin ortaya çıkmasından. Hızla eve gelir, üstü başı aynıdır, fayton balkabağına, atlar da farelere dönüşmüşlerdir. Fakat hikâyenin diğer tarafında bulunan soylu sınıf üyesi ve istediği kızı istediği gibi seçebilen prens, Cinderella’yı unutamaz ve durumu Kral ile Kraliçe olan anne ve babasına açar. Bunun üzerine tüm ülkede bir arayış başlar ve prens, elinde Cinderella’dan kalan o tek ayakkabı ile kapı kapı gezer ve ayakkabının kime âit olduğunu bulmaya çalışır, öyle ki aradığı aşkı da bu yolla bulabilecektir.

Pek çok ev gezilir, pek çok genç kızda denenir ancak hiçbirisine uymaz. Şimdi… Dikkatinizi çekmek istediğim iki temel mesele var bu ayakkabı denemeleriyle ilgili olarak:

-Ayakkabının kendisine âit olmadığını bile bile neden genç kızlar ayakkabıyı denemektedirler?

-Ayakkabı nasıl olur da koca bir ülkede sadece Cinderella’ya olur?

Bu iki soru, tam da sistemi ele alacağımız sorulardır. Ayakkabıyı kendisine âit olmadığını bildiği hâlde deneyen, hattâ Cinderella’nın üvey kardeşlerinin yaptığı gibi zorlaya zorlaya ayağını o ayakkabıya sokmak isteyen kızların, her şeyden önce toplumsal olarak konumlarını kabul ettiklerini görüyoruz. Eşitlik ve sarayda yaşama hakkı gibi meseleler masalda zerre yoktur, asıl mesele bir şekilde o saraya girebilmek, o parıltılı yaşamdan pay alabilmektir. Ancak bunu sadece Tanrı sağlayabilir ve soylular, soylu ailelerde dünyaya gelerek bunu Tanrı eliyle sağlamışlarken, az sonra göreceğimiz gibi Cinderella da yine bir Tanrı gönderimi peri ve onun Tanrı’yı simgeleyen değneği ile sağlayacaktır. İşte bu nedenle bu tür sorgulayıcı düşünceler, sosyo ekonomik çözümlemeler Külkedisi Masalı’nda pek çok garipliği bize açıklayan unsurlardır. Tüm genç kızlar o ayakkabıyı bile bile denerler çünkü ödül büyüktür, ödül günün prensesi, yarının kraliçesi olmak ve o parıltılı yaşamın vücut bulduğu sarayda yaşamak, kendine de pek çok hizmetçi tutabilmektir. Alt sınıfın sorgulamadan atladığı parıltılı yaşamın ödülü budur: Senin eski hâlinde yaşayan pek çok insanı kendine köle yapabilmek…

Ve geliyoruz ikinci kısma: Nasıl oluyor da bu ayakkabı koca ülkede sadece Cinderella’ya oluyor? Az önce ele aldığım Tanrısal dokunuşu düşünürseniz bu da anlaşılıyor. Hangi kiloda ve güzellikte olursanız olun, hangi sınıfa âit olursanız olun Tanrısal dokunuş olmadan üst sınıfta var olamazsınız. Soylular soylu doğarak, Cinderella da o kutsal, Tanrısal değnekle karşılarak bunu sağlar. İşte bu nedenle de ayakkabı Cinderella’dan başkasına bir türlü olmaz.

Prens geldiğinde üvey annesi Cinderella’yı odasına kapatır, dışarı çıkmasına izin vermez. Prens diğer kızlar üzerinde ayakkabıyı dener ama ilginç olan şudur: Onca dans edip, aşkından öldüğü Cinderella’ya benzemeyen ne kadar genç kız varsa ısrarla her birinde dener bu ayakkabıyı. Bunun mantığı ise şudur: Aşkın gözü kördür. Aşk sınıfları aşar, prensi hizmetçiye köle yapar. Ama unutmayalım, aşkın bunu sağlaması da Tanrısal dokunuşla sağlanır! Sonuçta bir şekilde prens tam evden ayrılacakken hizmetçi kıza dikkat eder, ondan da denemesini ister, hâlbuki üvey anne ve kardeşler gerçeği bildikleri için bunu engellemeye çalışırlar ama Tanrısal dokunuş ortaya çıkmıştır bir kere, prens sonunda ayakkabıyı dener ve inanamaz. Havalara uçar, prensesine sarılır ve sonuç olarak evlenirler. Her masal gibi son cümle şununla gerçekleşir:

“Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar…”

Masalın genel özetine bakınca dikkatimizi çeken unsurlar şunlar:

Ezilmiş bir kız, zulme uğruyor, babası yok, annesi yok. Fakirlik onun sınıfı, zulüm onun başına gelen olağan şey, babası yani koruyucu Tanrısı yok, annesi yani koruyucu Tanrısı yok.

Ezilen kız Tanrı tarafından gönderilen peri ile karşılaşıyor, perinin elinde sadece Tanrı’nın gerçekleştirebileceği şeyleri gerçekleştiren bir değnek var, peri anne üzerinden Tanrısalı simgeliyor, balkabağı tarımla uğraşan köylüyü, fareler yoksul insanların evlerinde cirit atan fareleri ( Cinderella’nın, peri kendisinden ister istemez bu fareleri getirebilmesini düşünün…) buna karşılık Tanrı el verdiğinde tarımsal köylü ürünü balkabağının soylu aracı faytona, alt sınıfın evlerindeki farelerin soyluların mâlikâne ve saraylarındaki asil atlara, fakirlerin üzerlerindeki yırtık pırtık, kir içindeki “emek” yansıtan kıyafetlerinin, “parlak”, emek verilmediğini gösteren “ütü”lü gibi oluşuna, ve temizliğine dikkat edin.

İşte böylece verilmek istenen mesaj pek çok unsur ile verilmiş oluyor:

Fakir ve eziliyorsan isyân etme! Birilerine karşılık sen yoksul kalıyorken onlar şatafatlı hayatlarını yaşıyorsa isyân etme! Çünkü Tanrı böyle olmasını istiyor. Yapman gerek ne mi? Şükredeceksin! (Cinderella’nın onca zulme karşı bir kez olsun isyân etmemesi size bir şey çağrıştırıyor mu?) Çalışacak, en zor işleri yapacak ve bekleyeceksin! Öyle ki Tanrı senden râzı olursa sana muhakkak sihirli değneği ile dokunur ve seni o şatafatlı hayatın içine sokar, böylece sen de o soylu sınıfın arasında yer alabilirsin.

Nitekim masalın sonu “Sonsuz”a dek “mutlu”lu yaşadıkları bilgisiyle biter. Öyle ya, ezilenler sonsuza dek böyle yaşamak istememelerine karşın asil, üst sınıflar sonsuza dek yaşamak isterler çünkü “mutlu”durlar. Mutsuzluk ve ölüm ezilenlere dâir kavramlarken, mutluluk ve sonsuzluk asillere yönelik kavramlardır. Bu yüzden de Cinderella’nın, çekmiş olduğu onca sıkıntı ve yoksulluğa karşı prenses ve ardından da kraliçe olduktan sonra kendisi gibi yoksullar ve ezilenler için neler yaptığı ya da yapıp yapmadığı anlatılmaz.

“Masalı” dinleyen çocuklar, yani alt sınıflar, çoktan uykuya dalmışlardır artık…

Görsel: http://www.onextrapixel.com/

Cem Evrim Aslan
(http://www.yalnizlarmektebi.com/, 19.09.2014)

2 Comments

  1. Harika bir bakış açısı TEBRİK EDERİM
    ŞEY SADECE BU AYAKKABI MESELESİNİN AYAK FETİŞZMİYLE BİR İLGİSİ OLABİLİR DİYE DÜŞĞNMÜŞTÜM BEN

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

“Düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir”, çünkü… – Umberto Eco

Next Story

MUSTAFA ŞENER

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ