Kumarhane Kapitalizmi Değil, Üretim Biçimi! – Suat Kamil Aksoy

Borsa balonları, köpürmenin kimyası, sanal sermayenin hareketi, kabarcıkların yörüngesi…
Bu yazıda Marks’ın analizinin mantıksal sonuçlarına dayanarak yine sıradan algıya ters düşmeyi deneyeceğiz. Bu yazıyla birlikte yeni birşeyler söylememiş olacağız, ama söz hiç bu biçimde söylenmemiş olacak. Dolayısıyla tüm sorumluluğun bu satırların yazarına ait olduğunu en baştan hatırlatıyoruz.

Kapitalizmin, üretimden değil, paradan para yapma hastalığına tutulduğunu söylesek, bizi haklı bulacaklar az olmayacaktır. Kapitalizmin finansal simyacılıkla ve global kumarhane bataklığı ile artık dökülmekte olduğunu söylesek, fikrimiz epeyce bir kabul görecektir. Elbette bazı zihinlerde bu kumarhanenin, kapitalizmin artık yıkılmayacak en eğlenceli aşaması olduğu fikride kabul görebilir. Ne olursa olsun tüm bu fikirlerin birer yanılsama olduğu gerçeği değişmeyecektir. Çünkü kapitalizm hasta falan değildir. O bir üretim biçimidir ve onun şu yada bu görünümü bu gerçeği değiştirmez. Işığın prizmalardan yansıyarak bir görüntüyü büyüterek göstermesi olgusunu hatırlarsak: Görüntünün kaynağı olan cisim ne kadar gerçek ise bunun görüntüsünü yansıtan mekanizma dahil, görüntünün kendisi de kendi varlığı içerisinde o kadar gerçektir.

Bilimsel düşünce, değer kavramını, emek zamanı kavramını ele geçirdikten sonra, bunların bütün mantıksal uzanımlarınıda ele geçirmiştir. Bu açıdan finansal simya ile emek zamanı arasındaki ilişki öyle karanlıkta falan değildir.

Sermayeyi donmuş halde, hareketsiz halde kurgularsak, o bize belirli bir nicelikte değer olarak görünür. Bu bir başka ifade ile toplumsal olarak belirli bir emek zamanı ile yeniden üretilebilecek bir ürün kitlesidir. Bir cansız emek zamanı birikimidir, daha bildik bir dil ile o birikmiş bir miktar paradır. Bu birikmiş cansız emek, canlı emek tarafından kendi ihtiyaçlarını üretmek için harekete geçirilir. Bu hareket varoluş gerekçesi ile bağlı halde iken, yani canlı emeğin kendisini yeniden üretmesi amacı ile bağlı iken cansız emek birikiminde yeni bir niteliğe yol açmaz. Cansız emek birikiminin, sermaye niteliğine kavuşması için amacın aşılması gerekir. Bu aşma işlemi olağan durumda anlamsızdır. Canlı emek kendi yeniden üretiminden ötesine gereksinim duyamaz. Zira eğer gereksinim duyarsa bu ötesi olmaktan çıkmış, gerekli hale gelmiş olur. Bunun anlamı gayet açıktır, aşma her durumda tanım gereği olarak, canlı emeğin gereksindiğinin ötesidir. Ötede ise cansız emek vardır ve her aşma cansız emeğin ihtiyacı olacaktır. Halbuki cansız emek kendi halinde gereksinimleri olan bir varlık değildir. Onun ihtiyaç sahibi bir nesne haline gelmesi belirli tarihsel koşulları gerektirir. Tarihsel koşullar burada konumuz değil. Canlı emeğin amacının aşılmasını bir veri olarak kabul edersek, bu aşmanın sadece ve sadece cansız emek birikiminin ihtiyacı olacağının kavranması önemlidir. Zaten somut olarak cansız emek sermaye olduğunda, amacın aşılması da kar olur. Kar, sermayenin ihtiyacıdır dediğimizde anlaşılmaz bir şey söylemiş olmayız. Aşma işlemine vesile olacak çeşitli durumlar olabilir. Canlı emeğin kendisini genişletmesi, ya da gerekli cansız emek kitlesinin büyümesini zorunlu kılan nesnel durumlar hep olasıdır. Bu hareketler doğal birer veri oluştururlar. İnsanlar emeklerinin ürünü birikimlere sahip olabilecekleri gibi, yaşamlarının tüm dönemlerinde emek sarfedemezler. Dolayısıyla hem birikim, hem de çalışmadan yaşayabilmek doğal bir ihtiyaç olarak çalışmanın gerekli oluşuyle çelişmeksizin bir arada varolabilir. Tüm bunlar sermaye için varoluş koşullarını sağlarlar. Bir yanda artı ürün şu yada bu vesile ile hep olasıdır, öte yanda cansız emeğin potansiyel arzuları, insanların doğal ihtiyaçları aracılığı ile ete kemeğe bürünür, hepsinden önemlisi insan aklı ve duygularıyla donanır.

Sermaye bir yandan kendini genişletme güdüsüne sahip bir varlık gibidir, bir yandan da kendini çoğaltan değer niteliği ile çalışmadan yaşama ihtiyacını realize eden bir kullanım değeridir. Gelir getiren türden bir kullanım değeri, yaşamak için emek harcamama imkanı demektir. Sermayenin geliri ile yaşamak, sermayeyi kullanmak demektir, ancak bu tür bir yaşam kendi sürekliliğini sermayenin varlığına borçlu hissetmeye mahkumdur. Böyle bir yaşam, kendi gelişiminin, sermayenin gelişiminden türediğinin net bir bilincine sahip olacaktır. Bu ise sermayenin kendini çoğaltma güdüsünün canlı taşıyıcılarının ortaya çıkması demektir. Sermaye ile yaşam, sermaye için yaşama böylece dönüşecektir. Sermayenin artı değere ihtiyaç duyan bir varlık olarak ortaya çıkışı, bu ihtiyacı somut olarak hisseden insanları gereksinir. Sermaye sahipleri, sermayenin varoluşundan beslenirler, onların gereksinimleri, sermayenin kendini büyütme ihtiyaçlarından indirim anlamına da gelir. Sermaye sahibi sermayesinin ürettiği artıyı gelir olarak tüketirken sermayenin hakkından hırsızlık yapıyor gibidir. Kapitalist bu hırsızlığı abartırsa, efendisini öldürmüş olur. Kapitalist böylelikle özgürleştiğinde ise artık yaşayabilmek için çalışmak zorunda olan bir işçidir. Şimdi artık emeğinin hakkı olarak hırsızlık yapmadan yaşayabilir. Ama bu sefer başka bir açıdan yine sermayenin kölesi olur.

Biz şimdi somut nedenini sorgulamaksızın, belirli miktarda artı-değerin ve buna karşılık düşen artı ürünün nesnel bir olgu haline geldiğini varsayacağız. Bu artı ister bir birikime, ister bir tüketime maruz kalsın, isterse bir yere yığılsın bizi ilgilendirmez. Toplamda belirli bir cansız emek kitlesi canlı emek tarafından harekete geçirilir ve belirli miktarda artı-değer üretilir. İlki sermaye, ikincisi artı değer ya da genel anlamda kardır. Hepsi belirli bir anda para ile ifade edilebilir. 1000 TL sermaye 100 TL artıdeğer yada, 1000 saat cansız emek zamanı, 100 saat artı emek zamanı şeklinde ifade edebiliriz. Bu artı-değerin akibeti kısmen tüketilmek, kısmen sermaye birikimine katılmak şeklindedir. Değersizleşip yok olması, ya da değersizleşerek yok olan sermayenin yerine geçmesi de olasıdır. Büyüyen emek kullanımı ile, artan sermaye birikiminin koşut olarak hareket ettiği böyle bir ortamda, birikim büyüklüğü, artı-değerin gelir olarak tüketilen kısmından artan kısmının büyüklüğü ile belirlenir. Örneğimizdeki rakamlarla yüzde 10 kar, bunun yarısı tüketiliyor ise, yüzde 5 birikim oranı olur. Burada hem sermaye birikimi, kapitalist sınıfın tüketimi, hem de total kar hep beraber aynı anda büyürler. Toplam ürün ve hasıla da aynı şekilde büyür. Bu türden büyümede parasal büyüklüklerin artışı karşılıkları olan emek zamanlarının da artışları demektir. Bu herşeyin gerçeklikle birebir örtüştüğü özel bir durumdur. Genel kar toplamını alt başlıklarına bölersek tüm rantlar, faizler ve girişim karları o belirli ana özgü payları ile ele alınabilirler. Rantlar 100 TL olan artı değerin 20 TL sini alabilir. Faizler de bir o kadarını alabilir. Geriye girişim karları için 60 TL kalır. Toplam 100 olacak şekilde artı-değerin alt bölümleri birbirlerinin aleyhinde olmak üzere değişebilirller. Total artı değerin büyümesi ile birbirlerinin alanına girmeksizin beraberce büyüyebilirler. Faizler yukarıdaki örnekte yüzde 2 idi. Bu 20 TL olan rantların hak sahipliğinin 1000 TL sanal değeri olması demektir. Aynı şekilde faiz getiren gelir belgelerinin de toplam 1000 TL değeri olacaktır.Tüm sermayenin bir anonim ortaklık halinde örgütlendiği bir durumda bu şirketlerin toplam kar miktarı 60 TL olduğuna göre hisse senetlerinin tüm paylarının değeri 3000 TL olacaktır. Tümünü topladığımızda 5000 TL sanal sermaye kitlesini buluruz. Burada faiz getiren belgelerin devlet aracılığı ile mi, yoksa şirketler tarafından mı piyasaya sürüldüğünün bir önemi yoktur. Ayrıca mevcut birikmiş cansız emek zamanı olarak 1000 TL değerindeki gerçek sermayenin tümü karşılığında borçlanma belgesi bulunup bulunmadığının da bir önemi yoktur. Her sermayedar elindeki sermayenin kendine ait kısmı için, sanki başkasından almış gibi faiz gideri varsayar ve kazancını, girişim karı ve faiz olarak sınıflar. Toplam borç miktarı örneğin 100 TL olsada toplam sanal değer miktarı artı-değer kitlesinin faiz oranına bölünmesi ile 5000 TL olarak kolayca hesaplanabilir. Faiz oranının sürdürülebilir üst sınırı kar oranıdır. Faiz oranı kural olarak bundan az olmalıdır. Kritik bir durumda ise faiz oranına herhangi bir üst sınır koymak olanaklı değildir. Toplam artı-değerin bir kısmının ranta dönüşmesi işin doğası gereğidir. Bu durum pratikteki kar oranının, toplam artı-değer ile belirlenen kar oranından daha düşük olmasına yol açar. Bu açıdan faiz için üst limit böylece daha da daralmış olur. Rantlar ve vergiler dışındaki ortalama kar içinden faizler düşüldükten sonra geriye girişim karı kalır. Bu karın, faizden biraz daha büyük olma eğiliminde olacağını tahmin etmek zor değildir. Faiz oranını böyle sınırlayan koşullar, toplam kar oranı ile faiz oranı arasında yarattıkları açı ile, sanal bir değerler kitlesi yaratırlar. Örneğimizde toplam kar oranı yüzde 10, faiz oranı ise yüzde 2 idi. Kar oranı, faiz oranının 5 katı olunca, sanal sermaye kitlesi de gerçek sermayenin 5 katı olmaktadır. Bu açıdan finansal şişme nesnel bir dayanağa sahiptir ve maddi bir zorunluluktur.

Tüm bu oranlardaki değişimler ve değişim olasılıkları zorunlu olarak finansal dalgalanmalara yol açarlar. Biz yıllık yüzde 5 oranında bir birikim varsaymıştık. Artı değerin iç orantılarının değişmediği bir durumda bu sanal değerlerin de yılda yüzde 5 büyüyecekleri anlamına gelir. Dikkat edilirse, böyle özel bir örnekte, sanal değer büyümesi gerçek sermaye büyümesini birebir yansıtır. Ancak hayat bu kadar basit değildir. Sanal sermaye alınıp satılan metalar halinde borsalarda arzı endam eder. Çok dinamik ve hareketlidir. Gerçek meta üretimi yapan sermayelerden oluşturulan anonim şirketlerin hemen yanıbaşında sanal metaları işleyip sanal değerler üretmeye çalışan şirketler de kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. İşin aslı ise şirketlerin her iki türün bir karmaşığı halinde oluşudur. Yatırım bankaları, holdingler, bankalar, fonlar, sanayi şirketleri hep birlikte hayali sermaye ile gerçeğinin karmakarışık olduğu bir bileşim içerisindedir. Şimdi biz bu karmaşayı varsayımsal örneklerle sadeleştirerek inceleyelim.

Son durumumuzda, 1000 TL emek zamanı sermayemiz vardı, 100 TL emek zamanı artı-değer üretiyorduk. Bunun yarısını burjuva sınıfımız tüketiyordu. Geriye kalan 50 TL sermaye birikimini sağlıyordu. Faiz oranı yüzde 2, toplam sanal değer 5000 TL olmuştu. Biz şimdi gerçek sermaye ve gerçek artı-değer üretiminin yanısıra, sanal sermaye ve sanal artı-değer üretme işine girişelim. Kaldığımız noktada sanal sermayenin yüzde 5 büyümesinin nesnel bir olgu olduğu konusunda kuşkumuz yok. Ama pek iyi bildiğimiz üzere, piyasalar sürekli iniş çıkışlarla devinmektedir. Kriz dönemleri, spekülasyon cinnetleri birbirini izlemektedir. Bütün bu dalgalanmalarla başa çıkmaya çalışan uzmanların arasından, en yetenekli ve eğitimlilerinin yardımını aldığımızı varsayalım. Uzmanlarımız bizi karmaşanın ardındaki nesnel eğilimle buluştursun ve sanal metalarımız yılda yüzde 5 değer kazansınlar. Konuyu sade biçimde ele alabilmek için faiz getiren belgelerin ve rant kaynaklarının (Gayrimenkul vb gelir haklarının) tamamının, gerçek sermayeyi barındıran şirketlerin elinde bulunduğunu varsayalım. Kurduğumuz yatırım şirketi piyasadan satın aldığı 5000 TL değerindeki hisse senetlerini değer artış potansiyeli nedeniyle elide tutsun. Bir yıllık dönem içerisinde 250 TL değer artışı için nesnel bir dayanağımız vardı. Bu arada satın aldığımız şirketlerin yıllık 50 TL temettü vereceğini de biliyoruz. Bu temettüler gelir olarak tüketilecektir. Yıl sonunda elde ettiğimiz değer artışını kar olarak bilançomuza yazabiliyorsak toplam kar rakamımız 300 olacaktır. Bu bilanço ile yüzde 2 faize dayanarak 50 yıllık F/K oranı üzerinden yatırım şirketimize 300/0,02=15.000 TL değer biçebileceğimizi kolayca hesaplayabiliriz. Böylece bizim gerçek değerler şirketimiz özsermayesinin 5 katı piyasa değerine ve yatırım şirketimiz ise özsermayesinin 3 katı piyasa değerine sahip olmuş olmaktadır. Dahası koşullarımız aynen devam ediyorsa, 15000 sanal değeri olan yatırım şirketimizinde, (ki buna sanal şirket demekte herhalde sakınca olmaz) yıllık yüzde 5 büyüme potansiyeli taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Anlaşılacağı üzere bu süreci daha da uzatabiliriz. Sermaye birikiminin büyüme oranı ile faiz oranı arasındaki açı, karşılıklı konulan aynalarda olduğu gibi sonsuza uzayan görünümler oluşturmaktadır. Tamamen reel bir olgu olan artı-değer kitlesi ile faiz oranı birinci elden bir sanal sermaye oluşumuna yol açmakla kalmıyor, toplam artı-değerin gelir ve yatırım olarak bölünme oranı ile belirlenen birikim oranı, faiz oranı ile oluşturduğu açı sayesinde, sonsuza uzayan finansal şişme için nesnel bir zemin yaratıyor. Sık sık rastladığımız üzere, çöküş evrelerinin ardından, yükseliş trendlerinde yaşanan kitlesel finansal çılgınlıklar budalalık olarak ilan edilir, Balonun patlamasına elinde mal ile yakalananlar alay konusu olurlar. Zarar görenlerin avutulması için, açığa satanlar suçlanır. Hükümetler bu tür işlemlere sınırlama, yada yasak getirerek zarar görmüş kitlelerin açılarını paylaşırlar. Halbuki en zeki olanların bile çöküş yaşanmadan önce bu türden budalalıklardan paçayı kurtaramadıklarına ilişkin hikayelerde epey çoktur. Gerçekte ise yaşananlar ne budalalık, ne de birilerinin kabahatidir. Sadece sanal sermaye kendi yasaları icabınca hareket etmekte ve nesnel kaynakları olan bir ritüel yaşanmaktadır. Olacaklardan kaçınılması olanaksız, çare arayışları çıkışsız, idari önlem girişimleri kifayetsizdir. Kendilerini bizzat tanımıyor olsak bile zeka kusuru taşımıyor olduklarından kuşku duyamayacağımız Obama ve Merkel budalaca önlemlerin üzerine çare diyerek atladıklarına göre, kimsenin elinde çare olmadığından emin olabiliriz.

Gelir haklarının, değerinin hesaplanmasında belirleyici olan faiz oranıdır. Bu geleneksel olarak bilinir ve hisse senetlerinin değerlemesinde faiz oranının tersini gösteren Fiyat/Kazanç oranı aynı işlevi görür. Gelir 5 TL ve F/K 20 yıl ise, gelir hakının değeri bunların çarpımı olan 100 TL dir. Burada netliği bozan tek şey gelirin gelecekte aynı şekilde devam edip etmeyeceğidir. Piyasa hareketleri eğer faiz sabit ise bu belirsizliğe dayanarak oluşurlar. Bu türden bir sermayeleştirmenin sınırı bellidir. Sermaye birikimi bu sade ilişkiyi bozar. Sınırları azçok belirli olan sermayeleştirme olgusunu başkalaştırır. Gelir ile faiz arasındaki açıyı fizikteki hıza (uzam/zaman) benzetirsek, birikim oranı ile faiz arasındaki açı ivmeye (hız/zaman) benzer. Bir cismin yere çarpana kadar sürekli hızlanması, yerçekimi ivmesi yüzündendir. Sermaye birikimi finansal büyüme üzerinde böyle bir ivme etkisi yapar. Olağan durumda faiz oranı ve gelir ile sınırları çizilen finansal değerler için artık herhangi bir sınır kalmaz. Boşluktaki hareketin süresi, yere çarpmanın şiddetini geometrik olarak artırır. Finansal ölümlerin feciliğini bu şekilde betimlersek, herhalde en isabetlisini yapmış oluruz. Faciaların bilgisi epeyce köklüdür. Bugün türev enstruman olarak kamuoyuna malolmuş olan ve kimisi karmaşık matematiğe sahip olan araçlar facialardan korunma ihtiyacının ürünüdür. Araştırdıkça yenileri ortaya çıkan atom altı parçacıklar gibi, bu türev araçlar da çoğalmaktadır. Çünkü her çözümün bir açığı, ve her açığın bir çözümü vardır.

Varsayımsal örneğimizde sermaye gerçek bir değere, artı değerin gelir olarak harcanması gerçek değerlerin tüketimine dayanıyordu. Bunlar yatırım malları ile birlikte artı-değer ve aynı anlama gelmek üzere artı-ürün idiler. Yani kapitalist sınıfımız gelirini örneğin pahali bir tablo satın alarak tüketmiyordu. Bu açıdan varsayılan herşey kendisine harcanmış emek zamanını temsil eden, gerçek bir değere sahipti. Şimdi ilk sanallaştırma hamlemizin sonucunda elde ettiğimiz 250 TL sanal artı-değer elimizde durmaktadır. Şirket dalaveresini bir hamle daha öteye taşıdığımızda, balonu daha da şişirebileceğimiz ortadadır. Dahası bu 250 TL ile tüketeceğimiz gerçek bir değerin piyasada bulunmadığı da ortadadır. Ama elimizdeki basbayağı paradır ve kimse bizi onu harcamaktan alıkoyamaz. Gerçek artı-değerin birikime yönlenmiş olan 50 TL si içinden 30 TL kadarını tüketmeye kalkışırsak, birikim oranını yüzde 2 ye düşürmüş oluruz. Böyle yapmakla finansal şişmenin sonsuza uzayan dalını kesmiş ve maddi dayanaklarından birisini çökertmiş oluruz. Ama biz zaten daha öncesinde de artı değerden payımıza düşen 50 TL ile sefa sürmekte idik. Bu tüketim bizi fazlasıyla tatmin etmekteydi. Bu durumda biz sanal artı-değerimizi, yine sanal değerler olarak tüketebiliriz. Sanat eserleri, yeni gayrimenkuller, özel mekanlar ve yeni sanal metalar bizi bu parayı harcama güçlüğünden hemen kurtaracaktır.

Demekki bu türden büyüme ve finansal şişme gerçek bir tüketimden kaçınma ile sonsuza kadar sürrdürülebilecektir. Dahada zenginleşirken, perhize başvurmak olanaksız olmasa da, herhalde epeyce zor birşey olsa gerektir. Ancak bu işkenceyi hafifletecek olaylar her an kapıdadır. Faiz oranlarındaki bir yükselme sanal sermayemizi, gerçek sermayenin boyutuna doğru daraltacaktır. Gerçek sermaye tıkır tıkır işlemekte olsa bile, böyle bir çöküş yatırım şirketlerinin açıklayacağı devasa zararlarla bir çoklarında herşeyin yok olduğu hissini uyandıracaktır.

Şimdi hikayemizin farklı bir versiyonuna başvuralım.

1000 TL sermaye 100 TL artı değer, faiz, gelir ve birikime bölünme oranları aynı olsun. Toplam emek zamanımızın değişmediğini, bu anlamda bir birikim ve büyüme olmadığını varsayalım. Bu örnekteki farklılık, emek üretkenliğinin yükselmesi sonucu, toplam mal miktarının artması şeklinde olsun. Fiyatlar eskisi gibi kaldığı için, birikim önceki örnekteki orantılarıyla gerçekleşecektir. Bu enflasyon olmadığı halde, para değerinin emek zamanı açısından düşmesi durumuna denk gelir. Dış görüntü birikim ve büyüme olacaktır. Pratikte istihdam yaratmayan büyümeden bahsedilecektir.

Bu durumun kendisini açık edeceği yer artı-değer oranının büyümesidir. Tüm parametrelerin aynı kalması için, sendikacılarımızın büyüme oranlarını işçi sınıfının kazanımı haline getirmeyi başardıklarını varsayacağız. Ücretler yükselecek, işçi sınıfının refahı yükselecek, böylece artı-değer oranı ilk örnekle aynı kalacaktır. Finansal şişme, kar oranları burjuva sınıfın refahı ve birikim imkanları ilk örneğimizdeki gibi olacaktır. İşçi sınıfının yaşam standardındaki yükseliş burada bizi ilgilendirmemektedir.

Finansal balon bir önceki ile aynı mekanizmalarla yine oluşacak ve orada söylenenler aynen burada da geçerli olacaktır. Yeni örneğimizdeki yüzde 2 faiz emek-zamanı açısından negatif bir faizdir. Fiyatlar yerinde saydığı için, bu faiz pozitif görünecektir. Faiz maddi olarakta pozitif görünecektir. Çünkü daha önce 100 şeker alınan para ile 102 şeker alınacaktır. Aynı şey sermaye birikim oranı için de geçerlidir. Emekçilerin refah artışı dışında herşey bir önceki örnekteki ile aynı görünecektir. Pratikte ise yukarıdaki her iki durumun karmaşığı olarak bir çok seçenek olabilir. Örneğin ikinci örneğimizde sendikalarımız ayakta uyumuş olabilir. Artı-değer ve birikim oranı, kar oranı daha yüksek bir düzeye gelebilir. Böyle bir durumda finansal şişmenin çok daha güçlü olacağı aşikardır. Ya da faiz oranındaki negatif etkilere daha dayanıklı bir finansal büyüme gözlenecektir.

Şu ana kadarki örneklerimiz bizim için iki noktayı aydınlatmış olmalıdır. İlki istihdamda hiçbir gelişme olmadan, gerçek değerlerde hiçbir değişme olmadan, teknik gelişmelerle emek üretkenliğinin artışı finansal şişmeler için zemin olabilmektedir. Emek zamanındaki gerçek bir birikime bu açıdan ihtiyaç yoktur. İkincisi ise finansal şişme sistem açısından bir arıza, kötü işleyiş, kokuşma, en ileri aşama vb falan değildir. Hayali sermayenin hareket yasaları kökenini artı-değer olgusundan alır. Bu açıdan finansal şişme-sönme hareketleri sömürünün doğrudan ve maddi sonuçları olarak görülmelidir.

Artı-değer ve sömürü kapitalizm öncesinde de mümkündür ve bu yüzden finansal şişme kapitalizmi önceleyen bir tarihe sahiptir. Tüm üretimin, sermaye egemenliğine girdiği kapitalizm evresi, sanal değerler açısından sadece daha gelişmiş bir örnek sunmaktadır. Ancak olay kapitalizme özgü sayılırsa, pratik olgular açısından kapitalizme evrensellik atfedilmiş olur. Bu ise bilimsel doğrulardan uzaklaşmak anlamına gelecektir.

Şimdi yukarıdaki örneklerimizde değinilmeden geçilen bir noktaya dokunalım.

1000 olan gerçek sermayemizi mevcut faiz oranı çerçevesinde 5000 TL sanal sermayeye dönüştürmüş ve işin içine birikim oranını dahil ederek tüm bunlardan 15000 TL piyasa değerinde sanal şirketimizi kurmuştuk. Bunlar daha ilk andan verili idiler. Ancak gerçekte böyle otomatik bir süreç yoktur. Örneğin böyle bir durum 10 yıllık bir istikrarlı dönemin sonucu olursa, sanal sermayemiz, gerçek sermayenin 15 katı kadar büyüyecektir. Bahsi geçen on yıl içerisnde yüzde 5 birikim hızıyla birlikte yıllık ortalama finansal büyüme yüzde 37,65 olacaktır.(15 in 10. dereceden kökü ile yüzde 5 in çarpımı)

Bizim başta varsaydığımız faiz ve birikim oranlarını epeyce aşan bu oran başka olasılıkları da olanaklı kılar. Süreç içerisinde çok çeşitli faiz oranları gündeme gelse bile, genel finansal şişme nihai olarak bu faiz dalgalanmalarından etkilenmeyecektir. Varsaydığımız yüksek oranlı finansal şişme, bir kriz evresinin ardından sanal sermayenin gerçek sermayenin boyutuna daraldığı bir evreyi başlangıç noktası olarak almaktadır. Olağan bir durumda ise böyle bir noktada bulunulması düşük bir olasılıktır. Finansal çöküşlerde gerçek sermaye boyutuna daralma yaşanmayabilir. Ancak kapitalizmin iktisadi krizleri bu türden çöküşleri bellirli aralıklarla maddi bir zorunluluk haline getirir.

Bütün bu olası durumlara, parasal büyüklükleri başkalaştıran enflasyon ve deflasyon olasılıklarını ekleyelim, ki bu fiyat değişimleri para değerinde düşme, yükselme ya da yerinde sayma hallerinin herbirinde ayrı ayrı olasıdır. Geleceği göremeyen ekonomik aktörlerin ya da rekabetin yarattığı fiyat hareketlerini, kriz dönemeçlerinin yarattığı faiz dalgalanmalarını, sanal ve gerçek sermayenin uluslararası fırtınalı akımlarını, ülkeler arası eşitsizlikleri, riskleri ve kur dalgalanmalarını işin içine katalım. Böyle karmaşık bir tablo içerisinde yolunu bilen birisinin bulunacağı çok şüphelidir. Kulaklara çalınacak, en net sesler, endeksin ya da fiyatın bilmem hangi bant aralığını kırarsa, bilmem ne yönünde bir hareket yaşanabileceği, ya da bilmem ne felaketine doğru gidilebileceği şeklindeki sesler olacaktır. Ne merkez bankasının, ne devlet başkanının, ne de ekonomi yetkililerinin söyledikleri inanılır olabilecek, ama bunlara inanmaktan başka çare de olmayacak, en sonunda bunların tümü, aslında hiçbirşey bilmediklerini, süreci izlemekte olduklarını söyleyeceklerdir. Belki de bu konuda en güzel ve isabetli söz bizim merkez bankası başkanımız Durmuş Yılmaz tarafından söylenmiştir. “Tünelin ucunda ışık görünmüştür ama bu üzerimize gelen bir tren de olabilir”. Felaketin umut veren ışığı ile umut ışığının felaket çağrıştıran karanlığı bir çoklarının feleğini şaşırtacaktır. Ve bu alemde en geçerli özlü söz şöyle olacaktır.

Tek bildiğimiz şey, hiçbirşey bilmediğimizdir.

Peki bizim bildiğimiz birşey var mı?

1- Bütün fırtına, emekçinin o fazladan çalıştığı saatlerden kaynaklanmaktadır.

2- Sanal değerler ister büyüsün, ister küçülsün toplam ganimet 100 TL dan bir gram bile fazla olmayacaktır.

3- Örneğimizdeki gibi sanal artı-değer 250 TL gerçekten harcanmak istenirse hem bir enflasyon oluşacak, hem de eldeki 15000 TL sanal sermaye buharlaşacaktır.

4- Hayali işlere meraklı olanlara tavsiye edilebilir: Facebook’ta fabrika ve tarla yapmak bile çok daha gerçektir.

5- Fazladan çalışılan saatlere bir son vermek suretiyle, yada bu saatlerin toplumun yaşam standardını yükseltmek için harcanması ile insanlık boş hayallerle birlikte krizlerden de kurtulacaktır.

Yazan: Suat Kamil Aksoy
Yazarın Mail Adresi: suatkamil@gmail.com

Previous Story

Çingene Kız ? Miguel De Cervantes

Next Story

Türkülerde Gezer Adları – Metin Demirtaş

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ