“1952 yılında, Ermenice olarak çıkan Jamanak gazetesinde altı gün süresince (21-26 mayıs) Kumkapui hay tzıgnorsnerun/Kumkapı Ermeni Balıkçılarıyla Birlikte adıyla yayımlanan foto-röportajı, Aras Yayıncılık tarafından Kumkapı Ermeni Balıkçıları adıyla, Ermenice, Türkçe ve İngilizce olmak üzere üç dilli olarak yayımlandı.

Kumkapı Ermeni Balıkçıları kitabı, Ara Güler?in Kumkapı?da yaşayan Ermeni balıkçılarla yaptığı röportajlardan ve o dönemde balıkçı köyü olan, bugün çoktan tarihteki yerini almış Acemdağı Mahallesi?nde çektiği fotoğraflardan oluşuyor. Güler, Sirkeci?den başlayıp Bakırköy?e dek uzanan Kennedy Caddesi?nin (Sahilyolu) yapılmasıyla yok olan Kumkapı?daki Acemdağı Mahallesi?nin, bu mahallenin sakinleri olan balıkçı Dacat?ın, Zareh?in, Kevork?un ve başkaca birçok balıkçının hayatlarına objektifiyle dahil olmuş; onlarla balığa çıkmış, onlarla voliyi bulmuş, onlarla hayal kırıklığına uğramış.”
Serdarhan Aksoy, 16.12.2010 tarihli Taraf Gazetesi

Ara Güler?e mektup – Sennur Sezer
(23/12/2010 tarihli evrensel.net)

Sevgili Ara Güler,
58 yıl önce çektiğin fotoğraflar önümde: Kumkapı Ermeni Balıkçıları. Bu fotoğrafların öyküsünü de biliyorum, fotoğraflarını nasıl çektiğini de… Fotoğraf makinesini aradan çıkarmak gerektiğini söylediğinde bütünüyle anlamamıştım ne kastettiğini. Şimdi her fotoğrafına bakarken senin gözünle görüyorum dünyayı, İstanbul?u. Dünya gözüyle. Ve bir kez daha anlıyorum makinesiz çekişini fotoğraflarını.
Senin önce fotoğrafı mı, öyküyü mü sevdiğini bilemiyorum. Ama öyküyü sözcüklerle değil de ışık ve gölgelerle anlatmayı seçmen fotoğrafın yararına ama öykücülüğümüzün zararına oldu. Kumkapı Ermeni Balıkçıları?nda sözcüklerinle fotoğrafların yan yana:
?Kapkara göğün altında, karanlık sularda, rüzgara karşı ilerliyorduk.
Önce bodur Kumkapı Feneri?nin soluk kırmızı ışığı, yarım saat sonra da şehrin bütün ışıkları tümüyle gözden kayboldu. Marmara bizleri dalgalı kucağına almıştı artık.(…)
Bizim motorun arkasına bir çift büyük kayık (Onların diliyle gırgır) bağlanmıştı. Kayıklarda uyuyanları karanlıkta zar zor seçebiliyordum. Onlar için şimdi istirahat vaktiydi, çünkü onları bizim motor çekiyordu. Fakat balık ?voli?si gözüktüğünde işler değişecek, kürekçiler hemen işe koyularak, ağların atılacağı büyük bir daire oluşturacaklardı denizin üstünde?.
Sevgili Ara Güler,
Konuştuğun balıkçılar, ?Ermeni balıkçı?ların artık tükendiğini söylemişler sana. 1952?ler 1953?ler daha. 60 santimlik torik çıkıyor Marmara?dan. Çiroz sıradan bir balıkçı yiyeceği. Deniz kurumamış, balıklar küsmemiş. Kumkapı?nın yapısı turistlere göre ayarlanmaya başlamamış. Lüferin para etmediği, bir motor balığın satılacağı yer bulunamayan günler. Kumkapı?daki tahta evler tuz kokuyor, kıyı şeridi dolmamış. Kumkapı denince akla kör Agop, Kör Agop denince akla balık çorbası geliyor. Bir de ıstakoz. Gazeteler Ermeni ile Süryani?yi karıştırmıyor.
Bu kitaba temel olan röportajın Jamanak gazetesinde yayımlanmış 1952?de. Daha doğrusu tefrika edilmiş. Her gün iki fotoğrafının eşliğinde, altı gün. Aklıyla bin yaşasın kim düşündüyse bu kitapta tefrikaları yeniden yayımlamayı… Aras Yayınları?nın bastığı kitapta röportajın üç dilde yer almış: Türkçe, Ermenice, İngilizce. Aras Yayınları fotoğraf sayısını da 56?ya çıkartmış. Bir küçük film niteliği kazanmış: Kumkapı Ermeni Balıkçıları.
Sevgili Ara, balıkçıların denize açıldıkları alaca karanlıktan siyah beyaz görüntüler yansıtmışın. Yansıttığın onca fotoğraftan ayrı bir yanı var bu kitabın. Bir ağıtın dizeleri bunlar. Rüzgar sayfalara vursa tuz ve deniz kokusu bütün odaya yayılacak. Motor sesleri, yokuştaki Sulumanastır?ın çan seslerine karışacak.
Sevgili Ara Güler,
Balıkçıların bir sıcak çay içeceği sabahçı kahveleri kaldı mı Kumkapı?da bilmiyorum. Ağ ören dudulardan kaçı sağ? Hepsine selam ederiz. Sen yaşamanın engin denizinden fotoğraflar çekmeyi sürdürdükçe yaşayacak bir dünya kuruyorsun. Özlemlerimize aynalar tutuyorsun.Gözlerini gelecek kuşaklara bıraktığın için sağ olasın.
Seni ve İstanbul?unu çok sevdik, bilesin…

60 YILDIR FOTOMUHABİR
1928?de İstanbul?da doğdu. Türkiye?de yaratıcı fotoğrafçılığın uluslararası alanda ün kazanmış en önemli temsilcisidir. 1951?de Getronagan Lisesi?nden mezun oldu. Gazetecilik yaşamına 1950?de Yeni İstanbul gazetesinde başladı. Bu yıllarda Ermenice gazete ve edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlandı. 1956?da Time-Life, 1958?de Paris-Match ve Stern dergilerinin yakındoğu foto muhabirliğini üstlendi. Aynı dönemde Magnum Ajansı?na katıldı. 1961?de İngiltere?de yayımlanan British Journal of Photography Year Book, onu dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. 1962?de Almanya?da ?Master of Leica? unvanını kazandı. Dünyanın dört bir yanında yüzlerce sergi açtı. Bertrand Russell?dan Winston Churchill?e, Arnold Toynbee?den Picasso?ya, Salvador Dali?ye kadar birçok ünlü kişinin fotoğrafını çekti, onlarla röportajlar yaptı. Fotoğraflarının büyük bir bölümü Paris?te Ulusal Kitaplık?ta, ABD?de Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonu?nda, ayrıca Boston, Chicago ve New York?ta özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Ayrıca Almanya?da, Köln?de Ludwig Museum?da ve Das imaginärische Photo-Museum?da fotoğrafları sergilenmektedir. 2006?da yayımlanmaya başlayan İz dergisinin yayın yönetmenliğini yapıyor.

Tanıtım Yazısı
İstanbul’un son Ermeni balıkçı reisleri, Dacat Reis, Husig Reis, Kevork Reis; büyük balık teknelerine yardımcı olan goygoycular; ağ onaran merametçi kadınlar; Sahil Yolu’nun yapılmasıyla ortadan kalkan balıkçı semti Alemdağ, hepsi ve daha fazlası bu kitapta…

Dünyaca tanınmış foto muhabiri Ara Güler’in, 1952’de Kumkapı’da, bugün artık tarih olmuş balıkçı semtinde geçirdiği günler sırasında çektiği fotoğraf ve yaptığı söyleşiler, Aras Yayıncılık tarafından Kumkapı Ermeni Balıkçıları adıyla yayımlandı. Kitapta usta fotoğrafçının objektifinden çıkmış ve bazıları bugüne değin hiç yayımlanmamış 56 fotoğraf yer alıyor.
1928’de İstanbul’da doğan, Türkiye’de fotoğrafçılığın uluslararası alanda ün kazanmış en önemli temsilcisi olan Ara Güler’in ilk gazetecilik başarısı olan bu foto-röportaj, 21-26 Mayıs 1952 tarihlerinde, Ermenice Jamanak gazetesinde “Kumkapui hay tzıgnorsnerun hed” (Kumkapı Ermeni Balıkçılarıyla Birlikte) başlığıyla altı günlük bir yazı dizisi olarak yayımlanmıştı. Bu kitap ise, bu Ermenice yazı dizisinin Türkçe ve İngilizce çevirileriyle birlikte üç dilli olarak yeniden basımı.

Ara Güler, Kumkapı’da yaşadığı deneyimi ve çektiği fotoğrafları şu sözlerle anlatıyor: “Yıl 1952, Kumkapı hâlâ ufak bir balıkçı köyüdür, İstanbul ise sularla çevrili bir kıyı şehri. Birkaç yıl sonra Sahil Yolu yapılınca bu şirin balıkçı limanı büsbütün başka bir biçim alacak. Ama o zaman bunun böyle olacağını kimse bilmiyor, tahmin edemiyordu; ne balıkçılar, ne balıkçı reisleri, ne Kumkapı halkı, ne de ben… İşte bu siyah-beyaz fotoğraflar çoktan yitmiş olan bir dünyanın belki de tek tanıklarıdır.”

Kumkapı’nın ve İstanbul’un çehresinin son elli yılda büyük bir hızla değişmesi nedeniyle artık son bulmuş bir yaşantıyı bugüne taşıyan bu çalışma, balıkçılara ve balıkçılığın çevresinde dönen günlük hayata son kez tanıklık ediyor. Gecenin kör karanlığında denize çıkıp gün ağarırken dönen ve avlanan balıkları goygoycularla paylaştıktan sonra kalanları balık haline götüren, günün ilk saatlerinde İstanbul’un minareli siluetine doğru ilerlerleyen bu balıkçılar, hayatlarını denizden kazanan insanlara özgü, farklı bir duruşa sahiptiler. Kitabın önsözünü yazan Murat Belge, bu farklılığı şu sözlerle tanımlıyor: “Bu, herhalde, denizle bu kadar haşır neşir olmaktan gelen bir şey, çünkü deniz de tıka basa romansla, mistisizmle dolu. Tehlikesi, fırtınası, bir yandan da güzelliği, çekiciliği. Orada bin bir meşakkat içinde, o balıkları tutmak ve tabii bu sessiz ve pırıltılı yaratıkların şiirselliği. Bunlarla örülü bir hayat normal olarak maddi bakımdan yokluk, yoksunlukla doludur, ama onun kazandırdığı şiirsellik de başka hiçbir yerde bulunmaz. Oturmuş, sessiz sakin balık ağlarında açılmış delikleri örerek onaran kadınların manzarası da ne kadar olağanüstü, ne kadar etkileyicidir.”

Yiten balıklar, giden insanlar – Celal Üster
(9 Aralık 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi)

Kumkapı önlerinde balıkçı kayıkları’ Ağ toplayan balıkçılar’ Asılı ağlar arasında kaybolmuş, iki katlı ahşap evler’ Ağları onaran kadınlar’ Balıkçı teknelerinin çevresine toplaşmış sandallar’

Ara Güler’in siyahbeyazlarının pek çoğunun başkişisi balık ağları. Kaderi balık ağlarıyla örülmüş bir mahalle; Kumkapı’da Acemdağı mahallesi; bir balıkçı köyü. Yıl 1952.

Sözünü ettiğim fotoğrafları, bir haftaya kadar Aras Yayıncılık’tan çıkacak olan Kumkapı Ermeni Balıkçıları adlı kitapta görebileceksiniz. Kitapta, Ara Güler’in, 21-26 Mayıs 1952’de, Ermenice ‘Jamanak’ gazetesinde yayımlanan ‘Kumkapui hay tzıgnorsnerun hed’ (Kumkapı Ermeni Balıkçılarıyla Birlikte) başlıklı yazı dizisi üç dilli (Ermenice, Türkçe, İngilizce) olarak yer alıyor.

‘Jamanak’ta altı gün sürmüş olan bu yazı dizisinde yalnızca yedi fotoğraf kullanılmış. Kitapta ise, gazetede basılanların yanı sıra, Güler’in arşivinden alınan fotoğraflara da yer verilmiş. Bu fotoğraflar, 1957-60 yılları arasında yapılan yol yüzünden İstanbul’un Marmara sahil şeridinin çehresinin tümüyle değişmesi nedeniyle artık tarihe karışmış bir yaşantının son yıllarına ilişkin görüntüleri günümüze ve geleceğe taşıdığı için de çok değerli.

Ara Güler de 1993’te ‘İstanbul’ dergisine yazdığı bir yazıda, bu gerçeği vurgulamadan edememiş:

‘Yıl 1952, Kumkapı hâlâ ufak bir balıkçı köyüdür, İstanbul ise sularla çevrili bir kıyı şehri. Birkaç yıl sonra Sahil Yolu yapılınca bu şirin balıkçı limanı büsbütün başka bir biçim alacak. Ama o zaman bunun böyle olacağını kimse bilmiyor, tahmin edemiyordu; ne balıkçılar, ne balıkçı reisleri, ne Kumkapı halkı, ne de ben’ İşte bu siyah-beyaz fotoğraflar çoktan yitmiş olan bir dünyanın belki de tek tanıklarıdır.’

Güler, Kumkapılı Ermeni balıkçılardan söz ederken, ‘Gecenin kör karanlığında denize çıkıp gün ağarırken dönüyor ve avlanan balıkları goygoycularla paylaştıktan sonra kalanları balık haline götürüyorlardı’ diyor. ‘Goygoycular gecenin içinde ağ çevirerek bağıra çağıra kürek çeker, ağa takılmış balıklar meşalenin titrek ışığında parıldayarak oynaşır ve bütün bunlar günün ilk saatlerinde İstanbul’un minareli siluetine doğru ilerlerdi. İşte o güzelim Kumkapı balıkçı köyünden kala kala birkaç siyah-beyaz fotoğraf ve anılarımdaki o alacakaranlık sabahlar kaldı.’

Yalnızca fotoğraflar mı? Aras Yayıncılık’tan çıkacak olan Kumkapı Ermeni Balıkçıları adlı kitapta, foto muhabiri Ara Güler’in yalnızca fotoğraflarını görmekle kaymayacak, Sait Faik tadındaki o nefis yazı dizisini de okuyacaksınız.

Ara Güler’in röportajını okurken, gazetelerde neden yıllardır bu tür yazı dizileri yayımlanmadığını düşündüm. ‘Modası geçtiği’ için mi? Gazeteleri yönetenlerin gözü, dolaysız politika, futbol ve magazin dünyasından başka bir şey görmediği için mi? Böylesi röportajları yapabilecek, eli kalem tutan gazetecilerin sayısı çok azaldığından mı? Yoksa televizyonlardaki sıradan, sığ, tekdüze röportajlar, gazetelerde yapılabilecek yazınsal tatlar içeren, usta işi fotoğraflarla beslenen, insani ve toplumsal gerçekleri gözler önüne seren yazı dizilerine yeğlendiği için mi?

Ara Güler’in yarım yüzyıldan fazla bir zaman önce gerçekleştirdiği bu yazı dizisi, o fotoğraflardaki sepetlerde gördüğümüz balıklar kadar, insanların da tükenmekte olduğunu bir kez daha anımsatıyor bize.

Güler’in siyahbeyazlarına bakarken, Kumkapılı Ermeni balıkçılarla söyleşilerini okurken, Hrant Dink’in sandalda balık tutarken çekilmiş fotoğrafı düştü aklıma. Neden dersiniz? Neden acaba!

Demek, ustasının elinden çıkmış bir gazete röportajı, bazen iyi bir edebiyat yapıtı kadar kalıcı olabildiği gibi, yıllar öncenin nitelikli bir yazı dizisi yıllar sonranın acımasız güncelliğiyle bile örtüşebiliyor’

‘Balık dediğin başa bela!’

Aşağıdaki satırları okuduğunuzda, Ara Güler’in, 1952’de yayımlanan yazı dizisinin ‘mürekkebinin kurumadığını’ siz de göreceksiniz. Kitabı alıp okuduğunuzda ise, böyle röportajların artık neden yapılmadığı sorusunu siz de seslendireceksiniz:

‘Deniz zalimdir.’

‘Deniz bize hayat verir.’

‘Biz onun çocuklarıyız.’

‘Tanrı’nın inayetini denizden bekleriz.’

‘Hey anam, var mı bize yan bakan..!’

Yaşadığımız dünyadan tümüyle farklı bir dünya bu mahalle. Köşedeki denize nazır meyhanede rakı ve eğlence; civar sokaklardaki alçacık evlerde ise çoğu kez acı ve keder var.

Erkekler geceyarısından sonra denize açılır, kadınlar da evlerinde Meryem Ana’nın resmi önünde diz çöküp dua ederler: ‘Meryem Ana, yalvarırım kocamı, oğlumu günlük ekmekleriyle geri getir”

Her evin iki katı neredeyse yerin altında. Kapının yanındaki pencere yere silme açılıyor. Bu katın arka kısmında mutfak bulunuyor. Burası, evin erkeği avdan dönünce akşamdan akşama, yemek yenilen yer. Zemin, yan yana yerleştirilmiş çatlak mermer parçalarından öte, topraktan ibaret. İkinci kat tek odalı; durumu nispeten iyi olanların evlerinde iki oda var. Bu odaların eşyası, pencere önünde bir ‘sedir’, kırık ayaklı eski bir gardırop ve yataktan ibaret. Duvarlar koyu renk halılarla kaplı. Halıların üzerinde neler yok ki’ Mavi boncuklar, ‘muska’lar, hocanın yazdığı ‘dua tezkeresi’, kapı üstünde dikenli dallar ve bir nal’

Ekmeğini denizden çıkaran bu insanların hayatını anlayabilmek için iki farklı gözlük kullanmamız gerekir. Birinci gözlük kapkaradır; nemli, puslu sabahlarda kol güçleriyle geçimlerini sağlamaya çalışan kürekçilerin çileli hayatıdır bize gösterdiği. İkinci gözlükle baktığımızda ise karşımızda bambaşka, ilkinden çok daha farklı ve coşkulu bir hayat buluruz.

‘Ne ağ ne de olta, balık rakıyla yakalanır.’ İkinci gözlükten görebildiğimiz bu hayat, sadece diğerini unutturmaya yarar. İki ayrı gözlükle izlediklerimiz aynı insanlardır aslında; işte onlarla o çileli hayatı unutturan, karada geçirilen birkaç saatlik yaşam ve rakıdır’

Usta çırağına bağırdı:

‘Lan, piç, Margos abi bir saattir rakı bekliyor!’

‘Hemen usta.’

‘Getir göreyim hadi!’

‘Mezeyi unutmayasın ha! Siz de gelin be çocuklar, Allahın verdiği kadar biz de keyif alalım şu hayattan”

Sahildeki açık hava meyhanesinde bunları duymanız mümkün. Ama biz Baküs’ün müritlerini orada bırakıp meyhaneden çıkacak ve sağ taraftaki üç numaralı evden içeri gireceğiz. Burası Kevork Reis’in ‘yalı’sı. İçerisi ilk bakışta karmakarışık ve karanlık. Fakat sonra gözlerimiz alışıyor; etrafımızda ne var ne yok seçebiliyoruz. Döşemeler eğri büğrü, evin tamamı ahşap. Tam karşımızda iki kanatlı, yarı açık, geniş bir kapı; sağımızda çok eski, tırabzansız bir merdiven var.

O sırada yanımızdan biri geçiyor ve ister istemez soruyoruz:

‘Usta, yakırısı nedir öyle?’

Bir an bakar. Yabancı olduğumuzu düşünür, ne var ki yüce gönüllü biridir ve soruyu cevapsız bırakmayı yediremez erkekliğine:

‘Ağlar var yukarıda. Yedeklerimizi orada saklıyoruz.’

‘Peki adın ne senin?’

‘Hampartzum.’

‘Onlarla mı çalışıyorsun?’

‘Evet, ben Reis’in kardeşiyim.’

‘Reis nerede?’

‘Az evvel geldiler, çok yorulmuşlardı, yatmaya gitti.’

‘Bu gece balığa çıkacak mısınız?’

‘Anlamadım.’

‘Balığa diyorum, çıkacak mısınız bu gece?’

‘Çıktılar zaten.’

‘Siz ne zaman çıkacaksınız?’

‘Yarın saat üçte.’

‘Öğleden sonra mı?’

‘Hayır, sabaha karşı üçte.’

Oturduk. Bana denizi anlatmasını istedim. Bir an durdu, sonra gülümseyerek, ‘Öyle olsun, zararı yok’ dercesine yüzüme baktı ve konuşmaya başladı:

‘Balık dediğin başa beladır. Bela denizin dibindedir, sense üstünde. Geceleri fosfor gibi parlar”

Kitabın Künyesi
Kumkapı Ermeni Balıkçıları – 1952
Ara Güler
Çevirmenler: Ermeniceden
(Türkçeye) Payline Tomasyan
(İngilizceye) Sonia Derman Harlan
Aras Yayıncılık
Basım Tarihi : 12 – 2010
Sayfa Sayısı : 128
56 siyah beyaz fotoğraf

Previous Story

Kara Kefen (Müslümanlaştırılan Ermeni Kadınların Dramı) – Gülçiçek Günel Tekin

Next Story

Tehcir Çocukları “Nenem bir Ermeni’ymiş…” – İrfan Palalı

Latest from Ara Güler

An’lık Bir Ömür – Ertuğrul Akgün

“Bir kişiyi elinde fotoğraf makinasıyla(veya fotoğraf makinasını işleten’i ile)gördüğümüzde, bir tür avlanma davranışına tanık oluruz. Bunlar paleolitik çağda tundrada avlanan bir kimsenin hareketleridir. Fark

Ara Güler, neden obje ve doğa çekmiyorsunuz?

– Obje ve doğa çekmiyorsunuz. – Yaşamı çekerim. Ben insanın derdiyle uğraşan adamım. İnsanın hayatını ve dertlerini çekerim. – Doğu’yu çekmeyi seviyorsunuz. – Doğu’da
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ