Küreselleşme rüzgârının futbol dünyasındaki etkileri de tüm dünyadaki yıkıntılarından bağımsız olmasa gerek. Futbolda başarılı olma algısının sömürü-para-reklam ilişkisine indirgenmesi zaten kapitalizmin bir parçası. Küreselleşmeyle beraber bu durum, kaçınılmaz bir rüzgâr olarak karşımıza çıkarıldı. Sermayeye eklemlenmeyenlerin yaşayamayacağı yaftasıyla beraber endüstriyel futbolun çocukları (FIFA ve UEFA?nın düzenlediği turnuvalar) da payına düşeni fazlasıyla aldılar ve artık dönüşümlerini tamamlamak üzereler.
FIFA ve UEFA?nın düzenlediği turnuvalar arasında, endüstriyel futbolun üç gözbebeğinden biri Dünya Kupası. Avrupa Şampiyonası ve Şampiyonlar Ligi?ni de unutmamak gerekiyor. Üç turnuva da, hem endüstriyel futboldaki pozisyonları hem de bu pozisyonun yeniden üretilmesindeki süreç açsından birbirine çok benziyor. Bu noktada, öncelikle kapitalist sistemde, futbolun en büyük pastası olarak öne çıkan bu organizasyonlarda yapılan değişiklere vurgu yapmamız gerekiyor. Burada da özellikle, Şampiyonlar Ligi?nin her yıl yapılıyor olması ve ileri kapitalist ülkelerin başa oynayan takımlarının mücadele (!) alanı olması nedeniyle en dikkat çeken düzenlemeler bu organizasyonda yapılıyor. Şampiyonlar Ligi?ni irdelediğimizde, -Devler Ligi olarak adlandırdıkları turnuvada- ileri kapitalistleşmiş ülkelerin başa oynayan takımlarının turnuvası olduğu göze çarpıyor. Öncelikle gruplara torba sitemine göre yerleştirilen takımlar zaten baştan güç dengesine göre sınıflanmış oluyor. İleri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüplerine piyonluk yapan diğer kulüplerin çırpınışını izliyoruz. Dünya Kupası?nda da benzer bir formattan söz edebiliriz. Örneğin Dünya Kupası Avrupa elemelerinde gruplarını ilk sırada bitiren takımlar direk katılırken, ikinci sırayı alacak en iyi 8 ülke baraj maçlarına kalıyor. Baraj maçları sonunda 4 ülke daha finallere katılıyor. Buraya kadar her şey normal görünse de eşleşmeler baktığımızda başka bir durumla karşılaşıyoruz: İrlanda Cumhuriyeti-Fransa, Portekiz-Bosna Hersek, Yunanistan-Ukrayna, Rusya-Slovenya eşleşmelerinde Slovenya?nın sürprizi bir tarafa, Portekiz ve Fransa?nın birbiriyle karşılamaması dikkat çekiyor. Play-off kura çekiminde Fransa ve Portekiz?in seri başı olması ikisini de kupaya götürmek için iyi bir araç olsa gerek. Bu yönüyle de, Dünya Kupası?nın endüstriyel futboldaki yerini daha net görebiliyoruz.
Bu durumu, futbol kulüpleri, turnuvalar ve oyuncuların kapitalizmdeki dönüşümleri ve birbirini üretiyor olmasıyla açıklayabiliriz. Sermaye sınıfının futbol pastasını sürekli büyütme çabası ve büyütürken de, bu büyümenin ancak sömürüyle olabileceğine vurgu yaparak şunu belirtmemiz gerekiyor: Bu yapı içinde futbolun reklam ve pazarlama boyutunun televizyonla ilişkisini ?özellikle Dünya Kupası açısından- öne çıkarak Talimciler?den yapacağımız alıntı anlamlı olsa gerek:
?Kapitalizm tüketim ve boş zaman arasındaki ilişkide televizyon aracılığı ile kitlelere ?carpe diem? (günü yakalayın) mesajını aktarır. Şimdiki zamanın yaşanması ön plana geçirildiğinde yani geçmiş ve gelecek yerini bugün yaşanmakta olan şimdiki zaman aldığında spor ve televizyon arasındaki birliktelikte güçlenmektedir. Spor olayının şimdiki zamanda yaşanmasında ?spor ve oyun sahasının sınırlarının belirlenmesi, saha içi sınırlamalar, spor yapma süresinin sınırlanması, bir tecrit etme, zaman ve mekân sınırları belirli yeni bir ?dünya? yaratma anlamıdır… Öyleyse spor ve oyun özleri gereği hep ?şimdi?de olan bir şeydirler.? (1)
Spor ve televizyon birlikteliğinin en son hali olsa gerek Dünya Kupası. Futbolun, iki Dünya Kupası arasındaki 4 yılda daha geniş kitlelere yoğun olarak pazarlanması bu birliktelikten geçiyor. Bu noktada Lefebvre’ye dikkat çekmek gerekiyor:
? Gereksinim bir boşluğa, fakat iyi tanımlanmış bir boşluğa, sınırları belirlenmiş bir çukura benzer. Bu boşluk tüketim ve tüketici tarafından kapatılır, doldurulur. Doygunluk budur. Tatmin edilir edilmez, tüketici doygunluğa yol açan aynı düzeneklerce yeniden tahrik edilir. Yeniden verimli hale gelmesi için gereksinim, öncekinin biraz farklı biçimiyle yeniden uyarılır”. (2)
Dünya kupasında öne çıkan futbolcuların oynadıkları liglerin pazarlanması Lefebvre’nin vurguladığı süreç ile gerçekleşiyor. Ya da kupanın düzenlendiği ülkenin liginin pazarlanması sürece dahil oluyor. Örneğin Almanya?nın ev sahipliği yaptığı 2006 Dünya Kupasında 15 resmi sponsor yer aldı ( Adidas, Budweiser, Avaya, Coca-Cola, Continental, Deutsche Telekom, Emirates, Fujifilm, Gillette, Hyundai, MasterCard, McDonald?s, Philips, Toshiba ve Yahoo). Bu şirketler Dünya Kupası?nda 2,4 milyar dolar olan pazarlama gelirinin bir milyar dolar civarını sağladılar. Bu Dünya Kupası?ndaki durum ve sadece bununla sınırlı değil. Aynı zamanda 2010?daki kupaya kadar olan süreçteki pazarlamanın da yeniden üretilmesini sağlıyor. Bu duruma bir örnek verirsek, Avrupa?nın seyirci ortalamalarında ilk sırayı Bundes Liga?nın alması şaşırtıcı değil. Tabi bu etkinin sadece Almanya?da olmadığını belirtmemiz gerekiyor.
Bir pazarlama başarısı olarak ortaya koydukları rakamlar aslında küreselleşmeyle beraber daha da hız kazanan ve bugün artık normalmiş gibi algılatılmaya çalışılan bir duruma işaret ediyor ve tam da kapitalizmin saklamaya çalıştığı yüzü.
Dünya Kupası?nda reklam yapan ve pazarlama başarısı olarak sundukları rakamları üreten şirketler, bunu tamamen emek sömürüyle yapıyor. Kürselleşme rüzgârı en çok da sermayenin dolaşımında kolaylık getirdiği için bugün, Dünya Kupası?nda gördüğümüz şirketler, fason üretim yoluyla (özellikle güneydoğu asyada) karlarını yükseltmekte. Aynı zamanda yoğun olarak çocuk emeğinin kullanıldığını unutmamak gerekiyor. Bu noktada endüstriyel futbolun pastasının hacmi emek sömürüsüyle ilişkili olarak büyüyor. Futbolun emekle ilişkisi pek dikkate alınan bir durum değil. Bunu Dünya Kupası logosundan takip edebiliriz belki. O logoların ya da oyuncakların nerede, nasıl ve hangi koşullarda üretildiğiyle değil de Ronaldo?nun saç sitilinin nasıl olduğuyla ilgilendiğiniz sürece kapitalizm açısından sorun da yoktur. Bu yönüyle de, kapitalizmin yıkıntılarını örttüğü boyalı yüzlerinden sadece birisi Dünya Kupası.
Futbolu halkın sporu olarak öne çıkartmamız ve bugünkü koşulların kapitalizmle ilişkili olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Futbol var olduğu süre boyunca halkın ilgisini devamlı çekmiş ve basit bir oyun olmasıyla da dünyanın her yerinde ?sokak arasında konserve kutularıyla ya da kumsalda çıplak ayakla- oynanabilen insanlığın ortak kültürü haline gelmiştir. Basitliği kadar oynayanlara kolektif bir uyum getirmesi, taraftara da toplu hareket edebilme potansiyeli sunması son derece önemli bir durumu yansıtıyor. Esas rahatsızlık yaratan noktayı da kitlelerin toplu ve politik hareket edebilme potansiyeli oluşturuyor. Bundan olsa gerek küreselleşme yaftası içinde en çok öne çıkarılan ve taraftarın ötekileştirilmeye çalışıldığı yer futbol dünyası.
Yazan: Osman BULUGİL (3)

Notlar
(1) Talimciler Ahmet. 2008. ?Futbol değil iş: endüstriyel futbol?, İletişim kuram ve araştırma dergisi, Sayı 26 Kış-Bahar. Sf:89?114
(2) Lefebvre, Henri. 1996. Modern Dünyada Gündelik Hayat. çev: Işın Gürbüz. Metis yayınları. İstanbul. sf:83-84
(3) Ege Üniversitesi Coğrafya Bölümü Mezunu – osmanbulugil@gmail.com

KAYNAKÇA
Lefebvre, Henri. 1996. Modern Dünyada Gündelik Hayat. çev: Işın Gürbüz. Metis yayınları. İstanbul.
Talimciler Ahmet. 2008. ?Futbol değil iş: endüstriyel futbol?, İletişim kuram ve araştırma dergisi, Sayı 26 Kış-Bahar.

Previous Story

Butes ? Pascal Quignard

Next Story

Heyatê Bertolt Brecht

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ