Kürt vatandaşlarımız…

Türkiye’de Kürt “realitesi” yarı-resmî veya yarım ağız tanındığından beri, bu sözü sıkça duyuyoruz. Kürt kimliğini Türkiye vatandaşlığı bağlamında anlamlandıran bir ifade bu.
Peki, ‘Türkiye’nin Kürt vatandaşı’ olmanın anlamı ne, gerçekten? İkinci sınıf bir vatandaşlık mı bu? Türkiye’de Kürt olmak nasıl bir vatandaşlık deneyimidir?

Hamza Aktan bu yalın sorunun cevabını ararken, “Kürt realitesinin” toplumsal yüzlerine bakıyor. Büyük resmi oluşturan somut yaşam dünyalarına mercek tutuyor.

Kürtlerin anadillerini konuşma ve konuşamama deneyimleri…

Kürt kentlerinde Kürtlerin sosyal, kültürel sınıfsal farklılaşma süreçleri…

Türk kentlerinde Kürt olmak – ve kimliğini saklayan “Ev Kürtleri”…

Siyaset kariyerinde Kürtler…

Popüler kültürün, kültür endüstrisinin klişeleri ve Kürt kültür üretimi…

Medyada Kürt olmanın çileleri…

Belki en büyük meydan okuma: Kürt olarak askerlik yapmak…

Yurtdışında Kürt olmanın özgürlük ve darlıkları…

Genç Kürtlerin rahatsızlıkları…

Kürt öğrenci ve öğretmenlerin okul stratejileri…

Tartışma, paylaşım ve hınç mecrası olarak internette Kürt aktivizmi…

Hamza Aktan’ın canlı gözlemlerle çizdiği ayrıntılı Kürt vatandaş manzarası, Kürt toplumundaki muazzam hızlı toplumsal değişime de ayna tutuyor.
(Tanıtım Bülteninden)

Gazeteci Hamza Aktan, yeni kitabı “Kürt Vatandaş”ı İMC TV’de Mustafa Kuleli’nin hazırladığı Günsonu programında anlattı.[dailymotion]http://www.dailymotion.com/video/xs0w69_6-temmuz-2012-tarihli-gunsonu-hamza-aktan_news[/dailymotion]

Yok sayılmadan özne olmaya – Erkan Canan
(27/07/2012 tarihli Radikal Kitap Eki)
KCK tutuklamalarında mahkemenin aldığı eşine pek rastlanmayan karar, herkesin malumu. Mahkeme, tutukluların Kürtçe savunma yapma talebine, koskoca bir halkı yok sayma pahasına ?bilinmeyen dil? yanıtıyla geçit vermedi. Yargının bu tavrı, hukuk, siyaset, sosyoloji gibi farklı disiplinlerin bakış açılarıyla değerlendirilebilse de, burada asıl dikkat çeken ayrıntı, kararın, Türkiye toplumunun ?çoğunluk?u, ana akım siyaseti ve medyasında, Kürtlere biçilen rol konusunda iyi bir gösterge olması. Burada ?bilinmeyen dil?, bilinmeyen bir halkı, Kürtleri işaret ediyor. Daha önce de benzerleri görülmüş böylesi yaklaşımlar, bir anlamda ülkedeki genel eğilimi yansıtıyor ve başlıca gücünü Türkî anlayışta vücut bulmuş Kürt ?yokluğundan? alıyor. Zira Kürtler ya olumsuz durumlar ya da mağduriyetler üzerinden sunulageldiği için, makul, normal bir var oluştan soyutlanmıştır. Cumhuriyet?in kuruluşundan bu yana farklı başkaldırılarla süren ve yaklaşık son otuz yılda tırmanarak günümüzde doruk noktasına ulaşmış Kürt sorununu konuşmak için, onlara kulak vermek gerekiyor. Belki böylece, ülke geneline yayılmış Kürtlere dair ilgisizlik ve bilgisizlik bir nebze de olsa azalabilir.

Bir halk kendini yaratıyor
Hamza Aktan?ın ilgi çekici çalışması ?Kürt Vatandaş?, Kürtlerin gündelik-toplumsal hayatını farklı çerçevelerden ele almasıyla, bu anlamda nitelikli bir anlatı. Hatırlamakta fayda var: kitabın başlığı esasında, Kürtlerin Türkiye ?deki hukuki ve siyasî statülerine atıfta bulunarak ironi yapıyor. Çünkü resmi anlamda ?Türk? olarak değerlendirilen Kürtlerin varlığı, halen belirsiz bir durum olmayı sürdürüyor. Aktan bu ilk kitabında, Kürtlerin dünyasını, onların Türk kentleri, popüler kültür, siyaset, medya, askerlik, yurt dışı, okul hayatı ve internetle kurdukları ilişkiler bağlamında, ayrıca konuya dair tarihsel dinamikleri de ihmal etmeden değerlendiriyor. Kitap, Türkler için bir ?Kürtleri anlama kılavuzu? olduğu kadar, Kürtlerin de kendi deneyimlerini, hangi yok sayılmalardan gelerek bugüne ulaşabildiklerini izleyebilecekleri bir kaynak.
Kürt kimliği, Türkiye kamuoyuna çarpıtılarak sunulageldi. Kürt bireyine hiçbir zaman özne olma vasfının atfedilmemesi de bu yüzden. Aktan?ın çalışması, genel olarak bu kanıyla hesaplaşmaya giriştiği için önemli. Kürtlere dair anlayışlardan biri, onların iki farklı şiddetin, PKK ile devlet baskısının arasında sıkışıp kalmış çaresiz bir halk olduğuysa, diğeri de, olup bitenleri ?travma? ile açıklamaya koyulup, Diyarbakır cezaevi , köy boşaltmalar, faili meçhuller ve devletin sistematik baskılarının, Kürt sorununun ortaya çıkışında belirleyici faktör olduğu şeklinde. Oysa Aktan?ın da altını ısrarla çizdiği üzere, Kürt kopuşu Cumhuriyet?in kuruluşuna değin uzanıyor ve son otuz yılda bu, en iddialı boyutuna ulaşmış durumda. Yani Türkiye ?de eğitim seviyesinin en düşük, yoksulluğun en yüksek olduğu bir coğrafya, devletin kurduğu baskıya karşı koyarken, gündelik yaşamdan toplumsal adalete, dilden siyasete kendi mücadele araçlarını yaratmış durumda.

Bir bölücü olarak medya
Buna verilecek ilk örnek, Kürtlerin uzun yıllara yayılmış siyasal deneyimlerinde kaydettikleri başarıdır. 1990?lı yıllara kadar ne Ankara merkezli ne de yerel yönetimlerde olabilen Kürt temsili, bu yıllardan sonra tüm engellemelere rağmen daha görünür hale gelmeye başladı. Kürtler devletle mücadele ederken, aynı zamanda dönüştüler. Önceleri geleneksel yönleri baskın olan bir halk iken, kendi başkaldırı araçlarını yarattılar, ardından toplumsal-siyasal alana kadınları da dahil etmek gibi olumlu bir dönüşümü de gerçekleştirdiler. Örneğin kadın kotası ve partinin bir kadın ve bir erkek başkanla temsil edilmesine dayanan eş başkanlık sistemi, Türkiye siyasetine Kürtlerin getirdiği yeniliklerden. Ayrıca seçimlerde kaydedilen başarılar, Kürtlerin güçlü bir temsile sahip olduğunu fark etmesini ve böylece özgüven kazanarak, sorunun çözümü konusunda parlamenter zemini de ihmal etmemesini sağladı. Yine bu bağlamda, Kürt siyasetinin Türkiye soluyla (dönemsel olarak güçlü veya zayıf da olsa) kurduğu ilişki, Kürtlerin Türklerden tümüyle kopmamalarında, diyalog kurma konusunda daha iyimser olmalarında önemli bir faktör olageldi.
Aktan?ın kitabı, ana akım medyanın, hassas ve her an milliyetçiliği besleyen Kürt sorununu görmezden gelerek veya çoğu zaman gerçeklikten kopararak sunmasıyla, sorunun daha da içinden çıkılmaz hale gelmesine nasıl neden olduğunu, resmi söyleme ne denli büyük katkı sağladığını, hatta kimi zaman devletin bile gerisinde kaldığını ortaya koyuyor. Fakat çalışmayı, benzer medya eleştirilerinden farklı kılan husus, uzun yıllardır Türkiye medyasında muhabir ve editör olarak çalışmakta olan Aktan?ın gerek kendi deneyimlerinden hareketle, gerekse meslekten başka Kürt gazetecilerin bire bir anlatımlarıyla, Türk medyasının Kürt sorununu işleyiş biçimini ve bunun Kürt gazetecilerdeki yansımalarını izlemesi. Ana akım medyada, görünür pozisyonlar olan köşe yazarlığı veya TV yorumculuğunda Kürt seslerinin eksikliği, sorunun derinliğine inmeyi zorlaştırdı. Bu alanda çalışmış Kürt gazetecilerin ya sorunla ilgisiz haberlere yönlendirilmesi ya da gönderdikleri haberlerin editoryal bağlamda yeni baştan düzenlenmesi her zaman önemli bir sorun oldu. Medya, İstanbul veya Ankara ?dan, bölgenin kaderini belirleyecek haberler oluştururken, bu kurumlarda çalışan Kürt gazeteciler ya ?Kürtçü? olarak etiketlenmemek için otosansüre başvuruyor ya da görüşlerini dile getirse dahi, köşe başlarını tutmuş Türk gazetecilerce pek dikkate alınmıyor.
Aktan, Kürtlerin kendi medyalarını oluşturmaya başlamasıyla, Türk medyasının bu konudaki belirleyiciliğinin bir nebze de olsa azaldığını belirtiyor. Uzun yıllardır basın faaliyeti yürüten Kürtlerin, bu alanda kendine yeter bir hale gelmesi, Med TV ?nin kuruluşu ve ardından kitle iletişim araçlarındaki gelişmeler sayesinde olacaktı. ?Med TV ?nin canlı yayın bağlantılarıyla sıradan Kürtlerin görüşlerine yer vermesi, onları dinleyen bir kanala dönüşmesi Kürtlerin ilk kez etkili bir yayın organında dikkate alındıklarını, önemsendiklerini gördükleri bir atmosfer yarattı.? (s. 190) diyen Aktan, Med TV ile ondan sonra gelen televizyon kanallarının, Kürtler için toplumsal, kültürel ve siyasal anlamda ne denli önemli bir güç olduğunu açıklıyor. Bu aşamada, Kürtlerin internet ile ilişkilerinin irdelendiği bölümü de unutmamak gerekiyor. Aktan, internet teknolojilerinin gelişimiyle birlikte, Kürtlerin yaşadıkları ülkelerin sınırlarını aşarak, dünyanın dört bir yanındaki soydaşlarıyla iletişime geçtiğini ve bu durumun bir halk olarak onları daha çok kenetlediğini belirtiyor. Yazar, Piet Bakker?ın ?Sanal milliyetler? kavramını hatırlatarak, Kürtlerin Twitter , Facebook ve farklı sosyal medyalarda kendi aidiyetlerini, kendi ?Sanal milliyetler?ini oluşturduklarını söylüyor.
Son olarak Aktan?ın çalışmasının, otuz yıldır süren savaşın taraflarından olan Kürtlere dair bir durum tespiti yaparken, satır aralarında, bu süre zarfında Türkiye toplumu, siyaseti ve medyasında nelerin değişip dönüştüğü ve nelerin hep aynı kaldığı konusunda da okurunu düşünmeye sevk ettiğini belirtelim. Ayrıca, yazarın her bölüm için verdiği çok sayıda kaynak, bu bölümlerden herhangi biri hakkında derinleşmek isteyenler için de iyi bir fırsat sunuyor.

Gazeteci Hamza Aktan’la röportaj – Gülşen İşeri
(16 Temmuz 2012, http://www.birgun.net)
Kürtler kendi bölgelerinde söz sahibi olmak için mücadele ediyor.
Gazeteci Hamza Aktan, ilk kitabı “Kürt Vatandaş” ı okuyucusuyla buluşturdu. Kürt Vatandaş alışık olduğumuz Kürtlerin hikâyelerinden ziyade Türkiye’de Kürt olarak var olmanın ne anlama geldiğini, günlük hayata yansımalarını irdeliyor. Aktan, tüm bu süreçleri anlatırken Kürtlerin o mağduriyet dilini de en aza indiriyor? Mağduriyetin Kürt meselesini çözümünde rolü olmadığını düşünen Hamza Aktan yine Kürt meselesini geride bıraktığını düşündüğü güncel siyasete de kitabında pek yer vermiyor. Meselesinin özüyle ilgilenen ve Kürt sorununun kaynağını farklı başlıklar altında okuyucusuna sunan Hamza Aktan?la bir araya geldik.

– Kitabın adından başlarsak, resmi ideolojinin dışında bir tanımlama yapmışsın? Burada iki türlü algılama var, ?vatandaş? aslında resmi söylem ama ?Kürt Vatandaş? bu resmi söylemin dışında.

Dediğin doğru, ?vatandaş? daha çok resmi söylemin kullandığı bir kelime? O açıdan bir ironi de var aslında kitapta. ?Kürt vatandaş? diye bir şey yok resmiyette. Daha çok ?Kürt kökenli vatandaşlar? var. Veya ?etnik topluluklar? vs var. Devlet dili, Kürtleri Türk vatandaş olarak kabul ediyor. Kürt sorununun temel kriz noktalarından biri de bu. İlk olarak Kürtlerin kendi isimleriyle vatandaş kabul edilmese de vatandaşlık pratiklerini icra eden insanlar olduklarına bir gönderme yapmak istedim? Bu şu anlama geliyor; Kürtler Kürt olarak anılmasalar da vatandaşlık pratiklerini yerine getiriyorlar. Türk devlet bürokrasisini kullanmak zorundalar; nüfus dairesine gidiyorlar, bankasını kullanıyorlar, eğitiminde, ordusunda yer alıyorlar. İkinci olarak ise yavaş yavaş ?Kürt vatandaşın? kabulünün de geleceğini öngören, belki ileride Kürtlerin Kürt olarak ifade edilebileceğine dair de bir gönderme.

– Realitesi güçlü deneyimlerini anlatmışsın; peki bir Yüksekovalı olarak derdin neydi?

Beni bu kitabı yazmaya iten en temel sebep Türkiyeli Kürtlerin temsilinin çok sorunlu olması. Kürtlerin hep ya çok milliyetçi bir perspektif ya da açık açık bir Türk devletçi yaklaşım üzerinden kurulan algılanmasının kırılmasını istemem. Amacım bir Kürt olarak da medyanın, ana akım siyasetin bu söylemini biraz kıracak, dışında bir okuma yapacak bir çabanın içine girmekti.

-Ama kitapta sadece gazeteci deneyimi değil ayrıca bir Yüksekovalı olarak da varsın değil mi?

Hakkarili, Yüksekovalı biri olarak da varım elbette kitapta. Ben 29 yaşındayım, PKK?nin fiilen silahlı eyleme başlamasından 1 yıl önce doğmuşum. Aslında fiilen PKK tarihinde geçmiş bir hayat, tabii ki bunların da etkileri var, her Kürt gibi PKK?nin silahlı mücadelesinden, o mücadelenin yarattığı sonuçlardan olumlu veya olumsuz etkilenmiş biriyim. Dolayısıyla bir Yüksekovalı olarak içindeyim kitabın ama elimden geldiğince o yerelliğin içinden çıkarak Kürt halkına daha uzaktan, Kürt halkının genel olarak yaşadığı değişimi anlatmaya çalışan bir Kürt olarak içindeydim.

– Aslında kitabı okurken senin mesafelerini de görüyoruz. Kürt sorununu anlatıyorsun ama güncel siyasetle ilgili hiçbir şey göremiyoruz kitapta; bu bir tercih miydi?

Evet, bir tercihti. Mümkün olduğunca güncel siyasi gelişmelerin uzağında durmak istedim. Kürtlerle karşılaştırdığım öbür özne; hükümetler, siyasiler, kişiler vs değil bir ulus devlet oldu. Bu ulus devlet de elbette Türkiye?ydi. Ama tabii ki, sadece bir ulus devlet değil, İran, Irak, Suriye?yi de bir ölçüde katmaya çalıştım. Dolayısıyla daha güncel aktörlerin de ötesinde bir bakışla bakmaya çalıştım. Bir de Kürt meselesini anlamaya çalışırken düşülen bir başka yanlış var; yanlış değil de güncel gazeteciliğin yarattığı bir handikap diyelim, o da sürekli güncel meseleler üzerinden Kürt meselesini yorumlamak. Bu da son zamanlarda giderek popülerleşti.

– Buradaki kaygın ne?

İnsanların düştüğü birkaç handikap var; ilki Kürt toplumunun tarihsel olarak nasıl bir yere doğru gittiğini gözden kaçırıyor bu çaba. Ayrıca hata yapmaya da çok müsait bir çaba, çünkü çok konjonktürel gelişmeler insanları bit tür lotoculuğa sevk etmiş durumda. İnsanlar ancak tahminlerle insanlar analiz üretebiliyorlar. Bu da daha çok ana akımın yaptığı bir şey. Ben bunun da dışında durmaya çalışarak güncel siyaset üzerinde bir yorum yapmak istemedim. Ancak uzaktan Kürt meselesine bakmaya çalışmak güncel koşulları göz ardı etmek anlamına gelmiyor. Zaten Kürt toplumunun yaşadığı gelişime bakarsan bugünü de içine alıyor. Bu nedenle de Kürt toplum gelişimini bir tarihte dondurup şu aşamadan sonrasına bakmayacağım demedim. Bugünü de içine dâhil ederek ama elimden geldiğince cumhuriyetin ilk yıllarını da katarak bir genel perspektif çizmeye çalıştım.

-Kürtler mağduriyetler ve acılar üzerinden popüler kültürün ilgi odağı oldu. Kürtlerde mağduriyet dili verilen o mücadelenin önüne geçti; neden?

Bu mağduriyet dili çekingenliğin bir sonucuydu. Oysa Kürtler sadece mağdur oldukları, sadece şiddet gördükleri için isyan etmediler tarih boyunca. Şiddet gördükleri için de isyan ettiler ama isyanlarının sebebi sadece bu olmadı. Kürtler kendi bölgelerinde söz sahibi, esas özne olmak için mücadele ettiler. Dolayısıyla bahsettiğimiz mağduriyet dili, Kürt sorununun milliyetçilik boyutunu ve kendi kendisinin öznesi olma isteğini görmezden gelerek meseleyi sadece bir insan hakları sorununa sıkıştırmaya çalıştı. Çünkü mağduriyet dilinden bir meseleyi dile getirmek daha kolay. Devletin ağır, baskıcı siyasetinin yarattığı sıkışmışlık da biraz buna yol açtı. Devlet insanlara başka alan tanımadı, ancak büyük bir insan hakkı ihlali olduğunda Kürt meselesi kendisini ifade edebildi. Ama netice itibariyle geldiğimiz yerde bu mağduriyeti öne çıkartmanın en temel söz haline geldiğini görüyoruz. Başka sözü yokmuş gibi Kürtlerin. Ama var.

-Kitapta şiddet pornografisi diye bir anlatımın var, bu da mağduriyet dilini kullananlara eleştirin mi?

Bunu pornografiye benzetmemin amacı, belki kızanlar olacak ama, pornografi sınırsız bir şeydir. Kürt meselesindeki mağduriyet dili ve onun kullandığı doz da insanlarda artık daha fazla mağduriyet, en acayip hikâye neyse onu anlatmaya götüren bir duruma sürüklüyor. Öyle bir yere gelmişiz ki, bunu üzülerek söylüyorum; Kürtlerin bir alışkanlığı haline gelmiş. Dillendirilmeyecek, insanın öz saygısını kıracak ağırlıkta şeyler vardır. Kitapta işkence örneğini de veriyorum, işkence, ?işkence? olarak da ifade edilebilir ancak işkencede yaşanan bazı ihlalleler insani sır olarak kişilerin mahremiyetine girer. Fakat o her şeyi isteyen pornografi, doyumsuz mağduriyet dili onu da ihlal ediyor. Bu şiddeti yaşamış insanlara mahremiyet hakkını da tanımıyor. Biz öyle bir yere geldik ki gözaltında tecavüze uğramış insanların nasıl tecavüze uğradığının ayrıntılarını anlatan metinler görüyoruz. Bu sonu olmayan bir şey. Bunu yapan insanların böyle bir düşüncesizlikle hareket ettiklerini artık görmeleri gerekiyor.
Hem o şiddeti yaşamış insanlara insan olarak saygının, hem de Kürtlere o öz saygıyı bırakmanın bir yolu olarak bu dilin bırakılması gerekiyor.

Kürtler Kürt meselesini anlatacaklarsa popülist yollarla değil, sahici, hakkaniyetli çabalarla anlatmaları gerekir. Öbür türlü biz yüzyıl daha farklı farklı, sınırı olmayan mağduriyetler dinlemeye devam ederiz. Bu mağduriyetler ne Kürt meselesine dair çözüm dili üretiyor ne de Kürt meselesinin kaynağına dair sebep sunuyor ki o sebebi de gizliyor aslında. Kürtleri sadece mağduriyet üretebilen nesneler haline getiriyor. Bu durum aslında devlete de yardım ediyor.

-Devlete nasıl bir yardımı olabilir bu mağduriyet dilinin?

Meseleyi insan hakları ihlalleri sınırında tutuyor. Kürt meselesi sadece insan hakları ihlalleri değildir, Türkiye devleti insan hakları ihlalleri işlemese de Kürt meselesi olacaktı. Türkiye bir ulus devlet, Türkçü bir devlet olarak Kürt gerçeğiyle karşılaşacaktı. Dolayısıyla bu mağduriyet dili bunun da üzerini örtüyor.

– Türkiye?nin batısının Kürtlere ?ilgisi?, Kürtlerin batıya olan bakışını nasıl etkiliyor peki?

Cumhuriyet?ten bugüne ana akım batı algısı Kürtleri Türk devlet söylemi nasılsa o çerçevede ele almıştır ve o çerçevede onunla uğraşmaya çalışmıştır. Bu, medyada Kürtlerin görünmemesi, Türk olarak resmedilmeleri, akademik çalışmalarda Kürtlerin yine Türkleştirilmeye çalıştırılması, bir Türk boyu olduklarının kanıtlanmaya çalışılması? Sinemada Kürtleri kategorize etmek, özne değil edilgen ve Türkiye devletinin modernleşmemiş, gelişmemiş tarafı olarak göstermek, askerde zaten Türk olarak görmek vs. Böyle bir batı performansı var. Dolayısıyla Kürtlerin batıya bakışı da bu performansın yansıması.

Kürtler, Türkleri devletleriyle bir ortaklık halinde giden bir topluluk olarak görüyorlar. Tabii bu bütün Kürtler için geçerli değil. Bu bakış yavaş yavaş bizim son zamanlarda Kürtlerin psikolojik olarak Türt devletiyle yaşadıkları kopuşta da kendini gösteriyor. Kürtler devlet siyasetini oluşturan tüm öznelerle bir kopuş yaşadı. Bunlar, medya, akademi, siyaset, popüler kültür? Kürtler her anlamda kendi kültürel üretimlerini kendileri yapmaya çalıştı. Kendi siyasetlerini kendileri örgütlemeye çalıştı. Bir tür kendine dönüş yaşadılar.

-Batı dedik ama senden de yola çıkarak bu kitap senin deneyimlerinden oluşuyor ve sen bir Kürt gazetecisi olarak Türk medyası içinde yer aldın uzun yıllar? O bakışları nasıl hissettin?

Genel olarak ne yazık ki çok devletçi bir yaklaşım görüyorum. Çok devletçi ve çok cesaretli olmaktan uzak gazetecilik ve aydın pratiği var. Türk medyası ve Türk düşünce kanalları Kürt meselesini anlamaya ve anlatmaya yetmiyor. Hem kapasite yetersiz hem de pratik olarak gücü de yok. Türk entelektüel sınıfının bu kapasitesinin olmamasının nedeni bir kere kendi ulus devletiyle gerçek bir muhasebeye girişmemiş olması. Hala kendini devlet olarak görüyor. Aydın, devlet ideolojisinin dışında olandır ama kendini oradan kurtarmış değil. Türkiye sınırları içinde düşünebiliyor ancak. Bu sadece Kürt meselesinde değil dünyayı algılamada da Türkiye?nin içine sıkışmış bir entelektüel bakış var. Türk ulus devlet varlığını tehdit eden -olumlu anlamda söylüyorum- bir Kürt meselesine geldiğinde o dilin içine iyice sıkışıyor ve bir kriz yaratıyor. Niyeti de bir kere devletçi, devletini korumak istiyor?

-Hepsi mi öyle?

Aydın üzerinden yapılan her tartışmanın böyle bir handikabı var. Aydın kimdir, kimden bahsediyoruz? Söylediklerim aslında ana akım için geçerli. Yoksa ana akımın dışına çıkmış çok değerli insanlar var. Bu insanların da çok değerli çalışmaları var. Topyekunculuk yapmak doğru değil. Ama İsmail Beşikçi bir sembol isim, İsmail Beşikçi?yi sembol haline getiren aslında İsmail Beşikçi gibi birilerinin olmaması. Beşikçi gibi Kürt toplumunun yaşadıklarını hakkaniyetli bir şekilde anlamaya çalışmış, bunun için çaba sarf etmiş insanların olmaması bizi böyle bir genellemeye götürebilir. İsmail Beşikçi 40 yılı aşkındır bu çabanın içinde, ama bu 40 yılda Beşikçi?yle yarışacak ikinci bir kişinin görünüyor olmaması bu genellemeyi kolaylaştırır. Hepsi demiyorum ama hepsine yakın diyorum.

-Kürt sorununu konuşuyoruz ama bugünden bakarsak çözüme dair bir ilerleme yok. Uludere katliamı aslında Kürt sorununda büyük bir çözümsüzlük örneği? Ne dersin?

Türkiye bir ulus devlettir. Bu ulus devlet, kimi yerde milliyetçi, kimi yerde ırkçılığa giden bir siyasi hat üzerinden ilerliyor. Türkiye?nin temel paradigması da bu Türkçü devlet projesi üzerine inşa edilmiştir. Ancak bu proje fiziki anlamda değilse bile psikolojik anlamda çöktü, Kürt krizi, PKK?nin 1980?lerden bu yana yürüttüğü mücadele, bu psikolojik çöküşün en açık göstergelerinden. Ancak öte yandan fiziki olarak da Türk ulus devleti 1923?lerdeki gibi sağlam duruyor. Bu proje, bu yapı bu sağlamlıkta durduğu sürece Kürt sorunu da bu krizli haliyle sürer. Uludere katliamının benzerleri 1990?larda yaşandı, 1980?lerde yaşandı. 1923 ile 1938 arası sadece 15 yıl içinde on binlerce Kürt öldürüldü. Türk ulus devlet projesi ayakta durduğu sürece Kürt sorunu da devam edecektir. Kürt sorunuyla ilgili, 1990?larda Türk siyaseti ?bir karış toprak vermeyiz? üzerine kuruluydu, şimdi meselenin çehresi değişti, artık ?bir karış güç? söz konusu? Türkiye katı merkeziyetçi yapısından Kürtlere de pay çıkartacaksa Kürt sorunu belki bir yoluna girer. Pay çıkartmayacaksa bu sorun devam eder.

“Kürt Vatandaş” Kitabı ve Çocukluğum – Serhat KORKMAZ
(28 Temmuz 2012, http://bianet.org)
“Kürt Sorunu” ifadesini ilk duyduğumda henüz çocuktum. Öfkeliydim. “Biz Kürt’ler neden sorun olalım ki?” diye düşünmüştüm. Ne yapmıştık da “sorun” olmuştuk?

Zaman geçmiş, büyüdükçe anlamıştım Kürtlerin bu coğrafya da neden “sorun” olduğunu. Dilimi bilememenin verdiği yalnızlığı hissettiğim gün, kültürüme yabancılaştığım ve her yanımı Türkçenin sardığı gün anlamıştım biz Kürtlerin “sorunu” nu.

Gazeteci Hamza Aktan’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Kürt Vatandaş”ı okurken yukarıdaki cümlelerin beynimde dolaştığı çocukluğumu hatırladım.

Muş’ta doğmuş fakat babamın memur olması nedeniyle gittiğimiz Giresun’da büyümüştüm. Annem Kürtçe bilmediğinden evde konuşulan dil Türkçeydi. Böylece kamusal alanın dışında dahi Türkçe konuşmak gibi bir “zorunluluğumuz” vardı.

Kürtçeyi bilememin bir başka nedeni de Aktan’ın kitabında belirttiği gibi babamım “memur” olması da olabilir:

“Kürtçenin sınıfsal- sosyal boyutunda ise Türkçeyle daha barışık bir ilişkisi olan veya görece daha kolay asimile olmuş çoğu Kürt ailesinin orta sınıf özellikle de memur aileler olduğunu söylemek mümkün.”

Aktan, Türk kentinde Kürt olmanın neye tekabül ettiğini ise şu sözlerle anlatıyor kitabında:

“Türklerin Kürt meselesindeki devletten yana tavırları, Kürtlerin potansiyel militan gören yaklaşımları nedeniyle Kürtler kendi kimliklerini açık etmek konusunda, kimi zaman memleketlerini söylemek konusunda çekinceler yaşadılar.”

Memleketimi söylemek konusunda hiçbir zaman bir çekince yaşamadım. Sadece anlatmak zorundaydım. Çünkü ilginç geliyordu insanlara küçük bir Karadeniz kentinde bir “Muşlu”nun ya da bir onların nezdinde bir “Doğulu”nun varlığı.

Yazları arkadaşlarıma “Muş’a gideceğim” dediğim de bana “Orası toz toprak ne işin var orada. Burada ne güzel deniz var” derlerdi. Ben de onlara “Bir şehri sevmek yalnızca fiziki özelliklerini sevmek midir? Bir şehri sevmek kimi zaman içindeki insanları sevmektir” gibi afili bir cevap verirdim.

Ve Muş’a gitmek için bindiğim otobüste anlardım en iyi, Kürt olduğumu. Çünkü bir otobüsten çok daha fazlasıydı o araç. Mesela içinde rahatça Kürtçe konuşulurdu. Mesela Kürt coğrafyasına gelindiğinde Kürtçe müzikler çalardı içinde.

Burada bir “mağduriyet” hikâyesi anlattığım düşünülmesin. Yaptığım şey Türkiye’de Kürt olmanın günlük hayata yansımaları hakkında kendi hikâyemden bir kesit sunmaktı. Zira kitapta da bu türden yansımalara yer veriliyor.
Mağdur dilini reddediyor

“Kürt Vatandaş”ı okurken bir yandan kendi içinize yolculuk yapıyorsunuz. Tıpkı benim yukarıda yaptığım gibi. Ve yalnız olmadığınızı anlıyorsunuz. Kürt olmaktan kaynaklı yaşanan sorunların kimi yerde birbirine ne kadar çok benzediğini hatta tıpatıp aynı olduğunu görüyorsunuz.

Kitapta, yazarın bire bir görüştüğü kişilerle yaptığı söyleşilerden yaptığı alıntılara da yer veriliyor. Her biri, bir insan hikâyesi olan bu alıntılar, Kürt meselesinin toplumsal yönüne de vurgu yapıyor.

Yazar, Kürt olmanın farklı alanlarda ne anlama geldiğini de irdeliyor kitabında. “Siyasette Kürtler”, “Popüler Kültürde Kürtler”, “Türk Medyasında Kürtler”, “Okulda Kürtler”, “Askerde Kürtler” ve “İnternette Kürtler” gibi birçok alanda Kürtlerin yaşadığı “vatandaşlık deneyimlerine” ışık tutuyor.

Sonuç her birinde aynı aslında: Kürt olmaktan kaynaklı maruz kalınan baskı ve ayrımcılık hali. Tabi sisteme muhalif bir Kürtseniz bu hal ikiye katlanıyor.

Bu kitabı, Kürt meselesine ilişkin diğer kitaplardan ayıran en önemli yönü mağdur dilini bir kenara itiyor olması. Ve yalnızca yalın hakikatin kendisini sunması… Böyle bir perspektiften bakınca Kürt meselesinin yalnızca bir insan hakları sorunu olmadığını aynı zaman da bir ulus-devlet sorunu olduğunu da görüyorsunuz.

Bu kitabı okursanız, arka kapağında da belirtilen “Türkiye’de Kürt olmanın anlamı ne? İkinci sınıf bir vatandaşlık mı bu? Türkiye’de Kürt olmak nasıl bir vatandaşlık deneyimidir?” gibi sorulara da yanıt bulacaksınız.

Kitabın Künyesi
Kürt Vatandaş
Hamza Aktan
Uygulama : Hüsnü Abbas
Kapak Fotoğrafı : Erkan Çapraz
Kapak : Suat Aysu
Editör : Burcu Tunakan, Tanıl Bora
Düzeltmen : Ayşegül Güzel
İletişim Yayınevi / Bugünün Kitapları Dizisi
İstanbul, 2012, 1. Basım
196 s

Previous Story

‘5.5 yaşındaki bir çocuğun okula gönderilmesi ne gibi sorunlara yol açar?’

Next Story

Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali

Latest from İnceleme

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ