Sarah Quigley Orkestra Şefi’nde, Şostakoviç’in 7. Senfoni’sinin besteleniş öyküsüne ve Leningrad’ın II. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarına bambaşka bir pencereden bakıyor.
Dimitri Şostakoviç, 20. yüzyılın en önemli ve üretken bestecilerinin başında gelir. 25 Eylül 1906 günü St. Petersburg’da dünyaya gelmiş, on üç yaşında konservatuvar eğitimine başladığında doğduğu kentin adı Petrograd olmuştu.

1924’ten sonra Leningrad adını alan Büyük Petro’nun Batı’ya açılan penceresi, Şostakoviç’in 9 Ağustos 1975 günü yaşama veda edip, görkemli bir törenle toprağa verilmesinin üzerinden on altı yıl geçtikten sonra, yeniden St. Petersburg olarak anılmaya başladı. Şostakoviç’in yaşamı, Rusya’nın ve St. Petersburg’un 1900’lü yıllarda geçirdiği değişimin canlı tanığı gibidir. Bestecinin, ilk seslendirilmesi 5 Mart 1942 günü gerçekleştirilen 7. Senfoni’si ise, Leningrad’ın II. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı korkunç kuşatmanın son derece etkileyici bir müzikal anlatımıdır ve Şostakoviç’in adının, özellikle Batılı ülkelerde bir anda büyük bir tanınırlığa ulaşmasını sağlamıştır. Sarah Quigley’in Orkestra Şefi romanı, Şostakoviç’in 7. Senfoni’sinin besteleniş öyküsüne ve Leningrad’ın II. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarına bambaşka bir pencereden bakıyor. Tarihi gerçeklere tümüyle bağlı kalarak, 1941 baharından 1942 yazına kadar geçen süreyi, o günlerde Leningrad Radyo Senfoni Orkestrası’nın şefi olarak görev yapan, kentin önemli müzik adamlarının çok da dikkate almadıkları Karl Eliasberg’in gözünden anlatıyor.

Şostakoviç yaşamı boyunca, özellikle Stalin döneminde, devlet görevlileri tarafından kimi kez sadık bir yoldaş, kimi zaman da rejim düşmanı olarak tanımlanmış, yapıtları uzun süre çalınmamış, yıllar boyunca tutuklanma ve öldürülme korkusuyla iç içe yaşamak zorunda kalmıştı. Ölümünün ardından, 1979’da, Rus müzikolog Solomon Volkov’un Batı’ya iltica ettikten sonra İngiltere’de yayımladığı ve Şostakoviç’le yaşamının son yıllarında yaptığı söyleşilerden yola çıkarak kaleme aldığını öne sürdüğü Testimony başlıklı kitap, besteci ve yaşadıklarıyla ilgili tartışmanın farklı boyutlara çekilmesine neden olmuştur. Kimi müzikologlar, M. Halim Spatar tarafından Tanıklık Tutanağı adıyla Türkçeye de çevrilen kitapta yer alan olayların Volkov tarafından Şostakoviç’in ağzından, Batı’nın duymak isteyeceği şekilde aktarıldığını öne sürmüşler, orijinal metnin bir türlü ortaya çıkmamış olmasını da buna bağlamışlardır.

Ancak gerçek olan, Stalin dönemindeki bütün aydınlar gibi, Şostakoviç’in de çok güç günler geçirdiği, yapıtları hakkında basında çıkan eleştirilerin büyük bölümünün Stalin’in onları sevmesi ya da sevmemesiyle bağlantılı olarak kaleme alındığıdır. Özellikle ilk seslendirilmesi 1934’te gerçekleşen Lady Macbeth operasından sonra yaşananlar, o dönemde sanatçıların karşılaştıkları yıldırma politikalarının boyutunu göstermesi açısından ilginçtir. Şostakoviç’in kendi bestecilik kariyerinde önemli bir dönüm noktası olarak gördüğü operayı, ilk sahnelenmesinden yaklaşık iki yıl sonra Stalin izlemeye gitmiş, salondan hiç beğenmediğini açığa vuran bir yüz ifadesiyle ayrılmış, hemen ardından 28 Ocak 1936 tarihli Pravda’da “Müzik Yerine Karmaşa” başlıklı yazıda şu satırlar yer almıştı: “Daha başında dinleyici, birbirine karışaduran seslerin kasti ve çirkin seli karşısında şaşkına döndü. Dilim dilim melodiler ve boğucu müzik tümceleri sesleri bastırıyor, sonra bir gıcırtı, çığlık ve çatırtı hengâmesi içinde sönüyordu. (…) Bu, bile bile ‘ters-yüz’ edilmiş bir müzikti.”

Faşizme karşı en ön safta
Oldukça uzun bir makale olan “Müzik Yerine Karmaşa”, Şostakoviç’in yaşamını aniden değiştirmiş, besteci o günlerde tamamladığı 4. Senfoni’sini çaldırmaktan vazgeçmiş, 5. Senfoni’nin kazandığı başarı sonrasında biraz olsun rahatlayabilmişti. Savaşın başlangıcı ve Hitler’in Rusya’ya saldırması, Stalin’i farklı bir politika izlemeye zorlamış, ülkesindeki sanatçıları faşizme karşı giriştiği savaşta iyi bir propaganda aracı olarak kullanabileceğini fark etmişti. Kuşatmasının hemen öncesinde Şostakoviç’in kafasında şekillenmeye başlayan ve ablukanın tüm şiddetiyle hissedildiği 1941-42 kış aylarında biten yeni senfoni, Leningrad’ın direnişinin bir sembolü olarak önce Rusya’da çalınmış, ardından mikrofilme kaydedilen yapıtın partisyonu, polisiye filmlerini aratmayacak bir operasyonla, Tahran, Kazablanka ve Londra üzerinden Amerika’ya ulaştırılmış, Arturo Toscanini yönetimindeki NBC Senfoni Orkestrası’nın konseri, canlı radyo yayınıyla tüm dünyaya duyurulmuştu. Böylece Stalin, bir zamanlar acımasızca eleştirilmesine ses çıkarmadığı Şostakoviç’in Leningrad’a adadığı yeni senfonisiyle, faşizme karşı en ön safta savaşa katılmıştı.

Sarah Quigley, Orkestra Şefi’nde, Şostakoviç’in 1941 öncesindeki yaşamına geri dönüşlerle değiniyor. Kitabında müzik tarihinde genellikle adından birkaç cümleyle ya da dipnot olarak bahsedilen Karl Eliasberg’i kurgunun odağına oturtuyor. Çocukluğundan beri kimsenin dikkatini çekmeyen, Şostakoviç’in konservatuvardan arkadaşı olan Eliasberg, Leningrad’daki Radyo Senfoni Orkestrası’nın şefi olarak kendi dünyasında yaşayan biridir. Kentin ve Rusya’nın en tanınmış müzik topluluğu Leningrad Filarmoni’nin üyeleri ve adını tüm dünyanın yakından tanıdığı orkestra şefi Yevgeni Mravinski ile karşılaştırıldığında son derece önemsiz bir müzisyendir. Kalabalık karşısında konuşmaya bile zorlanırken, koskoca bir orkestrayı yönetmesi istenir ondan. Ancak kuşatmanın başlaması kentteki olağan yaşamı bir anda altüst eder. Eli silah tutan herkes orduya yazılır. Şostakoviç ve Eliasberg de gönüllü olmak için başvurur ama her ikisi de sağlık nedenleriyle kabul edilmezler. Sanatçıların önemli bir bölümü daha güvenli kentlere yerleştirilir. Şostakoviç doğup büyüdüğü kenti bırakıp kaçmak istemez ve konservatuvarın çatısında gözcülük yapar, siperler kazar; dinlenmek için eve gittiğinde kafasındaki senfoniyi kağıda geçirmekle uğraşır. Ancak kış ağırlaşınca ailesiyle birlikte Kuibişev’e (günümüzde Samara) gidip yapıtını burada tamamlar.

Mariinsky Tiyatro Orkestrası’ndan dinleyin
Orkestra Şefi, kurguyla tarihi gerçekleri ustaca harmanlayan bir kitap. Quigley bir konuşmasında, böylesine ünlü kişilerin anısına saygısızlık etmemek için gerçek olayların akışına sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalıştığını belirtmiş. Kitabını yaklaşık on beş yıldır yaşadığı Berlin’de, aylar boyu Şostakoviç’in 7. Senfoni’sini dinleyerek kaleme almış. Çalışması sırasında St. Petersburg’a özellikle gitmemiş ama 1940’ların Leningrad’ının haritaları daima masasının üstündeymiş.

Kitabı okurken sayfalar ilerledikçe, karşı konulmaz bir şekilde içinizde Leningrad Senfonisi’ni dinleme isteği uyanacak. İlk seslendirildiği günden beri, Şostakoviç’in en tanınmış yapıtlarının başında geldiği için senfoninin kaydına kolaylıkla ulaşabilirsiniz. 1940’lı yıllardan itibaren önemli orkestraların hemen hepsi tarafından seslendirilen yapıtın, 2012 yılında şef Valery Gergiev yönetimindeki Mariinsky Tiyatro Orkestrası’nın gerçekleştirdiği kaydını özellikle öneririm.

AYDIN BÜKE
27.02.2015 http://kitap.radikal.com.tr/

ORKESTRA ŞEFİ
Leningrad Senfonisi
Sarah Quigley
Çeviren: İlknur Özdemir
Kırmızı Kedi Yayınevi
2015, 372 sayfa

Previous Story

Filistin Sokaklarını Tuval Olarak Kullanan Banksy’den 16 Duvar Resmi

Next Story

Yaşar Kemal’in Sonsuz Yürüyüşü – Zafer Köse

Latest from Anlatı

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ