Peki ne yapabiliriz? İlk yapılacak iş kendimiz de dahil hiç kimseyi tamamlanmış saymamaktır. Bundan sonra hem kendimizi hem de her başkasını samimi olarak anlamaya çabalayabiliriz. Anlamak için sormak gerekir ve bunu yapabilmek için de sorulması yasak sorulara sahip olmamak gerekir. Madem insan yanılabiliyor, yani gerçekliği rahatlıkla yok sayabiliyor, o halde onun için vazgeçilemeyecek herhangi bir fikir olmamalıdır. Onun fikirleri eğer gerçekliğe bile uymak zorunda değilse, hiçbir zorunluluğa sahip olamaz. Ne var ki insan gerçekliğin doğal bir parçasıdır ve onun fikirlerinin gerçeklikle uyumsuzluğu bir dereceden sonra onun varlığı ile çelişir. İnsan bir uçurumun kenarına geldikten sonra yürümeye devam edebileceği fikrine sahipse o artık varolma şansını da yitirir. O halde insan bir dereceye kadar gerçekliği anlamak ve doğru fikirlere, yani gerçeklikle uyumlu fikirlere sahip olmak zorundadır. Bu zorunluluk, gerçeği arama eylemini, insan yaşamının evrensel bir yönü kılan temel gerekçedir.

İnsana karşın gerçeklik mutlak bir kusursuzlukla işler. Örneğin yürünmeye devam edildiği durumda düşülmeyen bir uçurum yoktur. Kural kesin ve bilinebilir olduğu için insan da öğrenebilir. İnsanın özgürlüğü de tam buradadır. Özgürlük zorunluluğun bilgisi, bilincidir. İnsan gerçekte gerçekliğin bir parçası olarak onun kaçınılmaz belirlenimine dahildir yaptıkları mutlak olarak belirli yapacakları ise verili gerçekliğin içerisinde belirlidir. Onun kusurlu işleyen aklı da gerçekliğin mutlak ve kusursuz deviniminin bir parçasıdır. her şeyin zorunluluğu içerisinde onun payına düşebilecek bir özgürlük alanı yoktur. O sadece gerçekliğin doğru bilgisi ile hareket etmek suretiyle zorunlu belirlenimin parçası olmaktan çıkmaksızın özgür iradesi, bilinci ile hareket etmiş olur. Demek ki gerçeği aramak ile özgürlüğü aramak ve bulmak aynı şeydir.

Peki ama arayıp bulduk diye sevinirken, gerçekte henüz hiçbir şey bulamamış olabilir miyiz? Olabilir. Gerçeği arayıp özgürlüğe yaklaşmak isterken bağnazlığın ağlarına düşmemiz çok kolaydır. Evet, inadına yürüyünce düşülmeyen uçurum yoktur. Ölmemek için yüksek kenarlarda durmayı bir yana bırakalım öyle yerlere uzaktan bakarken bile korku duyabiliriz. Bu tam tamına doğru fikrimize fazlaca sarılırsak biraz korkak bir tipe dönüşmüş oluruz. Ama bu yine de yararlıdır, çünkü kimi gerçekleri sürekli yeniden öğrenmenin bedeli ağırdır. Bu bedeli ödemekte bir sorun görmeyenler hayatta kalanlar arasında yer almadığı için biz onlara pek rastlamayız. İşte gerçekliği bilebildiği ve ona sıkıca sarılarak güvenlik elde edebildiği için, doğru olduğunu sandığı şeylere sıkıca bağlanmak insanın kusurlu doğasının doğal eğilimi olmaktadır. Gerçekliği bilmenin yararının çok büyük olması yüzünden, gerçeği henüz bulmadan önce, ona ulaşmış olmayı hayal ederiz, kusurlu doğamız ona işte şimdi ulaştın diyebilmek için her fırsatı kollar. Bulmanın sevinci hep onun dikenli ve zorlu yolunu gölgeler. Bir an önce tamamlanma isteği insana hep gitmediği yolları aştığını fısıldar, bulmadığı cenneti bulduğunu söyler. İnsan doğası gereği gerçeği arayacak ve sonsuz gerçekliğin bir köşesinde atıldığı her arayış macerasında aynı zorluklarla yüz yüze olacaktır. Bu kaçınamayacağı kader insan için aynı zamanda sevinç kaynağıdır. Bilmenin sevinci, biliyor olmanın iç rahatlığı onun anlama yeteneğini hep tehdit edecek olsa bile insan böyle daha fazla insan olurken kendi özgün doğasını sürdürmeye devam edecektir. Bu insan aslında kimi gerçekleri bilmemekle bedel ödenmediğini de deneyimleriyle bilir. Bu ona eksikli doğasına rağmen bir iç rahatlığı verir. Hayal dünyası onu gerçekliğe kafa tutacak yerlere kadar uçurur. Bu yüzden insanın aynı gerçekliğe ilişkin çok sayıda doğrusu olur. Bunun doğrusu ise insanın çok sayıda doğrusu değil, yanılgısı olduğu şeklinde olmalıdır. Ancak yanılanın kim olduğu, doğrunun kimin elinde olduğu öyle bir tekel konusu değildir. Bir gerçekliğe ilişkin insanların farklı doğruları olabileceğini söylemek genellikle kendi yanılgısını doğru diye dayatanların egemenliğine isyandır. Sadece bu nedenle haklıdır. Biz insan sayısı kadar yanılgı olabileceğini kabul etmekle yetiniyoruz.
Bağnaz dayatmalara karşı da sen de insansın be kardeşim diyoruz.

Previous Story

İtiraflarım – Lev Nikolayeviç Tolstoy

Next Story

Ses Sese Karşı – Aldous Huxley

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ