Arnold Hauser
Arnold Hauser

Çoğu zaman üç-dört romanı peş peşe okuduktan sonra, belli bir zaman aralığı belirler, listemde yer verdiğim diğer kitaplara geçerim. Bunlar daha çok tarih, edebiyat-inceleme, sosyoloji-antropoloji çalışmaları olur. Yıllar önce Arnold Hauser’in ‘’Sanatın Toplumsal Tarihi’’nde, Tolstoy ve Dostoyevski’nin eserlerine dair incelikli değerlendirmelerini zevkle ve bir yandan da şaşalayarak okumuştum. Bu bereketli kaynağa ulaşma şansım olmasaydı, hem Tolstoy’a hem de Dostoyevski’ye yönelmekte zorluk çekeceğimi düşünüyorum da, Hauser’e minnet duymadan edemiyorum.

Veya Kundera: Bana sadece Avrupa roman sanatını değil dünya edebiyatında onu sarsan yazarları/eserleri bir bir sayıp dökmeseydi, Latin Amerika ‘’boom’’unun sarsıcı etkilerini bilemeyecek, art arda Marquez’in eserleriyle tanışmaya kalkışmayacaktım belki de. Üstelik Don Kişot’u okuma zevkini kim bilir daha kaç yıl erteleyecek; Musil’in adını duyar duymaz notlarıma bir çentik atmayacaktım. Fuentes’in ‘’Terra Nostra’’sını bir kitapçıda tesadüfen gördüğümde ise yanından geçip gidiverecektim.

Elias Canetti, Kafka’nın Felice’ye yazdığı mektupları uzun uzadıya incelemeyi iş edinip, onun ruhundaki huzursuzluğa dikkatimi çekmeseydi bir yazarın mektuplarını yazdığı kalemi, romanlarını dokuduğu tezgâhta da kullanabileceğini hayal edebilecek miydim acaba. Ya da Alberto Manguel Okuma Günlüğü’nde, Sei Şonagon’ın Yastıkname’sinden bahsetmeseydi, Japonya’da, günümüzden bin yıl önce, imparatorluk bahçelerinde yaşamış bu kadının sesine nasıl yaklaşacak, peşine nasıl düşecektim.

David Harvey, XIX. y.y.ın ikinci yarısında, Hausmann‘ın Paris’i yeniden inşasını anlatıp sözü Komün deneyimine getirirken Balzac’ın kendi Paris’ini, onun eserlerinden yaptığı alıntılarla anlatıp durmasaydı, Fransız romancılardan bir tek Flaubert o çağın kahramanı olarak kalacaktı gözümde.

Ya Norman Davies’in ‘’Avrupa Tarihi’’ adlı ansiklopedik boyutlardaki çalışmasında, I. ve II. Dünya Savaşlarının nelere mal olduğunu, sıklıkla insan hikâyelerine dayandırarak yazması… Bu kılavuz kitap elimin altında olmasa, o dönemi anlatan filmleri peş peşe izlemeyi düşünemeyecektim. Hem sonra Tarık Zafer Tunaya’nın İttihat ve Terakki Partisi’ni incelediği o devasa cildine kapanıp kalmasaydım, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yılları ile I. Dünya Savaşı’nın yıkımı arasındaki şeffaf ağların izini sürebilmem zorlaşacak; Mithat Cemal Kuntay’ın ‘’Üç İstanbul’’ romanına hak ettiği değeri biçemeyecektim.

Mikita Brottman içimizde heyecan uyandıran metinler hakkında şöyle demiş: ‘’Kitaplar konusunda eski batıl inançlar tümden asılsız değildir. Sizi büyüleyebilirler. Büyülü bir çaydanlıktan çıkan cin gibi yaşamınızı tamamen değiştirebilirler. Ama her zaman cinin sizi uyardığı gibi ne dileyeceğinize çok dikkat etmelisiniz. Bir kez değiştiniz mi, geriye dönemezsiniz. Yani çoğunlukla olduğu gibi, artık gerçek yaşam deneyimlerini, gitgide, daha fazla düş kırıklığı veren olaylar olarak görmekten kaçınamazsınız… Evet, kitaplar sizi harika yerlere götürebilir ama onlar sizi oralarda sıkışmış kalmış olarak, yabancılaşmış ve işe alınamaz, yalnız ve sınıfsız, diğer insanlardan ve hatta kendi anılarınızdan ve kendinizi kendinizin deneyimlemesinden soyutlanmış halde bırakabilir.

Söylememe izin verin: Bunda hiçbir harikalık yok.’’(*)

Yukarıdaki düşüncelere karşı çıkamıyorum. Brottman’ın paragrafı, ona müdahaleyi zorlaştıracak kadar dokunaklı. Yine de, bu sözlere ‘’Fakat’’la başlayan birkaç cümle eklemeden edemeyeceğim. Çünkü kitapların büyüsüyle değişmek insanı yaşama daha sıkı bağlayabilir de. O ya da bu biçimde, sanat eserleri bize, hafızalarımızın süreksizliğine rağmen ve onun aksine, kaynağı kolay kolay tükenmeyen benzersizlik an’ları yaşatırlar. Belki de bu nedenle, iyi bir sanat eseri, başka her şeyden daha yoğun ve etkin bir biçimde kendini hatırlatabiliyor. Kitaplar için de böyle bu. Bazıları bir türlü kütüphanedeki yerlerine dönmüyorlar; çalışma masasının orta yerine gözlerini dikiyorlar. Sayıları arttıkça işler daha da karışıyor. Güzelce yerleşebilmek umuduyla, masanızın beri yanına yüksek bir sehpa koymanızı istiyorlar. Onların bu üstünlüğünden haz duyuyorsunuz ve geriye kalan hiçbir şeyin sağlayamayacağı bir başkalık duygusuna kapılıyorsunuz.

Hatice Balcı

(*) Yazıda bahsi geçen alıntı: Brottman, Mikita, Okuma İlleti, Paloma, Çev: Mesut Şenol, Ocak 2014, syf. 48
Yazıda atıfta bulunulan eserler:
Sanatın Toplumsal Tarihi, Hauser, Arnold, Remzi Kitabevi, Çev: Yıldız Gölönü, 1. Basım, 1984,
Roman Sanatı, Kundera, Milan, Can, Çev: Aysel Bora, 4. Basım, Şubat 2012,
Avrupa Tarihi, Davies, Norman, İmge Kitabevi, Çev: Burcu Çığman- Elif Topçugil-Kudret Emiroğlu-Suat Kaya, 1. Baskı, Mart 2006,
Sözcüklerin Bilinci, Canetti, Elias, Payel, Çev: Ahmet Cemal, 1. Basım, Şubat 1984,
Okuma Günlüğü, Manguel, Alberto, YKY, Çev: Mehmet Doğan, 1. Baskı, Ocak 2007,
Paris, Modernitenin Başkenti, Harvey, David, Sel, Çev: Berna Kılınçer, 2. Baskı, Aralık 2013,
Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 3, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Tunaya, Tarık Zafer, İletişim, 6. Baskı (Genişletilmiş), 2015

Previous Story

Eylemsizlik ile acımanın güzellemesi olarak işlevsiz empati

Next Story

Yalancılar ve Sahtekarlar Ansiklopedisi – Roelf Bolt

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ