Latin Amerika?yı Anlamak ? Aylin Topal

Latin Amerika’nın siyasi gündemini, 1990’ların sonlarından itibaren halk isyanları, kitlesel ayaklanmalar, genel grevler ve sokak eylemleri belirledi. İşçi sınıfı ve halk devrimleri sayfasının kapandığına dair tezlerin pratik bir tekzibi de olan bu gelişmeler, dünya ve Türkiye solunda büyük bir umut ve iyimserlik yarattı.
Bu heyecanlı ilginin, en azından Türkiye açısından, soğukkanlı ve etraflı bir analizle tamamlandığını söylemek ise güçtür. Gelişmeleri derinlemesine ele alan kuramsal çalışmaların boşluğu hissedilmektedir.
Kıtadaki entelektüel ve politik ortamı doğrudan gözleme şansına da sahip olan Aylin Topal’ın hazırladığı bu kitapta, Latin Amerika’daki sürecin soğukkanlı, nesnel, derinlikli bir tahlili amaçlanıyor. Latin Amerika’daki yükselişin ortak özellikleri, tarihsel kaynakları, ülkelere göre farklılaşmaları ve sosyalizm açısından olanakları, sınırlılıkları ve sorunları irdeleniyor.
Kitabın girişinde, genel bir tarihsel panorama veriliyor ve Türkiye ile aydınlatıcı karşılaştırmalar yapılıyor. Latin Amerika’daki sol iktidarlar kendilerini sosyalist olarak niteleseler de, politikaları ve toplumsal hareketlerle olan ilişkileri bakımından birbirlerinden çoğu durumda köklü biçimde ayrışıyorlar. Bu ayrışmaların ve farklı siyasi konjonktürlerin analizi, Venezüella, Bolivya, Arjantin, Brezilya, Şili ve Meksika deneyimlerini tartışan yazılarda yapılıyor.
Devamında ise kıta üzerine genel değerlendirmelere yer veriliyor.
Derlemenin sonunda yer alan Latin Amerika sözlüğü, kitabın bir kaynak metin olarak da kullanılabilmesini amaçlıyor.

Sunuş
1990?ların sonlarından itibaren Latin Amerika?nın birçok ülkesinde halk isyanları, kitlesel ayaklanmalar, genel grevler ve sokak eylemleri siyasi gündemi belirliyor. 1994?de Chiapas?tan yükselen Zapatista hareketi halk isyanlarının öncülerindendi.
Ardından Bolivya?daki madenci grevleri ve Aymara yerlilerinin ayaklanmaları, Arjantin?deki fabrika işgalleri, Brezilya?daki topraksızlar hareketi, Meksika?daki Oaxaca halk isyanları ve Şili?deki öğrenci ve işçi eylemleri kıtada tabandan yükselen toplumsal hareketlerin başlıca örnekleri oldular.
İşçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin bu mücadeleleri, Margaret Th atcher?ın ünlü sözü ?[kapitalizme] başka bir alternatif yok?tan esinlenen ve 1980 sonrasına hâkim olan alternatifsizlik tezinin etkisini yitirmesine neden oldu. Kitlesel hareketlerin ve sınıf mücadelesinin köklü toplumsal dönüşümler gerçekleştirebilecek güce sahip olabileceği umudu özellikle sol çevrelerde yeniden yeşerdi.
Bu süreçte Latin Amerika, neoliberalizm ve ABD hegemonyasıyla mücadele dinamikleri açısından dünyanın en hareketli bölgesi olurken, eylem ve örgütlenme stratejileri bakımından da diğer coğrafyalardaki sol hareketlere geniş bir kaynak sağladı. Tabandan yükselen bu eylemliliklere paralel olarak Latin Amerika?nın birçok ülkesinde kendini sosyalist olarak tanımlayan liderlerin ve siyasi partilerin iktidarı seçimler yoluyla ele geçirdiğine tanıklık ettik. Venezüella?da Hugo Chávez, Bolivya?da Evo Morales, Arjantin?de Kirchner?ler, Brezilya?da Luíz Inácio Lula da Silva, Ekvator?da Rafael Correa ve Şili?de Lagos?un takipçisi Michelle Bachelet peş peşe iktidara geldiler. Meksika?da ise sol siyasi parti, seçimleri yüzde birden az bir farkla kaybetti.
Elinizdeki bu derleme iki amaca yönelik olarak tasarlandı.
Son yıllarda iktidara gelen/güçlenen bu parti liderleri kendilerini sosyalist olarak niteleseler de, politikaları ve toplumsal hareketlerle olan ilişkileri bakımından birbirlerinden çoğu durumda köklü biçimde ayrışıyor. İlk olarak, bu farklılıkların daha iyi anlaşılabilmesi ve doğru derslerin çıkarılabilmesi için bu ülkelerin deneyimlerini tek tek ele alan çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
İkinci olarak, Latin Amerika?da yaşanan bu gelişmeler, seçimler yoluyla siyasi iktidarın ele geçirilmesinin ve mevcut kurumlar içinden bir toplumsal dönüşümün olabilirliği ve sınırları sorununu gündeme getiriyor.
Derleme üç kısımdan oluşuyor. Birinci kısım, hem Latin Amerika?nın genel bir tarihsel panoramasını veriyor hem de Türkiye?den Latin Amerika?ya bakarken hangi tarihsel dönemeçlerin önem kazandığının ve Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye arasında ne tür karşılaştırmalar yapılabileceğinin altını çiziyor.
İkinci kısım kıtanın farklı ülkelerindeki sol hareketlerin ve partilerin değerlendirmesini yapıyor. Kuşkusuz bu bölümdeki yazıların odakları ülkelerin özgül koşullarına göre farklılıklar gösterse de her yazı ele aldığı ülkenin sol hareketinin temel özelliklerini tartışmayı amaçlıyor. Halk isyanları ve toplumsal hareketlerin değerlendirmesinin yanı sıra, Latin Amerika tarihinin şu anki gelişmesinin özgüllüğü dolayısıyla, iktidara gelen siyasi partilerin deneyimleri de bu yazıların önemli bir odağını oluşturuyor.
Derlemenin üçüncü kısmı ise genel değerlendirme yazılarından oluşuyor. Bu yazılar hem ikinci kısımda bahsi geçen deneyimlerin karşılaştırmalı bir analizini yapmaları, hem de ikinci kısımda kapsayamadığımız diğer Latin Amerika ülkelerinin dinamiklerini tartışmaları bakımından önemli.
Okuyucuya kaynak sunabilmek amacıyla sık kullanılan fakat her zaman Türkçe karşılıkları verilmeyen İspanyolca kelimelerden oluşan kısa bir Latin Amerika sözlüğü hazırladık. Bu sözlüğü derlemenin en sonunda bulabilirsiniz.
Derlemenin ilk bölümü Latin Amerika?yı anlamaya giriş niteliğindedir.
Bu bölümde, ikinci kısımda tek tek ele alınacak ülkelerin ve genel olarak kıtanın nasıl bir tarihsel geçmişten bugün yaşanan siyasi konjonktüre geldiğine ışık tutabilmek amacıyla tarihsel arka plan bilgisi sunuluyor. Yazı, kıtanın sömürgecilik ve Bolivarcılık mirasının, ithal ikameci dönemde iktidara gelen popülist rejimlerin, neoliberal politikaların uygulayıcısı askeri rejimlerin ve ardından gelen sivil toplumcu demokratikleşme döneminin etkilerinin Latin Amerika?nın bugünkü konjonktürünün anlaşılabilmesi için önemli olduğuna işaret ediyor.
İkinci bölümde Steve Ellner, Hugo Chávez?in başkanlığının içinden geçtiği üç evreyi inceliyor. İlki Chávez?in iktidara geldiği 1998 seçimlerinin kampanya sürecinden Kasım 2001?deki reform paketinin ilanına kadar geçen ılımlı evredir. Bu evrede petrol endüstrisinin devlet kontrolünde olması sağlanmış ve milli petrol şirketinin hisselerinin satışı yasaklanmıştır. Kasım 2001 ile Ağustos 2004 yılları arasındaki ikinci evrenin en belirgin özelliği önceki hükümetler tarafından yapılan petrol endüstrisinin aşamalı özelleştirmelerinin tersine çevrilmesi ve sosyal harcamaların devlet bütçesindeki payının belirgin olarak arttırılmasıdır.
Üçüncü evre Chávez?in Ağustos 2004 seçimlerindeki zaferi ve muhalefetin zayıfl aması ile başlıyor. Ellner bu evrede Chávez hükümetinin ?anti-emperyalist? olduğunu ilan etmeye başladığını ve ?21. yüzyıl sosyalizmi? inşası için diğer ülkelere çağrıda bulunduğunu vurguluyor. Ellner?in dönemlemesinde dördüncü evre Aralık 2005 seçimlerinin ardından başlıyor. Bu evrede Chávez hükümeti önceki on yılda özelleştirilmiş telefon ve elektrik sektörlerinin kamulaştırılması ve çelik sanayi gibi ekonominin stratejik sektörleri üzerindeki devlet denetimini sağlama hedefl erini açıkladı. Ellner tüm bu politikaların Venezüella?da radikal bir devrim sürecinin yaşandığının kanıtları olduğunu savunurken hükümetin tüm süre boyunca halkla olan bağlarının giderek zayıfladığına ve parti içinde ideolojik tartışmalar yapılmamasının parti-içi fraksiyonlar arasında gizli gerilimler doğurabileceğine dikkat çekiyor. Steve Ellner?in bu derleme için yazdığı yazısını tamamlamasının ardından, Aralık 2007?nin ilk günlerinde yapılan referandumda Chávez?in Sosyalist Anayasası az farkla da olsa reddedildi. Fakat en dikkat çekici olanı seçmenlerin yüzde
44?ünün oy kullanmamasıdır. Bu çekimserlik, Ellner?in işaret ettiği, Chávez hükümetinin reformları ve anayasa taslaklarını halk katılımına açmaksızın, aceleyle Kongre?den geçirmeye çalıştığı eleştirisinin yerinde bir tespit olduğunu gösteriyor.
Evo Morales hükümeti pek çok solcu entelektüele göre Bolivya?da neoliberal kapitalizmden radikal bir kopuşu temsil ediyor. Ancak, Jeff ry Webber üçüncü bölümde, şu ana dek bu görüşü destekleyebilecek pek az bulgu olduğunu ifade ediyor. 2003 ve 2005 yıllarında solcu-yerli halk temelli kitlesel güçler doğal kaynakların özelleştirilmesine karşı güçlü bir mücadele ortaya koydular. Ekim 2003?de ve Haziran 2005?da La Paz caddelerini zapt ederek ekonominin, devletin ve toplumun örgütlenişinde köklü değişiklikler yapılmasını talep eden yerli ve işçi eylemciler iki neoliberal devlet başkanını devirmeyi başardılar. Bu eylemlerde Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) partisinin küçük bir rol oynamasına ve aslında 2002?den itibaren kentli orta sınıfl ara yaranmaya çalışarak seçim kazanmaya endekslenen ılımlı bir reformist partiye dönüşmesine rağmen, Webber?e göre MAS bu parlamento-dışı eylemlilikle ile siyasi sistem arasındaki yegâne kanal olması nedeniyle güçlendi ve Aralık 2005?te iktidara geldi.
Ülkenin ulusal-popülist geleneğinden beslenen MAS?ın, madencilik, doğalgaz, çelik ve petrol sektörlerinde yapılan kamulaştırma politikalarının ardında yabancı sermayeye verilen büyük tavizlerin olduğunu dile getiren Webber son tahlilde bu politikaların ülkenin uzun vadedeki sanayileşme politikalarını olumsuz etkileyeceğini vurguluyor. Hükümetin ülkede faaliyet gösteren yabancı şirketlere ve bu şirketlerle işbirliği içinde olan Bolivyalı sermaye gruplarına üretim ilişkilerini dönüştürecek doğrultuda müdahaleler yapmayacağına dair sessiz bir güvence verdiğinin altını çiziyor.
Derlemenin dördüncü bölümünde Jorge Sanmartino, Arjantin?de 2001 yılında yaşanan ekonomik ve siyasal krizin sosyalist hareketler ve sendikalar üzerine etkilerini tartışıyor.
Sanmartino?ya göre, kriz ertesinde Peronizm bu kez merkez-sol bir hükümetle yeniden iktidara geldi. Peronist Kirchner hükümeti öfk eyle dolmuş bir toplumu ve militan bir toplumsal hareketi yatıştırmak için önce işsizliği hafifl etmek ve ardından ekonominin genişleyen döngüsünü rayına oturtmak için ılımlı önlemler hayata geçirerek toplumsal tepkiyi kontrol altına almayı, kurumsal sistemi yeniden inşa etmeyi yavaş yavaş başardı. Halk yığınlarını üst sınıfl ar lehine küçümseyen seçim mekanizmalarının sonucu, siyasal partiler sisteminin zamanla parçalanması oldu.
Fakat 2001 ekonomik krizi ile birlikte yaşanan otorite çöküşünün ardından yapılan kitlesel eylemler iktidar blokunu yerinden edecek güce henüz erişemeden kitlelere önderlik etme iddiasıyla başa geçen liderler solun alanını kapatıp sendikaları kontrol altına aldılar. Sosyalist solun rotası yeni-kalkınmacı temelde merkez sola döndürüldü.
Derlemenin beşinci bölümü Alfredo Saad-Filho?nun Brezilya solu üzerine olan yazısı. Saad-Filho yazısında, Brezilya solunun en önemli siyasi partisi olmanın yanı sıra dünyanın en büyük sol partilerinden biri de olan PT?nin IMF?nin yeni gözdesi haline gelişini inceliyor. 2002?de iktidara gelen Lula hükümetinin kısa zamanda hem Brezilya?daki hem de dünyanın dört bir yanındaki taraft arlarını büyük bir hayal kırıklığına uğrattığının ve Brezilya solunun parçalanmasını hızlandırdığının altını çiziyor.
Saad-Filho?nun yazısının temel savlarından biri PT?nin iktidara gelebilmek için sosyalist niteliğini en başta yitirdiğidir. 1989?daki başkanlık seçimlerini Lula?nın az farkla kaybetmesinin ardından, Lula ve parti önderliği bir sonraki seçimleri kazanmak ve daha etkili olabilmek için PT?nin siyasal merkezde yer alan müttefiklere sahip olması gerektiğine karar verdiler. İşte bu kararla birlikte partinin ilkeleri sulandırılmaya ve Brezilya siyasetine hakim olan yozlaşmış pratiklere uyum sağlanmaya başlandı. Diğer yandan neoliberal politikalar partinin merkeze yönelimini frenleyecek toplumsal sınıfl arı zayıfl atmıştı. Saad-Filho?ya göre PT?nin siyasi çizgisindeki bir diğer önemli kayma 1999 parti kongresinin ertesinde yaşandı. ?Brezilya Demokratik Devrimi Programı?nın kabul edildiği kongrede, 2002?deki başkanlık seçimlerini kazanmak amacıyla her türlü ittifakı kurabilmesi için Lula?ya açık çek verildi.
Bu sürecin sonunda PT, Brezilya?nın en çok tanınan reklamtanıtım şirketlerinden birinin desteği ile 2002?de iktidara geldiğinde diğer düzen partilerinden pek farkı kalmamıştı. Saad-Filho gösteriyor ki, PT hükümeti Brezilya?da malî kriz, ödeme dengesi krizi ve döviz kuru krizi başlaması tehdidinden çekinerek partiyi yerli ve yabancı finans çevrelerine tabi kılmış ve bu sermaye sınıflarının desteği ile 2006 seçimlerinde yeniden seçilmiştir.
Altıncı bölümde, Manuel Riesco ?Pinochet Öldü mü?? diye soruyor. Riesco?nun bu soruya cevabı hem evet, hem hayır. Evet, Pinochet tüm insan hakları ihlali davalarını ve İsviçre bankalarındaki hesaplarına aktarılan milyonlarca dolar paranın kaynağına ilişkin soruşturmaları arkasında bırakıp 2006 yılında öldü.
Ancak, Pinochet?nin Şili?ye bıraktığı neoliberal miras devam ediyor. Riesco, Pinochet döneminden kalan birçok yasal düzenlemenin değişmeden kaldığına işaret ederek, Pinochet sonrası hükümetlerin esasen Şili?de köklü dönüşümler gerçekleştirmekten uzak olduklarının altını çiziyor. Bu yasal düzenlemelerle, ülkenin zengin doğal kaynaklarını çokuluslu şirketler işletme payı ödemelerinden muaf olarak kiralayabiliyor. Bu işletmeler yüzlerce taşeron firmaya bölünerek işgücü atomize ediliyor ve güvencesiz bırakılıyor. Diğer yandan, eğitim ve sosyal güvenlik alanlarında Pinochet hükümeti zamanında yapılan özelleştirmelere yenileri eklenerek bu sosyal politika alanları tamamıyla özel sektöre terk edildi. Özellikle emeklilik sisteminin özelleştirilmesi, diyor Riesco, bugünkü GSYİH?nın neredeyse yarısının ücretli işçilerin kesesinden alınarak büyük sermayenin derinliklerine aktarılması anlamına geliyor. Ekonomik kalkınmanın etkisiyle hükümetler bazı reformlar yapsalar da bugüne kadar neoliberal modelin temellerine hiç dokunmadılar. Riesco, diğer yandan yükselen işçi ve öğrenci hareketlerinin Pinochet?nin neoliberal mirasını zayıflatıcı etkilerine dikkat çekiyor. Ülkede, farklı kesimler bir değişimin gerekli olduğunu kabul etmiş durumda. Üstelik ülkede bir iktidar boşluğundan bahsetmek de mümkün. Bu durumda, diyor Riesco, aşağıdakiler örgütlenerek gür bir sesle değişim talep etmelidirler.
Çünkü neoliberalizm ancak  işçi sınıfının kitlesel seferberliği ile zayıfl atılabilir.
2006 başkanlık seçimlerinde sol parti, PRD, adayı Andrés Manuel López Obrador?un seçimleri yapılan usulsüzlükler nedeniyle kaybetmesinin ardından Meksika?da derin bir meşruiyet krizi doğduğuna işaret eden Alejandro Álvarez, yedinci bölümde Meksika?daki sol hareketin üç önemli akımı, Zapatista, APPO ve PRD?nin, otoriter neoliberal sisteme karşı mücadelelerinde izledikleri eylem stratejilerini ve işbirliklerini anlatıyor. Álvarez dışlayıcı ve saldırgan neoliberal politikaların sonucu olarak sosyal devlet faaliyetlerinin zayıfl atılmasının yaşanan meşruiyet krizinin yapısal boyutunu oluşturduğunun altını çiziyor. Álvarez?e göre Meksika deneyiminden çıkan bir önemli ders vardır: İkinci kuşak neoliberal reformlarının örgütsel, ideolojik, siyasi ve kuramsal dayanaklarının yıkılması gerektiği. Bunun yapılabilmesi
için gerekli politik eylem stratejisi işçilerin geniş ittifakının onayladığı ve net bir şekilde tanımlanmış ulusal eylemlerle halkın iktidarı ele geçirme hakkının savunulmasıdır. Álvarez, bu kriz ortamında güçlenen sivil halk mücadelesinin giderek pasif itaatsizliğe doğru evrildiğini ve bu yerel kitlesel mücadelelerin işçilerin küresel direnişine bir alan yaratacağını söylüyor.
Sekizinci bölüm Latin Amerika deneyimlerinin genel değerlendirmesini sunan üçüncü kısmın ilk yazısı. Bu yazıda Gerardo Rénique, kapitalizmin üzerindeki hayaletin bugün Latin Amerika?yı dolaştığını ve bu hayaletin Soğuk Savaş sonrası serbest pazar, serbest ticaret ve serbest seçim rejimlerini modern, demokratik ve uygar bir varoluşun yegane yolu sayan neoliberal anlayışa cepheden saldırdığını iddia ediyor. Rénique?e göre, neo liberal politikalar halkların çoğunluğunun maddi yaşam koşullarını kötüleştirdi ve neoliberal saldırıya karşı politikleşen yeni aktörlerin, halkların ve ulusların, çıkarlarını savunmak için eski sınıf temelli örgütleri dirilttiler. Rénique?nin yazısının temel tezlerinden biri bu yeni dönemin ABD?nin kıta üzerindeki emperyal varlığını zayıfl atması bakımından önemli olduğudur. Ayrıca bununla ilişkili olarak neoliberal saldırının en önemli aracı olan IMF?nin hükümetler nezdinde itibarını yitirmesi de hükümetlere ekonomi politikalarını şekillendirmelerinde görece bağımsızlık sağlamıştır. Fakat Rénique bu olumlu gelişmelere rağmen ilerici ve solcu hükümetlerin marjinalleştirilmiş kitlelere yönelik vaatlerini yerine getirmekte yetersiz kaldığını ve kurumsal solun kitlelerle manipülatif ve saygısız bir ilişki kurduğunu vurguluyor.
Rénique, yöneticilerin kitlelerinden korkması sebebiyle Latin Amerika?da solun kurumsal kesimi ile toplumsal kesimi arasındaki işbirliğin çoğu zaman engellediğinin altını çiziyor.
Aijaz Ahmad dokuzuncu bölümdeki yazısında Latin Amerika ülkelerinin hepsinde değilse de birçoğunda yalnız ekonomik sisteme değil politik sisteme duyulan inancın da neredeyse bütünüyle ortadan kalktığını; böylece, geleneksel siyasi partilere dayanan seçim sistemiyle halkın öfk esinin dizginlenmesinin yerine kitlesel hareketlerin geçmeye başladığını söylüyor. Ahmad yazısında işçilerin geçim kaynaklarına yapılan acımasız neoliberal saldırılar sonucu güçlenen kitlesel hareketlerin emperyalist güçlere ve sermayeye meydan okuduğunun altını çiziyor. Haiti tarihinde ilk kez seçimlerle ?üstelik yüzde 90 oy oranı ile? iktidara gelen Aristide hükümetini devirmek için ABD?nin oynadığı oyunları anlatan Ahmad, ABD?nin tüm çabalarına rağmen Aristide?in halefi Rene Preval?ın demokratik seçimler yoluyla
iktidara gelmesinin önünün kesilemediğini vurguluyor. Ahmad yazısını bitirirken ?21. Yüzyıl sosyalizmi?nin ve ?ılımlı solun? ?pembe dalgasının? iyi anlaşılabilmesi için hükümet değişiklerinin yanı sıra alttan gelen kitle hareketlerine dikkat edilmesinin gerektiğine dikkat çekiyor.
Sungur Savran?ın son bölümü oluşturan yazısında ise işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilenlerin mücadeleleri ile bu mücadelelerin siyasi önderliği arasında önemli çelişkiler olduğuna işaret ediliyor. Savran bu çelişkilerin anlaşılabilmesi için toplumsal alanda yaşanan devrim-öncesi durumun analizi ile siyasal mücadelelerin ve bugün başta olan hükümetlerin analizinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini vurguluyor. Aksi takdirde Latin Amerika?nın farklı ülkelerinde yaşanan gelişmelerin özensizce genelleştirilerek temelsiz bir iyimserlik havası yaratılmasının yaşananlardan gerekli derslerin alınmasını engeller. Savran, Latin Amerika?nın çeşitli ülkelerinde kapitalizmin saldırılarına karşı sokaklara dökülen işçiler, emekçiler ve ezilenlerin ortaya koydukları eylemler, aydınların moralsizliğinin ürünü olan alternatifsizlik tezlerine karşı fiili bir tekziptir diyor. Büyük toplumsal mücadelelerin verildiği ülkelerin çoğunda seçimleri solun kazandığına tanıklık ettik. Ancak Latin Amerika?da solun yükselişi homojen bir olgu değildir. Buradan hareketle Savran yazısının ikinci devamında sol partilerin sınıfsal ve politik temelleri  açısından bir bilançosunu çıkarıyor. Savran, sol iktidarları ?düzen solu? ?dönek sol? ve ?burjuva milliyetçiliği? olarak üç kategoride topluyor ve bu kategoriler altındaki liderlerin siyasi hareketlerin temel özelliklerini tartışıyor. Bu tartışmada Savran, toplumsal hareketlerin tüm devrimci niteliğine rağmen bu hareketlere önderlik eden siyasi hareketlerin farklı biçimlerde devrimci sürecin önünü kestiğini iddia ediyor. Savran?ın yazısının son bölümü toplumsal hareketler ile siyasi önderlikler arasındaki çelişkilerin kökenlerini araştırıyor. Savran?a göre 80?li yıllarda başlayan ve  90?lı yıllarda Latin Amerika soluna kanserli hücre gibi yayılan sol-liberal ve post-modernist bozulmanın etkisiyle Latin Amerika solu sınıf mücadelesini ve Marksizmi terk etmiştir. Sonuç olarak Savran, siyasi hareketlerin içine düştüğü okuyucuda düş kırıklığı yaratacak tablonun Latin Amerika kıtasından umudu kesmek için sebep olmayacağını, devrimci dönüşümün dinamiklerinin belirleyicilerinin siyasi hareketler değil toplumsal mücadeleler olduğunu hatırlatıyor. Çünkü Latin Amerika?da yaşananlardan doğru derslerin çıkarılması Türkiye?de sol mücadelenin stratejilerinin doğru belirlenmesinde önemlidir.

KİTABIN KÜNYESİ
Latin Amerika’yı Anlamak
Aylin Topal
Yordam Kitap
1. Baskı, Mayıs 2008, İstanbul
288 sayfa

İÇİNDEKİLER
Sunuş
BİRİNCİ KISIM GİRİŞ
Türkiye?den Latin Amerika?ya Bakmak:
Tarihsel Arka plan Aylin Topal

İKİNCİ KISIM ÜLKE DENEYİMLERİ
Hugo Chávez?in ?Devrim Sürecinin? Evrelerinin Çözümlemesi Steve Ellner
Duraklayan Radikal Geçiş: Evo Morales, Yerli Popülizmi ve Bolivya?da Gericiliğin ve Umudun Güçleri Jeffery R. Webber
Arjantin Kriz sonrası iktisadi dönüşümler ve siyasi dinamikler Jorge Sanmartino
Brezilya?da Neoliberalizm, Demokrasi ve Ekonomi Politikası Alfredo Saad-Filho
Pinochet Öldü Mü? Manuel Riesco
20. Yüzyılda Meksika: Emperyalist Zincirin En Güçlü Halkası mı? Alejandro Álvarez Béjar

ÜÇÜNCÜ KISIM GENEL DEĞERLENDİRMELER
Latin Amerika?nın Neoliberalizm Karşıtı Direnişinin Stratejik İmkanları ve Zorlukları Gerardo Rénique
Dağlarda Ate?, Ovalarda Ate?: Latin Amerika?nın Pembe Dalgası Aijaz Ahmad
Latin Amerika İşçi Sınıfı Önderliğini Arıyor Sungur Savran
Latin Amerika Sözlüğü
Yazarlar Hakkında

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir