Le Horla – Guy de Maupassant

le_horla19. yüzyıl Fransız edebiyatının en güçlü kalemlerinden olan Maupassant’ın hikâyeleri, hayatla sanat arasındaki sınırları ortadan kaldıran cinsten. Hayat sanattan, sanat da hayattan kopuk değildir Maupassant’ın estetik dünya görüşünde. Modern insanın “iç dünyasının” detaylı bir biçimde resmedildiği hikâyelerinde, doludizgin akan bir hayat sevincine paralel olarak, alttan alta işleyen melankolik, ürkütücü ve karanlık duygular da var.

Maupassant’ın hikâyelerinde dönemin toplumsal kompozisyonunda yer alan neredeyse bütün varoluşların portrelerini bulmak mümkün. Yüksek sosyetenin çıtkırıldım hanımefendilerinden ve beyefendilerinden söz ettiği kadar izbe sokaklarda dolanan fahişelerden, yoksullardan da söz eder Maupassant. Alkolikler, uyuşturucu bağımlıları ve deliler gibi toplumun çeperlerinde konumlanmış bireylerin hikâyelerini anlatan Maupassant’ın, burjuva hayatına karşı “aşağıdakiler”den yana bir tavır aldığını söylemek olası: Deliler beni çeker. Bu insanlar, garip düşlerin oluşturduğu gizemli bir ülkede, bunaklık denilen şeyin o içine girilmez bulutu içinde yaşarlar. Yeryüzünde gördükleri, sevdikleri, yaptıkları her şey, onlar için, eşyaların ve insan düşüncesini yöneten tüm yasaların dışında, imgesel bir varoluş içinde yeniden başlar. Keskin zekâ yaratıcı deha ile birleşince; aşk, entrika, kin, umut, korku gibi insani duygulara bambaşka açılardan ışıklar düşülüyor Maupassant’ın hikâyelerinde…
(Tanıtım Bülteninden)

Görünmez şey – BESTE SEZEN ATEŞPARE
06.11.2015 http://kitap.radikal.com.tr/
On dokuzuncu Fransız edebiyatının güçlü kalemlerinden olan ve hayatı boyu üç yüzden fazla öykü kaleme almış Guy de Maupassant’ın 18 seçme öyküsü yer alıyor Le Horla’da. Kitapta, okuru hemen etklileyiveren insan hikâyeleri dikkat çekiyor. Okudukça hisleneceğiniz, etkileneceğiniz, vurucu hikâyeler hepsi de. Maupassant’ın usta kaleminden âdeta farklı hayatlara doğru yolculuğa çıkıyoruz.

Görünmeyen ama sürekli kendini hissettiren bir varlıktan bahsediyor ilk hikâyesinde. Evdeki sıvı yiyecekleri içen –katılara dokunmuyor- evin içinde gezinen, koltuklarda oturan… Günden güne varlığını daha da hissettiren bir varlık. Hikâyedeki kahramanımız onu “Görünmez Şey” olarak adlandırmıyor ama. Böyle bir isim yeterli olmazdı onun için. Bu yüzden “Le Horla” diyor. İşte Le Horla, böylece giriveriyor onun hayatına. Günbegün paranoyaya sürükleyen, uykularından eden bir hastalık gibi… Öyküyü okurken de bu varlığın karakterde yarattığı ruh haline şahit oluyoruz biz de.

Duygular ön planda
“M. Jocaste” isimli bir başka öyküsündeyse kendi kızıyla yakınlaşan bir babanın hikâyesini anlatıyor. Pierre Martel kimsenin bilmediği gayri meşru kızına kendini bir yabancıymış gibi tanıtıyor ve zamanla aralarında bir bağ oluşuyor. Kızın babası bir başkası olarak biliniyor. Martel ise bu sırrı hiç kimseyle paylaşamıyor, kendi içinde taşıyor. Ve taşıdığı bu sır da onu çok zor bir karar almaya itiyor. Bu hikâyeyi okuduktan sonra ismi de başka anlam ifade etmeye başlıyor. Jocaste, çok eski bir hikâyeyi anımsatıyor. Kehaneti gereği babasını öldürüp annesiyle birlikte olan Oidipus’u hatırlatıyor bu isim. Jocaste, Oidipus’un annesi olarak karşımıza çıkıyordu o hikâyede. Buradaysa Pierre Martel olarak görebiliriz onu. Yani Mösyö Jocaste. Antik Yunan tragedyasında bu acıya dayanamayıp gözlerini kör eden Jocaste’nin akibeti, Maupassant’ın ellerinde farklı bir yola doğru evriliyor gibi.

Bir başka öyküde de yürüyemeyen bir kadın ve onun çalışanı ile arasında geçen diyaloğu takip ediyoruz. “Alexandre” isimli bu öykü, bu ikili arasında yıllardır alışılagelen ve bir gün bile sekteye uğramayan bir düzeni aktarıyor okuruna. Ama bir gün o düzeni bozacak, şaşırtacak bir şeyler oluyor. Rutinin içinde ufak bir aksama belki de. Hesaba katılamayan duygular açığa çıkıyor. Bu duyguların dışavurumunu Maupassant’ın usta kalemiyle okuyoruz.

Le Horla’daki öykülerin çoğunluğunda ortak olan noktalardan biri de kadınlar. Farklı farklı kadın hikâyeleri karşımıza çıkıyor. Kimi zaman oğlunun hasretiyle yanıp tutuşan, onu kaybettiğini düşündüğü için mahvolan bir anne; kimi zaman da naif, kırılgan, alımlı, ürkek bir genç kız. Maupasaant’ın öykülerindeki kadınlardan biri de Lauraine. “İtiraf” isimli öyküde Laurine çevresinde gerçekleşiyor olaylar. Henüz 12 yaşında olmasına rağmen otuzluk bir havası olan Laurine, erken gelişmiş Parisli kızlardan biri olarak tanımlanıyor. Matmazel Laurine, Yüzbaşı Hector-Marie de Fontenne ile dünyaevine girdiğinde bu herkes için şaşkınlık kaynağı oluyor. Olması gerektiği gibi davranmayı çok iyi bilen Laurine’in ise tek bir kusuru var: En ciddi olması gereken zamanlarda gülme krizine girer. Bu ilginç “kusur” öykünün sonunda bambaşka bir boyuta ulaşıyor.

Yazdığı altı roman ve kısa öyküleriyle edebiyata damga vurması kadar Emile Zola ve Gustave Flaubert ile yakın arkadaşlığıyla da bilinen Maupassant’ın beğeni kazanan öyküleri yer alıyor Le Horla’da. Son derece sürükleyici ve dikkat çekici bu öykülerin çevirisini de es geçmemek lazım. Fransızca aslından dilimize kazandıran Serdar Rifat Kırkoğlu, keyifli bir okuma sunuyor okurlara.

Le Horla
Orjinal isim: Le Horla
Guy de Maupassant
Ayrıntı Yayınları / Klasik Kitaplar Dizisi
Türkçe (Orijinal Dili:Fransızca)
288 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 13 x 19 cm
İstanbul, 2015
ISBN : 9786053140276
Çeviri : Serdar Rifat Kırkoğlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir