Lubomir Levçev ‘in Sanatı ve Şiirleri “Ozanlığın en önemli niteliği cesarettir.”

1935 yılında Trojans doğan Lubomir Levçev, çağdaş Bulgar şiirinin günümüzdeki en tanınmış, en çok çevrilmiş ve yayınlanmış temsilcisi. 50’den fazla kitap ve 60 çevirileri vardır. Onun şiiri, çağdaş yaşamın günlük yansımaları üstüne kuruludur. Ama bu yansımalar, en sıradan ayrıntıları olduğu kadar, en köklü sorunları, en büyük davaları da içermektedir.
“Çoğu şiirlerine bir konu, bir olay kurgusuyla girdiği, diyaloga da yer verdiği, bundan sonra şiirin asıl poetik bölümü geldiği, ve bu tür şiirlerin çoğunca bir bilgelikle, bir felsefe kırıntısıyla, coşkun bir bildiriyle sona erdiği. … bunun dışında özetlemek gerekirse, Levçev’in şiiri, sözün tam anlamıyla çağdaş, güncel şiir; lirik bir gam üzerinde devrimsel romantizmin şiiri. Ana temaları, süren devrim, yeni toplum, yeni insan, enternasyonalizm.. Şiirinin, daha çok yukarıda belirttiğim yapısal özelliğinden gelen bir kişiliği var. Yaptığı düşünsel, felsefi şajlar, bildiri yükümü ve hele yer yer imajlan çok güçlü.
Ben, bütün bunlardan, başka, onun şiirlerinde biraz da kendinden azıcık daha yaşlı olma, önceki devrimci
ozanların çağına özenme eğilimi seziyorum. Yani, Levçev, bir bakıma, («Öldürülen ozanlar ülkesinde» başlıklı şiirinde sezildiği gibi) Geo Milev’in, Smirnenski’yi (25 yaşında veremden öldü), Vaptsarov’u (kurşuna dizildi) konuşturmaya devam ediyor. Adeta onların heyecanını, coşkusunu, duyarlığını, şimdi sosyalizm kuruluşu döneminin, süren devrimin romantizmiyle örerek devam ettiriyor. Bir başka deyişle, Levçev’in şiirinde, bu ozanları vakitsiz yitirmenin acı burkuluşu ile, yeni dönemde yetişmenin, bu dönemin Nisan Kuşağı (1956) ozanı olmanın övüncü birleşiyor.
Levçev’in şiirinin biçimine gelince: Uyaklar bu şiirde ne tanrı, ne şeytan. Ama gelişigüzel de değil. Şiirlerinin, o yapısal özelliğinde belirttiğim öykülü, diyaloglu bölümünde değil de, daha çok, asıl ozanca söyleyeceğine geçtiği bölümünde, hele puanta’ya yaklaşırken ve finalde önem veriyor uyağa veriyorsa. Çeviride ben de buna uymaya çalıştım.
..Levçev, slâv şiirine özgü bir ritme önem veriyor daha çok dize yapısında. Bu bir açık ve kapalı heceler düzenidir. Çeşitli biçimleri ve adları var. Böyle bir ritmi korumaya elbette gerek ve olanak yok çeviride.
Levçev üzerinde başarılı çevirinin, ancak, onun şiirde duygu ve düşün yapısına verdiği önemi en çok yansıtmakla sağlanabileceği kanısındayım. Ve böyle çalıştım.
Bazı şiirlerinin şurasında burasında, tam bir mantık düzenine uymayacak deyişlerine dikkatini çektim. «îsla Negra’nm çanları» şiirinde, Neruda’nın odasına giriyor, «koltukta oturan rüzgâr» diyor. «Bunun anlamı koltuk boş, adamın yeri boş» dedim ve buna benzer bir çeviri önerdim. Kabul etmedi. «Varsın, mantıksız olsun» dedi. «Ala sabah» şiirinde, «karanlık rüzgâr» diyor. Rüzgâr kara olur, kara yel gibi, sert olur, soğuk olur, keser ustura olur giderek, amma karanlığını nasıl anlayalım rüzgârın? Kısası, burada da mantık aratmadı. Böyle daha nice örnekler sayabilirim. (Öyle ki, böyle tartışmalarımızda, sonuç alamadığım, ve çok aykırı düştüğü için, çevirdiğim halde, derlemeye katmaktan vazgeçtiğim üç şiir var.)
..«imaj» diye başlık koyduğum bir şiir var. Başlık, aslında hâlâ karşılığını tam bulamadığımız bir sözcük. Yansıma’nm 1975 sayılarından birinde «suret» diye alınmıştı bu kavram. Şiirdeki kız çocuğunun portresi, tipi sözkonusu. Ben «kız çocuğu» dememizi önerdim. Kabul etmedi. «îmaj»da karar kıldık. Bulgarcası ve Rusçası «obraz». Sanat yapıtında «obrazlama»yı, dilimizde «tipleme»yle karşılıyoruz.)

«İsla Negra» şiirinin ikinci dizesinde, «Neruda’ya ‘Hava üstüne oda’ şiirinin çağrılısı olarak gittim» diyor. Hani bizde zamları, vergileri yererken «zam yapılmadık bir hava kaldı», «vergilenmedik bir hava kaldı» falan diyoruz ya, Neruda’mn da ülkesinde havanın ağırlaştığını, zehirlendiğini söylediği bir şiiri var aşağı yukarı. Oda (ilk hece vurgulu) biçimce bir şiir türü. Böyle olunca, sözkonusu şiiri «hava şiiri» diye mi, «havaya dair» diye mi, yalnız «hava» olarak mı başhklayacağımı şaşırdım. Kendisi oda’da ısrar ediyor, başlık tam söylensin istiyor. Kısacası, çeviride bunu koşullu olarak koydum böyle.
..Yılbaşından önce, ozan Nikola Yonkov Vaptsarov’un (Nazım’m çok sevdiği ve kitabını kardeşim diye bağrına bastığı ozan) doğduğu sancakta (il’de), bundan böyle her yıl ?ozanın doğum gününde? yapılacak bir anma töreni düzenlendi. Bu münasebetle ihdas edilen Ulusal Vaptsaroy Şiir Ödülü de, ilk kez olarak L. Levçev’e verildi Yazarlar Birliğinin önerisiyle, Levçev’in. «yüksek insancıl lirizmi»
dikkate alınarak.
13 Ocak 1978

Bütün bunlardan sonra, bir diyeceğim de şu: Benim çeviri veya beyaz çeviri katkım, hiç bir sorun yaratmasın.
Varsa böyle bir katkım, bunu önce şiire, sonra dostlara ve dâvamıza bir hizmet sayıyorum. Ben ödev belleyerek çalıştım ve daha da gerekliyse çalışacağım.
5 Mayıs 1978

Fahri Erdinç, ÇEVİRİ VE ÇAĞDAŞ BULGAR OZANI LEVÇEV

ÇATILAR

Dedemin bir eski evi vardı
çatısı kayrak taşlarıyla örtülü.
Ve anımsıyorum
otlar biterdi damında..

Soruyorum: Nerde o eski evi dedemin?
Diyorlar ki: Göçüp gitti kendiliğinden,
bak biz de ne yaptık
çatısındaki kayrak taşlarıyla,
benzersiz bir yaya kaldırımı!

Bakıyorum taşlar aynı, yerli yerinde
ama kendi kendine
yıkılıp gittiğine evin
inanmak o kadar kolay değil.

Kutu gibi
güzel mi güzel bir evdi
dingin
rahat
iç açıcı..

Dedemin nasılsa dünyası
öyleydi kusuru evin de,
çatı ne denli ağırsa
temel o denli yüzeyde!

Çökmüş değil yani durup dururken,
gömülüp çatısına kadar
battıysa yerin dibine
zamanla, ağır ağır batmıştır ancak.
Ve ben yürüyorum bugün
kayrak taşları üzerinde
kedi gibi,
bacadan da şimşir dumanları tütüyor..
Aşağıdaysa
dedemin yuvasında yani
eskisi gibi her şey yerli yerinde.
Harıl harıl ocak.
Fasulya fıkır fıkır çömlekte.
Ve babam
-daha ufacık-
ninemin koynuna sokulmuş.
Çabuk uyu
-diyor ninem-
bak bir karakoncolos geziyor damda!
Ve babam, n?apsın zavallı,
yumuyor dehşet içinde gözlerini,
evet doğru
o da duyuyor o korkunç ayak seslerini!
(Bunlar benim ayak seslerim oysa)
Ve inanıyor.
Ve ürperiyor.
Ve ossaat uyuyor..

Bense hâlâ gezinmekteyim yaya kaldırımında.

İşe yarar çatılar kurmak
taşıyabileceği çatılar zaman temellerinin
hiç de kolay değil doğrusu
çok zor yapıcılığın bu yanı.
Üstyapı
(diyebilir Marx)
ezmemeli altyapıyı!

Ve biz
-eli kalem tutanlar-
çok bulduruşlu
çok gerçekçi, güneşli ve sağlam
bir şey düşünmeliyiz buna..

Çünkü
öyle geliyor ki bana
çatımızda biri yürüyor artık.
Ve üzerinde onun omuzlarının
yıldırımlar çıkıyor kanat gibi.

FOUCAULT?NUN SARKACI

Soruyorlar
iğneli bir dille bana:
Nasıl bağdaştırıyorum
o kuru görevsel işlerimi
özgürlükle
ve boynumu sıkarken şu yaka
nasıl söylüyorum türkülerimi..

Yanıtım kısacık
ve güleryüzlü hep:
?Herkes gibi..?

Ama şu anda
karşısına geçmişken kendimin
ve kendimle aramda
yalnız bu amansız vicdan ekranı
yani bu kağıt parçası ağarırken
gizlemek istemem
doğrusu gizleyemem de
pahalıya oturduğunu
bu ikili egemenliğin,
hem de çok pahalıya.

İmreniyorum ağaçlara
kanatları yok
çünkü onların.

Bakarsan
bir kanatsı kıpırtı var dallarında
ama olsa olsa bir uçmaya yelteniş bu
bir yeşilin yemyeşil dansı
bir dua
yakarmak gibi bir şey Rüzgâr Tanrı?ya
tanrı dediysem öyle bir tanrı ki
ne göreni var
ne inananı daha.

Diyelim ki
uçtuğunu gördünüz ağaçların
toplayın artık tası tarağı
yolculuk gelip çattı sayılır öbür dünyaya.

Ağaçlar
yüzyıllardır bağlı kendi özbenliğine
ve bu bağlılık
bu değişmezlik, insanda görülmeyen,
köküdür ağacın
topraktır.

Kuşlara da imreniyorum
kökleri yok
çünkü onların.

Bakarsan
gergin ve esnek
uçmaya yekinirken bacakları
geçirdikleri tırnaklar hiçliğe
tıpkı kökleri andırır

ama bu zavallı aldatıcı görünüş
öykünen bir durumdur yalnızca
yalnızca bir düş.

Öyle ki
anlamını tam verirsek sözün
bağlıdır gök boşluğuna
kuşlar
bağlıdır sonrasız devinime
ve atılıma
özbenliği kanattır varlıklarının çünkü.

Peki ya biz
hepimiz
kökümüz de var derinliğimize inen
kanadımız da omuzlarımızı aşmış
biz n?apabiliriz
simgesidir demekten başka buna
bu dehşet yüklü çağın
ve ardından gelmekte olanın.

İşte bu gelgitli sarkaç
bu salınım
kökle kanat arasında
kanıtlıyor apaçık
dünya dönüyor daha.
Ak bir lâv iniyor şakaklarımdan
ve kimbilir nerdeki mağaralarında
alışılmadık özbenliğimin
duyuyorum yankılanan
güm güm patlamalarını yüreğin.
Merhaba, engel tanımayan dertlere!
Bölün beni ikiye
ey kök ve kanat
merhaba!

Türkçesi: Fahri Erdinç ? Kemal Özer

KURŞUN ASKER

Kent yaşamı bu
bir oyun oynanır ki geceleri
bulan hınzırca bulmuş
deli eder adamı.

Buyurun işte.
Tam geceyarısı.
Zırrr telefon.
Sesi kargadan beter.
-Bölüyor uykunu ortasından.
Ve sen kurşun asker
fırlıyorsun yataktan
arıyorsun almacı karanlıkta
-oldum olası görev duygusu yani-
ve güçlükle yutkunarak
Aloo, diyorsun, alo!..
Ama kaskatı susuyor
öbür uçtaki.
Bir kötücül soluma kulağında.
Belli ki nişan alıp sıkıyorlar birine kurşunu
ve zonklamayabaşlıyor şakakların
düş falan değil
yanlışlık ise hiç değil
işte acımasız oyun

Söz götürmez
sinirlenmeye de gelmez efendim
yokluyor işte birisi bizi.
Görünmez kulağını dayamış da uzaktan
izliyor ne yapıp ettiğimizi.
Belki aklından çıkmış
bir eski göz ağrın
düşün dur bakalım
hangisi?
Sakın Ölüm hazretleri olmasın?

Ve artık
başka çare yok
açık bırakarak almacı öylece
kalk
aç bütün ışıkları
düğmesine basıver teybin
doldur iki bardak
ağzı ağzına
geç masa başına hemen
iyice yerleş
olup olacağı bu, tacın tahtın
çek kağıdı önüne
sarıl kalemine
işte efendim alınyazın!
Ve ben
böyle bir saatte zehir zemberek
kadeh kaldırmak istiyorum
ve içmek iri iri yudumlarla
yaşasın şiir diyerek.
Şiirler!
Tek varlık, elinde avucunda ozanın,
düşmanı bile varsa
şiirler onun en bağlı düşmanı.
Var olun şiirler!
Kaldırma gücü neyse kanatların
sizin sessiz direnişiniz de öyle,
doğal yeteneğin ürünü olun şiirler
ve öncüye öncülük edin hep!
Edin ki
onurlandırsın bizi
ulaştığımız düzey,
sağlığınıza
-bilinenler ve bilinmeyenler-
sağlığınıza,
kaldır kadehini heyy
kurşun asker!
Bizi
dostlarımız unutabilirler
– bu olağan-
ama düşmanlarımız
hiç bir zaman!

Lubomir LEVÇEV
Çeviri : Fahri ERDİNÇ, Kemal ÖZER

ISIRGAN OTU
Neleri sulamam gerekiyorsa suladım.
işte buradayım -yeniden gömütünün başında
babacığım
ayrık otlarıyla dolu her yer
gök ise fırtınalı
ve susuyorum ben
her şeyin dışındayım sanki
sanki bu benim gömütüm
içinden çıkıp gitmişim
ve kendime dışardan bakıyorum
bu yüzyıla aynı yaşta
sen hala yaşıyor olabilirdin babacığım
benim gömütüme sen gelebilirdin
seyretmiş değilmiydin babaların burda
ebedi evler kurduklarını çocuklarına
sen her şeyi iyi yapardın benden
ben ne mi yaptım
şiirlerin yıkıma uğrattığı bu beyinle
şunu düşündüm ancak
gömütüne kaldırım taşları döşemeyi
eski ağır iri kararık
ölü bir yoldan sökülmüş
ama kendileri ölümsüz olan
onca duygulandırıcı pahalı anıt arasında
farklı olsun senin gömütün
kaba bir gömüt
ama her şeye dayanıklı
zaman hafif adımlarla geçşin tozların üzerinden
böyle düşünüyordum
şiirlerin yıkıma uğrattığı bu beyinle
Ama bu gün
görüyorum buruşturup katlamış senin toprağını
sanki korkunç depremler
tanrıya sövüp sayarak dans etmişcesine
kaldırım taşları
fırlamış yataklarından
kırık dişler tıpkı
alaylı alaylı sırıtıyorlar bana
inanmazdım zamanın
bunca ezici adımlarla geçeceğine
gömütününüzerinden geçeceğine
gömütünün üzerinden babacığım
demekki benim üzerimdende
otlar kımıldıyor
kötü gizler fısldaşıyorlar aralarıdan sanki
bende biliyorum her an
patlayabilir fırtına
otlar haklı çıkar sonunda hep
ama sinirime dokunuyor
haç dibinde biten ısırganotu
çöküyorum dizlerimin üstüne
yolmaya başlıyorum
parmaklarımı yakıyor o
kana buluyor onları
ama öyle tatlı geliyor ki bu acı bana
sanki bir babanın sitemi
haklısın
ölümcül bir yanlış yaptım
inancım yetmedi
taşıması zor bir inançtı
kırılmış kaldırım taşlarının ve yüreklerin
senin gömütün belkide daha güzel böyle
o kadar çok benziyorki bir barikata
babacığım
gök gürlüyor
şimşekler yaklaşıyor
ve ben emekiyorum gavroş gibi
ve şarkı söylüyorum
mermi kovanları topluyor değil
ısırganotu yoluyorum
yolun üstüne bırakacağım onu
tanrı bir çorba kaynatsın kendine
sahi bakan eden kimsesi varmı
olsun
ve sel boşanıp aksın sonunda
selamlaşsın şimşeklerle ağaçlar.
Ljubomir Levcev

DAYLAPMA
Dostum
Gücendiren ne seni
O denli mutsuz görünüyorsunki
Al bir sigara
Al da karşılıklı tüttürelim
Düşünceler doğuran bir ağaç gibi
Büyüyor duman
Olgunlaşıyor meyveleri
Tatlımı tatlı
Burukmu buruk
İstersen kulak verde
Daylapmayı anlatayım sana
Kar yağıyor
Yağdıkça yağıyor
Sanki
Gömmek istercesine karanlığa
Karanlıksa hep doğrulup kalkıyor karın altından
Biri yürüyor hızlı hızlı sokakta
Ve rüzgar
Esip savuruyor uğultularla
Minicik ayakları duruyor
Sokaktan geçen çocuğun
Gelince kapımızın önüne
Ve anahtar deliğinin içinden yalvarıyor bir ses
-Day lap ma!…Ekmek ver bana!…
Yalın ayaklı bir yaşıtım bu
İşi gücü odun kömür taşımak
Bir parça ekmek uğruna
Daylapma adını takmışlar o yüzden
Koca kocakovaları yüklenip koyuluyor yola
Ardına takılıyorum bende
Anahtarını alıp kömürlüğün
Annem durduruyor beni kapıda
Aman bir şey çalmasın’dikkat et!…
Merdivenklerden inerken düşünüyorum
Asıl çalabilir ki
Koca koca kovalarla
İki elide dolu değilmi
Gel görki hırsızın büyüğüymüş o
Yüreğimi çaldı benim
Yüzünde tertemiz bir gülümseme
Sigara tüttürmeyi bilir misin sen
Ve bir sigarayı paylaşan
İki dost oluverdik işte
Dumandan boğula boğula
Dinliyorum onu
Dinliyorum
Bir masal devletinin
Tek askeriyim sanki
O ise büyük bir çar
Tahtı başaşağı duran bir kova
Bu gözü pek görüntüsüne bakıyorum
Ve dinliyorum ateşli sözlerini
Bir gün
Nasıl yollara düşeceğini
Ve ulaşacağını bir sirk topluluğuna
Bir kamburla
Ve mukavvadan bir burunla
Ünlü bir palyaço olacağını orada
O ışıklandırılmış arenada
Ve içeriye beni
Nasıl biletsiz alacağını
Daylapma kurulmuş tahtının üzerine
En yoksul kişisi yeryüzünün
Çocuklaşıyor onun gülüşü ile herkes
Ve bütün dünya
Düşünüyor bir buğday tanesine
Dostum
Ne zaman çekilmez yaşam
Ve kemirirse yüreğimi
Tadı buruklaşırsa yaşadığımız günlerin
Ve ağlayacak halde bulursam kendimi
Kocaman bir palyaço kalkıveriyor ayağa
Kamburu ve mukavvadan burnuyla
Ve gülüyor
Gülüyor o palyaço
Ben ağladığım zaman!…

Ljubomir Levcev

YASA

Bağışlamazlar bizi hiç bir zaman
bohem kahvelerinin gediklileri,
bağışlamazlar komsomol ozanı
olduğumuz için
ve tüttüğü için fabrika bacaları
şiirimizde.

Gershvin dinliyorduk
evet bir yandan,
bir yandan Eliot çeviriyorduk.
Bitirmiş değiliz daha o şiiri,
Ölesiye bağlı kaldık yiğit halkımıza,
damlası bile eksilmedi sevgimizin.

Sorumluluk duygusuyla
uğraşıp duruyoruz şimdi biz,
yüreklerimiz paramparça sevgiden,
yine öyle hazır atılmaya doludizgin
yine öyle acımasız
sürdürüyoruz gençlik yasasını.

O yasa var ya
buyruğu kısacık işte:
Ne yapıp edip güzel’e hizmet
insan çıkışlı güzelliğe,
ne türde ne düzeyde olursa olsun
şana da üne de satma kendini.

Lubomir Levçev

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir