Ludwig Wittgenstein Düşüncenin Odağında Dil ve Bilinç – Mert Sarı

Erkut Sezgine…

Ludwig Wittgenstein, 20. yüzyılın üzerinde en çok tartışılan düşünürlerinden biridir. Onun bu denli ilgi çekici bulunmasında, ürettiği felsefi kavrayışın yanı sıra, hayli sıra dışı kişiliğinin de payı var. Bu nedenle, genel çizgileriyle Wittgenstein’m felsefi kavrayışını anlatmadan önce yaşam öyküsünden bahsetmek istiyorum. Wittgenstein 1889’da Musevi kökenli bir fabrikatörün oğlu olarak Viyana da dünyaya geldi. Babaevinin ekonomik gönenci entelektüel gelişimi açısından yaşamının daha ilk yıllarından itibaren ona elverişli bir sosyal çevre ve maddi koşullar sundu. Müziğe büyük ilgi duyan küçük Wittgenstein, müzik tarihinin kült simalarından, Gustav Mahler ve Johannes Brahms gibi kompozitörlerle tanışma olanağı buldu. Müzik tutkusu, ileride onu hiç bırakmayacak olan yalnızlığına sürekli eşlik edecektir.

Yüksek öğrenimine o günün Viyanası’ndaki bir teknik üniversitede makine ve aerodinamik (uçuş ve havacılık) mühendisliği bölümüne girdi ve eğitiminin devamında da 1912’de İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde bulundu ve burada ünlü İngiliz düşünür Bertrand Russell’la birlikte çalışmaya başladı. Felsefe bilincinin uyanışı da bu döneme rastlar.

Wittgenstein 1914’te, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ardından, gönüllü olarak Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordusuna yazılıp savaşın içine dâhil olur. Cephelerde geçirdiği süre boyunca, felsefi düşüncelerini not defterine kaydetmektedir… Daha sonra savaş tutsağı olarak bir İtalyan toplama kampına alınır. Burada, sonraki yıllarda ünlu bir iktisat profesörü olarak ün yapacak olan John Maynard Keynes’in aracılığıyla not defterlerini Bertrand Russell’a ulaştırır. Wittgenstein’in temel yapıtlarından biri olan Tractatus – Mantıksal Felsefi İncelemeler adlı yapıtı, cephe koşullarında kaydettiği notların üzerine kurulacaktır.

Savaş sonrasında Wittgenstein, ba¬basından kalan mirasın büyük kısmını, o yıllarda ekonomik sıkıntı çeken sanatçılara ve yazarlara bağışladı. Bu erdemli davranıştan Avrupa’da gezginci bir ozan olarak yaşamını sürdüren şair Rilke ve bunalımlarından dolayı bir psikiyatri kliniğine düşmüş olan şair Georg Trakl da yararlamıştır. Mirasın kalan kısmını ise kız kardeşleri arasında paylaştırdı. Wittgenstein, 1920-29 yılları arasında, önce lise öğretmeni daha sonra da Viyana’daki bir manastırda “bahçıvan yamağı olarak alçakgönüllü bir yaşam sürdü. Aşırı derecede çekingen bir kişiliğe sahipti. Eleştiri karşısmda fazlasıyla alıngandı. Bu nedenle, çok yüksek düzeydeki bilgi ve yetilerini, topluluk önünde sergilemekten hep kaçınmıştır.

Neo-pozitivist (Yeni olgucu) Viyana çevresi 20. yüzyılın temel düşünce akımlarından birini simgeler. Wittgenstein ı Viyana çevresine tanıtmak isteyen Max Schlipck, utangaç olduğunu bildiği filozofu temkinli bir tutumla Viyana çevresi oturumlarına götürmeyi başarır. Bertrand Russell’m yüreklendirmesiyle Wittgenstein, Tractatus – Mantıksal Felsefi incelemeler isimli kitabını doktora tezi olarak Viyana’daki ilgili felsefe kürsüsüne sunmuştur. Daha sonrasında 1937 yılında Cambridge’de felsefe disiplini kadrosu elde eden Wittgenstein, bu görevini 1947 yılına kadar sürdürmüştür. 1949 yılında kansere yakalan felsefeci, hastanede ölmek istemediği için son günlerini bir doktor arkadaşının evinde geçirir ve 1951 yılında yaşamını yitirir.
Hekim dostu “sonun geldiğim” haber verdiğinde Wittgenstein, stoacı bir ağırbaşlılıkla “Peki, tamam,” demiştir.

Wittgenstein’m Tractatus haricinde bir yapıtı daha vardır ve Felsefi Soruşturmalar başlığıyla 1951 yılında yayımlanmıştır. Wittgenstein felsefe yazımı için en geliş¬kin dilin Almanca olduğunu düşündüğü için bu ve diğer çalışmalarım Almanca yazmıştır.

Wittgenstein felsefesi rahatlıkla, bir “dil” ve “bilinç” felsefesi olarak nitelendirilebilir. Ancak onun felsefi metninin içerdiği önermeler, yer yer bilgi kuramına (epistemoloji) ve varlık bilime (ontoloji) dokunur. Ancak düşünürümüzün asıl çığır açıcı yanı dil felsefesine dair düşünceleridir.

Wittgenstein dille ilgili düşüncelerinde, bir anlamda, bir gelişim psikologu tutumuyla küçük bir çocuğun sosyal çevresinde işittiği dil yapılarını bilincine nasıl aktardığım betimlemekte. İnsan yavrusu psikososyal gelişimiyle, dil bilincim ve yetilerini içselleştirmektedir. Ancak dil ve bilinç yetisi, “nötr” bir beceri değil. Dil, içinde devindiği toplumsal gerçekliğin bir anlam taşıyıcısıdır. Bir kültür çevresinin dilini edinmek aynı zamanda o kültür çevresinin anlam haritasını da içselleştirmek demektir. Dolayısıyla bir kültür çevresinin dil gerçekliğine girmek, aynı anda, onun anlam dünyasına da dalmak anlamına gelir. Çocukken, yani edilgen bir yaştayken anadil öğrenmek, böylelikle nötr değil, değer bağımlı bir bilgi… Psikososyal gelişimle, dilsel toplumsallaşmayla edinilen dil yetisi, ilgili dilin, geçerli olduğu toplumun tüm önyargı ve kalıp yargılarım da içselleştirmesine sebep olur; milliyetçi, dinsel, tüm önyargılar ve stereotipler dil üzerinden insan bilinci üzerine aktarılır. Çoğunlukla, yanlış bilgilerle yüklü bu dil öğelerinin toplumsal çevre içindeki dolaşımı, onların kolaylıkla yayılmasını sağlar. Toplumsal ve uluslararası pek çok çatışmada ağırlıklı olarak bu yanlış bilinç öğeleri etkilidir. Dildeki bu köhnemiş, sağlıksız tortularda temellenen bilinçler işlevsel olmayan toplumsal yaşantılara sürüklenirler.

O hâlde felsefenin yapması gereken; dili işlevsel olmayan bu tortularından, başka bir deyişle “atıklar”dan arındırmaktır. İnsanın toplumsal dilin kurduğu ve biçimlendirdiği bilicinin dışında özerk bir bilinci ancak eleştirel bir bilinç kazanmakla edinilebilir. Bu doğrultuda kazanılması gereken ilk farkındalık, dilin bu başat koşullandırıcı etkisini görebilmektir.

Dilin iletişimde işlevsel olmayan bu tortu ve atıklardan temizlenebilmesi, ancak etkin bir dilsel ayrıştırma tutumuyla mümkündür. Böylelikle dil, nesnel gerçekliği olabildiğince aslına uygun bir şekilde temsil edebilecektir. Wittgenstein, Tractatus yapıtında varsayılan dilin nesnel gerçekliği birebir temsil etme yeteneğinden, Felsefi Soruşturmalar yapıtında kuşkuya düşecektir. Dilin bu katışıklarından arıtılmasını, aynı zamanda bilincin de bir terapisi olarak düşünmektedir.

Wittgenstein toplumsal dil pratiğine “dil oyunu” ismini vermiştir. Bu “oyun” benzetmesi yapısalcı dilbilimin oyun kavramını çağrıştırmaktadır. Ona göre, bireyin dilinin sınırları onun dünyasının sınırlarını belirlemektedir. Denizci, denizcilik deyimlerini bilir; diplomat, diplomasi jargonlarını… Dilsel koşullanmanın dışında “arı” bir bilinç yoktur. Bu bakımdan Wittgenstein’ın metni açısından, Edmund Husserl’in arı bilinç kuramının da geçersiz olduğunu söyleyebiliriz. Tüm özgün değerine karşın Edmund Husserl’in felsefi çözümlemesi büsbütün de yeni sayılmamalıdır. Çünkü kendisinden çok önce Herder ya da Wilhem von Humboldt gibi düşünürler, her ulusun dilinin ayrı ve kendine özgü bir düşünme biçimi ürettiğini görebilmişlerdi. Ayrıca toplumsal ve uluslararası tüm çatışmaları ve çelişkileri dille açıklamaya çalışmaksa safdillik olur. Toplumların çatışmalarında dilin işlevsel olmayan kullanımının yarın sıra tarihsel, ekonomik, sınıfsal, sosyal, psikolojik hat¬ta psişik etmenlerin de büyük payı olsa gerek. Kanımca Wittgenstein’m felsefi çözümlemesi önemli bir gerçeklik payı içermekle birlikte, dilin toplumsal süreçler üzerindeki etkisini belirli bir ölçüde abartıyor. Dilin öznenin anlam dünyasının oluşmasındaki koşullandırıcı etkisi ise kanımca yerinde bir saptamadır. Nietzsche gibi Wittgenstein’ın felsefi düşünceleri de insanın dil yetisine, bilincine, öznenin özerkliğine ve aydınlanma düşüncesine güvensizlik telkin eden görüşler olmuştur. Bu yönüyle bu düşünürler ile 50’li yıllardan soma belirecek olan “post- yapısalcı” düşünürler arasında bir köprü kurulabilir.

Bu konuda sözümü bitirirken daha derinlemesine araştırma yapmayı dileyen okuyuculara bu bağlamda işlevsel bulduğum birkaç kitabı önermek isterim.
– Ludwig Wittgenstein, Tractatus – Mantıksal Felsefi İncelemeler, Metis Yayınları
– Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, Metis Yayınlan
– Erkut Sezgin, VVittgenstein’ın Ardından Beden ve Zihin Hareketleri, Cem Yayınevi
– Nejat Bozkurt, 20. Yüzyıl Düşünce Akımları (Kitabın L. Wittgenstein Bölümü)
– Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe Kant?tan Günümüze Felsefe Akımlan, inkılâp Kitabevi (Kitabın Viyana çevresi ve L. Wittgenstein Bölümü)

Mert Sarı
Kitapçı – Kültür Sanat ve Kitap Tanıtım Dergisi Eylül/Ekim 2013 sayısı

Previous Story

Kasketli çizgi arkadaşımız Cin Ali geri döndü – Emrah Güler

Next Story

Yeni Sinema niçin yeraltı edebiyatıdır? Zahit Atam

Latest from Biyografiler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ