Lukács olmadan olmaz – Yücel Kayıran

Georg Lukács, Türkiye?de bir filozof ve bir sanat kuramcısı olarak değil, daha çok edebiyat eleştirisi ile toplumcu gerçekçiliğin romana bakışı bağlamında gündeme gelmiştir.
Son yıllarda Georg Lukács?ın beş kitabı birbiri ardına yayımlandı; Aklın Yıkımı ?iki cilt (Payel Yayınları), Tarihsel Roman (Epos Yayınları), Avrupa Edebiyatı ve Varoluşçuluk (Epos Yayınları), Goethe ve Çağı (Sel Yayıncılık) ve son olarak bugünlerde, üst başlığı Sosyal Varlık Varlıkbilimine Doğru I olan Hegel (Payel Yayınları). Ama bu kitaplar üzerinde pek durulmadı. Lukács?a yönelik ilgiye n?oldu? Türkiye?deki eleştirel ve yazınsal düzey, Lukács?ı göz ardı edecek denli yüksek bir evreye mi sıçradı? Eğer böyle bir sıçrama söz konusu ise, yüksek evreye, aşkınsal bir sıçramayla mı yoksa bir okuma pratiği zemininde bir deneyimle mi gelindi? Hölderlin?e artan ilgi neden Goethe ve Çağı?na atıfta bulunmuyor? Soruların yanıtına geleceğim.

Hegel, Lukács?ın son yıllarında üzerinde çalıştığı ve ölümü nedeniyle son haline kavuşturamadığı bir çalışması. ?Lukács?ın Ontolojisi? diyebileceğimiz bu yapıt, iki ana bölümden oluşuyor. Mevcut Durum adını taşıyan birinci bölüm; 1) Yeni-Olguculuk ve Varoluşçuluk, 2) Nikolai Hartmann?ın Hakiki Bir Varlıkbilimine İlerleyişi, 3) Hegel?in Sahte ve Gerçek Varlıkbilimi, 4) Marx?ın Temel Varlıkbilimsel İlkeleri adlarını taşıyan alt bölümlerden oluşuyor. En Önemli Sorunlar adını taşıyan ikinci bölüm ise: 1) Emek, 2) Yeniden-Üretim, 3) Düşünceler ve İdeoloji Diyarı, 4) Yabancılaşma adlı alt bölümlerden oluşmakta.

Payel Yayınları, Lukács?ın Ontolojisi?nin ?Hegel?, ?Marx?, ve ?Emek? başlıkları altında üç cilt olarak yayımlanacağını belirtiyor. Birinci bölümün ilk iki alt başlığını içeren kesimler çeviride yer almayacak bu durumda. Oysa bu iki alt bölümün, ?Yeni-Olguculuk ve Varoluşçuluk? ile ?Nikolai Hartmann?ın Hakiki Bir Varlıkbilimine İlerleyişi? bölümlerinin, oldukça merak uyandırıcı olduğu kanısındayım. Lukács?ın, Hartmann?a yaklaşımı özellikle önemlidir.

Lukács?a ilgi var ama…
Lukács?ın Ontolojisi, genellikle iki bakımdan önemli görülmektedir: 1) Bu çalışmasıyla, gençlik dönemi eseri olan Tarih ve Sınıf Bilinci?ndeki öngörülerine geri dönmesi ve; 2) Hegel ile Marx?ı, epistemoloji açısından değil, ontolojisi açısından ele alması bakımından, yani bir Marksist ontoloji kurma girişimi bakımından. Felsefi bakımdan kuşkusuz çok önemli bir girişimdi bu.

Georg Lukács, Türkiye?de bir filozof ve bir sanat kuramcısı olarak değil, daha çok edebiyat eleştirisi ile toplumcu gerçekçiliğin romana bakışı bağlamında gündeme gelmiştir. Dahası Lukács?a yönelik bir ilginin mevcudiyetinden söz edilecek ise, bu mevcutluk hali, sadece roman eleştirisi bağlamında, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı çerçevesinde, o da toplumcu gerçekçi anlayışın yaygın olduğu dönemde yaşanmıştır. Bu arada, bu bağlamda, Berna Moran ile Fethi Naci?nin ve Ahmet Cemal ile Murat Belge?nin de yazılarını anımsatmak isterim. Roman Kuramı?na yönelik teorik ilginin de, Orhan Koçak?la kalmış olması üzüntü vericidir. Türkiye?de Lukács?ın gerek roman kuramına gerekse roman eleştirisine yönelik ilgi eksilmesinin kökeninde, kişisel deneyimden çok, yani Lukács okumasına dayalı bir teorik hesaplaşmadan çok, daha çok Jameson?ın veya Adorno?nun, ?Lukács okumalarının? etkisi ve belirleyiciliği söz konusudur. Lukács?ın, roman eleştirisinde ortaya koyduğu göz ardı edilmemesi gereken ayrıcı yaklaşım, pratikteki roman eleştirisinin, onun teorisinden ve teorisinin tarihinden devredışı bırakılarak yapılmaması gerekliliğini dile getirir. Önemli olan Jamoson?ın, Lukács eleştirisi değil, tam tersine, Lukács?ın yerinin ne olduğunu irdelemesidir. Filozofun kendi teorisine ilişkin bir pratik durum içinde yer alması bir koşul olarak kabul edilmez; Sartre bu bakımdan ayırıcı bir örnektir. Fakat eleştiri, teori ile pratikteki edimin aynı zeminde toplandığı bir etkinliği gerektirir. Bu gereklilik, Georg Lukács?ta maddileşmişti.

Orhan Pamuk romanları
Lukács neden gereklidir ve bu gereklilik bize ne türden bir eleştirel bilinç kazandırır?

Orhan Pamuk?un, Masumiyet Müzesi, zaman bakımından Türkiye?nin 70?li yıllarını zemin edinir. 70?li yıllar, Türkiye?de (dünyada da öyledir) sol hareketin, hem çeşitlilik içinde fraksiyonelleştiği hem de toplumsallaşarak yükselişe geçtiği yıllardı. Bu durum, yoksullar için fikri bir umut, burjuvazi için korkulu bir rüya, devlet için ise anarşi ve terör idi. Masumiyet Müzesi?nde, sol hareketten, ne fikri olarak ne de eylemlilik olarak söz edilir. Soru şu: Bu, yazınsal (ve aynı zamanda tarihsel) bir problem değil midir? İşte, Lukács?ı, edebiyat eleştirisinden devredışı bırakır iseniz, bu durum bir problem değildir? Lukács kenara itilerek edebiyat yapıtı olarak roman, gerçekliğin bir yansıması değildir, denilecektir. Ama ?Lukács bilinci? şu soruyu dile getirmekten geri duramaz: Ama Pamuk?un ilk romanlarında, Cevdet Bey ve Oğulları ile Sessiz Ev?in 70?li yıllarını anlatan kesimlerinde, sol hareketlerden söz etmiştir? Zamanı betimlemesi bakımından, Orhan Pamuk?un romancılığında tarihsel bir tutarsızlık söz konusu değil midir? Lukács?ı devredışı bırakırsanız, değildir?

Ahmet Cemal, bir yazısında, Lukács?ın farklı değerlendirmelere hedef olmasının nedeninin, onun çokyönlü bir kişiliğin taşıyıcısı olmasından kaynaklandığını söylemişti. Bir Çin bedduası, ?umarım fırtınanın ortasında yaşarsın? der. Lukács?ın yaşamını fırtınanın ortasında bir yaşam olarak tanımlamak gerek. Ama Ahmet Cemal?in uyarısını da gözden yitirmemiz gerekir. Lukács, bir filozoftur, edebiyat teorisyenidir, sanat kuramcısıdir ve bir politikacıdır… Denilebilir ki Lukács, birbirinden farklı dört ayrı fırtınanın ortasında yaşamıştır; ve bu fırtınalar da cılız türden değildir. Örneğin felsefenin içinde yaşadığı fırtınanın, politikanın içinde yaşadığı fırtınadan daha az şiddet içerdiği söylenemez. Örneğin Adorno, bu sakin filozof bile, Lukács karşısında sanki bir öfke nöbetine yakalanmış gibidir ve sanki sinirlilik durumuna düşmekten kendini kurtaramamıştır. Aklın Yıkımı aslında Lukács?ın yıkımıdır, der. Uzun bir süre, Lukács?ın, genç ve olgun Lukács olmak üzere teorik bakımdan ikiye bölünmüşlüğünden söz edilir. Adorno da, Roman Kuramı?nı olumlayıp Aklın Yıkımı?nı Lukács?ın yıkımı olarak değerlendirirken, bu ikiye bölünmeden söz etmektedir belki de. Bu bölünme, Marksist olmayan biri tarafından, Paul de Man tarafından reddedilecektir. Orhan Koçak?ın tanımı ise, fırtınanın temelini gösterir bize: ?sağ-epistemoloji ile sol-ahlak? arasındaki gerilim.

Yazımı, geçenlerde kaybettiğimiz Amerikalı Marksist Marshall Berman?ın, Lukács?ın kendi düşünsel gelişimi üzerindeki etkisini irdelediği ?Georg Lukács?ın Sınırları Zorlayan Cüretkârlığı? başlıklı yazısını anımsatarak bitiyorum.

Yücel Kayıran
20.10.2013, http://kitap.radikal.com.tr/

Kitabın Künyesi
HEGEL
Georg Lukács
Çeviren: Ayşen Tekşen
Payel Yayınları
2013, 145 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir