Polonyalı kadın yazar Zofia Nalkowska’nın “Madalyonlar” adlı yapıtının sıradışılığı, alışılmadık özünden kaynaklanmaktadır. Kültür tarihimizde, İkinci Büyük Savaş’taki katliamlardan daha büyük trajedi bulmak zordur. Ve bu kadın yazar, elimizdeki yapıtını işte bu konuya adamıştır. Madalyon, Polonya geleneğinde, ölmüş olan değerli yakının anısına sadık kalındığını belgeleyen bir semboldür. Nalkowska, kitabına bilinçli bir biçimde sembolik bir başlık koymuştur, çünkü kamplarda öldürülenlerden geriye hiçbir mezar kalmamış ve hatta tarihin rüzgârı, onların ölü yakma ocaklarında kalan küllerini dahi savurup götürmüştür. “Madalyonlar”ın yazarı, daha çok, ölümden kurtulan tanıkların söylediklerini ön plana alarak, sanki gölgeye çekilir. Birbirlerini izleyen öykü-röportajlar, okuyucuya faşizmin en şok edici yüzünü gösterirler. “Profesör Spanner” adlı açılış öyküsünde, insan vücudunu sabuna dönüştüren korkunç bir üreticiyle karşılaşırız. Ve daha korkunç ve umutlu pek çok olay ve kişiyle. Yapıt, faşizmin katlettiği milyonlarca isimsiz kurbana ödenen bir namus borcudur. (Tanıtım yazısı)

Zofia Nalkowska’nın “Madalyonlar” Adlı Eseri Ve Düşündürdükleri – Ahmet Sevgi
Polonya’lı kadın yazar Zofia NALKOWSKA (1884-1954); İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda savaş suçlularını inceleyen bir komisyonun üyesi olarak edindiği bilgilerin bazılarını, sekiz ayrı hikâyede topladığı “Madalyonlar” (Medaliony) adlı eserini 1946’da yazdı.
Leh dili ve edebiyatı doktoru, Dr. Osman Fırat BAŞ, “Madalyonlar”‘ı Lehçe’den Türkçe’ye çevirdi. “Evrensel Basım ve Yayın” tarafından da 1998’de yayımlandı.
1998’de yayımlanan bu kitap, bir süredir kitapçı vitrinlerinde bulunmuyor. İkinci basımı henüz yapılmadı. Bu çeviri eserin nereden temin edebileceğini çevirmeni Dr. Osman Fırat BAŞ’a sordum. 2006 yılının sonuna doğru Dr. Osman Fırat BAŞ’ın imzaladığı “Madalyonlar” adlı kitap elime ulaştı. Kitabı okudum. Etkilendim. Etkilendiğim için, kitap üzerine düşündüklerimi siz okuyucularımla paylaşmak istedim.
İkinci Dünya Savaşı’ndaki katliamlar, Dünya kültür tarihi’ndeki birkaç büyük trajediden biri. Belki de birincisi.
Polonya geleneğine göre “madalyon” vefat eden bir kişiden yakınına kalan, O’nun anısının her zaman sıcak tutulduğunu gösteren bir hatıra eşya. Hatıra madalyon, ya verilen kişilerce saklanır, ya da mezar taşlarına monte edilir. Madalyonların, sahibi olan kişilerde birer hikâyesi mutlaka vardır diye düşünüyoruz.
“Madalyonlar” adlı kitaptaki hikâyeler daha çok, ölümden kurtulan tanıkların söylediklerinden yola çıkılarak kaleme alınır.
İlk hikâye “Profesör Spanner” adını taşıyor. Bu hikâyede yakılan esir cesetlerinden çıkan yağlardan sabun yapıldığı ve temizlenmenin de bu sabunlarla gerçekleştirildiği anlatılır.
İkinci hikâye “Dip” adını taşıyor. Bu hikâyenin kahramanı, toplama kampında işkence görmüş, insanlık dışı zulümlere uğramış, eşini ve çocuklarını kaybetmiş bir kadın. Yaşadıklarını insanlara anlatabilmek, böylelikle bir yerde adaleti aramak ve hesap sormak amacında. Bunun için akıllarını yitiren kadınların arasında, kendini dik tutmak zorunda. Masum, mazlum, mahkum, muhtaç ve mağdur olmanın bütün aşamaları bu hikâyede var. Normal olmayan ölümler. Normal olmayan defin şekilleri. İnsanların diri diri yanmamak için çocuklarıyla birlikte pencerelerden atlamaları. Bir ölümden kurtulurken, başka bir ölümü tercih etmeleri bu hikayede anlatılır.
Üçüncü hikâye “Mezarcı Kadın”. “Mezarcı Kadın” hikâyesinin kahramanı olan kadın, gençliğini yitirmiş, mezarları olabilen şanslı ölülerin içinde dehşeti yaşar.
Dördüncü hikâyenin adı “Demiryolu Hattında”. Demiryolu hattında kaçmayı başaramayan genç bir kadın. Kendine uzanabilecek bir ele muhtaç. Çünkü yaralı. Ancak, yasaklar o kadar kesin ki, genç kadına kimse yardım edemez. Ölüm son çare. Ölüm genç kadın için kurtuluş. Tetiği çeken bir el sonsuz iyilik yapacak kadına. Bu iyilik yapılır.
Beşinci hikâye “Yeşil Dwoyra”. Dwoyra savaş mağduru bir kadının adı. Soyadı “Yeşil”. Bir gözü yok. Sürekli gizlenmek zorunda. Çünkü savaş acımasız. O, savaşta yok edilmesi gereken bir düşman. Bir saat sonrasının ne olacağını bilmeden yaşamak. Ölesiye dayak yemek. Sadistçe işkence görmek ve açlık. Savaş biter. Geriye, et, kemik ve kan kalır.
Altıncı hikâye “Vize”. Toplama kampındaki bir kişinin ölümüne karar verilmesine “vize” deniliyor. Toplama kampındaki kişinin hasta olması, doktora gitmesi, iş yapamayacak kadar güçsüz olması “vize” için yeterli bir sebep.
Her gün “vize” alacaklar, yani öldürülecekler tespit edilir. Günü kurtaranlar, ertesi gün neler olabileceğini bilmeden, yaşadığına sevinemeden bir ölüm bekleyişi içine girerler. Polonyalı kadınların yanı sıra, diğer ülkelerden de kadınlar var. Rus, Hollandalı ve Yunanlı kadınlar. Toplama kampındaki kadınlar, insan olma, kadın olma özelliklerini yitirmişler ve bir kütleye dönüşmüşler. Onları ayakta tutan, sadece özgürlük özlemi ve arzusu.
Yedinci hikâyenin adı “İnsan Güçlüdür”. Toplama kampında olanlar iç çamaşırları ile ormana götürülür ve orada yakılırlar. Vagonlara hayvanlar gibi tıkılırlar. Vagonlarla ölüme giden yolda, özgürlük için kaçmak ve yardımlaşmak imkânsız. Kaçma girişimi, ya ölümle ya da sakat kalma ile sonuçlanır. Fakat, yine de kaçmak. Nereye gideceğini bilmeden kaçmak ve ayakta kalabilmek.
Sekizinci hikâyenin adı “Autswitzch Kampındaki Çocuklar ve Erişkinler”. Yakılmak üzere götürülen bir kafile var. Buradan kurtulmayı başaran iki küçük çocuk. Kampın doktoruna sığınırlar. Bu doktor için savaş; insanlık sınavının verildiği çetin bir alan. Vicdan ve kutsal değerlerin sınandığı, kişilik mücadelesinin verildiği zorlu bir yer. Bir süre sonra adam öldürme, çocukların “Yahudi yakmaca oyunu”‘na dönüşüverir.
Katledilen milyonlarca kurbanın yüreklerimizdeki acılarının resmi geçididir bu kitap.
Vicdanî ve insanî değerlerin sıfırlandığı, kokuşmuş bir ortamı anlatan bir kitap.
İnançsız, sevgisiz, sadece madde olmuş ruhsuz insan yığınlarını, yani 20. yüzyılın çarpık zihniyetli büyük bir kitlesini anlatan bir kitap.
“Ortaçağdan farkı ne?” diye sormak geliyor içimizden…
İnsanlara nimet olarak sunulan imkânların, yani bilimin, fennin, tekniğin, insanların felaketini oluşturacağı hangi kutsal kitabın sayfalarında yazılı..?
Kitaptaki kısa hikâyeler çok güzel ve akıcı bir üslupla yazılmış. Bir çırpıda okuyorsunuz. Ancak, kısa sürede okuduğunuz olayların yarattığı duygularla baş etmemiz ve bir sonraki hikâyeye geçmemiz, bir süre ara vermemizi gerektiriyor. Günümüzde benzer olaylara maruz kalanları düşündüğümüzde bütün vazolar kırılıyor.
Edebiyatın ve tarih çalışmalarının gelecek nesillere daha barış dolu bir dünya yaratma çabasına vesile olduğu inancımı koruyorum. Korumak istiyorum.
60 yıl öncesinde, 1940’larda yaşanan, ancak onlarca yıl sonra kitaplaştırılan, senaryolaştırılan, filmlere aktarılan gerçek savaş hikâyeleri, günümüzde de benzer veya değişmiş şekilleriyle devam ediyor.
“Madalyonlar”‘ı okurken, 2007’nin ilk günlerinde zamanın ne kadar hızlı aktığını hissediyorum. Tarihin bugün yaşanan diliminde, dünyamızda fikir ve çıkar çatışmaları yüzünden toplu katliamların olduğunu bilmek, hissettiğim acıları kat kat artırıyor.
Yazımı “Barış Özlemi” adlı şiirimden aldığım bir dörtlükle bitirmek istiyorum.
“Atın şu ölüm makinelerini,
Dünyayı kuralım yeni baştan.
Mutlu yaşamalı çocuklarımız,
Bıktı insanlık savaştan.”
Alıntının Kaynağı: http://www.ankara.polemb.net/index.php?document=230

Kitabın Künyesi
Madalyonlar
Orjinal isim: Medaliony
Zofia Nalkowska
Önsöz : Ewa Odachowska
Çeviri : Osman Fırat Baş
Evrensel Basım Yayın / Öykü Dizisi
Baskı Tarihi: 1998
80 sayfa

Previous Story

Sorgu (La Question) – Henri Alleg

Next Story

Victor Jara: Yarım Kalan Şarkı – Joan Jara

Latest from Öykü Kitapları

Trevor’ın çok şey anlatan son öyküleri

William Trevor’ın geçen günlerde yayımlanan ‘Son Öyküler’ kitabı Yağmurdan Sonra’da olduğu gibi yalnız insanların umutsuzluklarını, hayal kırıklıklarını, terk edilmiş kadınların deneyimlerini, kendini dışlanmış hisseden

Boş Kentin Masalı – Ergün Doğan

Bu hikâye aslında bir kentin var oluş ve yok oluş hikâyesidir. O nedenle bu hikâyeyi kadınıyla çocuğuyla, otuyla böceğiyle ve kurduyla kuşuyla bütün bir

Önce Ekmek – Orhan Kemal

Orhan Kemal´in 1968 yılında yazdığı ve 1969 yılında hem Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü hem de Sait Faik Hikaye Armağanı kazanan kitabı Önce Ekmek,

Uyku – Orhan Kemal

Türkiye edebiyatının en özgün ve gerçekçi yazarlarından Orhan Kemal, yazdığı roman, oyun ve öykülerin hepsinde yoksul, hayatla mücadele etmek zorunda olan ama umudunu, yaşama
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ