Mega Revma’dan Arnavutköy’e / Bir Boğaziçi Hikayesi – Orhan Türker

( * ) “Eğer tabiat bilinçli olarak yeryüzünde insanların yaşaması için elverişli köşeler yaratmışsa; dünyada Arnavutköy kadar üstün nitelikleri olan bir yere çok az rastlanır. Boğaz?ın diğer yerlerinde bile Arnavutköy’ün eşsiz konumu ve manzarasını görmek mümkün değildir.”
Orhan Türker, “Bir Boğaziçi Hikâyesi/Mega Revma’dan Arnavutköy’e” adlı kitabında Arnavutköy’ü Yunanlı yazar Skarlatos Vizantios’dan yaptığı bir alıntıyla böyle anlatıyor. 1500 yıl öncesinin tarihinden izler taşıyan Arnavutköy, Avrupa yakasında bulunan en güzel köylerden biri olarak tanınırmış. Rum halkı, lezzetli küçük midyeleri, ahşap evleri, yalıları, ayazma ve kiliseleri, camisi, sahil gazinoları, meyhane ve tavernaları, kokulu çileğiyle ünlüymüş.
Geçen zaman içinde farklı isimlerle anılmış. Estie, Anaplo, Mihalion, Mega Revma ve şimdilerde Arnavutköy. Kuruçeşme ve Akıntı Burnu arasında yer alan bu sahil köyü, Estie’den Arnavutköy’e uzanan yolda pek çok hikâyeye tanık olmuş. Yüzlerce Rum, Ermeni, Musevi ve Yahudi’ye ev sahipliği yapmış. Yörenin ilk halkını Megara ve Argos’tan gelen Yunanlılar oluşturmuş. Fatih Sultan Mehmet Arnavutluk’a egemen olduktan sonra oradan getirilen birçok aile eski Arnavutköy’e yerleştirilmiş. 17. yy’da Yahudileri, 18. yy’dan sonra da Ermenileri barındırmış. Köyün Arnavutköy adını ne zaman ve neden aldığı bilinmiyor. Rivayetlerden biri Arnavutların köye yerleşmiş olması.
Özellikle Mega Revma olarak anıldığı dönemde Arnavutköy halkının çoğunluğunu Rumlar oluşturuyormuş (Mega Revma, Rumca “Büyük Akıntı” anlamına geliyor). Onlar balıkçılık ve kayıkçılıkla uğraşırlarmış. Tutulan balıklar “Pazar Kayığı” adi verilen kayıklarla taşınır ve İstanbul?a satılırmış. Çoğunluğu Rumlara ait olan meyhanelerde yanıbaşlarındaki denizden çıkarılarak satılan taze balıklara; midye dolması ve mezeler eslik edermiş. Bugün ne pazar kayıkları ne de Rum balıkçıları ve meyhaneleri var. Sahildeki meyhanelerin yerini çok sayıda cafe-bar almış. Rum balıkçıların mesleğini ise Arnavutköylü gençler yapıyor artık. Bu değişime rağmen Boğaz?ın canlı bir eğlence merkezi olmayı sürdürüyor. Boğaz?ın mavi sularını kucaklayan yalılar yıllar sonra tüm ihtişamıyla ayakta. Arka sokakların tarih kokan ahşap evleri, Mega Revma dönemindeki yaşamın son kalıntıları.
Rumların yaşadığı dönemden bugüne, Arnavutköy’deki yasama tanıklık edenlerle konuşmak istiyoruz. Taksiarhis Kilisesi’nin hemen karşısındaki muhtarlık binası gözümüze çarpıyor. İki katli, pembe boyalı, küçük bir bina. İçeriye giriyoruz. Muhtar yardımcısı Sedef Irtes gülümseyerek karşılıyor bizi. Yanında eski muhtar Yılmaz Güven’in esi olduğunu sonradan öğrendiğimiz Semiya Hanim oturuyor. Duvarda asili olan büyük fotoğraf dikkatimizi çekiyor. Altında Ö. Yılmaz Güven yazısı var. Merakimizi fark eden Sedef Hanim anlatıyor: “Yılmaz Bey 1990 yılından beri mahallemizin muhtarıydı. Onu bir süre önce kaybettik. Kendisini semte adamıştı. ”
Semiya Hanim biraz hüzün biraz gururla dinliyor anlatılanları. 30 yıldır Arnavutköy’de oturuyormuş.
Semtte yasayan Rum nüfusuyla ilgili bilgi istiyoruz. Sedef Hanim”Eskiden Arnavutköy’ün Rumların köyü olduğu ve senelerce burada yaşadıkları biliniyor. Simdi ise sayıları çok az. Burada Rum yaşıyor denilemez.”
Bir dönem semtte yaşayan 6 binden fazla Rum; 6-7 Eylül Olayları, 1964 Kararnamesi, 1974 Kıbrıs Olayları nedeniyle Yunanistan’a ve Istanbul’un diğer semtlerine göç etmiş. Evliya Çelebi’nin “Ekmeğinin ve peksimetinin beyaz, Yahudilerinin sahib-i zevk ve ehl-i saz, Rum Hıristiyanlarının kavmi-i laz, cemaati müslimin gayet az” diye söz ettiği Arnavutköy’de 50-60 Rum kalmış.
Arnavutköy’ün evleri, sokakları Mega Revma dönemini anımsatır gibi. Değişmiş olan sadece kimlikler. Rumların yoğun olarak yaşadığı günler çok gerilerde kalmış. Bugünü yaşatan, bugüne anlam katan; Arnavutköy halkının birbiriyle olan sıcak ilişkisi. Bu sıcaklık semtin her kösesinde hissettiriyor kendini. Bazen ihtiyar bir Rum’da hayat buluyor, bazen sahildeki balıkçıda, bazen de sokakta oynayan küçük bir çocukta. ”
45 yaşındayım ve 40 yıldır Arnavutköy’de yaşıyoruz. Çocukluğum, gençliğim insanların birbiriyle çok iyi ilişkiler içinde olduğu sıcak bir ortamda geçti. Rum nüfusunun yoğun olduğu dönemlerdi. Çok güzel bir kültür vardı burada. Dostluklar, ahbaplıklar içtendi. Bugün olduğu gibi insanların çoğu birbirini tanırdı. Arnavutköy bazı eksiklerle bu havayı bugün de korumaya çalışıyor.”
Semiya Hanim söze giriyor: “Rumlar dost insanlardı. Bir acın olduğu zaman ilk onlar paylaşırdı. Sabah kahveleri, çayları meşhurdu. Nefis hakkına çok önem verirlerdi. Çilek zamanı, incir zamanı tatlılar yapıldığında bütün komşulara gönderilirdi.”
Küçük çarşısı, esnafı, sahili, balıkçıları, samimi insanlarıyla köy havasında olan semtin Mega Revma dönemindeki en önemli özelliklerinden biri de ancak 1960’lara kadar yetiştirilebilen ünlü çileği. Arnavutköy’ün bütün İstanbul?da sevilen bu hoş kokulu çileği ilk kez 19. yy’da Ipsilanti ailesi tarafından üretilmiş. Zamanla bağlar ortadan kalkmış ve onların yerini çilek tarlaları almış. Osmanlı çileği adi da verilen çileğin özelliği küçük, açık pembe renkli ve kokulu olmasıymış. Çilek zamanı gelince tarlalardan toplanan çilekler küçük sepetlere konulur ve Arnavutköy Meydanı?nda toplanırmış. Tarlalardan ve meydandan bütün Arnavutköy’e çilek kokuları yayılırmış. Betonlaşma nedeniyle yok olmuş ama lezzeti unutulmamış.
Muhtarlıktan ayrıldıktan sonra İstanbul?un değişik semtlerinden gelen müşterilerini ve birçok ünlü ismi ağırlayan semtin 20 yıllık köftecisi Ali Baba’ya uğruyoruz. Sahibi Ömer Bey 25 senedir Arnavutköy’de oturuyor ve yıllardır baba mesleğini sürdürüyor. Haftanın her günü 12.00-22.00 saatleri arasında açık olan Ali Baba?nın mönüsünde köfte, piyaz, salata ve çorba var. Ömer Bey semtle ilgili düşüncelerini tek bir cümleyle özetliyor; “Arnavutköy tarihi dokusunu koruyan ve mirasına sahip çıkan bir yer.”
Arnavutköy’ün dar ve yokuşlu sokaklarında dolaşırken konuştuğumuz insanlardan öğreniyoruz Günay Sari’yi. Günay Hanim 65 yıldır Arnavutköy’de oturuyor. Esi Sahap Bey 77 yaşında ve İstanbul Devlet Tiyatroları?ndan emekli. Neşeli çiftin Boyalı Köşk Sokağı?ndaki evlerine konuk oluyoruz. Günay Hanim semtte yasayan hemen herkes tarafından tanınan ve sevilen biri.
“Eskiden insanlar arasındaki dayanışmanın en güzel örneğini birbirine sımsıkı kenetlenmiş küçük köyler verirdi. Simdi maalesef köyler de bölündü. Ama bizim Arnavutköyümüz bugün bizlere göre en kötü zamanını yasarken bile birçok yerden daha iyi. Acıları ve sevinçleri paylaşmayı bilir.”
Sahap Bey 1942 yılında gelmiş Arnavutköy’e. Dedesi Osmanlı ‘da Lazkiye valisiymiş. Babası Kazim Bey ise Darülmusiki-i Osmani’nin müdürü. Her kösesi nostalji kokan evin duvarlarını yıllar öncesinden kalan resimler süslüyor. Sahap Bey evi gezdirirken bir yandan da resimlerin hikâyelerini anlatıyor. Oturdukları ev 20 sene öncesine kadar ahşapmış. “Kus kafesi gibi bir yerdi. Bembeyaz boyalı, pırıl pırıl. Boyalı Köşk Sokağı ismini buradan almış. Sonra kat karşılığı müteahhide verdik. Arnavutköy ahşap evleriyle ünlüydü. Çoğu iki katliydi, islemeli balkonları vardı. Hemen hepsi denizi görürdü.”
Günay Hanim: “Tanınmış bestekâr Osman Nihat Akın, sair Faruk Nafiz Çamlıbel de burada yaşardı. Eserlerine kattıkları duygularda bence yaşadıkları evlerin de payı var. Yaşanılan ortam insanın iç dünyasını etkiler. Eserler bunların bir yansımasıdır” diyor.
Söz dönüyor dolaşıyor Mega Revma’nin Rumlar’ına geliyor. Sahap Bey: “1942’den bu yana çok şeyler yaşadık. Sağımız, solumuz Rum komşularla doluydu. Biz Müslümanlar birbirimizle nasıl yakınsak onlarla da öyleydik. Rum okulunda Rum çocuklarıyla birlikte Türk çocukları da okurdu. Türkçe derslerini birlikte görürlerdi. İnsan değerini iyi bilirlerdi. Ayrım yoktu. Hâlâ yok ama…”
Arnavutköy’deki tek Rum okulu 1902 yılından bu yana faaliyette. Taksiarhis Kilisesi’nin tam karşısında yer alan okul bugün karma ilkokul olarak altı öğrencisine eğitim veriyor.
6-7 yaşından beri Rum asilli kimselerle büyümüş Günay Hanım: Annemiz bir yere gideceği zaman hemen komşu madama söylerdi. Madam bize gelir, bizimle ilgilenirdi. Böyle geçti günlerimiz. Sonra 6-7 Eylül 1955 geldi. Bizler de şahit olduk yaşanılan olaylara. Çok sıkıntılar çekildi. Rumların çoğu canlarını kurtarmak için evlerini bırakıp kaçtı. Onlar gittiler ama gerçek anlamda biz birbirimizden hiç ayrı olmadık. En son denize haç atma töreni için geldiklerinde görüştük. Yunanistan’dan ve İstanbul?un diğer semtlerinden otobüsler dolusu Rum geldi Arnavutköy’e. Sözlerle konuşmadık, herkes gözleriyle ağlayarak konuştu.”
6-7 Eylül 1955’te İstanbul?un bütün semtlerinde yaşanan olaylar Arnavutköy’e de büyük zarar vermiş. Özellikle Rumlara ait olan evler arabalar, kilise ve çarşı tahrip edilmiş. Arnavutköy maddi manevi çok kayıp vermiş. Evlerini terk etmek zorunda kalan Rumların yerine Karadenizliler yerleşmiş.
Günay Hanim bununla ilgili bir anisini anlatıyor:”Küçük Doktor lakabıyla tanınan bir Rum doktorumuz vardı, Ksantopla. Meşhur bir kadın-doğum doktoruydu. 6-7 Eylül Olayları?ndan sonra ayrılmak zorunda kaldı. Giderken çok üzüldü. ‘Aklim burada kalacak. Buranın çocukları çok güzel oluyor, onları kim doğurtacak simdi.’ diyerek ağladı. Bugün o çirkin olaylara sebep olanlar günah çıkarmanın çabasında. Rumların içinde ise inanıyorum ki hep bir kırgınlık kalacak. Bazıları sokakta yürürken bile hüzünle bakıyor yüzümüze. ‘Biz size ne yaptık’ der gibi.”
Denize haç atma töreninin insanlara bolluk bereket getirdiğine inanılıyor. Ortodoks Hıristiyanların yasadığı sahil semtlerinde her yıl 6 Ocak’ta yapılan törene 6-7 Eylül nedeniyle bir süre ara verilmiş. Her semtte ayrı ayrı yapılan tören dağınık haldeki Rumlar’ı bir araya getirerek tek bir yerde yapılmaya başlamış. Her yıl farklı bir semtte; Kuruçeşme, Bebek, Yeniköy’de…
Semtte Rumlardan kalan iki kilise var. Taksiarhis Kilisesi 1894 yılındaki depremde zarar görmüş ve yerine bugünkü kilise yapılmış. Bahçesinde bir ayazma var. Ayia Pareskevi Ayazması. Semtin bir diğer kilisesi ise Profiti Ilias (Ilyas Peygamber) Kilisesi. “Büyük Ayazma” olarak bilinen Profiti Ilias Ayazması burada. Kilisenin hemen ilerisindeki bir tepede Arnavutköy Rum Mezarlığı var. Semtteki tarihi yapılardan biri de 1832 yılında yaptırılmış olan Tevfikiye Camisi.
Büyük yangın…
Arnavutköy 1887 yılında büyük bir yangın geçirmiş. Bugünkü görünüm yangın sonrası köyde yeniden oluşan yapının yansıması. 80’li yıllarda yapılan kazıklı yol nedeniyle sahil boyunca uzanan yalıların denizle olan bağlantısı kesilmiş. Arka sokaklardaki çoğu Rumlardan kalan ahşap evler bir hayli yaslanmış. Ancak Arnavutköy geçen zamana, değişen sosyal, kültürel, ekonomik yapıya ve betonlaşmaya rağmen tarihi zenginliğini ve değerlerini korumaya devam ediyor.
( * ) Burcu Karaçam ?ın 25 Haziran 2000 tarihinde Cumhuriyet Pazar Dergi ?de yayınlanan ?Önce çilekler bozuldu? adlı yazısı

Tanıtım Yazısı
“Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan Osmanlı İstanbulu´ndan Bir Köşe Tatavla isimli kitabımın kısa bir süre içinde Türk ve Yunan basının ilgi odağı haline gelmesi beni şaşarıtmadı desem yalan olur. İstanbulluların şehrin yakın geçmişine gösterdikleri bu ilgi, beni yine Rum ağırlıklı bir semt olan Mega Revma (Arnavutköy) ´ya yöneltti. Evliya Çelebi´nin ´Lebi deryada bağlı bahçeli mamur haneleri vardır ki, cümle Rum ve Yahudiye mahsus olup; cami, imaret yoktur. Cemaati müslimi gayet azdır.´ dediği Arnavutköy´ün geçmişi ile ilgili bu kitapta da Rumlar bu köyün kurucuları ve yerleşik eski halkı olarak ön plana çıkmaktadır. Ben yazdığım semtlerin artık tek düze olan bugününden çok, hızla unutulmakta olan geçmişleri ile ilgilenmeyi sevdiğim için, burada da hikayeyi 1955/1960´larda bitirmeyi uygun buldum. Bu aynı zamanda Rum Arnavutköy´ün sönüp, Türk Arnavutköy´ün yükselişi olan sembolik ve tarihi bir dönüm noktasıdır.”
Orhan Türker

Kitabın Künyesi
Mega Revma’dan Arnavutköy’e
Yazar: Orhan Türker
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Baskı Tarihi: 1999
126 sayfa

Orhan Türker?in Hayatı
1949?da İstanbul?da doğdu. Moda İlkokulu, Kadıköy Ortaokulu ve Marmara Koleji?nden sonra Gazetecilik Yüksek Okulu?nu bitirdi. Özellikle Moda?da geçen çocukluk yıllarında Rumlarla yakın ilişkisi sonucunda küçük yaşta Yunanca?yı öğrendi. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu?nda çalışmasının yanı sıra ülkesel Yunanca tercüman-rehber kokardına sahip olması nedeniyle turizm alanında da faaliyetleri oldu.

Yapıtları: Osmanlı İstanbulu?ndan Bir Köşe Tatavla (1998), Mega Revma?dan Arnavutköy?e Bir Boğaziçi Hikayesi (1999), Galata?dan Karaköy?e Bir Liman Hikayesi (2000), Fanari?den Fener?e Bir Haliç Hikayesi (2001), Halki?den Heybeli?ye Bir Ada Hikayesi (2003), Nihori?den Yeniköy?e Bir Boğaziçi Köyünün Hikayesi (2004), Prinkipo?dan Büyükada?ya Bir Prens Adasının Hikayesi (2005). Türker?in kitapları Türkiyeli okuyucunun yanı sıra İstanbul?dan Yunanistan?a göçmüş Rum okuyucuların da dikkat ve ilgisini çekti. Yunanca ve İngilizce bilen yazar, İstanbul Rumları üzerine araştırma ve çalışmalarını Yunanca kaynaklardan eşi Keti Proku Türker?in de destek ve yardımı ile sürdürmektedir.

Previous Story

Malların Mallarla Üretimi / İktisat Kuramını Eleştiriye Açış – Piero Sraffa

Next Story

Sürü/leş/mek! – Nejdet Evren

Latest from Seyahat

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ