Mehmet Eroğlu’nun Aforizmaları – Elif Şahin Hamidi

Edebi AforizmalarRomanının odağına tüm açmazları, çelişkileri, yaraları ve acılarıyla birlikte “trajik insanı” oturtan Mehmet Eroğlu, elde bir kurşun kalem ve ufak bir not defteri eşliğinde okunmalı bana kalırsa. Çünkü Eroğlu’nun eserlerini okurken kitapta geçen aforizmaların bir araya getirildiği ayrı bir kitap ihtiyacı bile uyanabilir okurda. Bu ihtiyacı hisseden bir tek ben değilmişim ki Eroğlu’nun romanlarından derlenen aforizmalar, 2010 yılında Agora Kitaplığı tarafından “Edebi Aforizmalar” adıyla kitap haline getirilmişti. Eroğlu’nun “Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yazma Seminerleri”ne katılan öğrencileri, büyük bir ısrar ve azimle böyle bir kitabın ortaya çıkmasına önayak olmuştu.

Eroğlu’nun öğrencilerinin, incelikli bir çalışma sonucu yazarın romanlarından derledikleri özlü sözlerden oluşan bu “Edebi Aforizmalar” kitabı, İletişim Yayınları tarafından yeniden basıldı. Aforizmaların gözden geçirildiği yeni baskıda, “Fay Kırığı” üçlemesinin ikici kitabı “Emine”, üçüncü kitabı “Rojin” ve “9,75 Santimetrekare”den seçilen yeni aforizmalar da kendilerine yer buldu. Ayrıca Levent Cantek’in “Yazmak, Tıpkı Aşk Gibi, Öğretilemez Ama Öğrenilir…” başlıklı, hayli uzun (tam 71 sayfa), bir o kadar kapsamlı Mehmet Eroğlu söyleşisi de yeni baskıya kondu. Bu söyleşi Eroğlu’nu ve yazınını yakından tanıma olanağı sunuyor okura. Kitabın başında “Bir Tavşan” imzalı, “Tez Hocam Hakkında” başlığını taşıyan yazı da oldukça dikkat çekici. Eroğlu’nun öğrencilerinden birine ait olan yazı şu cümlelerle başlıyor: “Mehmet Eroğlu’yla karşılaştığınızda iki seçeneğiniz vardır: Onu ya sever ya da ‛nefret demeyelim‛ ondan uzak durmaya karar verirsiniz. Boşuna aramayın üçüncü bir yol yoktur.” Çok doğru bir tespit olduğunu düşünüyorum. Henüz kararını veremeyen, “sevmeli mi, uzak mı durmalı?” ikilemini yaşayan, Eroğlu’yla yeni tanışan okur için Cantek’in söyleşisi, yol gösterici olacaktır şüphesiz.

“Belleğin Kış Uykusu”ndan seçilen aforizmada dile geldiği üzere “Edebiyat, hayattan ve insandan söz etmek demektir. Daha doğrusu, hayat edinirken yazgısını değiştirmeye çalışan insandan”. İşte bu insan trajik insandır. Yazının başında da dediğim gibi Eroğlu, eserlerinde trajik insanı resmeder. Tıpkı Dostoyevski yahut Shakespeare gibi. Kitaptaki söyleşisinde trajik insana dair şöyle diyor Eroğlu: “Ben Homeros, Shakespeare, Viktor Hugo, Dostoyevski, Conrad, Malraux, Romain Gary, Schoendoerffer gibi yazarların açtığı yoldan ilerleyenlerdenim: Trajik insanı yazmak. Trajik insan umutsuzca yazgısını değiştirmeye çalışır, yenik ve yaralıdır. Aşındırıp yatıştıramadığı, anılaştıramadığı bir hayatı vardır ve bu hayat pişmanlıklarla doludur. Aslında romancının tanrısının pişmanlıktan oyulmuş bir put olduğunu hatırlarsak, trajik insanın roman kahramanlığı rolü için biçilmiş kaftan olduğunu kavrarız.” Eroğlu, okumak, yazmak ve yazarlık üzerine çokça söz sarf ediyor bu söyleşide ve diyor ki: “Yazar olmanın birinci niteliği muhalif olmaktır. İşte bu nedenle yazar, hiçbir otoriteye, hiçbir politik sisteme bağımlı, angaje olmamalıdır. Ancak bağımsız yazar sorumsuz olamaz; insanlığa karşı görevleri vardır. Bu görev, sorgulayarak yaşadığı zaman dilimine ışık tutmayı ve ona müdahale etmeyi de kapsar. Uyumsuzlukları, çelişkileri belirginleştirmek, en azından unutturmamakla görevli olan sanatçı, benliğinin kapılarını başka varlıkların acılarına açandır. Bu yüzden yazarı büyütüp değiştirebilen en önemli unsur, mayasında kendini suçlama isteği ve yeteneğinin var oluşudur. Sanatçı, her şeyden önce, adaleti tutkularının tanrısı kılandır. Yazarlar aynı zamanda şeytansı bir tanrının merhametsiz peygamberleridir.” Bu söyleşide bile görüyoruz ki Eroğlu’nun kurduğu neredeyse her cümle aforizma niteliği taşıyor ve okurları biliyor ki Eroğlu, roman kahramanlarına da büyük büyük laflar ettiriyor. Konu bu büyük laflara gelince şunları söylüyor Eroğlu: “Bana sorarsanız roman kahramanlarının küçük laflar etmektense, büyük laflar etmesi daha iyidir. Aforizma niteliğindeki ‛karakter ve durum‛ tespiti içeren bir cümle aslında uzun bir paragrafı içerir. Conrad, Shakespeare, Oscar Wilde, Dostoyevski, Schoendoerffer, Yourcenar, Graham Greene… Ben bu yazarları okurum, onların kahramanları da, kendileri de hep büyük laflar eder… İyi, derin tespit ve betimleme yazarın hem artistik kumaşını, hem de zekâ ve entelektüel derinliğini yansıtır diye düşünürüm hep…”

Edebiyatın ana konularından biri de insanlığın kara yazgısı savaştır/savaşan insandır elbet. Eroğlu’nun kendi deyişiyle “Savaş çığırtkanlarına engel olmanın yolu, savaşı ‛taraf olmanın, kutsallığının yüklerinden kurtararak‛ bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktır”. Eroğlu da bunu yapmaya çalışır ve eserlerinde savaşa dair çokça konuşur, kahramanlarını konuşturur. “İnsanın savaşırken iyi kalması mümkün değildir” der örneğin “Kusma Kulübü”nde. “İnsanın savaşmaktan elde edebileceği tek kazanç, yaşamak; belki bir de kendini anlamaktır,” der “Fay Kırığı-1/Mehmet” kitabında. “Savaşta gelecekten söz edenler ya yalancıdırlar ya da hayal güçleri geniş olanlar” der sonra “Zamanın Manzarası”nda…

“Edebi Aforizmalar”da, Eroğlu’nun yapıtlarından derlenen özlü sözler, içeriklerine göre tasnif edilerek uygun başlıklar altında bir araya getirilmiş. Yazmaktan başlayıp aşk, toplum, özgürlük, bellek, vicdan, dostluk gibi pek çok konuya dokunan Eroğlu aforizmalarını bir kitabın içinde topluca görmek gerçekten şahane. Belki de kimi okur bu aforizmalar aracılığıyla Mehmet Eroğlu’yla tanışacak ve bu yazarı sevmek mi yoksa uzak mı durmak gerektiğine karar verecektir. Ki ben ikinci şıktan yana bir karar vereceklerini pek sanmıyorum. Zaten malumunuz, üçüncü bir yol yok.

“Edebi Aforizmalar”, Mehmet Eroğlu, 320 s., İletişim Yayınları, 2016

Elif Şahin Hamidi

Kaynak: Remzi Yayınevi Kitap Gazetesi Sayı: 128 – Ağustos 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir