“Müştak?ın hezeyanları ve komplo teorileri sonucu karakterin sahiciliğine, canlı kanlı olduğuna inanıyorsak eğer, şehrin fethi esnasında Rum tarafındaki moral bozuklukları, kötü kehanetlerin kısa sürede yayılması, papalığın vaad ettiği gemilerin ufukta bir türlü görünmemesi üzerine en küçük kötü bir olayı bile uğursuzluğun işareti sayıyorken Rum halkı, bu uğursuzlukları, kehanetleri yayanların nedense Türk tarafından olma ihtimali üzerine hiç komplo teorileri kurulmamış. Savaş hali varsa Türk ya da Rum olması bir şeyi değiştirmez; sadece düşman vardır ve her yol mubah sayılır. Bunu denemeyen halk yoktur sanıyorum. Halk değilse bile devlet, imparatorluk, hanlık, erk her neyse. Genelde Osmanlı’ya özelde Fatih’e bir güzellemeden bahsediliyor desek belki de abartmış olmayız.”

Kitapta da sık sık kullanılan ve bizim de burada kullanmamızın hiçbir sakıncası olmayan girizgâh kelimesiyle başlamamız gerekecek olursa Sultanı öldürmek ya da sultanımı öldürmek, romanın kahramanı (belki de anti kahraman dememiz daha doğru olur ) Tarih Profesörü Müştak?ın gözünden anlatılıyor. Yirmi bir yıllık bir ayrılığın özlemi, hasreti, muhasebesi, vicdanı kitabın ilk kapısı belki de eşiği. Bu muhasebeyi yapan, rahatsızlığı yaşayan, vicdanının sesini uzun bir süre sonra da olsa dinleyen taraf ve aynı zamanda maktul olan bununla da yetinmeyip Sultan olan Nüzhet. Bu hasreti yaşayan, özlemi çeken, şafak sayar gibi Nüzhet?in kendisini terk ettiği günleri sayan, bir gün kendisine dönmesini bekleyen taraf ve aynı zamanda pısırık ve sünepe olan ve bununla da yetinmeyip aptal âşık olan da Tarih Profesörü Müştak.

Yirmi bir yıl önce kendisini terk edip Amerika?ya giden eski sevgilisi Nüzhet?in Müştak?ı bir akşam yemeğine davet etmesiyle başlıyor roman. Uzun bir aradan sonra gelen telefon Müştak?ın dünyasını alt üst etmeye yetiyor. Beceriksizliğini de hastalığını da bundan sonra öğreniyoruz. Romanın arka fonuna yerleştirdiği ve belki de aslında hep önde olan, genelde Osmanlı tarihi, özelde de Fatih Sultan Mehmed Han?ın ( II Mehmed) hayatını ( dönemini ) roman diliyle anlatışına şahid oluyoruz. Hal böyle olunca da sahnede Tarih Profesörlerin arz-ı endam etmesi kaçınılmaz oluyor haliyle. Tarih profesörlerin çekişmeleri, kıskançlıkları, rekabetleri birinci ağızdan (ben anlatıcı) deşifre edilip ortalığa saçılınca asistanların da ayak işlerine bakmalarındaki gocunmalarının ve ezilmelerinin adeta sonucuymuş gibi depresif kişiliklere bürünmelerini alt okumalarda yakalayabiliyoruz.

Kendisi dâhil herkesi katil sanan ama bu kanısından da çok kısa sürede vazgeçen, kendini ikna edebilen, aklayan, şüpheci, takıntılı, kuşkucu Müştak? Emekli olmasına rağmen eski hocasını (Tahir Hakkı ) kıskanan, gerekirse yalan söyleyebilecek kadar gözü dönen, onu alt etmek için her yolu mubah sayan, su içtiği bardakları hep dolu tarafından gören müzmin bekârımızın kitabın (romanın) tam ortasına yerleştirilmiş Sultanı konuşturma bölümleri oldukça gerçekçi ve takdire şayan. Sultan?ın ( II. Mehmed) Müştak?la konuşurken herkesi odadan çıkarması ise romanın bütününe hâkim olan, alanen söylenmese de ?derin devlet?in? de Osmanlıdan miras alındığını, Ali Cengiz oyunlarının köklerinin ta o zamana kadar gittiğini anlıyoruz.

Aynı konferansa katılmalarına ve ikisinin de Tahir Hakkı?ya soru sormalarına ve Müştak?ın zanlı olmasına rağmen Komiser Nevzat?ın Müştak?ı fark etmemesi oldukça ilginç birinci ayrıntı gibi görünüyor. ?Merhaba Müştak Bey, sizi yeniden görmek ne güzel. (s:140) Diğer ilginç bir detay da Müştak?ın Akın?ın evine giderken karşıdaki yaşlı komşu kadının sesleri duyma gerekçesini ?Duvarlar çok ince.? Ondan diyor. Oysa çok eskiden beri aynı evde oturduklarını, şehir hatları vapurlarında kaptan olan kocası Rafet Bey?i de o evdeyken kaybettiğini anlatıyor. Yani ev o kadar eski ama duvarlar ince! Bilinen kanı eski evlerin duvarlarının çok kalın olduğudur. Müştak?ın hezeyanları ve komplo teorileri sonucu karakterin sahiciliğine, canlı kanlı olduğuna inanıyorsak eğer, şehrin fethi esnasında Rum tarafındaki moral bozuklukları, kötü kehanetlerin kısa sürede yayılması, papalığın vaad ettiği gemilerin ufukta bir türlü görünmemesi üzerine en küçük kötü bir olayı bile uğursuzluğun işareti sayıyorken Rum halkı, bu uğursuzlukları, kehanetleri yayanların nedense Türk tarafından olma ihtimali üzerine hiç komplo teorileri kurulmamış. Savaş hali varsa Türk ya da Rum olması bir şeyi değiştirmez; sadece düşman vardır ve her yol mubah sayılır. Bunu denemeyen halk yoktur sanıyorum. Halk değilse bile devlet, imparatorluk, hanlık, erk her neyse. Genelde Osmanlıya özelde Fatihe bir güzellemeden bahsediliyor desek belki de abartmış olmayız. Diğer küçük bir ayrıntı da; ??Hep sahile indiğim ara yolu kullanıyor, hatta yolda gördüğü tanıdık esnaflarla selamlaşmayı bile ihmal etmiyordu.?(S.491) ??Son anda yetiştik 18:00 vapuruna? O jeton attı, ben bedava geçtim ama kaçak gibi davranan oydu.? (S.491) Kaçak gibi davranan birinin birilerine selam vermeme kaygısı olabiliyor mu?

Tarihe meraklı, soğuğa aldırmayan bir grubun Tahir Hakkı ve Müştak?tan tarih dinlemelerini (yaşamaları ) yazar ustalıkla okuyucuya çevirmiş. Orada surların arasında tarih dinleyenlerle kitabı okuyanlar çok iyi birleştirilmiş. Tahir hakkı Müştak?tan daha büyük çünkü tarihi anlatırken hiçbir zaman ?bizimkiler? tabirini kullanmıyor, sanıyorum ki yazar da bunu özellikle belirtmiş; okuyucu kendine karakter seçsin diye.

Romanın sonlarına doğru tempo oldukça yükseliyor. Bunda kurgunun büyük payını olduğunu söylemek romanın kıymetini düşürmez. Sonlara doğru Sultan Mehmed hakkında da özel dâhil epey bir bilgilendiriyor yazar bizi. Akıcı ve sürükleyici olduğu kadar ustalıklı bir dil ve anlatımla okuyucuyu ters köşeye yatırmayı başarıyor. Son olarak şunu söyleyebiliriz; mektup, mektup açacağıyla açılır. Yoksa biz Nüzhet?in yirmi bir sene önceki sevgilisine yazdığı mektubu nasıl okuyabilirdik ki. O mektuptur ki okuyucunun duygu telini sızlatan?

Hüseyin Bul

Kitabın Künyesi
Sultanı Öldürmek
Ahmet Ümit
Everest Yayınları / Roman Dizisi
İstanbul 2012
528 sayfa

Previous Story

Çocuklara ölümü anlatmak – Uzm. Psk. Mesut Umar

Next Story

Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Eğitim-Sen’e sansür…

Latest from Ahmet Ümit

Aşk Köpekliktir – Ahmet Ümit

Ahmet Ümit 1960’ta Gaziantep’te doğdu. 1983’te Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. 1985-1986 yıllarında Moskova’da Sosyal Bilimler Akademisi’nde eğitim gördü. İlk şiiri “Adam Sanat”ta
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ