Mezar – Mehmet Ercan

Saçı ağarmış, püskül bıyıkları dudaklarını kapatmıştı. Sakalları uzamış, giyile giyile yıpranmış, siyah bir takım elbise vardı üstünde. Ayakkabısının aylardır boya yüzü görmediği her halinden belliydi. Ceketinin altında ki gömleğin, uzun süredir değiştirmediği hemen anlaşılıyordu.
 Yere devrilmemek için kendisini zor tutuyordu. Öfkeli rüzgârlara dayanmaya çalışan, sonyaz yaprağı gibiydi. Yaşlı elleri titriyor, gözyaşlarına söz geçiremiyordu. Gözincileri ilkyaz yağmurları gibi usul usul yanaklarına dökülüyorlardı. Titreyen elleriyle, ceketinin iç cebinden bir paket samsun sigarası çıkardı. Kibriti yaktı. Rüzgârın etkisiyle kibrit söndü. Yaşlı adam sırtını rüzgâra siper ederek, kibriti bir daha yaktı. Bu sefer sigarayı yakmayı başarmıştı.
Sigaradan, içine derin bir soluk çekti. Öfke ve keder karışımı bir tavırla dumanı gökyüzüne üfürdü.
Ağlaması hiç kesilmemişti. Gözyaşları, kırlaşmış, uzun sakallarından yere damlıyordu.
 Başucunda durduğu mezara yalvarıyordu. Titreyen yaşlı ellerini iki yana açarak;”Beni affet!” diyordu tekrarla.?Affet ne olursun! Bütün suç bende! Senin ölümüne sebep benim! Affet beni kardeşim! Bu mezarda ben yatmalıydım, sen değil! Sana karşı mahcubum! Bu vicdan azabına dayanamıyorum! Yıllardır her gün ölüp diriliyorum! Sen bir defa öldün, ben her gün bin defa ölüyorum!” diyordu, katıla katıla ağlayarak.
Mezar genç yaşta ölmüş birisine aitti. Mezar taşında şöyle bir yazı vardı:”Seni asla unutmayacağız!”
 Doğum ve ölüm tarihleri onun yirmi beş yaşında öldüğünü gösteriyordu. Bu gün yaşasaydı altmış yaşın üstünde olacaktı.
Mezar taşına kapandı, taşı öpmeye başladı. Gözyaşları mezar taşına akarken, bayıldı.
Kendisine geldiğinde gece olmuştu. Gecenin karanlığında yaşlı ve yorgun adımlarla yürüyüp
gözden yitti.
Mezar bekçileri artık bu durumu önemsemiyorlardı. O geldiğinde, hiç bir soru sormuyor, buna da ihtiyaç duymuyorlardı.
Her hafta, perşembe günü, hava kararmak üzereyken geliyor, bu mezarın başında saatlerce ağladıktan sonra, yaşlı gözlerle dönüp gidiyordu. Hiç kimseyle konuşmuyor ve sorulan hiç bir soruya yanıt vermiyordu. Hareketleri, tavırları okumuş, yazmış bir insan olduğunu sezdiriyordu.
Neden böyle davrandığını kimse bilmiyordu. Sadece bazı dedikodular ortalıkta dolaşıyordu. Onların da ne kadar doğru olduğu belli değildi.
Kimileri, aile içi bir sorundan dolayı, kardeşini beş altı yerinden bıçaklayarak öldürdüğünü; cezaevinden çıkınca böyle davranmaya başladığını söylüyorlardı.
Kimileri ise, eskiden oldukça varsıl olduğunu, ortak iş yaptığı kardeşinden gizli gizli kumar oynadığını, büyük bir miktarda para kayıp ettiğini, kardeşi bu durumu öğrenince kalp krizi geçirip öldüğünü, kardeşinin ölümüne neden olduğu için böyle davrandığını söylüyorlardı.
Yaşlı adamla ilgili dedikoduların sonu gelmiyordu. Herkes ayrı bir hikaye anlatıyordu.
Kimdi? Adı neydi? Ne işi yapıyordu? Bunu hiç kimse bilmiyordu.
 Mezar bekçiliğine yeni başlamış olan Bayram da bu yaşlıyı merak edenler arasındaydı. Bu bulmaca gibi adamın sırrını öğrenmek istiyordu. Mezara yakın bir evde yaşadığını öğrenmişti. Bir akşam nöbetinde onu gizlice izlemeye başladı. Yaşlı adam hiç bir şeyin farkında değildi. O, kendi dünyasıyla uğraşıyordu. Arada bir mendiliyle gözyaşlarını siliyor, yorgun adımlarla ağır ağır yürüyordu.
Mezardan iki üç kilometre uzaklaşmışlardı. Yaşlı adam dar bir sokağa saptı. Biraz yürüdükten sonra, iki katlı eski bir ahşap evin önünde durdu. Kısa bir aramadan sonra, cebinden anahtarı bulup çıkardı. Kapıyı açtı, içeriden kayıtsızca dış kapıyı kapattı.
Evin ışığı yanmıştı. Bayram yaşlı adamın evine iyice yaklaştı. Işığı yanan oda penceresine yanaştı. Gizli gizli içeriye baktı.
Oda penceresinin tülü örtüktü. Buna rağmen, her şeyi net görüyordu.Üstelik pencere de
açıktı.
Yaşlı adam gömme dolaba doğru yürüdü, kapısını açtı, içinden katlanmış beyaz bir bez
 çıkardı. Bayram olan biteni büyük bir merakla izliyordu. Heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpıyordu.
Yaşıl adam, katlanmış bezi masanın üzerinde kutsal bir emaneti açar gibi dikkatle açtı.
Bayram iyice meraklanmıştı. Bezin üzerinde, elle çizilmiş bir gencin resmi vardı. Resmin altında yine elle yazılmış bir yazı bulunuyordu. Fakat bulunduğu yerden yazıyı okuyamıyordu.
Ayak uçlarının üzerinde yükselmeye çalıştıysa da bunu başaramadı. Daha çok meraklanmıştı.
Tam bu sırada yaşlı adamın ağlama sesi yeniden duyuldu. Bezin üzerine kapanmış, hem
ağlıyor, hem de kendi kendisiyle konuşuyordu. “Bağışla beni Ekrem yoldaş! Sana karşı suçluyum! Ben korkağın biriyim! Ben hainin tekiyim! İşkenceye dayanamadım, seni ben eleverdim!
Senin yerine benim ölmem gerekirdi! Gizlendiğin yeri ben söyledim! Sen bir defa öldün, ben
her gün bin defa ölüp dirildim! Bağışla beni yoldaş, lütfen bağışla!” diyordu, hıçkıra hıçkıra
ağlayarak.
Titreyen yaşlı elleriyle bir sigara yaktı ve tekrar konuşmaya başladı:”Emin ol yoldaş, yakında yanına geleceğim! Biliyorum bana korkak diyeceksin, ama bu sefer kesin başaracağım! Yakında buluşacağım seninle!” diyordu, kendisinden geçmiş bir durumda.
Bu konuşmalara gizliden tanık olan Bayram, pencerenin önünden hemen uzaklaştı. İhtiyar adamın sırrını öğrenmişti artık. Bununla birlikte içine bir kurt düşmüştü.”Ya ihtiyar gerçekten dediğini yaparsa!” diyordu endişe içinde.
Bu endişeyle sabahı etti.”Karakola haber versem mi? Adam çok kararlı görünüyordu.
İntihar ederse vicdan azabından kurtulamam.? Bazen kendisini teselli ederek: “Ya intihar etmezse, o zaman da karakola rezil olurum. Karakol da herkes beni tanır, sonra bana delirmiş
derler? diyordu içinden. Bu ikilemli ruh haliyle eve gitti.
Karısı durgun halini sorunca da çok yorgun olduğunu söylemekle yetindi. Bayram gece
nöbet tuttuğu için, gündüz uyurdu. Fakat bu gün öyle yapmadı. Sabah kahvaltısını yapar yapmaz evden çıktı. Oysa hiç böyle yapmazdı. Karısı nereye gittiğini sorunca, bir arkadaşla buluşacağını söyledi. Bu doğru değildi. Bayram yaşlı adamı merak ediyordu.
Bir taksiye bindi, gideceği yeri söyledi. Taksiciye acele etmesini özellikle belirtti. Yol bitmek bilmiyordu. İhtiyar adamın evine vardığında, evde ki kalabalığı görünce, başından aşağı kaynar sular döküldü. Kendisine hakim olamıyor, yaşlı adam için sessiz sessiz gözyaşları döküyordu. İhtiyarın ölümüne kararsızlığının neden olduğunu düşünüyordu.
 İhtiyar sonunda korkaklığını yenmiş, Ekrem’in bez afişiyle kendisini asmıştı. Artık hiç kimse onu suçlayamazdı. Sonunda eski bir gençlik önderi gibi davranmayı başarmış, yoldaşına verdiği sözü geçte olsa yerine getirmişti. Cezasını yıllarca çektiği vicdan azabıyla fazlasıyla ödemişti.
Şimdi vicdan azabı çekme sırası Bayram’daydı. Bayram her çarşamba, gün batmak üzereyken ihtiyar adamın mezarını ziyaret ediyor, gizli gizli gözyaşları döküyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir