Mühürlenmiş Zaman – Andrey Tarkovski ‘İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir.’

“İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir. Bir insanın kendine karşı hile yapması, onun, filminden, hayatından, her şeyinden vazgeçmesi demektir.” Andrei Tarkovski

Rüyalar kilidi midir hayatın? Geçmiş aynası olabilir mi geleceğin? Bir şiir olabilir mi yaşam? Meçhul bir adamın geriye dönüp bakması için rüzgârın esip geçmesi mi gerekir? Peki, sanat niçin vardır? Sanata kim ihtiyaç duyar? Bu soruları sorduran Ayna, İvan’ın Çocukluğu, Stalker, Nostalgia gibi her biri sinemanın köşe taşı filmlerinin yönetmeni Andrey Tarkovski.

Bergman’ın, Fellini’nin, Angelopoulus gibi usta yönetmenlerin biyografileri çok şey söyler kuşkusuz; sinema tutkunlarının film yapma deneyimlerini paylaşması ve filmlerini anlamak için birinci ağızdan en etkili kaynaklardır bunlar, ancak bunların biraz daha üzerindedir Tarkovski’nin Mühürlenmiş Zaman adını verdiği kitabı. Afa Yayınları’ndan çıkmış kırmızı kaplı baskısı tükeneli yıllar oldu, ünlü Rus yönetmen Tarkovski’nin ölümünün üzerinden ise yirmi iki yıl geçti. Ancak ne özgün görüşlerini açıkladığı kitabı, ne de filmleri unutulmadı, aksine daha çok izlendi, daha çok arandı.
Agora Kitaplığı, usta yönetmeni yıllar sonra okuyucuyla yeniden buluşturuyor. Kitapta yönetmen, sanat, filmsel görüntü, sanatçı ile halk arasındaki ilişki, sinemada oyunculuk, sanatçının sorumluluğu üzerine düşüncelerini akıtıyor, ancak sadece yazmıyor, soruyor, arıyor, sorduruyor. Bu kitabı sinema teorisiyle ilgili kimi kitaplara bir itiraz olarak yazdığını belirten yönetmen, “Sinema sanatının görevleri, amaçları ve sorunlarıyla ilgili kendi görüşlerimi savunmalıydım. Çalışmalarıma yol gösteren ilkelerin bilincine vardıkça, bildiğim, öğrendiğim sinema teorilerinden uzaklaşıyordum” diye yazmaktadır. Tarkovski, bu çalışmasını benliğinin arayışı, özgün sinema dili sorununa bir çözüm arama girişimi olarak niteliyor. Kitabın giriş yazısında filmlerini kiminin ‘anlaşılmaz’, ‘kepazelik’ olarak; kimilerinin ‘gerçekliğin ta kendisi’ ya da ‘şiirsel’ olarak değerlendirdiği seyircilerden aldığı olumlu-olumsuz mektuplara yer veren yönetmen, filmlerine nesnel bir duruş sergiliyor böylece.
Bir dağın zirvesinden…
Polonyalı yönetmen Andrzej Vajda, “Yaşlanmak bir dağı tırmanmak gibidir” der ve ekler, “Tırmandıkça manzaranız genişler, daha çok yeri görürsünüz ancak artık nefessizsinizdir.” Yüce bir dağın doruğunda, sonsuzluğun görüldüğü ince çizgiden yazıyor Tarkovski, yaşlılığı tatmadan, ölümüne birkaç yıl kala. Bu yüzden olsa gerek bir bilgenin ruhunu taşıyor, dinginlikle yazıyor. Sinemanın ruhuna ses veriyor, ruhunu bir aynadan yansıtıyor. Bu kitabı yazdığında henüz Kurban’ı (1986) çekmemiş. Bu onun son filmi olacak, bittiğinde çocukluğunu, anılarını, ruhunda yankılanan şiirini de alıp gidecek, geriye her defasında ilk kez izliyormuş duygusu bırakan filmleri kalacak. Bu kitabı okurken tüm bunları düşünebilirsiniz ya da her şeyi unutup sadece ustanın izini sürebilirsiniz kelimeler ardında.
Sinema sanatı bugün, bizi hâlâ eskide yapılmış eşsiz filmlere yönlendirirken, aslında sinemanın geleceğine olan korkularımızı açığa vuruyor. Bizi yeniden yeniden eski filmleri izlemeye götüren; günümüz filmlerinin derdi olmayan, arayışını yitiren, soru sormayan postmodernliği olabilir mi? Bir yandan dijital olanaklar sinemayı, sinema salonunda izleme kültürünü bitiriyor, diğer yandan mühürlenen zaman artık bıçak sırtında dolanıyor. Tarkovski, çeyrek asır yıl önce adını koymadan, hissettiklerini şu sözlerle ifade ediyor:
“Ne olursa olsun, yalnızca bir meta olarak ‘tüketilmek’ istenmeyen her türlü sanatın amacı, hiç şüphesiz kendine ve çevresine, hayatın ve insan varlığının anlamını açıklamak, yani insanoğluna gezegenimizdeki varoluş sebebini ve amacını göstermek olmalıdır. Hatta belki de hiç açıklamaya bile kalkmadan onları bu soruyla karşı karşıya getirmelidir.”
Şiirin tamamladığı epizotlar
Yönetmenin tüm filmlerine şiirsel metinler eşlik ediyor. Ayna da babası ünlü Rus şair Arseni Tarkovski’nin şiirlerine yer vermiş. Yönetmen, şiirle ilişkisini, “Şiir benim açımdan bir dünya görüşü, hakikatle olan ilişkimin özel bir biçimidir. Bu açıdan bakıldığında, şiir, insanlara bütün hayatı boyunca eşlik eden bir felsefedir” sözleriyle özetler.
Dünyanın en eski sinema okulu olan VGIK’tan mezun olduktan sonra Vladimir Bogomolov’un bir öyküsünden sinemaya uyarladığı İvan’ın Çocukluğu (1962) ile ilk uzun metraj filmini çeker. Yazılı bir öykünün, edebi bir ürünün sinemaya uyarlanamayacağı düşüncesini de pekiştiren bu çalışma, savaşta idam edilen İvan’ın gerçek hikâyesine dayanıyor. Tarkovski, hayal gücünü harekete geçirenin de İvan karakteri olduğunu söylüyor. Yönetmene göre, senaryonun yazarı ve yönetmen aynı kişi değilse, o zaman hiçbir şeyle önüne geçilemeyecek bir çelişkiye tanık olunacak demektir. Yönetmen sonraki filmlerinde senaryolarını kendi yazsa da, sürgün yaşadığı İtalya’da çektiği ilk filmi Nostalgia’da ünlü yazar Tonino Guerra ile birlikte çalışacaktır. Tek tek epizotlardan oluşan ikinci filmi Andrey Rublov da (1966), kardeşlik, sevgi ve uzlaştıran inanç idealini ortaya koyuyor.
Tarkovski, Rene Clair’in, “Ben filmimi kafamda tasarlar, tamamlarım, geriye yalnızca çekmesi kalır” sözünün aksine, “Film benim gözümde son ana kadar tamamlanmış sayılmaz” der. Yönetmene göre bu süreçteki en önemli şey, “bu filmi yapma düşüncesinin nereden geldiğinin asla unutulmamasıdır!”
Tarsovski’de Yunan yönetmen Angelopolous gibi sinema için yaratımı esas alır; köyler inşa eder, ağaçlar diker, evler, hanlar inşa eder. Tarkovski de çocukluk anılarının evini Ayna filmi için yeniden yaptırır, çocukluğunda açan ve tarlayı adeta karla kaplamış hissi veren karabuğdayları yıllar sonra aynı tarlaya yine ektirir. Çiftçilerin, toprağın karabuğdaylar için uygun olmadığını, uzun yıllardır ekmedikleri ikazına rağmen tohumları atar ve gerçekten çocukluğundaki gibi karabuğdaylar beyaz çiçekler açarlar.22
Son bir soru: Trajedileri, soykırımları, savaşları yaratan tarih, neden ilk fırsatta belleği öldürür? Ve neden sinema inadına mühürler zamanı?
Müjde Arslan ‘ın 18/01/2008 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde yayınlanan “Zamanı mühürleyen yönetmen” adlı yazısı

Erol Mintaş’ın, 17/01/2008 Tarihli evrensel.net’te yayınlanan “Zaman içinde bir yolcu: Andrey Tarkovski” adlı yazısı
Tarkovsky, Mühürlenmiş Zaman?da kendi düşünsel atölyesinin kapılarını bize aralıyor
Kendine özgü sinema diliyle dünya sinema tarihindeki yerini alan Andrei Tarkovsky, hemen hemen herkes tarafından ?sinemanın büyük şairi, büyük ustası? olarak isimlendirilmesine rağmen onun düşünce dünyasının içine çok az insanın girebildiği ve kendisine özgü bir seyirci kitlesinin olduğu bilinen bir gerçek. Sinemayla yakından uzaktan ilgisi olan herkesin bildiği fakat çok kolay içine giremediği bir dünya Tarkovsky?nin dünyası.
Tarkovsky sinemasını anlamak için öncelikle Tarkovsky?nin düşünce dünyasını tanımak ve anlamak gerek kuşkusuz. Tarkovsky sinemasının özgün yapısı ve yönetmenin kendisinin de belirttiği gibi tamamıyla öznel oluşu, kaçınılmaz olarak bizi yönetmenin kişisel düşün dünyasına götürmektedir. ?Benim filmlerim tamamen benim hakkımdadır? diyen yönetmen de bize kendi kişisel dünyasını adres göstermektedir.
Biliyoruz ki bir yönetmenle bağ kurmamızın en kolay ve kısa yolu onun filmleridir. Filmlerinden yola çıkarak az çok bir yönetmeni tanımlayabiliriz. Peki, Tarkovsky?yi anlamak için sadece filmlerine bakmak yeterli midir? Belki bu bir dereceye kadar mümkün ama Tarkovsky filmleri her şeyi seyirciye hazır olarak sunmaz, seyircinin de bir şeyler yapmasını bekler, seyircinin araştırıp bulmasını, keşfetmesini, rahatsız olup yorulmasını, bu düşünsel yolculukta yönetmenle birlikte aynı yolculukta yol almasını ister. Peki, bu durumda seyirci ne yapacak? Hemen hepimizin yaptığı gibi Tarkovsky ile ilgili kaynaklar arayacak, yönetmenin hakkında biraz daha bilgi almak için onunla ilgili bulduğu her kaynağı okumaya çalışacaktır.
Bu noktada aklımıza başka bir soru takılır kaçınılmaz olarak: Bizi yönetmenin dünyasına götürecek yeterli kaynak var mı?
Maalesef Türkçede Tarkovsky sineması üzerine fazla kaynak yok, olanlar ise daha çok genel geçer terimlerle Tarkovsky sinemasını açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu kaynaklar Tarkovsky filmlerini izleyen her seyircinin söyleyebileceği , ?sinemanın usta şairi?, ?deha yönetmen?, ?auteur? gibi genel geçer kavramlar kullanıp, bir de filmlerin senaryolarını bir kez daha yazarak oluşturulmuş kaynaklar. Perdenin üzerinde gördüklerine biraz daha yaklaşmak ve çözümlemek için bu kaynakları okumak isteyen seyirci perdede gördüklerini kâğıt üzerinde bir kez daha okumaktan başka, öte bir adım atamamış olacaktır. Tarkovsky?nin dünyasına girmeyi umarken bulunduğu noktada dolanıp durmuş olacaktır farkında olmadan…
Tam da böyle bir zaman da Tarkovsky?nin kendi kaleme aldığı ?Mühürlenmiş Zaman?, bize Tarkovsky?nin özgün yaratıcılığının kapılarını aralamakta ve birçok eleştirmenin yazdığı sayısız makale ile cevap olmaya çalıştığı Tarkovsky?nin sinemasal, düşünsel ve bireysel dünyasının sırlarını, Tarkovsky?nin kendi kaleminden okurlarına sunuyor. Tarkovsky bu kitabıyla kendi düşünsel atölyesinin kapılarını bize aralıyor ve kendine has öznelliğiyle, hatta biraz saldırgan diyebileceğimiz bir üslupla kendi filmlerinin yaratım süreci, çekim öncesi ve sonrası akıbetleri hakkında görüşlerini açıklıyor. Kendine has sinemasal görüntünün oluşturulması, sinema sanatındaki zaman, ritim ve kurgu, senaryo, kamera, oyunculuk ve müzik gibi konularda kendi özgün görüşlerini dile getiriyor.
Sanat niçin vardır? Sanata kim ihtiyaç duyar? Esasen sanata ihtiyaç duyan bir kimse var mı? Sanatla uğraşan herkes gibi, bütün bu soruları Tarkovsky de bir kez daha hem kendine hem de seyircisine ve okuruna sorarak cevap arıyor. Sinemaya özgün sorunları açıklarken öncelikle kendi sanatsal anlayışını bize açıklıyor ve bu sanat anlayışını oluşturmasında kendisine yol gösterici olan Puşkin?den, Aleksander Blok?tan, Dostoyevsky?den, Bach?tan ve ustaları olarak gördüğü Drayer, Mizoguchi, Dovzhenko, Bunuel ve Kurosawa gibi yönetmenlerden bahsediyor ve onlardan alıntılar yapıyor.
Tarkovsky?nin sinemasına daha fazla yaklaşmak isteyenler için başucu niteliğindeki bu kitap, sinemayla ilgilenen ya da ilgilenmeyen herkesin okuyabileceği eşsiz bir yapıt.
?Zaman insana verilmiş hem tatlı hem de acı bir armağandır? diyen Tarkovsky?nin dünyasına onunla birlikte bir yolculuğa çıkmak istiyor musunuz? Cevabınız evet ise, tekneniz ?Mühürlenmiş Zaman?. Gecikmeden bu yolculuğa çıkmalısınız.

Kitabın Künyesi
Mühürlenmiş Zaman
Andrey Tarkovski,
Çeviren: Füsun Ant,
Agora Kitaplığı, 2008,
200 sayfa

Tanıtım Yazısı
“Koca bir evreni içinde taşıyan insan: işte benim tek ilgi odağım. Zira hayat, her zaman hayal gücümüzden daha zengindir. Bu yüzden gerçek bir sanatçı, ancak kendisi açısından hayati bir zorunluluksa yaratma hakkına sahiptir. Ben de sinema sanatıyla seyirciye, hayatın gerçek akışını neredeyse hiç bozmadan aktarma yeteneğini taşımak istiyordum. Sinema sanatının gerçek `şiirsel` özü burada yatar. Benim `kurgu sineması`nı reddetmemin sebebi, seyircinin perdede gördüklerini kendi deneyimleriyle bağdaştarmasına imkân tanımamasıdır. Biz sanatçıların taşıdığı tek sorumluluk, kendi yapıtlarımızın düzeyini yükseltmektir. Nitekim ben de kendi filmlerimde hep, birlikte yaşadıkları insanlara bağlı olmalarına, yani özgür olmamalarına rağmen `içlerindeki` özgürlüğü korumasını bilen insanları anlatmak istemişimdir.”

Özgür Yaren ‘in 12.11.2000 tarihinde evrensel.net’te yayınlanan “İmge hakikatin suretidir” adlı yazısı
Sinema estetiği üzerine kaleme aldığı ?Mühürlenmiş Zaman?da Tarkovski, ?İmge, hakikatin suretidir? der. ?Körlüğümüzden aman bulup ufacık bir parıltısını yakalayabildiğimiz hakikatin sureti?? Tarkovski, bütün filmlerinde Tanrı?nın varlığını betimleme gayretine girmiştir. Yönetmen, artlarında hakikate dair göndermeler saklayan sıradan sahne ve konuları bu gayret doğrultusunda, tamamen yeni ve sıradışı biçimlerde ele alır.
Tarkovski filmlerinin her biri rüya benzeri bir iç tutarlılığa sahiptir. Ama bir filmden bir başkasına sabit kalan ve Tarkovski?nin yarattığı sinemasal dilin anahtarı görevini gören ve filmleri birbirine bağlayan birtakım ortak imgelerden de bahsetmek mümkündür. Birçok filminde çatışma anlarında bir sürahi süt yere dökülüp daha önce sakin seyreden aile içi ilişkilerin parçalandığını vurgular ya da karakterler birdenbire görünmez bir el tarafından göğe yükselir veya yere düşerler. Örneğin İvan?ın Çocukluğu filmindeki bir rüya sekansında İvan, hayret ve sevinçle ağaçların üzerine yükselip Rusya toprakları üzerinde uçmaya başlar. Son filmi Kurban?da ise postacı yere düşer, sonra kalkıp ?Kötü bir melek bana dokundu? deyiverir. Karakterler kendilerini keşfin veya ruhsal aydınlanmanın eşiğine geldiklerinde açıklanamayacak şekilde Tanrı?nın eli değmiş gibi yere düşerler. Çoğu filminde aşıklar, sevişmek yerine göğe yükselirler. Göğe yükselen figürler, ilahi bir aşka gönderme yaparlar.
Tasavvuf düşüncesi
Tarkovski?nin kullandığı bu imgeler, insanın aklına tasavvuf düşüncesini getirir. Burada belirtmemiz gereken bir küçük ayrıntı, Tarkovski?nin Sovyet film okulu VGIK?ye girmeden önce, Moskova?da müzik ve Arapça üzerine eğitim gördüğüdür. Görüntüleri hakikatin suretleri olarak tanımlaması ve ilahi aşkı anlatırken kullandığı göğe yükseliş imgesi Tarkovski?nin tasavvuftan etkilendiğine dair ipuçlarıdır. Bu yüzden filmlerini tevekkül ve iman kavramlarıyla ele almak mümkündür. Yazıya girişte kullandığımız ?Doğu felsefesi? gibi geniş ve belirsiz tanımlama, kuşkusuz birbirinden etkilenmiş, mistisizm ve dinsellikle harmanlanmış ancak farklı yönelimleri olan düşünce birikimlerini tanımlar. Tarkovski?nin art alanında Ortodoks Hıristiyanlık ve İslam etkilerinin dışında, Uzakdoğu?dan da etkiler bulunur. Birbirinden farklı üç imgenin birleşip parçaların toplamından çok daha büyük bir form oluşturduğu Japon Haiku?larının iç mantığından da etkilenmiştir. Mühürlenmiş Zaman?da Haiku?dan şöyle bahseder; ?Bu dizeleri bu kadar güzel kılan, sonsuzluğa karışmadan önce yakalanabilen anın tekrarlanamazlığıdır.? Tarkovski?nin sinema dili Haiku?ların ?yavaş yavaş deşifre etme zorunluluğu ve okuyanın altı üstü olmayan uzayın derinliğinde kaybolması? özelliğini çağrıştırır.
İyi bir aile
1932?de Moskova?da iyi bir aile çocuğu olarak dünyaya gelmiştir Andrey Tarkovski. Babası Arseniy itibar gören bir şairdir. Andrey, zamanının çoğunu babasıyla birlikte Bach dinleyerek, dini resimlere dair kitapları karıştırarak, babasının şiirlerini ezberleyerek geçirmiştir. Arta kalan zamanlarında, büyükannesinin köydeki ?daça?sını ziyaret eden Andrey, ağaçlar ve tarlalardan ibaret pastoral manzaraları, belki farkında olmadan zihnine kazımıştır.
Bu yüzden yönetmenin filmleri çocukluk hatıralarından kalma belirli nesneler ve olaylarla doludur; seramik süt sürahileri, dantelli perdeler, yağmur altında tutuşmuş bir ahırı izleyen çocuklar gibi. Otobiyografik filmi Ayna?da büyükannesinin sözünü ettiğimiz tahta kulübesini yeniden kurar, hatta çocukluğundan hatırladığı manzarayı tekrar yaratabilmek için civar tarlalara kara buğday ektirip başak vermeleri için bir sene bekler. Tarkovski?nin bu konudaki mükemmeliyetçiliğe varan titizliğini, kişisel hatıralarına verdiği önemle açıklayabiliriz. Tarkovski, hatıralarına kendi kendiyle hesaplaşma sırasında kaydedilen kriptolarmışçasına değer verir.
İlk uzun filmi olan İvan?ın Çocukluğu, bu etkiler altında derin, dindar bir estetik duyarlılığın izlerini taşır. Film, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Alman sınırında, 12 yaşında bir Rus İzci çocuğunu anlatır. İlk bakışta dönemin toplumcu gerçekçi filmlerini andırır ?İvan?ın Çocukluğu?; kendini vatanına hizmet etmeye adayan genç kahraman? Ancak, Tarkovski, rüyaların kullanımıyla, çoğu Hıristiyan temellere dayanan, dini hikâyelerden ve resimlerden alınmış semboller ve imgelerin karmaşık bir düzenlemesiyle tamamen mistik bir eser meydana getirmiş, bunu da vatanseverlik teması arkasına gizlemiştir. Tıpkı Soljenitsin?in ?İvan Denisoviç?in Hayatında Bir Gün? kitabında yaptığı gibi bir maskelemedir bu!
Batı için bulunmaz fırsat
Sovyetler?de ortaya çıkan dini bir sinemanın varlığı, antikomünist batı için papanın Polonyalı olması gibi bulunmaz bir fırsattır. Duvarlar yıkılıp Sovyetler dağıldıktan sonra bir kenarda unutulan Soljenitsin nasıl soğuk savaş düzeninde batıda müthiş bir itibar kazanmışsa, Tarkovski de aynı şekilde İvan?ın Çocukluğu ve özellikle Andrey Rublev?den sonra hızla adını ?özgür dünya?da duyurmaya başlamıştır. Ancak Tarkovski?nin hakkını teslim edelim; öyle müthiş bir dehayla üretmiştir ki eserlerini, bugün hâlâ sinemaseverleri etkilemekte, yolunu takip eden yönetmenler, hatta İran sineması gibi ülke sinemaları bulunmaktadır. Yani, bir sinema dahisi olduğu için ün kazanmıştır. Soljenitsin gibi konjonktürel bir itibar değildir onunki; bu yüzden, kullanılıp bir kenara atılmak gibi bir talihsizlik yaşamamıştır.
Goethe, ?Büyük bir kitap okumak büyük bir kitap yazmak kadar zordur? der. Yazarın hakikatle mücadelesi boyunca çektiği acıyı düşündüğümüzde diyebiliriz ki, eğer yeterince acı çekmemişsek, yeterince iyi okuyamayız. Tarkovski?nin filmleri, sersemletici derecede karmaşık ve şaşırtıcıdır. Özellikle ana akım Hollywood filmlerinin basmakalıp öykü yapılarına alışkın batılı seyirciler için? Bırakın klasik Hollywood anlatılarına mahkûm patlamış mısır tüketicisi seyircileri, avangard sinema örneklerine alışkın, kararlı sinema öğrencilerini bile ilk deneyimlerinde yılgınlığa sürükleyecek kadar zordur Tarkovski filmleri. Seyirci çoğu zaman her yeni sahnenin başlangıcında, sahnede geçen olayın veya imgenin hikâyenin neresine oturduğunu düşünerek ve çoğu zaman, bir karakterin kimliğini veya niyetlerini filmin sonuna gelene kadar öğrenemeden film boyunca sahneler arasında sürüklenir. Bir Tarkovski filminin yarısına geldiğinizde cevaplardan çok sorularla karşılaşırsınız. Tarkovski, gerçek hayatın trajedilerden ibaret olmadığını bilir. Hayat çoğu zaman bombaların patlamadan etkisiz hale getirilmesi, yolcuların uçağı sağ salim yere indirmeleri, iyi adamın kötü adamla mücadelesi gibi basit çatışmalardan ibaret değildir. Örneğin ?Andrey Rublev? filminde çatışma, ?Andrey yeniden resim yapacak mı?? sorusunun cevabı üzerine kurulmak yerine Andrey?in çektiği ızdıraplar, sanatın maksadına ilişkin sorgulamalar ve inanç bunalımları etrafında gelişir. Bu karmaşık anlatı yapısı, Tarkovski?nin ana akımdan ayrı, kendine has bir dil geliştirebilmiş özgün bir sinemacı olarak tüm dünyada takdir görmesini sağlar.
Acılar çekmek pahasına
?Andrey Rublev? ile tüm dünyada, film festivallerinde ödüllere boğulan Tarkovski, Eisentein?dan sonra en iyi Rus yönetmen olarak değerlendirilmiştir. Batının büyük ilgisi sayesinde tamamen engellenmese de, ancak ciddi kısıtlamalar altında çalışmasına izin verilen yönetmen, bu nedenle 25 yıllık kariyerine topu topu 7 film sığdırabilmiş, bürokratik engellemeler yüzünden Andrey Rublev?den sonra bir daha asla epik bir film çekebilecek kadar büyük bir bütçe şansına sahip olamamıştır. Nihayet, 1983 yılında, İtalya?da, altıncı filmi olan ?Nostaljiya?nın çekimleri bittiğinde karısı Larissa?ya birlikte, geride oğlu Andriyuşka?yı bırakarak batıya sığınan Tarkovski, hayatının geriye kalan bölümünü Andriyuşka?yı yanına almak için Sovyet makamlarından gerekli izni çıkarmaya ve son filmi ?Sacrifice?ı (Kurban) bitirmeye çalışmakla geçirir. Batıya ilticasından üç sene sonra İsveç?te son filmi üzerinde çalışırken vücudunda ölümcül bir tümörün varlığını öğrenen Tarkovski, 1986 kışında, Paris?te acılar içinde hayata veda eder. Eserlerini hayatıyla bütünleştirebilmiş bir dahinin büyük acılar içinde ölümü, acı çekmenin ulvi, bilgece anlamlar taşıdığı doğuda, mağrur ve görkemli bir son sayılır. Böylece Andrey Tarkovski, hayatı ve eserleri sayesinde çevresinde yararttığı hareyle, tıpkı vatandaşları Dostoyevski ve Tolstoy gibi büyük acılar çekmek pahasına ölümsüz dehaların arasına karışmıştır.

KAYNAKLAR
Andre Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman, Füsun Ant, Afa, 1992
Ayla Kanbur, ?Birbirlerini Sürekli Üreten Bir İlişki?, 25. Kare, s. 23
Donato Totaro, ?Art for All Time?, Film-Philosophy, Vol. 4 No. 4 Feb. 2000
Stuart C. Hancock, ?Tarkovsky- Master of the Cinematic Image?, Mars Hill, 1996

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir