Mustafa B. Yalçiner’den Mor Sümbüller – Prof. Dr. M. Şehmus Güzel

Mustafa B. Yalçıner?in Akdeniz?in güneşinde ve ayında, Toroslar?ın poyrazında, içeride ve dışarıda damıttığı öykülerinin toplamından oluşan ve okuyucusuna yeni yıl hediyesi gibi sunduğu Sümbül Gölü?nü heyecanla, gülerek, tedirgin olarak, sevinerek, hüzünlenerek okudum.

Kitap elime ulaştığında trenle yola çıkmam ve yol için de iyi bir yol arkadaşı lazımdı. İşte yol arkadaşım diyerek kitabı çantama attım ve koşarak trenime yetiştim. Tren yola düştü ben de kitaba. Sadece yol arkadaşımı değil arkadaşlarımı bu kitapta buldum. Paris?ten kuzeye doğru yola çıktım ve yol boyunca okudum. Ben kuzeye gidiyordum ama kitap beni sürekli olarak doğuya ve güneye çağırıyordu. Aniden trende bir Toroslar, bir Akdeniz, bir Mersin, bir Gülnar, bir Gilindire havası esmeye başladı. Bizim havalardır bunlar iki gözüm dedim ve çoştum. Hem çoşuyorum, hem de fena halde duygulanıyorum. Diğer yolcular ?uyanmasın? diye gönlümü ve gözlerimi öte taraflara çeviriyorum. Eşim de yanımda, o alışkın böyle duygu dalgalanmalarıma ve pat diye bişeyler olduğunu farkediyor… fakat üstelemiyor. Evet ötelere bakıyorum. Taaa oralara… O kır çiçekleri, feslegenler, zambaklar ve gelincikler bizimdir diye içimden geçiriyorum biz oralarda olmasak bile. O güzelim çiçeklerin parfümü, renkleri bu grimtırak tırak tırak kış öğleden sonrasını bir güzel sardı ve baştan sona boyadı. Fransa toprakları bu renklere alışık değil ama komşudan ve dosttan geleni de reddetmez. Eh diyeceksiniz o kadarlık konukseverlik kadı kızında bile olur. Evet öyledir. Bu topraklar onca kıyım, onca acıdan sonra artık hoşgörü ve barış ve iki dirhem bir çekirdek huzuru tercih ediyor. İyi de ediyor.

Mustafa B. Yalçıner?in yapıtının tarz ve biçimi çok iyi. Kimi kısa, kimi çok kısa ve tümü kıssalı öykülerinin okunuşu akıcı. Yaşar Kemal ve Osman Şahin tarzı, çizgisi ve geleneği sürüyor demek mümkün. Osman Şahin?in Yalçıner?in kitabını tanıtıcı yazısı bir rastlantı değil. Osman Şahin böylece yazarla hem edebi akrabalığını tanımış oluyor, hem de yapıtın en vurucu özelliklerini dillendiriyor, şu satırlarında örneğin : ?Yaşayan, soluk alıp veren, canlı, güçlü bir doğa, gözlem ve ayrıntı gücü gözlerden kaçmıyor.?

Yazarlıkta, iyi yazmakta ve hakiki yaratıcılıkta, « seyretmek eyleminin » önemi burada bir kez daha ve tam da yerinde vurgulanıyor. Ve ister istemez aklıma Yaşar Kemal?in nehir söyleşilerinden (bu nehir söyleşi sonra dayanamayıp söyleşi ve sözleşi okyanusuna dönüşüyor) birinde anlattığı çocukluk anılarını getiriyor : Hani saatlerce bir kuşu, bir ağacı, bir yaprağı, bir aklınızanelgelirseonu seyretmek işini kendine özgü ve dünyalara değişmem bir ?meslek? biçimine çevirmesi. Musafa B. Yalçıner?in yaptığı da bunlar. Seyreylemek, seyiri sanat haline getirmek ve yazmak. Yazarı bunun için kutlamak lazım. Elbette Çinli dağlıların aralıksız iki gün sadece bulutları seyretmesi de aklıma geliyor. Evet tam iki gün bulutların nasıl biçimden biçime girmelerini ve renkten renge değişimlerini seyreylemek. Bir denesek diyorum, belki bize de dünya kadar şey öğretirler. Bulutlar elbette. Enazından sabırlı olmayı.

Paris?in kuzeyindeki yalnızlığının ve terkedilmiş manzaralarının içinizi sızlattığı büyük kente, « Buruk-Sel »e, varıp trenden indiğimde iyi ki yanımda eşim vardı yoksa paltomu orada unutuvermiş olacaktım. Bunun da tek sorumlusu Yalçıner olacaktı. Yahu kardeşim biz buralarda kışla, eksi bilmemkaçla kavgaya tutuşurken bize oraların denizsel ve ılık havalarını anlatmanın alemi var mı? Söyler misin lütfen? Evet gerçi ?Sümbül Gölü?nde de esince poyraz ?tükürüğü havada donduracak cinsten?dir ama yine de böylesi kış Fransa nam ülkede görülmedi son on yıllarda….

Bu sizin de okumanızı tavsiye ederim : Ufak çıkarlara dayalı baba-kız ilişkilerini, öğretmeye yönelik baba-oğul alış-verişlerini, kadın erkek eşitliği arayışlarını, anaların ve babaların önemini ve daha bir dizi kişisel, ailesel, toplumsal meseleleri gerçekten yaşanmış veya yaşanabilir olanlardan çıkarılan derslerle/deneyimlerle kendimize mal edebilmek için. « Bilezikler », « Yorgi?nin Altınları » öykülerinde olduğu gibi. Beklenmeyen umulmayan biçimlerde biten an(ı)lar ve öyküler bunlar aynı zamanda. « Karakola Götürülerken » öyküsü örneğin. Heyacanı da size kalıyor. « Yorgi?nin Altınları »nda da benzer bir iç tansiyon yaşanıyor.

Yazarın özgeçmişinden mutlaka kimi izler kimi an(ı)lar yansıyor öykülerine. Belki şu satırlarda bulunanlar : « İyi ki de gelince yakmışım kitaplarımı. (…) Bir ihbar, bir dilekce yetiyor gelip almaları için. Beni niye çağırmış olabilirler ? ?Bilimsel Sosyalizmin İkeleri?ni Türkçeye çevirdiğim için olmasın ? Ya da bu yöreden bir öğrencim vardı. Sınıfta Nâzım?dan bir şiir çevirisi yapmıştık. O şikâyet etmiş omasın ! » (s. 22)

Yazar yaşadığı Mersin, Aydıncık, Gilindire ve çevresini bitkisi, böcü börtüsü, kuşu, balığı ve neyi var neyi yoksa herşeyiyle gözü kapalı tanıyor ve biliyor. Bunların tümü öykülerine yansıyor. Öykülerinin hoş parfümü buradan kaynaklanıyor. Gül, feslegen, küstüm çiçeği, dağlalesi, zambak, mor sümbüller… Mor Sümbüller okuyucular için. Yalçıner?in neredeyse tek başına yayınladığı Gerçemek dergisinde öteden beri yer verdiği ve doğduğu mekanı bütün unsurlarıyla tanıtmaya yönelik yazıları, fotoları da bu konuda elbette yardımcı. Öykülerinin tadını Gerçemek?ten bilenler de var, benim gibi. Yöre dilini ve deyişlerini çok iyi kullanması da anılmalı. Bir örnek : « Taş değil de ceza ağır geldi baba. » « Giligini yitirmiş kuş gibi düşünmeye başladım. » « Korku kanatlandırırmış insanı. » « Ekmek kavgasının kadını erkeği mi olurmuş ? »

Yazar yöresinin doğasını dinliyor ve dillendiriyor : « Dışarıda artıyordu şiddeti poyrazın. Önüne geleni kovuyor, bağrıp çağırıyordu. Kapı altından, bacadan girmeye çalışıyordu eve. Girebilseydi, müthiş bir kavgaya tutuşurdu adamın içindeki fırtınayla. » (s. 46).

« Otuz beş dakika kalmışız suda. O derinlikte hem balık avlamak, hem de Nikol?ü tavlamak için elimden geleni yapıyorum. (…) Güneş dışımı, Nikol içimi yakıyordu. » (s. 105).

Kimi öyküde fantezi ve fantastik unsurlar da dansa kalkıyor. Topallayan yıllanlar, konuşan yılanlar filan : « Yılan, başını arabanın ön camına kadar kaldırmış, sürücüye ?Hyatinthos yaralanmış. Ona yardıma gidiyordum. (…) » diyor yalvaran gözlerle. » ( s. 95).

Bu arada değişik « kuş » meseleleri de var. Meraklılarına duyurulur.

Hüzün bastırıyor köyü, köylülüğü ve köylülerin geçmişten bugüne devinimlerini anlattığı satırlarda, sayfalarda, öykülerde. Evet hüzün işte : « Birkaç ihtiyar kaldı köyde. Malcılık öldü, çiftçilik öldü. Gençlerin hepsi de terk ettti köyü. (…) Ekmek kavgası veren yaşlı kadınlar, terk edilen köy, gençlerin umuda yolculuğu, başka yerlerde gömülmek istemeyen yaşlılar gelip geçiyor gözünün önünden. Hüzünleniyor, yüreği kanıyor ve onların dünyasına bir yolculuğa çıkıyor. » (s. 94 ve 95).

Evet hüzün bastırıyor ve hazin bir soru takılıyor aklımıza : Ölülerimizi kim(ler) kaldıracak köylerimizde bizbize kalmışken. Çocuklarımız nerede ? Nerede torunlarımız ?

Hüzün ve kırık umutlar bir emeklinin yakın geçmişiyle belki bir parça geç kalmış bir iç hesaplaşmasında ve bir türlü karar verememesinde de kendini gösterebiliyor. « Emekli » isimli öyküde emeklinin kent mi köy mü arasındaki ikircikliği ve bunun tartışması yazarın sanki kendi geçmişiyle hesaplaşmasıdır. Yalçıner köyüne dönmekle iyi mi yaptığını kötü mü yaptığını sanki bugün artık bilemiyor. Kendi gençliğine bu konuda açık bir öneri de yapamıyor. Çünkü köylülerin ve küçük yerleşim birimlerinde yaşayanların olumsuz değişiminden umutsuz ve dertlidir : « Eskide kalmış, küçük yerlerdeki insanların dürüstlüğü, içtenliği, karşılıksızlık ilkesi. O güzelim insanlar da yok olup gitmiş. Son yıllarda uygulanan sosyo-ekonomik politikalarla, oradakiler de bozulmuş. İlişkiler çıkarlar üstüne kurulur olmuş. Çıkar konusunda biraz testere gibi olabilseler anlayacağım ! Ama keser olmuşlar, hep kendilerine yontuyorlar. Sonra sözünde durmayanlar, kılık değiştirenler, partiden partiye geçenler, fırıldaklar, el üstünde. İnsanların büyük bir çoğunluğu da almaya gelince koşar, vermeye gelince kaçar olmuş. » (s. 116).

Son derece umutsuz bir sonuç. Bunu yazan, öncesini saymasak bile 1996?dan bu yana küçük bir yerleşim biriminde, oradaki ve çevresindeki insanlarla içiçe kardeş kardeşe yaşayan bir dededir. Evet Yalçıner bugün 62 yaşını devirmiş bir dededir. Bu bağlamda yazdıkları daha da önem kazanıyor. İnsanın içindeki çocuğu, kadını, gençi katlettiğinin resmini çiziyor. Okuyucusunun da çiğerini parçalıyor. Bugünkü köylülük, kasabalılık manzarası demek bu. Umut edelim ki bu manzara geçici olsun.

Yapıt a?sından z?sine, yazarının, her biri diğerinden etkileyici ve tümü arasında yadsınamaz bir akrabalık bulunan öykülerinin genel değerlendirmesiyle köylülüğün geçmişinden bugüne derin bir bakış biçiminde de algılanabilir. « Mübadele zamanı »nda « Yorgi?nin altınları »nı iade için koşturan köylüden bugünkü çıkarcılara varılması hiç te iç açıcı değil elbette. Yazarın vurgulamadan ve ille bir mesaj biçiminde iletmeden vardığı ve okuyucusunun da varabileceği sonuç son derece umut kırıcıdır. Ama biraz önce dediğim gibi, bunun geçici olmasını dilemek te mümkün. Bir de bunun neden böyle olduğunu irdelemek lazım. Bu da artık sadece iyi yazarların değil, onlarla birlikte, onların yanında toplumbilimcilerin de işidir. Yazar her şeye rağmen « Umut »ta umut işaretleri de veriyor : « Özgür insanlar yetiştireceksin. Anamızı belledi baskılar. Politik baskı, dinî baskı, sosyal baskı, mahalle baskısı, aile baskısı, içimizdeki çocuğun baskısı. » (s. 9). O zaman işte yapıtın « Umut » isimli birinci öyküsü artık yazarın iletisi olarak da anlamlandırılabilir.

Yazan : Prof. Dr. M. Şehmus Güzel

Kitabın Künyesi
Sümbül Gölü
Öyküler
Mustafa B. Yalçıner
Etik Yayıncılık
Basım Yılı: 2009
152 Sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir