Mutlu Anlar – Ceylan Koryürek

Yaşamın zenginliği anımsanan mutlu anlardır. İlkbaharda, yazda bıraktığımız bahçelere geri dönsek, sonbaharda havuzlar boşalmış içini göz kamaştıran altın yapraklı anlar doldurmuştur. Geçmişteki mutlu anları yaşatan başıboş istek, gururun ve acının yapılandırdığı, korku duvarlarını aşıp yeni bir başlangıca bizi sürüklemeğe çalışır.

?Hayatın En Mutlu An?ı? Erendiz Atasü?nün son öykü kitabı. Kitapta geçmiş yılların ateşiyle yanan yedi öykü var. Anlatılan öyküler hiç küllenmeyecek cinsten. Ruhu görüntülerle dolduran canlı karakter tahlilleri aynanın iki yüzü gençlik, yaşlılık, gerçek ve aşk üzerine yaşadığı dönemin sorunlarını da ele alarak yazılan (bugün de geçerliliğini koruyan) öyküler. Usta yazarın yaratıcılığına güç katan, nehir gibi akan imgeler denizine dökülen, çarpıcı anlatımıyla hiç bitmeseydi dediğim bir kitap.

?Hanımefendi ile Kocakarı? öyküsü insanlara yabancı duran kibirli bir kadını kocasının sert huyu, onu duygusuz ve başkalarına sert davranmaya iter. Heykel gibi büyülü çekiciliğin, sert görüntünün altında kendi ayazında üşüyen yalnız bir kalp vardır. Görkemli yaşantısıyla gözleri kamaştıran hanımefendi yaşlanınca, sıradan bir hayatta ne hale düşer? Sinsice gece ayazı gibi gelip çatan yaşlılık, gülüşünü, bakışını, selam verişini bile değiştirmiştir. Ölümlü gençlik hatıraları, solan elbisesiyle, geçmiş yılların aşağı sürüklediği, kamburlaşmış titrek bedeniyle, bağrında taşıdığı sıcak kül özlemleriyle, kaçamak bakışlı hanımefendidir artık?

?Üniformalı Adam? öyküsünde kadın siyasi tutukludur. Demir kapıları aşıp özgürlüğe kavuşmanın mutluluğu içinde, yeşeren sevinçle, aklı şaşırtan küçük bir şefkatte gerilimi boşalan teller gibi hazlanır. Hırçın rüzgarlardan kalan titrek ruhu, yalnızlığına derinlere dokunan, işkenceyle acı çekmiş bedenini kavrayıp yutan bir yabancıyla mutlu anlar yaşar. Aşktır belki de yaşadığı, beklide şehvet ne fark eder. O an yaşanan çıldırtıcı istektir unutulmayan. Hepimizin hayatımızda yanılsamadan korkup kaçtığımız, hiç yaşanmışlığımız olmayan, yaşam sürdükçe çıldırtan istekle dolu uzun bir çığlık gibi yangınlarda süren anlar olmuştur. Öyküde gençliğin masumiyeti, yanılsaması, yaşlılığın deneyimi anımsamalar, yüz yüze gelinen geçmiş ve şimdi ödeşmesi var.

Yapsak da, yapmasak da kendimizi yargıladığımız o en çok istenilen an için kalan tutkudur içimizde. Tadılmadık sevinçlerin konuğu ol demiyor artık hayat. Gözlerini dikip geçmişe bakan sıfır yerine geçen anısızlık. O istek anlarının zincirlerini, zaman bile çözemez, kendiyle hesaplaşmaya giden yanıtını bekleyen soruların?

?Hayatın En Mutlu An?ı? öyküsü ?Cumhuriyetin yarım kalmış atılımını tamamlamaktan söz ediyorlardı. Yoksul kitlelerin çiğnenmiş haklarından dem vuruyorlardı.? (s86) Sadece Cumhuriyet rejimine inanmış gençlerin ağır bedeller ödeyerek, düzenin bozulmasından korkanlarca ağır şekilde cezalandırılmasıdır. Yıllarca hapis yattıktan sonra, yarım kalmış sürgün bir hayatta yurtsuz yaşarlar, geri dönüşlerinde ise zincirleme büyüyen çıkar düzeninin, batıya bağımlılığın, gericiliğin daha da büyüdüğünü görürler. Adil yasadan hukuktan bahseden bazı savcılar ?kaba, kıyıcı, zorba ve ikiyüzlü? dür. ?Varsıllaştıkça saygınlığı ve denetim gücü artıyordu; buna bayılıyordu işte. Denetim gücünü korumanın tek yolu, varsıllık suyunun baştakilerle sıkı işbirliğini asla zedelememekti. (s84) Bazı savcılar düzenin parçasıydı, kendi hür iradeleriyle değil baştakilerden aldıkları talimatlara göre karar verirler, zenginliklerine zenginlik katıp düzence itibarlarını arttırırlar. Ruhsuz ve vicdansızdırlar. Cumhuriyetin getirdiği özgürlüğü sadece kendi menfaatlerine kullanırlar. Türkiye Cumhuriyeti üzerine oynanan batılı oyunlara, gözleri mevki ve para hırsı ile döndüğünden ya farkında değillerdir ya da umursamazlar.

?Fikir Ayrılığı? öyküsü, dört edebiyatçı arkadaşın zaman zaman yükselişlerini, düşüşlerini iç dünyalarını, zamanla değişime uğrayan maskeli yüzlerini, korkularını, kaygılarını, yayın evlerini, eleştirmenleri, edebiyat dünyasındaki ilişkilerin yapaylığını, oyunlarını gözler önüne seren, anlatımıyla zehirli sarmaşık gibi saran bir öykü.

?Yazmanın hem yazara acı çektiren, onun geren hem hazla ödüllendiren, tazeleyen o ikili doğası olmadan bu işi sürdüremez tükenirdim. Ne tuhaftır yazmak, gerçekten yaşadığımı ancak yazarken hissedebiliyorum; yazmanın hazla ve elemle atan ritmini içimde duymazsam her şey boş?? (s40). Duyarlı bir edebiyatçı için mutluluk toplumla ilintilidir. Sonuçta eserler, düşler ve gerçekler arasındaki gerilimden doğar. Yazının hazzı sonsuzluğa dokunmasıdır her şey yazılabilir. Yaratırken haz veren, dört duvar arasındaki boşlukta, düşlerdeki kalabalık nerede diye haykırtan bir kanunsuzdur edebiyat. Düşlerin görkeminden gerçek hayattaki sadeliğe inmek zordur. Bu yüzden, gerçekle yüzleşirken içsel dünyasındaki aşırılığı dizginlemek kendine set çekmek zorundadır sanatçı, yoksa yoğun acı kaçınılmaz olur. Düşleriyle ve gerçek arasındaki fark çok büyüktür. Kimi edebiyatçılar kendisiyle yarışır, kendine en acımasız eleştirmendir, durmadan kapasitesinin altında yazdığını düşünür. Kimi edebiyatçı düzenin bir parçası olmuştur burada yapıt değil kollama felsefisi geçerlidir. Edebiyat yarışı sanki hisse senedi piyasası gibidir, hangi yapıt daha çok sattı karmaşası yaşanır. ?Ani ve müthiş bir uyuşturucuydu dehşet! Bir kez dururcasına çarpmıştı yürekler, kaslar boşalmış, soluk kesilmiş, bütünlüğünü yitiren duygular patlayıp tanınmaz hale geçmiş, paramparça saçılmış ortalığa? olağan durumlarda saklıda kalan ayrıntılarla birlikte?? (s49) Öyküde gerçek bir deprem anlatılıyor, bana çağrıştırdığı içsel deprem. İkisi de ölümü getirir sonuçta. Edebiyat çevresi küçük bir ortamdır, küçük bir yanlış taşları yerinden oynatır, depremlere sebep olur, her deprem içimizdeki ölüm olsa da, yeniden yapılanmaya yeniden üretmeye doğar, çünkü Tanrı vergisi edebiyatın verdiği haz büyük aşkın ilk günkü tutkusudur. Bazı yazarlar için, dile gelmemiş her gün mektup yazma isteği ile uyanan aşklar gibidir edebiyat. Kimi yapıtlar çok satsın, kimileri az satsın, sonuçta en iyiler yüzyıllar boyu kalır.

Kitabın en son öyküsü ?Seni Seviyorum? en saf, en coşkun duygudur sevmek. Onu söylemek kimileri için çok zordur. ?Kalbin kapıları çöldeki firavun mezarlarına benzer. Kapıdan kapıya, odacıktan odacığa yol bulup tırmanan dapdaracık koridorlar nasıl bir örümcek ağı gibi yayılmışa piramidin taş kütlesine ve sonunda kütlenin merkezindeki o en kutlu ve saklı odacığa ?ki firavun orda gömülüdür- ulaşırsa; kalbin o en derin kilidine işte dışarıdan hiçbir ipucu vermeyen bir dolambaç öyle uzanır. O kilidin arkasında başına buyruk bir ihtiyaç sonsuza dek saltanat sürer.? (s136) Kısa bir görüşle veya yaşanmışlığı olsa da söyleyemediğimiz ?Seni Seviyorum?, kalbimizin mezarında, ışık sızdırmayan koridorlardan, koridorlara içi boş odaları yoklarken yıllar sonra hiç ummadığımız bir anda yankı veren bir çığlık gibi yüreğimizi titretir. Güneş görmeyen, unutulmuş sandığımız, yarıda kalmışlıkta, acı bir tatla arkamızdan gelir. Oysa yürek sevmiş geç kalmıştır terk etmeye. İstek başıboş gezer göğüs kafesinde, güzel bir rüyadan uyanır gibi yaşanmış olmalıydı sevmek. Sevmişsek eğer perdenin arkasındaki görüntülere güvenmek zorundaydık. Ama hayat yanıltır, öyküdeki bilgede şaşırdı bilemedi aşk karşısında ne yapacağını, çünkü aşk kanunsuz gezer içimizde, kendimizden sakınırken, ruhumuz her geçitten kanayarak geçer, anısız yaşar düşünceler. Mutlu anlar bu yüzden unutulamaz ve azdır, ömür boyu bedellenir istekle anılmaya?
Yazan: Ceylan Koryürek
ceylankoryurek@gmail.com

Kitabın Künyesi
Hayatın En Mutlu Anı,
Erendiz Atasü,
Everest Yayınları,
Mayıs 2010
140 Sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir