Mutlu Olma ?Garantili? Hayata Katlanabilme Dersleri – Duran Aydın

Bildiniz: Gençler ?şiirsiz? artık! Gençliklerini şiiri gereksinmeden yaşayacakları yanılsamasındalar!
Ama durun,sizler; örneğin bu yazıyı okumaya başladığınız için, ‘o’ gençlerden farklısınız! Benim çocuklarımdan da farklısınız! Çünkü bırakın benim yazdıklarımı, evdeki kitaplardan,dergilerden bile habersizler! Eve giren gazete sıkıntı kaynağı, bir kağıt parçası! Okulda ‘müfredat’tan öğrenebildikleri,onları hayat boyu ‘idare eder’ nasıl olsa. Okumuyor,bilmiyor,tanımıyorlar! ‘Sistemin kurbanları!’ demek,sorunu açıklamaya yeter mi? Ana_babayı da bir yerde aşan, trajik bir çözülme var; evlerimizde,ensemizde! ‘Ocağımıza ateş düşmüş!’ sanki…
İşte bu nedenlerle, rahatlıkla görülebildiği üzere; çevremizde,sokağımızda çocuklar evet, şiirsiz büyüyorken (Bitkilerin de susuz büyüyemeyeceği görmezden gelinerek!) sizler, şu an bu dergiyi elinizde tutuyor,şiirleri, deneme yazılarını, öyküleri vb. okuyorsunuz ki onun için farklısınız! Ya da ben öyle sanıyorum… Kendimiz yazıp kendimiz okuyorken kimileriniz de; yine bulvarlarda, rengarenk ışıklı caddelerde edebiyatsız edebiyatsız ‘cafe’lerde takılıyorsunuz! Sanal sanal tutuyorsunuz ellerinizi. Teninizi jiletleyen yağmurlu akşam rüzgarlarında şiirin sıcaklığına sığınmayı düşünmüyorsunuz!
Arkadaşlar,gençler… ‘Mektup’ sözcüğünün bile unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde; bilir misiniz ki biz orta yaşlılar bir zamanlar birbirimize mektuplar yazardık. Yani beyaz,çizgisiz ‘parşömen’ diye anılan kağıtlara, kalp atışlarımızı nakışlardık… Canımızı sererdik sevdiğimiz insanların yoluna, sözcükleri gül sayarak. Sitemimiz, kederimiz, acımız ve özlemlerimizin aynasıydı mektuplarımız. Şu an sizlerin cep telefonlarında, sözcüklerini bile eksiksiz yazmaya üşendiğiniz ‘mesajlarınız’ gibi soğuk değildi o mektuplar.
Bir de onlara iliştirdiğimiz şiirler… Şiirler ki her üçümüzden beşimizin kendimizi şairden saydığımız; içimizdeki ‘sus dağları’nın dile gelmiş,söze vurmuş biçimleri…
Günlerce yolunu gözlerdik; zula köşelerde, alacakaranlık kuytularda gönül düşürdüğümüz kızların… Ki ellerine tutuşturuverelim bir mektup, bir şiire gizlediğimiz nabız atışlarımızı… Uğruna dünyaları yeniden yaratabileceğimizi anlattığımız, ‘en kahraman hallerimiz’in belgesini yani…
Ancak üzülerek görüyoruz ki bu günlere ne mektup kaldı,ne o mektupları birbirlerine verecek kırılgan ruhlu gençler! Şimdi yalnızca ‘çiftleşiliyor!’ Aşklar ‘eskitiliyor’, ‘yeni aşklara yelken açılıyor!’
Neredeyse o gençlerin, bizim gençlik yıllarımızda çoğunca ayıpsadığımız ‘romantizm’i bile yüreğimizi ışıtacak… Bir tek ‘Sevgililer Günü’nde bunu anımsayan; şarkısız, şiirsiz, ay ışıksız bireyler olmayalım…
Yalnızca şiirin değil, öykünün, romanın da büyüsünden, gizeminden, gücünden, yaşamsal vitamininden yoksun ‘yuvarlanıp gitmeyelim!’
Oysa güneş kadar, su kadar, ekmek kadar olmasa da, şiire gereksinmemiz olduğu gerçek. Ve çok iyi bildiğiniz kuşkusuz ki biz insanların ‘can yelekleri’mizdir, kimi zamanlar şiir.
İsyanımızın estetik dilidir…Küfrümüzün gül demeti!
Sayıca az da olsalar şiirsever gençlerin yüreklerine, beyilerine onca şiir sevgisini tohumlayan, beğenisi nitelikli çağdaş öğretmenler olmasaydı; bu kadar şair de yetişmezdi bu ülkede öyle değil mi?
Paranın insanı esir aldığı, uğruna gönüllü köleliğin kabul edildiği, insancıl değerlerimizin hızla erozyona uğradığı düşünüldüğünde, görüyoruz ki nitelikli öğretmen sayısı da hayli yetersiz.
Bizler yine de gönlümüzü serin tutmak istiyoruz. Çünkü şairler öğretmenlerinin, ‘şair’ olabilmelerindeki payını, önemini hiçbir zaman unutmazlar.
Şiire ilgi duyan genç insanlarla karşılaşmak, küllerin altındaki ‘kor’u görmemizi sağlıyor; kardelenler insana beslenen umudun canlandığını duyumsatıyor…
Teknoloji iyi,güzel; ancak doğru kullanıldığında yararlı olabiliyor. Günümüzde, ‘yan etkileri’nin daha ağır bastığı rahatlıkla söylenebilir.Çünkü, bakın göreceksiniz; çocukların ayaklarını yerden kesti! Toprakla, sokakla olan yaşamsal bağlarını kopardı.
Bildiğiniz gibi; toprağa ayakları değmeden, sokağın tozunu, çamurunu yutmadan büyüyor çocuklar artık. ‘Hücre’lerinde, bilgisayar karşısında; güneşin doğuşundan, batışından bile habersizler! Balkonda, salonlarımızda saksıdaki süs bitkileri gibiler!
Doğada özgürce yetişen; yaban hayatın zorluklarını göğüslemeyi kendi başlarına öğrenen bitkilerin, direnme gücünü anımsayalım…
Üzülerek söylüyoruz ki toprağın, yeşilin, ağacın, doğanın beton çöplüğüne dönüştüğü kentlerimizde; hızlı yaşayıp çabucak yaşlanan gençler için ‘umut’ yalnızca bir ‘düş’ artık!
Biz yaştakilerin, geçmişte kalan ortaklaşa yaşadığımız bir ‘masal’ımız var: O masaldaki kahramanların sokak oyunları, unutulmaz hazlarla belleğin albümlerinde yer almayı sürdürür. Uçurtmalarla rüzgara, bulutlara, güneşe ‘selam mektupları’ da gönderilirdi, ilkyazda damarlarımızı zorlayan tazecik kanla…
Tozlu sokaklarda ‘fırıldak’ çevirirlerdi, kaytan ipine sararak… Çelik_çomak oynarlardı. Gazoz kapaklarını biriktirir, onları ‘altın’ değerinde sayarlardı. Sinemaları mı? Olmaz mı? Bu masal kahramanları; hem yazlık,hem kışlık sinemalarda, rüya sokaklarında gezinirlerdi filmler boyu…O sinemaların önünde oluşan kuyruklarda, heyecandan ölünürdü; inanın! Eğer izledikleri filmi ve oyuncusunu sevmişlerse bir hafta, on gün; onun gibi yürür, bakar, sigara içer, saçlarını tarar, kavgada yumruk sallar, sevdiğine o jönler gibi sarılırlardı…
Başlarının üstünde yıldızlar ve ay; yazlık sinemalarda üşüyerek uyuklamanın tadı onlardan sorulmalı.
Elbette; bilgisayar,cep telefonu,televizyon bile yoktu o zamanlar. Tehlikeli değildi bu günkü kadar sokaklar. Sizleri sokaktaki tehlikelerden koruyan anne_ babalarınız, teknolojinin tehlikelerinden ne denli koruyabiliyor?
Bu teknoloji tutsaklığı; bir kediyi okşamadan, tomurcuk bir gülü koklamadan, rüzgarı gömleğine doldurup bayır aşağı koşmadan yaşlanmalarına (!) neden oluyor gençlerin…
Şimdi bütün bütüne gençleri suçlamak, elbette doğru değil… Şiir yazmak da koşul değil! İlgi duymak bile, o ‘farkındalığı yaratmaya’ yetiyor aslında; ama eminim ki şiire ilgi duyan, bir gün mutlaka yazacaktır da…
Kimi akşamlar televizyonsuz yaşamayı deneyebilirsiniz! Göze alın bunu! Teknoloji iyi, güzel bir şey, tamam. Hayatımıza getirdiği kolaylığı hep birlikte yaşıyoruz: Ama teknolojiye tutsak kalmak, yıldızlarla olan ‘muhabbetimizi’ engelliyor! Güzeldir, bir deneyin; gökkuşağına dokunmaya çalışmak, renklerinden akan ışıklarla boyamak sevdiğinizin saçlarını…
Mutlu olma ‘garantili’ hayata katlanabilme dersleri ya da gökyüzündeki şiire yaklaşabilme denemeleri diyebiliriz bütün bunlara…
Hayata şiirle de bağlanın, hep sevin! Böylece ‘bahçenin kıyısından, çiçek açmış erik ağacına’ da ‘borçlu’ kalmadan geçersiniz sokaktan; gönlünüz ışıklı, başınızda sevdalı bulutlar…
Böylesi bir sevgi hayatınıza bir ‘nitelik’ katacak, göreceksiniz… İlişkilerinizi düzenlemenize yardımcı olacak. Konuşmalarınıza, davranışlarınıza yansıyacak.
Sizi ‘değerli’ kılacaktır…

Duran Aydın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir