Nazım Hikmet’in Estetik ve Politikası Üzerine Bir Deneme – Mediha Göbenli

“Memlekete ilk dönüşümde 1925, yığınlara, toplu oldukları bir yerde hitap eden şiir, özü ve şekli bakımından beni ilgilendirmekte devam etti. O devrin şartları içinde şiirlerimi, bir tiyatroda, sırf işçi dinleyicilere sahneden okuyabiliyordum.” (Nâzım Hikmet, Babaev 1982, s. 95)

Nâzım Hikmet’in bu sözleri gençlik arkadaşı Vâlâ Nureddin ile İstanbul’un işgâlinden sonra Anadolu?ya gitmesi (1921), oradan da Moskova’da KUTV üniversitesinde iktisat ve sosyoloji (1922-1924) eğitimi aldıktan sonra ?yeni bir öze göre yeni bir şekil bulma? (Babaev, s. 91) arayışını kapsayan bir döneme aittir. Burada yeni öz elbette işçi sınıfıdır. Pek tabii ki bu yeni öz için şair işçilere sesli okunacak, ajitasyon ve propaganda içerikli şiirler yazacaktı. 1938?e kadar süren bu dönem Nâzım’ın şiiri için bir arayış dönemidir. Gerçi bu dönemde Nâzım Hikmet hapislik ve sansür nedeniyle şiirlerini kendi sesiyle işçilere okuma fırsatı pek bulamayacaktır. Nâzım Hikmet ilk defa 1928 senesinde hapishaneyle tanışacak, 1933-1935 senelerinde tekrar hapsedilecek, ve en uzun içeride kaldığı süre 1938-1950 senelerini kapsayacaktır. Ne trajiktir ki hapishane Türkiye’nin yazarları ve aydınları için önemli bir ‘okul’ teşkil edecektir. Nâzım hapishanelerde toplumun bütün kesimlerinden insanlarla tanışıp, A. Kadir, Kemal Tahir, Orhan Kemal gibi siyasi mahkumların dışında, Anadolu insanıyla buluşacaktır. Hapishane ve sansür dolayısıyla ayrıca Nâzım Hikmet şiirlerini artık sesli okunacak biçimde değilde, mırıldanır şekilde yazıp, ?bir çeşit yeni realizm? (a.g.e., s. 95) görüşüne ulaşacaktır. Şairin kendi sözleriyle:
?Bunları, o günkü memleket şartlarında bir çeşit dumanla örtmek zorundaydım, ancak böylelikle bunları bastırabilirdi. Öte yandan bunlardan bazen Türkiye?nin realitesi bahis konusuydu.? (a.g.e., s. 97)
Zekeriya Sertel’in ‘Mavi Gözlü Dev’ isimli kitabında da tespit ettiği gibi, “artık eskisi gibi uzun sokak nutukları yazmıyor. Bağıra bağıra propaganda yapmıyor. Gene devrimcidir, davasından ve kavgasından bir santim bile geride değildir. Ama, artık şiirlerinde yeni bir ton, yeni bir hava vardır.” (s. 317)

Nâzım Hikmet, estetik ve politika kavramlarını hiçbir zaman birbirinden ayırıp estetiğini siyasi duruşundan soyutlamamıştır. Nâzım Hikmet karşıtları (genelde ideolojisini tasvip etmeyenler) bile onun iyi bir şair olduğunu teslim ederler. Ancak bir şey unutulmamalıdır ki, Nâzım estetik alanda yaratıcı olurken, siyasi alanda mücadeleye daima katkı koymuştur. Şair şiirin bir hedefi, amacı, işlevi olması gerektiğini düşünmektedir. Nâzım Hikmet estetik ve politikanın nasıl mükemmel bir biçimde harmanlanabileceğine örnek gösterilecek bir şairdir.
Bu yazımda, şairin kendisinin de “asıl eseri”[1] olarak gördüğü ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nı ele almak istiyorum. Şair, 1941 senesinde Bursa hapishanesinde ‘İnsan Manzaraları”na başlamış, “Meşhur Adamlar Ansiklopedisi” ismini vermeyi düşündüğü eserinde -ki bunlardan krallar, yönetenler, ünlü kişiler anlaşılmasın, bu büyük insanlar işçi, köylü, yani ?isimsizlerden? oluşacaktı. Birinci baskının önsözünden anlıyoruz ki, şair bu kararını Nazi Almanya?sının Sovyetler Birliği?ne saldırmasıyla değiştirmiştir. ?Memleketimden İnsan Manzaraları? ismin verdiği bu eposta Nâzım Hikmet 20. yy?ın tarihini anlatmak isterken, aynı zamanda faşizme karşı verilen savaşı sonsuz kılmak isteyecektir. Kemal Tahir?e yazdığı bir mektupta ?İnsan Manzaralarıyla? ilgili dört ana hedeften söz edecektir:
“1) İstiyorum ki okuyucu 12.000 mısraı bitirdikten sonra vıcık vıcık insan kaynaşan bir mahşerden geçmiş olsun. 2) İstiyorum ki bu insan mahşerinin konkre ifadesi okuyucuya ana hattında muayyen bir devirdeki, muhtelif sınıflara mensup Türkiye insanları vasıtasıyla Türkiye?nin muayyen bir tarihi devredeki sosyal durumunu anlatsın. Tabii donmuş bir halde değil diyalektik seyri ve akışıyla. 3) İstiyorum ki, ikinci planda, Türkiye?nin cemiyetini çevreleyen dünya durumu [“] anlaşılsın. 4) İstiyorum ki “nerden gelinip, nerede olunduğu, nerede gidildiği sualine- sahanın içinde azami imkanlarla cevap verilsin.” (Kemal Tahir?e Hapishaneden Mektuplar, s. 138)
Epos?un sonuna geldiğimizde Nâzım Hikmet?in bu hedeflerini çok ötesinde gerçekleştirdiğini görmekteyiz. Öte yandan şairin 1950 senesinde hapisten çıkışında 66.000 mısra mevcutken, 1965?te eserin kendi dilinde yayınlanmasında 17.000 mısra kalmıştır. Nâzım Hikmet eserine el konulması tedirginliğiyle sürgüne gitmeden önce destanın bazı bölümlerini arkadaşları arasında dağıtır. Bu arkadaşlarından bazıları yakalanma korkusundan ellerindeki sayfaları yakıp yok ederler.

“İnsan Manzaraları” beş kitaptan oluşmaktadır. Birinci kitap İstanbul?da, Haydarpaşa garında başlar. Anlatı zamanı ve mekânı tam olarak görsel bir aura içinde verilmiştir:
“Haydarpaşa garında/ 1941 baharında/ saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş/ yorgunluk/ ve telaş.
Bir adam/ merdivenlerde duruyor/ bir şeyler düşünerek.
Zayıf./ Korkak./ Burnu sivri ve uzun/ Yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam/ -Galip Usta ” /
Tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur.? (Hikmet, 2003, S. 11)

Kitabın bu bölümü için Galip Usta karakteri belirgindir. 52 yaşında, hayatı boyunca, öncelikle “ya işsiz kalırsam” diye düşünmüş ve 52 yaşında işsiz kalmış bir işçi. Galip Usta eserde ait olduğu sınıfın “tipik” özellikleriyle karşımıza çıkan 300 kişiden biridir. Birinci kitap Haydarpaşa garında başlayıp, 15.45’te Eskişehir?e hareket eden trenin ?510 numaralı üçüncü mevki vagon?unda 18.38’de Ankara’ya ulaşılana kadar devam eder. Yolcular ?sıradan? insanlar, işçi, köylü, asker ve de tutsaklardan oluşur. Bunlardan bazıları -kelepçeli Halil, Süleyman, Fuat, ve kelepçesiz Melahat- hayat hikâyeleri, dünya görüşleri ve düşündükleri ile bütün destanı takip edecektir.
Tutsaklar garın merdivenlerinde oturup hayatını bir film şeriti gibi gözlerinin önünden geçiren Galip Usta?yla karşılaşırlar:
“-Usta, / yine tuhaf şeyler düşünüyorsun./ -Düşünüyorum evlat. / Geçmiş olsun./ -Eyvallah usta.
Düşünmek değiştirmez hayatı.” (s. 18)
Kuşkusuz bu son cümle okurda hemen 11. Feuerbach tezini çağrıştırır: ?Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, sorun onu değiştirmektir.? (Marx/Engels, Alman İdeolojisi, s. 24)
Fuat sadece düşünmenin hayatı değiştiremeyeceğini, bunun için aktif olmak gerektiğini imâ eder. Halil örneğinde olduğu gibi Nâzım Hikmet?ten de otobiyografik özellikler taşıyan tutsaklar, aslında Nâzım?ın dünya görüşüne aracılık ederler. Üçüncü kitapta Halil hapishanede dünyatarihsel (welthistorisch) olayları yorumlayıp, geleceğe dair umutlarıyla karşımıza çıkar. Dördüncü kitapta hatta Nâzım Hikmet, Halil aracılığıyla şair olarak Tanya?ya hitap eder:
?Tanya,/ Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin./ Bursa Cezaevi’nde./ Belki duymamışsındır bile Bursa?nın adını./ Bursa?m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.? (s. 461)
Destanın sonunda ise Nâzım kendisi olarak karşımıza çıkar ve kendini şu şekilde tanımlar:
?Ne kendi milletimden aşağı
ne de üstün görürüm başka milletleri.
Kozmopolit de değilim.
Her komünist gibi haykırırım fakat,
Bütün ülkelerin proleterleri birleşin, diye.?
Ayrıca bu dizelerden şairin kendini nerede konumlandırdığını ve de ?Komünist Manifesto?dan etkilendiğini görmekteyiz.

İkinci kitap başka bir trenin -19?da yine Haydarpaşa garından hareket edecek olan Ekspres?in- yolcularını ele alır ?bunlar gazeteciler dışında yöneten sınıfa mensuptur: siyasetçi, diplomat, tüccar, fabrika sahipleri. Bu kitapta ?Kurtuşuş Savaşı Destanı?ndan da bazı bölümler alınmıştır.
?Onlar ki toprakta karınca/ suda balık/ havada kuş kadar çokturlar,/ korkak/ cesur/ cahil/ hakim/ ve çocukturlar/ ve kahreden/ yaratan ki onlardır,/ destanımızda yalnız onların maceraları vardır./ (…)/ Asırda onlar yendi, onlar yenildi./ Çok sözler edildi onlara dair/ ve onlar için:/ ?zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur, denildi.?
Keza bu dizelerde de Nâzım Hikmet?in tarihsel materyalist anlayışı ve algılayışı apaçık ortadadır: Tarihi yapan özneler olarak insan, ?ve kahreden, yaratan ki onlardır? gibi kavramlar sınıf mücadelesine göndermede bulunmaktadır. ?Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri? olmayanlar tarihte son ezilen sınıfın kurtuluşunu gerçekleştirecek olan işçi sınıfıdır.

Üçüncü kitabın geçtiği mekan hapishane ve hastanedir. Burada Halil, diğer tutsaklar, işçi, köylü, genç/çocuk mâhkumlar yer alır. Dördüncü kitap ülke sınırlarını aşıp, ikinci dünya savaşına, Sovyetler Birliği?ne, Nazi?lere karşı savaşa, Fransız solunun faşizme karşı direnişine ve partizanların savaşımına kadar ulaşır.

Tamamlanmamış olan beşinci kitapta Türk toplumunda savaşın yansımaları, çekilen zorluklar ve katı yaşam koşulları, Halil?in eşi Ayşe?den gelen mektuplar, Fuat?ın hapisten çıkışı ve dışarıda geçen hayatı anlatılır.

Nâzım Hikmet bu eserinde farklı kesimlerden somut ve canlı ?tipler? seçmiştir; şiirin sınırlarını aşarak, hikâye, destan, tasvir, diyalog, monolog, bilinç akışı, rüya ve mektuplar gibi farklı edebi türleri ve anlatı biçimlerini harmanlamıştır. Şair, tiyatro, sinema, fotoğraf, resim gibi sanat alanlarının tekniklerini de ustaca uygular. Dili anlaşılır ve akıcıdır. Nitekim, Orhan Kemal ve Zekeriya Sertel?i yazdıklarından, destanın herkes için anlaşılırlığını test etmek için diğer mâhkumlara bölümler okunduğunu öğreniriz. Her sözcük büyük bir özenle seçilmiş, süslemelerden kesinlikle kaçınılmış, ifade biçimleri doğrudandır.

Nâzım Hikmet, eposuyla ?muayyen bir devirde? tarihsel ve toplumsal bir imgeyi yakalamaktadır. Burada Nâzım Hikmet?in tarihsel algılayışı ile Marksist kuramcı Walter Benjamin?in tarih anlayışı arasında bir analoji kurabiliriz. Benjamin 6. tarih tez?inde şöyle bir tespitte bulunmaktadır:
?Geçmişi tarihsel olarak kurmak ?onu geçrekten olmuş olduğu gibi? tanımak değil, tehlike ânında birden parlayıveren anıyı ele geçirmektir. Tarihsel maddeciliğin meselesi, tehlike ânında tarihsel öznenin karşısında beklenmedik bir şekilde beliriveren geçmiş imgesini alıkoymaktır.? (s. 41)
Benjamin bu makalesinde diyalektik materyalist tarih kuramını temel alıp, tarihsel maddeci ile ?historisist? arasında ilginç bir ayrım yapar: historisist galip gelenin yanında yer alırken, tarihsel maddeci daima ezilen sınıfın yanındadır, dolayısıyla ?tarihin havını tersinden? taramasını bilendir. Benjamin?in tarih kuramının çatısını oluşturan tarihsel materyalizm kavramının altında ?sınıf mücadelesi?, ?kültürel zenginlikler?, ?diyalektik?, ?devrimci sınıf?, ?barbarlık belgesi? olarak kültür ürünü gibi kavramlar toplanır.

Nitekim Nâzım Hikmet de bu eserinde ?muayyen bir devrede? ?tehlike ânında birden parlayıveren anıyı? ele geçirmektedir. Bu ele geçirme, yani gerçekliğin poetik anlatımı tarihsel perspektif aracılığıyla gerçekleştirilir. Bu demektir ki, her şey, her olgu tarihsel bir süreçten geçer. Tarihte duraksama yoktur, aksine tren burada harekete tekabül etmektedir. Nitekim trenin iki işlevi vardır: Bir yandan tarihsellik, öte yandan toplumdaki sınıf ayrımını anlatmada bir araçtır.

?Memleketimden İnsan Manzaraları? farklı edebi türlerin ve biçimlerin karışımıyla Türk edebiyatında o zamana kadar görülmemiş yepyeni bir türdür. Nâzım Hikmet, kitabının İtalyanca baskısı için yazdığı ön sözde ?Ben şimdi bütün şekillerden faydalanıyorum. Tersini de yapıyorum. En basit konuşma diliyle, kafiyesiz, vezinsiz de şiir yazıyorum. Sevdadan da, barıştan da, inkılâptan da, hayattan da, ölümden de, sevinçten de, kederden de, umuttan da, umutsuzluklardan da söz açıyorum, insana has olan her şey şiirime de has olsun istiyorum.? (Babayev, s. 98) demektedir. Bu sözlerden de anlaşılabileceği gibi, şair hayata sımsıkı bağlıdır; sanat anlayışını bu doğrultuda biçimler. Ancak estetik anlayışı güzelin öğretisi değildir, aksine insan mücadelesine tekabül eder. Şairin kendi sözleriyle:
?Komünist oldum olalı, güzel sanatlardan beklediğim, istediğim şey, halka hizmetleri, halkı güzel günlere çağırmalarıdır. Halkın acısına, öfkesine, umuduna, sevincine, hasretine tercüman olmalarıdır. Sanat telâkkimde değişmeyen işte budur.? (Nâzım Hikmet, Babayev, s. 99)

Kaynakça:
Babaev, Ekber (1982). ?Nâzım Hikmet?in Sanatı?, Türkenzentrum Berlin (Haz.). Nâzım Hikmet. Berlin: Elefanten Press, s. 88-99.
Benjamin, Walter (2001). Son Bakışta Aşk. Çev. Nurdan Gürbilek: Metis Yay.
Nâzım Hikmet(2002). Kemal Tahir?e Mektuplar. Istanbul: Tekin Yayınevi.
Nâzım Hikmet (2003). Memleketimden İnsan Manzaraları. Istanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Orhan Kemal (1976). Nâzım Hikmet?le Üç Buçuk Yıl. Istanbul: Tekin Yayınevi.
Sertel, Zekeriya (1996). Mavi Gözlü Dev, Nâzım Hikmet ve Sanatı. Istanbul: Bilge Yayınları.
Vâ-Nû, Vâlâ Nureddin (1999). Bu Dünyadan Nâzım Geçti. Istanbul: Milliyet Yayınları.

[1] Zekeriy Sertel, s. 310.

Yazan: Doç. Dr. Mediha Göbenli

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir