Nedir aradığı? Bir yer, bir toprak parçası mı? Belki bir göçmendir o; yerinden, yurdundan uzak düşmüş.

knut_hamsunBozkırı aşan, ormana tırmanan şu uzun, upuzun yolu ilk önce kim açtı? İnsan, buraya ilk gelen insan. O gelmeden yol falan yoktu. Ondan sonra da şu, bu hayvan, bataklıktaki, fundalıklardaki belli belirsiz izden geçerek, onu daha derinleştirdi. Bundan sonra da yine bir Lapon yolun kokusunu aldı, rengeyiğini aramak üzere tarladan tarlaya giderken bu yoldan geçti. Bütün o Almenning bölgesini baş­tan başa aşan yol işte böyle ortaya çıktı: Sahibi olmayan ortaklama bir yol; hiç kimsenin toprağı değil.

Adam geliyor, kuzeye doğru, yürüye yürüye. Arkasına bir çuval yiyecekle birkaç da araç yüklenmiş, iri yarı, kaba saba bir adam bu; kızıl bir sakalı var; yüzünde, ellerinde de ufak yara izleri … eski yaraların yeri . işten dolayı mı olmuş bunlar, yoksa kavgada mı? Belki de adam hapisten kaçmış da saklanacak yer arıyor; ya da huzur arayan bir filozof.
Öyle yada böyle; geliyor işte … bu büyük ıssızlık içinde bir adam. Çabalayarak ilerliyor. Çevresinde kuş da susmuş, canavar da. Arada bir ağzından bir iki laf çıkıyor, kendi kendine konuşuyor.
– Hey, hey … Eh, eh …
Böyle söylüyor kendi kendine. Şurada burada, fundalıkların yerini daha doğru dürüst bitkilerin aldığı yerlerde, orman ortasında açıklık bir yerde, çuvalı yere bırakıyor, o dolayları kolaçan etmeye çıkıyor. Biraz sonra dönüp geliyor, çuvalı yine sırtına yükleniyor, yeniden çabalayarak yola koyuluyor. Bütün gün hep böyle; vakti güneşten anlayarak gidiyor. Karanlık basıyor. Adam kendini fundaların üzerine atıyor, kolunun üzerine kıvrılıyor.
Birkaç saatlik dinlenme; sonra yeniden yola koyuluyor.
– Hey, hey … Eh …
Yine kuzeye doğru; vakti güneşten anlayarak. Arpa çöreğiyle keçi sütü, dereden biraz su, yine yola. O gün de yol alıyor, çünkü korularda araştırılacak birçok güzel yerler var. Nedir aradığı? Bir yer, bir toprak parçası mı? Belki bir göçmendir o; yerinden, yurdundan uzak düşmüş. Gözünü dört açmış, bakmıyor. Arada bir, bir tepenin üzerine çıkıyor, bakınıyor.
Güneş bir daha devriliyor.Adam bir vadinin batı ucundan doğru ilerliyor. Ağaçlık bir yer; çamlar, köknarlar arasında bol yapraklı ağaçlar, altlarında da otlar.
Saatlerce böyle … Alacakaranlık çöküyor. Kulağına uzaktan uzağa bir akan su sesi geliyor, bu ses onu canlı bir varlık sesi gibi canlandırıyor. Yamacı tırmanıyor, aşağıda yarı karanlığa bürünmüş vadiyi görüyor; ardında da güney ufukları . Dinlenmek üzere yatıyor.
Sabah onun gözleri önüne çayırlık, koruluk geniş bir manzara seriyor. Aşağı iniyor. Yeşil bir yamaç var. Daha aşağıda da bir dere pırıltısı; bir de tavşan zıplayıp duruyor.
Adam başını sallıyor, onaylar gibi. Dere pek geniş değil ama, tavşan bir sıçrayışta karşıya geçebilir. Yuvasının üzerinde sıkı sıkı oturan bir beyaz dağ horozu onun ayak sesine, öfkeyle tıslayarak, doğruluyor: ·Tüylü av hayvanları, postlu av hayvanları … Güzel bir yer burası. Yeri çalılar, yaban mersinleri, böğürtlenler kaplıyor; bodur eğreltiotları da var; bir de kışın yaprağını dökmeyenlerden yedi uçlu yıldız çiçekleri.

Şurada burada duruyor, bir demirle yeri kazıyor, bin yıllık çürümüş odunla, kuru yaprakla gübrelenmiş güzel gevşek toprak, kuru yosunlu toprak buluyor.

Kendime kalacak, yaşayacak bir yer buldum, der gibi başını sallıyor. Evet, burada kalacak, burada yaşayacak.
iki gün, o dolaylardaki toprakları gözden geçirmeye gidiyor, akşama yine yamaçtaki yerine dönüyor. Geceleri çam yığınından bir yatak üzerinde uyuyor. Daha şimdiden burada kendini evindeymiş gibi sayıyor, tepesine dikilmiş kayanın dibinde çamdan bir yatakta.

işin en zoru bu yeri bulmak olmuştu; bu kimsenin olmayan yeri, kendi yerini. Şimdi günlerini dolduracak bir alay işi vardı. Hemen işe koyuldu: Daha ilerideki korulara gidiyor, ağaçların suyu çekilmeden, akçaağaç kabuklarını soyuyordu. Kabuğu eziyor, kurutuyor, koca bir yığın olunca ta kilometrelerce geriye dönüp köye götürüyor, yapılarda
kullanılmak üzere satıyordu. Sonra yine yamaca dönüyordu, yiyecek, araç dolu yeni çuvallarla. Un, domuz eti, tencere, kürek …
Geldiği yolları bir daha tepiyor, boyuna yük taşıyarak. Sanki dünyaya yük taşımak için gelmiş … Ormanda yalpa vura vura giden, insan biçimi bir kayık … Al sanki uzun yollara düzülüp taban tepmeyi, ağır yükler taşımayı pek seviyormuş gibi; sanki insanın sırtında bir yük olmadıkça hayat pek miskin bir şey olurmuş, onun için yaşamak sayılmazmış gibi.

Knut Hamsun
Toprak Yeşerince
Kastaş Yayınevi
2013

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Diyarbakır Ölüleri – Nevzat Çelik (Seslendiren: Grup Merhaba)

Next Story

Kitap İncelemesi: The Godfather Mitosu – Serdar Durdu

Latest from Knut Hamsun

En Karanlık Işık: Knut Hamsun

Norveç ve dünya edebiyatının en büyük yazarlarından, 1920 Nobel ödülü sahibi Knut Hamsun, ikinci dünya savaşı yıllarında, henüz ülkesi işgal edilmeden evvel Nazi taraftarlığı

Knut Hamsun – Sabahattin Ali

Son devir dünya edebiyatında şöhretleri kendi memleket hudutlarını aşmış ve dehâları sağken teslim edilmiş birkaç isim söylemek istenirse aklımıza evvelâ şu dört isim gelecektir:
Go toTop