Notaların beynimize iltimasıdır müzik

Nörolog Oliver Sacks?ın ?Müzikofili? kitabı nöroloji ile müzik arasındaki keşfedilmeyi bekleyen muazzam ilişkiyi ele alıyor. Kolunu kaybeden piyanistin fantom uzuv ağrısının ritmik olması, Alzheimer hastalarının müzikle iletişim kurabilmeleri gibi.

İngiliz asıllı Amerikalı nörolog Oliver Sacks (81) çizgi dışı bir bilim adamı. Yaklaşık 45 yıldır yazıyor. ?Yazacak elbet, bilim adamı değil mi?? diye sorulabilir. Ama o, mesleğiyle ilgili akademik kitaplar kaleme almaktan ziyade, yine mesleğinden kaynaklanan son derece enteresan öyküler aktarmayı seviyor. Sacks?ın ?bilim tadında öykü yazarlığı? diye tanımlanabilecek kariyeri 1973?te ?Uyanışlar?la (Awakenings) başladı. Büyük ilgi gören eser, 1990?da Robert de Niro ve Robin Williams?ın başrollerini paylaştıkları Oscar adayı bir filme de dönüştü. Bu ilk deneyimin ardından kalemini özleten Sacks 1984 yılında, başından geçen bir kazayı tüm ayrıntılarıyla anlattığı ?Dayanacak Bir Bacak? (A Leg to Stand On) isimli ?yaşantı? türündeki kitabıyla bir kez daha edebiyat sahnesine çıktı. Bir yıl sonra sökün eden, ?Karısını Şapka Sanan Adam? (The Man Who Mistook His Wife for a Hat-1985) ise onu dünya çapında üne kavuşturdu.

Sacks Türkiye?de defalarca baskı yapan bu eseriyle ülkemizde de hatırı sayılır bir üne sahip oldu. ?Sesleri Görmek? (Seeing Voices-1989), ?Mars?ta Bir Antrolopolog? (An Anthropologist in Mars-1995) adlı kitaplarını Mikronezya?ya gezisi sırasındaki ilginç bir nörolojik vakayı anlattığı ?Renkkörleri Adası? (The Island of the Colorblind-1997) takip etti. Eğreltiotlarına duyduğu sevgiden yola çıkarak yazdığı ve ilginç bir doğa kitabı olan ?Oaxaca Günlüğü?nden (Oaxaca Journal-2002) sonra?Tungsten Dayı?yı yayımladı. Türkiye?de de sevilen bir yazar olan Sacks?ın en son 2010 yılında ilk kitabı ?Migren?i (1970) yayımlanmıştı. Bu yüzden Sacks meftunları, 2007?de yayımlandığında dünyada muazzam ilgi gören kitabı ?Müzikofili-Müzik ve Beyin Öyküleri?nin (Musicophilia, Tales of Music and the Brain-2007) Türkçeye kazandırıldığına, eminim çok sevinecektir.

OKUMAYA 22. BÖLÜMDEN BAŞLADIM
?Müzikofili – Müzik ve Beyin Öyküleri?nde ise Lilian Kalir ve Ray G. benzeri 29 ayrı vaka yer alıyor. Sacks amatör piyanistliği de olan, müzik sanatıyla hayatı boyunca yakın ilişki kurmuş bir bilim adamı. Müzik yeteneğinin yazarımıza babasından kalıtım yoluyla geçtiği anlaşılıyor: ?Babamın kafasının içinde emrine amade eksiksiz bir orkestra vardı sanki. Ceplerinde her zaman iki üç tane minyatür orkestra partisyonu bulunur, gün içinde hastalarını muayene etmekten fırsat buldukça bunlardan birini çıkarıp kafasının içinde küçük bir konser verirdi.? (Sayfa 42). Sacks müziğe yönelik bu büyük ilgisini ?Müzikofili?nin önsözünde yazıya dökmüş: ?1966?da, müziğin Uyanışlar?da anlattığım ağır parkinsonizm hastaları üzerindeki olağanüstü etkisine şahit oldum ve bu karşılaşma beni müzik üzerine düşünmeye, yazmaya yöneltti. O zamandan beri hayal bile edemeyeceğim şekillerde sık sık karşıma çıkan müzik sürekli dikkatimi ona yönlendirmemi talep ederek beynin hemen tüm fonksiyonları üzerindeki etkilerini sergiledi – hayatın bütününde aynı ölçüde etkili zaten.? Yani müziğin insan beyni ile bağlantısı, onun en az 40 yıldır kafa yorduğu bir mesele. Mesela eline geçen her yeni nöroloji ya da fizyoloji kitabının dizininde ilk olarak ?müzik? maddesine bakıyormuş.

?Madem 40 yıldır müzik-beyin ilişkisi üzerine kafa yoruyor, Müzikofili?yi yazması neden bu kadar uzun sürdü?? diye sorulabilir. Yazarımız bu gecikmeyi, ?müzikal olgu tarihçeleri?ne geçmiş yıllarda az rastlanmasına yoruyor. 1980?lerden önce müzikle ilgili hemen hiç nörobilimsel çalışma yapılmadığını kaydeden Sacks?a göre, ?son yirmi yılda insan beynini müzik dinlerken, müziği zihninde canlandırırken ve hatta bestelerken görebilmemizi sağlayan yeni görüntüleme teknolojileri sayesinde bunların hepsi değişti.?

Nörolojik temelli birçok farklı vakanın anlatımından oluşan kitabı okumaya 22. bölümden başlamamın sebebi, ?Küçük Kas Atletleri: Müzisyen Distonisi? başlığını taşıyan bu bölümde, gençlik yıllarımdan beri severek dinlediğim dünyaca ünlü ABD?li piyanist Leon Fleisher?ın başından geçen hastalığın anlatılmasıydı. Kariyerinin ilk yıllarında fırtına gibi esen Fleisher (85), 1963 yılında sağ elinin parmaklarında kendiliğinden oluşan sakatlığın kalıcılaşması üzerine piyanistliği bırakıp öğretmen olmak zorunda kalmıştı. Sonradan sol el piyano repertuvarına eğilen Fleisher?ın imdadına, onun gibi ?distoni? tanısı konulan hastaların iyileştirilmesi için 1980?lerde geliştirilen botoks tedavisi yetişti.

Oliver Sacks, o dönemde kendisiyle irtibata geçen Fleisher?ın tedavi sürecinden başarıyla çıkmasını, bir zamanlar ortalığı kasıp kavuran bu piyanistin, başına gelen felaketin ardından 30 yıl sustuktan sonra, 1996?da iki elini de kullanarak konserler vermeye başlamasını gayet hoş bir dille anlatıyor. Fleisher?ın, ziyaretine geldiğinde, parmaklarını dikkatlice esnettikten sonra, 1894 yapımı Bechstein marka piyanosuna oturup Bach?ın bir koralini çalışını da anlatıyor Sacks. Bu bölümde ünlü piyanistin meslektaşlarına yönelik sağlık öğüdü ise hayati önem taşıyor.

RİTİMLİ FANTOM AĞRISI
Öte yandan, 1. Dünya Savaşı?nda sağ kolunu yitiren -ve Fleisher gibi piyanistlerin imdadına yetişen konçertoları zamanın büyük bestecilerine sipariş eden- piyanist Paul Wittgenstein?ı elbette iyi biliyordum ama onun tıpta ?fantom (hayalet) uzuv fenomeni? olarak bilinen özelliğe sahip olduğundan haberim yoktu. Filozof Ludwig Wittgenstein?ın kardeşi olan bu hayli varlıklı piyanist, ampütasyon sonrası, sanki o kolu hâlâ orada duruyormuş gibi, sağ elinin parmaklarını hisseder, çaldığı sırada güdük kolu ajite hareketlerle sürekli kımıldarmış. Öğrencisi Erna Otten, hocasının kullanamadığı sağ eli için yaptığı parmak seçimlerinin daima doğru çıktığını söylüyor. Sacks?ın günümüz tıp tekniğinde yaşanan gelişmelere atfen, ?güçlü fantom hisler ve iradeyle yönetilebilen fantom hareketlerin biyonik uzuvları başarıya ulaştıracağı? yolundaki kehaneti ise okura asla ?fantomvari? gelmiyor.

Mozart?ın sergilediği tuhaf davranışların açıklanmasında da kullanılan Tourette sendromundan mustarip hastaların istem dışı tiklerinin özellikle ritim yönünden zengin müzikler icra ettiklerinde ortadan nasıl da kalktığının anlatıldığı 18. bölüm de fevkalade ilginç. Duyusal bir deneyimin anında ve otomatik olarak başka bir duyusal deneyimi tetiklemesi olarak açıklanıyor ?sinestezi?. En basit anlatımıyla ise, kişinin örneğin müzik dinlerken notalarla bağdaştırdığı renkler görme yetisine deniyor, buna sahip olan insan da sinestet olarak tanımlanıyor. Müzik tarihinin belki de en ünlü sinesteti Rus besteci Alexander Skriyabin?dir. Şimdilerin ünlü piyanisti Helene Grimaud, bizden de piyanist Anjelika Akbar sinestet olduklarını açıklamışlardı. Ama Sacks, iki bin kişiden birinde görüldüğünü söylediği sinestezinin, hastalık olarak addedilmediği için (semptom değil beceri), aslında toplumda daha yaygın olduğunu söylüyor. Sadece müzikle ilintili değil bu beceri ama en sık rastlanılan türü müzik sinestezisi.

Nörolog Oliver Sacks?ın görev yaptığı hastanede en fazla sayıda misafir edilen hastalar olduğunu söylediği, çoğu Alzheimer?e yakalanmış demanslı hastaların müziğe verdikleri tepkiler, zihinsel yetileri ciddi anlamda zarar gören insanların, başka hiçbir şeyi artık doğru düzgün yapamasalar bile, müzik beğenileri ve müzik yapma yeteneklerini hâlâ koruyabildiklerinin bir işareti. Müziğin demans hastaları üzerindeki yatıştırıcı ve sağaltıcı etkisi üzerine satırlarını çok önemli bulduğum Sacks?ın, kitabın sonundaki şu satırlarına katılmamak elde mi? ?Bu denli kolay ulaşılabilir olması, gündelik hayatta önemini yok saymamıza neden olabilir: Bir radyoyu açar, kapar, bir melodi mırıldanır, ayağımızla tempo tutar, eski bir şarkının sözlerinin zihnimizde dolandığını fark eder ve üzerinde hiç durmayız. Oysa demans yüzünden yolunu kaybedenler için durum farklıdır. Müzik onlar için bir lüks değil, gereksinimdir ve müziğin onları bir süreliğine de olsa kendilerine ve başkalarına kavuşturma gücü başka hiçbir şeyde yoktur.?

YILDIRIM ÇARPINCA PİYANOYU KEŞFETTİ
Kitapta öyle ilginç öyküler var ki, saymakla bitecek gibi değil… Telefonda konuştuğu sırada yıldırım çarpması sonucu bir anda müzik ve özellikle piyano müziği tutkusuyla yani ?müzikofili? ile yanıp tutuşan bir adama dönüşen 42 yaşındaki ortopedi cerrahı Tony Cicoria?nın ?garip? öyküsü aynı zamanda kitaba da ismini vermiş. Müzik dinlediği sırada epilepsi nöbetleri geçiren kişiler olduğunu biliyor muydunuz? Nöbet geçirdikten sonra kendisini bu hale sokan müziğin ne olduğunu sonradan kesinlikle hatırlayamayan Jon S. veya Meyebeer?in ?Le Prophete? operasını izlediği sırada geçirdiği epilepsi nöbetinin ardından aşırı duyarlı hale gelen kulağı yüzünden nöbetleri artan ve sonunda korkudan müzik dinleyemez hale gelen 19?uncu yüzyılın müzik eleştirmeni Nikonov bu türden kişilere iki örnek. Sacks?ın, ?Shine? filmi sayesinde fenomene dönüşen ve son yıllarda ülkemizde verdiği resitallerle de gündeme sık gelen Avustralyalı piyanist David Helfgott vakasını da masaya yatırmış olmasını beklerdim ama anlaşılan, Helfgott yeterince ilgi çekici gelmemiş Sacks?a.

Bu kitabı okuduktan sonra, müziğin, varoluşumuzun en temel öğelerinden biri olduğunu bir kez daha anladım. İlkçağlardan bugüne insanoğlu önce eline geçirdiği birtakım araçlarla, sonra da icat ettiği enstrümanlar ve elbet sesiyle müziği yarattı ve kendini onunla ifade etme çabasına girişti. Oliver Sacks?ın kitabının önsözünde alıntıladığı Arthur C. Clarke?ın ?Çocukluğun Sonu? adlı romanında, ?bir konser izlemek üzere dünyaya inen aşırı rasyonel Derebeyleri?ni şaşırtacak ölçüde sarıldı insanoğlu müziğe ve ona her çağda sayısız anlam yükledi. Sahip olduğu ?harikulade düzenek? sayesinde, müzik dinlemeyi yalnızca işitsel ve duygusal değil, aynı zamanda motor bir beceri olarak da geliştirdi. Müziği yaratmamız, Darwin?in ?İnsanın Türeyişi?nde altını çizdiği gibi, sahip olduğumuz en gizemli beceridir. Ama aynı ?harikulade düzenek, karmaşık ve gelişkin yapısı yüzünden? diyor Sacks, ?çarpıtmalara, aşırılıklara ve bozulmalara yatkındır.? İşte, ?Müzikofili – Müzik ve Beyin Öyküleri? adlı bu kitap, işler tersine döndüğünde insanın başına gelenleri, bir başka deyişle, insanoğlunun müzikle olan nörolojik düzlemdeki sınavını bugüne dek topladığı enteresan vakaları okurlarıyla paylaşarak anlatıyor. Ve her zamanki açık ve anlaşılır olmayı ilke edinmiş üslubuyla yapıyor bunu. Son olarak, Sacks ile okuru karşı karşıya oturtup aradan çekilen mükemmel çeviri için de tebrikler…

SERHAN BALİ
14 Mayıs 2014, http://vatankitap.gazetevatan.com/

Müzikofili,
Oliver Sacks,
YKY

Bir yorum

  1. müzik ruhun gıdasıdır müzikle yaşadık müzikle yaşamımızı sürdürüyoruz müziklerle anlaşıyoruz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir