O Vakit Son Mimoza – Cemil Kavukçu “insan asıl umudunu kaybettiği zaman ölür.”

O Vakit Son Mimoza“Balıklar karınları yukarı doğru ölürler ve yüzeye çıkarlar; bu, onların düşüş biçimidir.” André Gide

O Vakıt Son Mimoza, Cemil Kavukçu’nun belki en hüzünlü kitabı. Kavukçu’nun, yaşamı her yönüyle kavrayan, her duygunun hakkını veren öykülerinde sıra hüzünde… Ama okuyunca göreceksiniz; en umutsuz anlarımızda bile bahçemize bir fidan diker, bir sokak hayvanıyla dost olur, ölüm döşeğinde gülümseriz. Çünkü insan asıl umudunu kaybettiği zaman ölür.

KİTAPTAN BİR BÖLÜM
“O vakit, değildir bu vakit,” dedi bankacı Sabri Bey.
Sekiz numara yakın gözlüklerinin ardından tuhaf bir
mahlukmuş gibi bira bardağına bakıyordu. Her zamanki
yerini alıp bar taburesine tünemişti. Hiçbir kuşa benzemeyen
bir kuştu ve herkesin kabullendiği, artık kimsenin
dikkate almadığı bir biçimde kendi kendine ötüyordu. İlk
zamanlar yadırganmıştı, “Al bi manyak daha,” denilip arkasından
konuşulmuş alay edilmişti. En çok da elektrikçi
Selami kıl olmuştu bu kendi kendine konuşan adama.
Kaba ve köylü görünümüne karşın usta bir elektrikçidir
Selami ve gömleğinin cebinden kontrol kalemi eksik olmaz.
Onu hayata bağlayan tek nesne, bir köprü. Hatta
Sabri Bey’in iyice uçtuğu bir gece kontrol kalemini eline
alıp, “Şunun sigortalarına bir bakayım mı abiler,” demişti.
Hepimiz gülmüştük, Ender de kollarını iki yana açıp, “Ne
yapayım,” der gibi boynunu bükmüştü. Yani, “müşteri daima
haklıdır” ayakları. Üstelik cüzdanı sağlam ve peşinci
bir müşteri. Sabri Bey bütün bunların farkında değildi;
çünkü o Mimoza’ya geliyor ama başka bir âleme uçuyordu.
Belki de buraya geliş nedeni, o âleme geçişin en kısa
yolunu bulmuş olmasıydı. Birkaç gün içinde alışmıştık
ona, ilgi alanımızdan çıkmıştı. Ama Sabri Bey’in hiçbir
şey yapmadan herkesi kendi alanına çeken ve mahcup
eden tuhaf bir gücü vardı ki, bu sayede kısa sürede saygınlığını
sağlamıştı. Ayrıca Ender için nadir bir müşteriydi.
Hesap takmaz, borç yapmazdı. Eli açıktı. Efendiydi,
ağzından kötü bir söz çıktığı duyulmamıştı, sözün özü
“bey”di o. Kendi kendisiyle yüksek sesle konuşması Sabri
Bey’in ötme biçimiydi; kargadan da, saksağandan da berbattı
sesi. Hepimiz değişik türlerde kuşlardık aslında; ak-
şamla birlikte bakışları hatta bütünüyle yüzü değişen ve
içinden yalnızca gölgeler geçen kuşlar. Akşam olunca gelip
Ender’in Mimoza’sına sığınıyorduk; herkesin tüneği
ve gelme saati belliydi. Sabri Bey yaz kış sekizi geçirmezdi.
Mekân öğleye doğru temizlik için açılırdı, o saatte tek
tük takılan da olurdu. Önceki gecenin izlerini silmeye ve
ortalığı toparlamaya çalışan Zeki’nin bundan hiç hoşlanmadığını
bildiğim halde çok çaresiz kaldığım bir gün ben
de uğramıştım. Gün ışığında hiçbir tadı yoktu Mimoza’
nın. Hatta kasvetliydi. Akşamla birlikte çehresi değişmeye
başlar, gece ise bambaşka bir âleme dönerdi. Ötmeyi
unutanlarımız, kanatlarını nereye bıraktığını bilmeyenlerimiz,
gagalarına sövenlerimiz vardı. Ama Sabri Bey öyle
değildi, kendi kendine yetebiliyordu. Her zaman tek ba-
şına otursa da yalnız olmadığını biliyorduk. Arada gözü-
nün birini kısıp önemli bir şey hatırlamış ya da birini dinliyormuş
gibi başını ağır ağır sallıyor, ardından öfkeli bir
el hareketi yaparak bardağını azarlıyor, sonra da karşısındakini
incitmiş gibi mahcup gülümsüyordu. İşte o zaman
alnı ve göz kenarları daha da kırışıyor, burnu adeta uzayıp
incecik sivri bir gagayı andırıyor, seyrek saçları diken
diken oluyordu. Onu ilk defa gören, içerken yaşadığı de-
ğişimi bilmeyen ağlıyor sanırdı Sabri Bey’i. Kimseye ihtiyacı
yoktu; çünkü o hiçbirimizin görmediği, birbirinden
değerli kalabalık bir arkadaş grubuyla geliyordu meyhaneye.
Sormaya cesaret edemiyorduk; ölmüş ya da izlerini
yitirdiği arkadaşlarıyla mı birlikteydi yoksa bu onun ya-
rattığı bir dünya mıydı? Bilmiyorduk. Kendi aralarında
eğlenir, efkârlanır, tartışır, bazen şarkı bile söylerlerdi. Sadece
Sabri Bey’in sesi duyulurdu doğal olarak ve bu eziyete
katlanmamızın tek nedeni vardı: saygı. Yalnızlığını
böyle giderdiğini düşünüyordum. Sonunda herkes kendince
bir yol buluyordu; yani, peçete kâğıtlarına yüzler
çizen benim gibi, her şeye –Ender’e bile– yeni görüyormuş
gibi bakan elektrikçi Selami ya da, fil gibi bira içen,
içtikçe ağırlaşan, zaten irikıyım olan ve sonunda yürümekte
zorluk çeken Veysel gibi, zihnindeki darmadağınık dü-
şünceleri kovalamasına destek olsun diye hızlı hızlı içen
gizli şair –şairliğini de ben keşfetmiştim– Feridun gibi, garson
Zeki gibi, aşçı ve aynı zamanda bulaşıkçı olan Cengiz
gibi ama en çok da parasızların merhametine sığındığı
buranın patronu ve tanrısı Ender gibi. Ne yazık ki o yalnız
olduğunun bile farkında değildi. Gözüne saray gibi görü-
nen bu salaş meyhanenin padişahıydı. Sarhoşlara hükmetmenin
yanı sıra para da kazanmak istiyordu, isteyecek
tabii. Ama iş parayla bitmiyordu ki…
Her zamanki köşe masamda, sırtımı duvara dayamış
sandalyemde oturuyor ve, “O vakit hiçbir zaman gelmeyecek,”
diyorum. İçimden tabii. Bir yandan da barın arkasında,
hepimizi tehdit edercesine zaman yiyen duvar
saatine takılıyor gözüm. Gecenin onu. Erken. Ender’in
radyodan Türk sanat müziğini açmasına bir, radyonun kapatılıp,
ışıkları kısılarak Seyhun eşliğinde bir orman korosunun
kurulmasına iki saat var. Çaktırmadan Sabri Bey’i
izlerken çok küçük yudumlar alıyorum bitmek üzere
olan rakımdan. Bir kaçış yolu bulmuşsun Sabri Bey, ne
güzel, diyorum. Her şeyden önce yalnız değilsin; tek ba-
şına gelmiyorsun Mimoza’ya. Tıkılıp kaldığımız bu mekân
senin için bir sıçrama tahtası. Göremediğimiz o kişilerle
neler konuştuğunu merak ediyorum. Ses tonunun
değişmesinden, birden yumuşayıp sevecenleşmesinden
anlıyorum ki aranızda bir de kadın var. Seni bu kadar
kahreden de o galiba Sabri Bey. Hikâyenize dahil olmayı
ve eski arkadaşlarını, şimdiki hayaletlerini tanımayı çok
istiyorum. Bana anlatabilirsin, seni hiç bölmeden, soru
sormadan sessizce dinlerim.
Ender’in güçlü sesiyle toparlandım birden, gazino
patronu edasıyla –arada yapar bunu– sanatçısını sahneye
davet ediyormuşçasına ama alaycı bir ifadeyle, “Kim dedi
gelmez diye, işte Baba Hasan huzurlarınızda!” diye haykırdı.

Baba Hasan her zamanki mağrur ve yorgun edasıyla
sağ kolunu hafifçe kaldırarak Ender’in sitemli coşkusuna
karşılık verdi. Taksici arkadaşlarının takıldığı büfede ayaküstü
bir hayli süslendiği belli oluyordu. Ender de bunun
farkında olduğunu belirtmek için öyle davranmıştı.
Dışarıda ya da başka bir mekânda içen müşterilerinin
ona ihanet ettiğini düşünür ve bunu bir biçimde dile getirirdi.
Az çakal değildi. Sabri Bey başını çevirip bakmadı
bile, o kendi âlemindeydi. Hasan Abi’nin huyudur, durumu
iki kelimeyle açıklamasa rahat edemez:
“Hani yanlış anlaşılmasın, ben biraz iyiyim, belki bir
bira, o da Ender’in yüksek müsaadeleriyle.”
Ender’in makyajlı müşterilerden hoşlanmadığını bildiği
halde bunu yapıyor ya, helal olsun ona. Baba Hasan’
ın bu akşam seçtiği masa benimki, gelip karşıma oturdu.
Öne doğru eğilip alçak sesle, “Vermezse çeker giderim,”
dedi, “bir daha da buraya gelmem.”
“Olur mu öyle şey Baba,” dedim, “sen takma kafanı.”
Ender’in buyurgan sesi duyuldu yine, “Zeki, çek bir
bira Baba Hasan’a!”
Zafer kazanmış komutan gibi güller açtı Baba’nın
yüzünde, “Gördün mü ipneyi,” dedi, “nasıl da çark etti.”
“Bize yanlış yapamaz abi, buranın müdavimleri, hatta
kurucularıyız.”

TANITIM BÜLTENİ
İçeri girdiğimizde boş gözlerle tavana bakıyordun. Sonra bize döndün, gülümsemeye çalıştın. Sana başka bir gözle bakıyordum artık. Yalnız ben değil, hepimiz öyle bakıyorduk. Bizi kandırmıştın. Ama en acısı, hiçbir şey olmamış, hastaneye yatacağın güne kadar gizli gizli içmemişsin gibi kandırmaya devam ediyordun. Ne yapabilirdik? Bu koşullarda kızamaz, eleştiremez, kalbini kıramazdık. Olan olmuş, her şey bitmişti artık.
O Vakıt Son Mimoza, Cemil Kavukçu’nun belki en hüzünlü kitabı. Alkol bağımlılığı nedeniyle hastaneye yatırılmış bir dost, zaman kavramını yitirmiş yaşlı bir anne, batmak üzere bulunan, hedefsiz, menzilsiz bir gemiye toplanmış düşsel çocukluk kahramanları… Kavukçu’nun, yaşamı her yönüyle kavrayan, her duygunun hakkını veren öykülerinde sıra hüzünde… Ama okuyunca göreceksiniz; en umutsuz anlarımızda bile bahçemize bir fidan diker, bir sokak hayvanıyla dost olur, ölüm döşeğinde gülümseriz. Çünkü insan asıl umudunu kaybettiği zaman ölür.

KİTABIN KÜNYESİ
O Vakit Son Mimoza
Cemil Kavukçu
Can Yayınları / Öykü Dizisi
Türkçe
96 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 14 x 21 cm
İstanbul, 2015

İÇİNDEKİ ÖYKÜLER
O Vakıt
Fidan
Dörtgen
Zamansızlık
Nasıl Olsa Gideceksin
Bayram Sabahı
Düğün Fotoğrafı
Keçi
Gün Karşılama Töreni

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir