Oğlumu Öldürdünüz Arz Ederim – İsmail Saymaz

12 Eylül 1980 hiç uzak değil. Hele o günden kalan düzenin içindeyken Türkiye, her yerde darbenin açtığı yaralar kanamaya devam ediyorken. Ama bugün ?Zamanaşımı? diyorlar. Oysa işkenceden geçirilenlerin, kaybedilenlerin, idam edilenlerin acıları zaman durmuşçasına taze. Anneler henüz oğullarının mezarını bulamadı. Kadınlar kocalarının, çocuklar anne ve babalarının üniformalı katillerinin cezalandırıldığını görmedi.
İsmail Saymaz ?Oğlumu öldürdünüz, arz ederim? kitabında devletin tetikçilerini, işkencecilerini nasıl koruduğunu anlatıyor. Yargının suçluları adaletten kaçırmasını, Meclis?in örtbas etme çabalarını belgelerle ortaya koyuyor. Bu kitapta adalet hasretiyle 32 yıl geçiren insanlar ?bitmeyen acıyı? anlatıyor. Onların sözleri insanlık suçlarında zamanın adalet için durması gerektiğini gözler önüne seriyor. (Tanıtım yazısı)

Toprağı kazmak, kaydını tutmak… ? Bahadır Özgür
(13/04/2012 tarihli Radikal Kitap Eki)
?Amerikan tarihini öğrenmek için bir kütüphaneye girin, Rus tarihini öğrenmek için toprağı kazın? der, Dostoyevski. Hiçbir şeyi gerçekten daha inanılmaz bulmayan bilinçaltının bu ilk kaşifi, tarihi hakkıyla öğrenmekten ziyade onunla yüzleşebilme cesaretini erdem sayar.
12 Eylül davasının başladığı hafta yayımladığı ?Oğlumu Öldürdünüz Arz Ederim? kitabıyla gazeteci İsmail Saymaz?ın yaptığı da biraz bu aslında. Tıpkı kitabının kapağına koyduğu fotoğraftaki gibi hem o kazıya tanık oluyor hem de çıkanları titizlikle kaydediyor. Ve bir gün herkesin içine sinecek bir yüzleşmenin cephanesi olması umuduyla kütüphanedeki rafa bırakıyor.
Saymaz kitabında; 1978 yılında ilan edilen sıkıyönetim döneminden başlayarak 1980 darbesine uzanan süreçte gözaltında yaşamını yitiren Cemil Kırbayır, Cengiz Aksakal, Nurettin Yedigöl, Ali Ekber Yürek, Fehim Özarslan, Mehmet Ceren ve Cennet Değirmenci?nin öyküsüyle İzmir?de yaşanan ve darbenin nedenleri arasında gösterilen İnciraltı katliamını inceliyor. Arkadaşları ve aileleri ile yüz yüze yapılan görüşmeler gençlerin gündelik yaşamlarına, hayallerine, sıkıntılarına dair portreler çizerken; polis ifadeleri, mahkeme kararları, Meclis zabıtları ile de belgesel nitelikte kanıtlar sunuyor. Aksakal?ın ölmeden önceki son fotoğrafı ve Kırbayır?ın babasının henüz darbe günlerinde başlattığı hukuk savaşının belgesi meçhul dilekçe, ilk kez bu kitapla gün yüzüne çıktı. Nitekim bu detaylar sayesinde de Ankara?da süren davaya ?sıcak? bir delil oldu.

Hep soldan, hep soldan…
Kitabın bir özelliği de Cemil Kırbayır?ın yaşadıklarını okurken okuru Abdi İpekçi suikastından CHP-MSP koalisyonuna, Ecevit?in seçim başarısından İTÜ dekanlarından Prof. Bedri Karafakioğlu?nun öldürülmesine kadar döneme damga vuran başat olaylar hakkında bilgilendirmesi. 32 yıl sonra sadece o günleri yaşayanların hatırladığı, o iklimde büyüyenlerin ise ancak öğrenebildiği olaylar zincirinin fonda akması gerçekten önemli. Zira, meşruiyeti yarattığı ortamdan menkul yüzde 92 destekli anayasa mefhumunun alamet-i farikası biraz daha anlaşılır oluyor böylece. Tabii bir de bu kronoloji sayesinde, Evren?in ?bir sağdan bir soldan astık? diyerek özetlediği meczup adalet anlayışının gerçekte darbe öncesi ?hep soldan hep soldan? tecelli ettiğini yeniden hatırlıyoruz.
Saymaz?ın çalışmasını benzerlerinden asıl farklı kılan ise, gençlerin yaşadıklarını darbe zulmünün birer kanıtı olarak ele alıp toptancı anlatıya girmemesi. Tüm ilhamını 12 Eylül?e zemin oluşturan olaylardan almasına karşın kitap, asıl post-darbe dönemine yoğunlaşarak adeta kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşmüş ?akan kan 13 Eylül sabahı bıçak gibi kesildi? anlayışının ne derece ideolojik bir mit olduğunu kanıtlamaya girişiyor. Bunu yaparken de hesabı bugün adliye kapısında pek çoğunun mezarları dahi belli olmayan çocuklarının fotoğraflarına sarılmış bekleyen ailelere bırakıyor.

Gerçek bir yüzleşme
Söz hakkı yarım asırdır yaşanan acılarla sınırlı değil üstelik. Yokluklar içinde sürdürülen hukuki mücadele anlatının içinde önemli bir bölüm tutuyor. İşte kitabın kapağında yer alan ve Saymaz?ın çektiği Afşinli öğretmen Ali Ekber Yürek?in mezarının açılışını gösteren fotoğraf da tüm kapıların kapandığı, vicdanların karardığı anda inatla sürdürülen o çabanın simgesi gibi.
Öğretmen Yürek gözaltına alındığında henüz 23 yaşındadır. 25 Mayıs 1981?de babası Haydar?a oğlunun parkasının ipiyle kendini astığı söylenir. Babası büyük oğlu Mehmet?i de alarak Ali Ekber?in öldüğü hücreyi gözleriyle görmek için askeriyenin gözaltı merkezi haline çevirdiği okulun kapısına dayanır. 1.75 metre boyundaki Ali Ekber?in 1 metre yüksekliğindeki bir hücrede kendini astığına inandıramadıkları baba, 85 yaşına kadar işin peşini bırakmaz. Hayatı oğlunun neden öldüğünü öğrenemeden nihayet erdiğinde, geriye iki vasiyeti kalır. Oğlunun mezarının yanı başına gömülmek ve davayı diğer oğlu Mehmet?e devretmek. ?Acaba darbeciler yargılanır mı?? diye tartışılan 2010?daki referandumdan iki gün önce kardeşinin mezarının açılması için Mehmet dilekçesini savcılığa verir. Mezar 6 Mayıs 2011?de açılır. 12 Eylül?e vurulan bu ilk kazma, Mehmet?in darbeyle bir gün hesaplaşılacağına dair en büyük umudu olur. Bizzat tanık olduğu bu mezar açılışından yola çıkan Saymaz, kimseye bel bağlamadan darbe ile çok önceden hesaplaşmaya girişen ailelerin peşine düşer. Bu sorgulama Ali Ekber Yürek?le beraber Mehmet Ceren, Fehmi Özarslan ve Cennet Değirmenci?nin ölümünden sorumlu tutulan dönemin Kahramanmaraş Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı Tümgeneral Yusuf Haznedaroğlu, nam-ı diğer ?kırbaçlı paşa?ya dek uzanır. Kitapta yer alan Haznedaroğlu röportajı, darbenin genetik kodlarını okumak bakımından ibretliktir. Öyle ki, bırakın işkence olup olmadığını tartışmayı, ?kırbaçlı paşa? bu gençlerin gerçekte varolduklarını dahi inkar eder.
Bugün Ankara Adliyesi?nde süren darbe davasını kimisi bir ?tiyatro? olarak görüp, gerçek bir yüzleşmenin olamayacağını savunuyor. Daha düne kadar 17 yaşında idam edilen Erdal Eren?in adını dahi anmaya tenezzül etmeyen kimileri de bu davayı siyasi hasımlarının kellesi üzerinde bir demokles kılıcı olarak savurmak niyetinde. Oysa Kahramanmaraş?ta gözaltına alındıktan sonra işkence ile öldürülen Mehmet Ceren?in bugün 61 yaşında olan ağabeyi Yemliha Ceren?in şu son sözleri, darbenin hesabının erdem mahkemesinde çoktan kesildiğini anlatıyor: ?Bu dava babamdan bana, benden oğullarıma miras kalacak…?

Bu resimle yüzleşme vakti geldi
(Kaynak: 02/04/2012 tarihli Radikal Gazetesi)

(Şavşatlı öğretmen Cengiz Aksakal (solda) 26 Ekim de gözaltına alındı. 12 Kasım 1980 günü ise ailesine işkence görmüş bedeni Trabzon Devlet Hastanesi’nde verildi. Aksakal’ın ölmeden bir gün önce çekilen son fotoğrafı (sağda) ilk kez Saymaz ın kitabıyla ortaya çıktı.)

Gazeteci İsmail Saymaz?ın 12 Eylül?ü konu alan ?Oğlumu Öldürdünüz, Arz Ederim? isimli dördüncü kitabı çıktı. Saymaz, Artvin?de 26 Ekim-3 Kasım 1980 arasında işkence görüp 12 Kasım?da yaşamını yitiren öğretmen Cengiz Aksakal?ın, bugüne kadar saklı tutulan son fotoğrafını ortaya çıkardı. Aksakal?ın, ölümünden bir gün önce, 11 Kasım 1980?de Trabzon Devlet Hastanesi?nde çekilen son fotoğrafı, 12 Eylül?ün vesikası niteliğinde.
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya?nın yargılanacağı 12 Eylül davasına iki gün kala Postacı Yayınevi?nce bu hafta piyasaya çıkacak kitabında Saymaz, Türkiye?nin AİHM?de mahkûm olduğu Cengiz Aksakal dosyasını açtı. Saymaz, 42 yaşındaki Aksakal?ın işkencede öldürülmesine ilişkin 2 yıl 2 ay hapis cezası alıp 5 ay 20 gün tutuklu kalan emekli Astsubay Mecdi Cengiz?le görüştü. Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Sakarya Şube Başkanı olan Mecdi Cengiz, Saymaz?la yaptığı söyleşide, ?O dönemler işkence olmuyordu diyemem? diye konuştu. Cengiz, kendisinin haksız yere cezalandırıldığını savunurken, Aksakal?ın ölümüne ilişkin, ?Dosyayı okuduğumda, bu insana kötü muamele yapıldığı izlenimi uyandı bende? dedi. 12 Eylül darbesi ile yüzleşilmesi gerektiğini söyleyen Cengiz, ?O dönemlerde Türkiye?nin bazı bölgelerinde insanlara kötü muamele yapılmıştır. Maalesef çok acı şeyler yaşandığını düşünüyorum? dedi. Cengiz Aksakal?ın eşi Teren Aksakal da Saymaz?a konuştu. Aksakal, eşinin yanı sıra Ensar Karahan adlı gencin de işkencede öldürüldüğünü, Erkan Uzuneminağaoğlu?nun cesedinin ise bir arabanın arkasına bağlanarak sürüklendiğini anlatarak, şöyle diyor:
?Bütün orada alınan çocuklar boşu boşuna gitti. Çünkü Şavşat?ı tanıyorum. Başka yerler için kefil olamam ben. Giden çocuklar boşu boşuna, işkenceden gitti. Kimisi sahip olamadı, korktu. Ben korkmadım. Korkmadım, gene de korkmuyorum. İdama da hazırım. Yeter ki, bir de Kenan Evren (mahkemeye) geldi mi, bir de gidip orada bağırayım ?Katil!?, ölürsem daha dünyada ziyanım yoktur.?

?İşkence yok diyemem?
Mecdi Bey, siz Aksakal?ın öldürülmesine ilişkin davada ceza alan iki askeri görevliden birisiydiniz.
Bu olay olduğunda siz ne kadar içindeyseniz ben de o kadar içindeyim, inanın. İzinde olduğum tarihte meydan gelen bir olay. Sorgulayan değilim, yakalayan değilim.
Siz hiç görmediniz mi?
Yüzünü görmedim.
Sorgulandığını da mı bilmiyorsunuz?
Sorgulandığını biliyorum. Kimler sorguladı bilmiyorum.
Artvin?de 12 Eylül sonrasında bu sorgular yapıldığında, işkence ve kötü muamele yapıldı mı?
Valla yapılmadı diyemem. Çünkü o kişinin o evraklarını okuduktan sonra, demek ki burada bir olay var.
Meslektaşlarınızın işkence ve kötü muamele davranışlarını duyuyor muydunuz?
Yani öyle bir şeyler? duymuş olabilirim.
Sanığı olduğunuz dosyayı okuduğunuzda nasıl bir yoruma vardınız?
Dosyayı okuduğumda, burada bir anormallik olduğu, bu insana kötü muamele yapıldığı izlenimi uyandı bende.
TEMAD Sakarya Şube Başkanlığı?nı yürütüyorsunuz, emekli askersiniz. Sizce 12 Eylül?le yüzleşilmesi gerekir mi?
Tabii ki yüzleşilmeli. O dönem sapla saman karıştı. Bunları sorgulamayan insanlar değiliz. Türkiye?nin özellikle bazı bölgelerinde müessif olaylar olmuştur. Bir sistem içerisinde yapıldı diyemem ama bölgesel olarak yapılan yanlışlıklar olmuştur.

?Katil? diye bağıracağım
Eşinizin gözaltına alındığı günü anlatabilir misiniz?
Köy muhtarı geldi, dedi ki ?Yüzbaşı geldi. Okulun orada bütün öğretmenleri çağırıyor, sen de geleceksin.? O da girdi içeri, dedi ki, ?Elbisemi değişeyim, temiz ceketi?? Götürdüler.
Görebildiniz mi?
Birkaç gün sonra öğretmen arkadaşı geldi, ?Sen daha bekliyorsun, kalk git ki, Cengiz Abi hasta, götürecekler Trabzon?a.? Kalktık, gittik üç dört kişi. Orada da göstermediler.
Bu nerede oluyor, Trabzon?da mı, Artvin?de mi?
Trabzon?da artık, Artvin?e gidemedim. O gece almadılar. Ertesi gün yalvardık. Zaten anlamışlar ki ölür iki geceye… (Ağlıyor) Ayaklarında zincir, oğul! Böyle adalet olmaz yavrum, böyle hükümet de olmaz! Böyle düzeni Allah yıksın da getirmesin geriye!…Ondan sonra doktor geldi. Baktı, etti, dedik ki, ?Bak kızım, sana rica ediyorum, burada bağırma sabahtan.? Beni konuşturuyor; meğer o orada can veriyor da beni konuşturuyor… O orada aldılar götürüyorlar, ölmüş meğer… N?etmişti benim eşim?.. Gene diyorum, bir ben için demiyorum bak oğlum, bütün orada alınan çocuklar boşu boşuna gitti. Çünkü tanıyorum. Şavşat?ı tanıyorum. Başka yerler için kefil olamam ben. Ama giden çocuklar boş boşuna, işkenceden gitti sabiler hep… Kimisi sahip olamadı, korktu. Ben korkmadım. İdama da hazırım. Yeter ki, bir de bu Kenan Evren (mahkemeye) geldi mi oğul, bir de gidip orada bağırayım ?Katil!?, ölürsem daha dünyada ziyanım yoktur.
Gidecek misiniz duruşmaya?
Gidecem ona gidecem, çünkü çok bekliyordum onu (Gözleri doluyor, sesi titriyor).

Kaynak: 02/04/2012 tarihli Radikal Gazetesi

Kitabın Künyesi
Oğlumu Öldürdünüz Arz Ederim
İsmail Saymaz
Yayınevi: Postacı Yayınevi
Nisan 2012
288 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir