Oğlumun Öyküsü, Nadine Gordimer’in yazarlık tarihçesindeki önemli bir dönüm noktasıdır. Önceki kitaplarında Gordimer ırk ayrımının şiddetle yaşandığı, ırkçılığa karşı insanüstü bir direncin sürdürüldüğü Güney Afrika’daki beyazların yaşam tarzını, kara derililere yaptıkları zulmü beyazların ağzından yazmıştı. Oğlumun Öyküsü’ndeyse hem beyazlarla siyahları ayıran somut sınırı aşarak siyahların yaşam koşullarını irdeliyor, hem de romanı siyahların ağzından, onların bakış açısıyla aktarıyor.
Romanın kahramanı Oğulcuk (Sonny) kara derili, kültürlü, kendi halinde bir öğretmendir. Irkçı Apartheid yönetiminin kitlesel kıyımlara başlamasıyla direnişçilere katılır ve hareketin liderlerinden biri olur. Tutuklanır, hapse girer. Hapisteyken davasıyla ilgilenen uluslararası bir insan hakları kuruluşunun temsilcisi beyaz kadınla yaşadığı tutkulu aşk, bu kitaba aynı zamanda unutulmaz bir aşk romanı niteliği kazandırıyor.
Varlığın aşk konumu – Oğuz Alyanak
(09/04/2010 tarihli Radikal Kitap Eki)
Devrim… özgürlük… eşitlik… Bu büyük, kocaman ve kapsayıcı kavramlar kısıtlayıcı da olabiliyor demek kimi zaman. Her biri birer ideale ya da Gordimer?ın deyişi ile öteki tarafın cennet olduğuna yönelik bir inanç uğruna atılan adımlara dönüşürken, bir soluklanma anında durup geriye baktığımızda, yepyeni bir dünya için atılan her kararlı adımla birlikte mutlaka yitirilen değerler kalıyor ardımızda ve aklımızda. Belki de çoğu zaman hayatı hayali bir güzelliğe bürümek adına elde avuçta kalan son birkaç mutluluk kırıntısı da hiçe sayılıyor. İdealizm uğruna nelerden feragat etmek gerekiyor!
Mevcut düzenin reddinin getirdiği hapis cezaları, özgürlüğe açılan yeni bir kapı olarak canlanıyor devrimci Sonny?nin gözünde. Oysa o, idealleri yolunda her kanat çırpışında, tahayyül edilen özgürlüğün ağırlığı altında ezilen hep sevdikleri oluyor. Ve o, bu romanın başkahramanlarından Sonny, yani Oğulcuk, bu acı gerçeğin bilinciyle yapıcı yıkımını örüyor romanın her sayfasında. Devrim… Yıkımın yapıcı formu ve devrimci, bu dünyanın hüzünlü romantiği… İleriye yönelik atılan her adımla geride bırakılan değerler ise yerine konulamayan, özlemi çekilen ve anlamlandırılmaya muhtaç. Bir babanın, ya da annenin çocuğuyla ilişkisini tanımlayan, isyan çığlıklarına ad koyan, buram buram sevgi ve bir o kadar da yalnızlık ve sitem kokan.
Acının hayata yansıması
Gordimer?ın Oğlumun Öyküsü, gündelik hayatını böylesine büyük ve büyülü kelimelerle tanımlayan insanların, idealleri uğruna vazgeçmek zorunda kaldıkları varlığın farklı konumlarını konu alıyor. Bunların arasında yazarın da üzerinde durduğu belki de en önemlisi ise, ?varlığın aşk konumu?. Devrimci ruhun sorgusu, varlığın aşk konumundan başlıyor ve devrimin kendisi, hayata ve aşka karşı hesap vermeye davet ediliyor. İşte bu hesaplaşma, romanın farklı karakterleri gözünden bizlere aktarılıyor.
Anlatımında herhangi bir hükme varmadan, yalnızca unutulanı ve kaybedileni tüm yalınlığıyla paylaşan Gordimer, hemen her romanına konu edilen Apartheid rejimine karşı Güney Afrika?daki direnişi, bu kez farklı ve kanımca çok daha insan ve yaşam-odaklı bir açıdan ele alıyor. Konu bu perspektiften değerlendirildiğinde, roman bir dönem süresince yaşanılan acıyı aktarmaktan bir adım öteye gidiyor ve bu acının gündelik yaşama yansımalarına odaklanıyor. Bunu yaparken ise, satır aralarında devrimin ruhunu okura sorgulatıyor. Oğul Will gibi biz okurlar da ?neden?ler üzerinden inşa edilmiş sorular denizine dalıyoruz: ?Bunu neden boyuna yinelemek zorunda kalıyorum? Dışlanan, arkada bırakılan neden ben oluyorum; neden… Herkes benim mücadelede hiçbir yerim olmadığını düşünüyor? Hepinizin reddettiği o düzmece normal yaşamı benim sürdürmem neden olağan karşılanıyor?.. Bunların bana göre olduğuna nasıl karar veriliyor? Kim karar veriyor? Benim ne eksiğim var? Neden ben? Benim ille de böyle olmamı gerektiren anadan doğma bir kusurum mu var, nedir??
Bir devrimcinin yaşamı
Özgürleşmenin temeli ve eşitliğin değeri farklı karakterlerin gözünde anlamlanıyor; özgürleşebilmek uğruna verilen direnişin insan ilişkileri üzerinde bıraktığı hasar bir ailenin farklı fertlerinin hikâyeleri üzerinden anlatılıyor.
Oğlumun Öyküsü?nün başarısı, acılı bir sürecin insan ilişkilerini ne yönde şekillendirdiğini anlatmanın yanı sıra olaylar örgüsünü farklı karakterlerin gözünden aktarabilmesinde yatıyor. İnsanın siyasalla karşılaşması, siyasalı tanımlaması nasıl ki yaşına ve çevresindeki koşullara göre değişkenlik gösterebiliyorsa ve birey, siyasala karşı tüm çıplak bırakılmışlığı ile tepkisini farklı şekillerde ortaya koyabiliyorsa, Gordimer?in romanına konu edilen ailenin Apartheid rejimi ile tecrübesi de, siyasala yönelik yükseltilen ve zaman içerisinde yol alan farklı haykırışların bazen armonik, bazense düzensiz bütünlüğü.
Bir devrimcinin yaşamında ikinci bir tutkuya yer yoktur diyor Gordimer, biraz ironi kokan tanımlamasında. Fakat hayat, biraz da romantik bir anlatımıyla, farklı tutkuların bütünlediği ve belki de kesiştiği bir olguysa eğer, devrim, bu kavşağın neresinde yer alıyor? Bunu soran bir roman ile şu ana kadar karşılaşmamış olmanın şaşkınlığı ve heyecanı ile bu değerlendirmeyi kaleme alıyorum. Gordimer?ın romanı, devrimin, getirdiği tüm acı ve mutluluk ile paylaşılan bir olgu olduğunu, yükselen haykırışların ise, yalnızca değiştirilmeye çalışılan bir düzene karşı değil, ayrıca devrim ile birlikte değişime uğrayan ve zamanla isteksizce kaybedilen değerleri de kapsadığını hatırlatıyor. İşte bu sebeple Oğlumun Öyküsü, okunması gereken bir eser olarak raflardaki yerini alıyor.
Kitabın Künyesi
Oğlumun Öyküsü (My Son’s Story)
Nadine Gordimer
Çevirmen : Seçkin Selvi Cılızoğlu
Can Yayınları
Basım Tarihi : 02 – 2010
Sayfa Sayısı : 272