OĞUZ ATAY’IN “TEHLİKELİ OYUNLAR” ROMANINDA ‘ÜSTKURMACA’
1. Kurmacanın Kurmacası
Geleneksel-gerçekçi edebiyatın, dış dünyayı bire-bir yansıtmaya yönelik estetik anlayışı, 20.yüzyıl başlarında ortaya çıkan modernist edebiyat ürünlerinde köktenci bir biçimde değişime uğrar. Yeni oluşan modernist estetik Aristo’dan bu yana süregelen yansıtmacı/mimetife eğilimi ve etik/ideolojik/psikolojik amaçlara yönelik katharsisci bakış açısını geride bırakmış, farklı bir anlayışa doğru yol almaktadır. Artık reel gerçek edebiyatın başat öğesi değildir. Yazar, bakışını somuttan soyuta, dıştan içe yöneltmiştir; iç dünyanın düşlerini/özlemlerini/kargaşasını ve bilinç dışının labirentlerini kurgu düzlem ine taşım anın, soyutu somutlaştırmanın, onu biçimlendirmenin yollarını aramaktadır. Geleneksel estetiğin odağında yer alan, konu öykülemeye yönelik eğilim, yerini, biçimin önderliğine bırakmıştır modernizm de. Konudan/içerikten biçime doğru yol alan bir gelişmedir bu.
20. yüzyılın ikinci yarısındaki estetik ise daha farklı bir yönelim gösterir. Artık edebiyat, dış ya da iç dünyayı, som ut ya da soyut yaşamı anlatmaktan çok, kendini yansıtmaktadır; objektifi kendi üstüne çevirmiştir. Anlatı metinlerinde çoğu kez bir yazar-anlatıcı, söz konusu metnin nasıl kurgulandığını anlatır okuruna, onunla kurgu sorunlarını tartışır. Metnin kişileri ise farklı bir ontolojinin insanlarıdır; onların etten kemikten çok, dilden oluşmuşlukları vurgulanır; yaşadığımız dünyada değil, kitap sayfalarında varolurlar. Postmodern edebiyatın öncüsü Beckett, onlara, sözcükten adam anlamında, homo logos der.
Metin ise, daha önce başka yazarlar tarafından yazılmış metinlerden izler taşıyan metinlerarası (intertextual) bir doğayla bütünleşerek gelişir. Geleneksel edebiyatın, ağaçlardan/çayırlardan oluşan doğasının yerini, harflerden/sözcüklerden/kitaplardan oluşan yeni bir dünya almıştır. Bu yazı evreninin odağında eski metinlerin kişileri, Hamlet’ler, Macbelh’ler, Don Kişot’lar kol gezmektedir. 20. yüzyıl edebiyatının bu yeni doğasında yazar-anlatıcı yalnızca kurgulamıyor, metni nasıl kurguladığı konusunu malzeme olarak ele alıp onu ikinci bir düzlemde yeniden kurguluyordur. Yazarın/anlatıcının/okurun hep birlikte metnin içinde yer aldıkları, giderek birer rom an kişisine dönüştükleri bir ortam da konu, metnin neyi anlattığı değil, nasıl kurgulandığıdır artık.
Türk edebiyatında üslkurmacanın en çarpıcı örneklerinden biri olan Hilmi Yavuz’un “Fehmi K.’nin Acayip Serüvenleri’’nde yazar/anlatıcı, metninin kurgusunu nasıl yönlendireceğini meta düzlem den okuruna anlatır: “Ben bu anlatının yazarı olarak, Fehmi Kavkı’nın yalnızlığına izin vermeyeceğimi sîzlere, siz okurlara açık açık söylemekten gurur duyuyorum.”‘ Kurmacanın kunnacası dem ektir bu; edebiyatın kendini anlatması anlamına gelir. Kendisinin bilincinde olan, kendisine yönelik kurmaca (self-conscious/self-rejlexive/selfreferential) sözcükleriyle tanımlanmaya çalışılan bu yeni kurgu eğilimi, daha sonra edebiyat terimleri dizgesinde ûst- kurmaca (metafiction/surfiction) sözcüğüyle yerini alır.
Özellikle altmışlardan sonra postmodern tanımıyla bir şemsiye altında toplanmaya çalışılan edebiyatın ana kurgu eğilimidir üstkurmaca; edebiyatı oyun olarak gören bir anlayışın ürünüdür; özne-nesne, iç dünya-reel yaşam kurmaca-gerçeklik karşıtlıklarının birbirine karıştığı ya da aynı anda yaşandığı, çoğulcu (pluralist) ve eşzamanlı (simultaneous) bir gerçeklik anlayışını yansıtır. Postmodern romanın ünlü temsilcisi Italo Calvino m etninde, yazıların dünyasıyla somut yaşamı oyunsu bir yaklaşım içinde birbirine karıştırır: “Roman bir tren istasyonunda başlıyor, bir lokomotif solumakta, bir pistondan çıkan buhar kitabın bölüm başım kapatıyor, bir duman bulutu da birinci paragrafın bir bölümünü gizlemekte.’
Edebiyatın konusu, ne gerçekçilerin dış dünyası, ne de romantikler ve modemistlerin iç dünyalarıdır artık, Belki de, Beckett’in dediği gibi “anlatılacak bir şeyin kalmadığı” bir dünyada edebiyat kendini anlatmak zorunda kalmıştır. Gerçeğin belirsizleştiği, klişe kalıplarla üretilip tüketim e sunulduğu bir çağın sanatçısı, kendisine sürekli yabancılaşan bir dünyayı yeniden üretmek yerine, rotayı farklı bir estetik doğrultuya kaydırmıştır; salt sanatsal yaratıcılığı, hem biçim hem de içerik/motif düzleminde odağa almış, onunla oynamaktadır. Bu, aynı zamanda, edebiyat estetiğini tersyüz eden bir adımdır; yeni bir metinsel ontolojinin oluşması demektir..
Üstkurmaca metinlerde rom an kişisinin yaşam öyküsü çoğu kez, onun, yazma edimi sırasında ortaya çıkan güçlüklerle boğuşmasından oluşur. Buna uygun olarak da birçok rom anda, metnin odağındaki felsefe, nasıl yaşamalıdan çok nasıl yazmalıya dönüşür. Bu metinlerde filozofların yaşam konusundaki görüşlerinin yerini, edebiyatçıların ve edebiyat kuramcılarının görüşleri alır. Okur ise, bu yeni metin oluşumlarının en önemli öğesi durumuna gelmiştir. Hiçbir şeyin kesin olmadığı bir ortam da, metnin anlamı, onun kararma/üretimine bağlıdır.
Yaşamla kurmacanın birbirine karıştığı bu çokkatmanlı postmodern metinlerde, üstkurmaca, yaratılan metaforik
imge ortamının yapısına göre, ya belirgindir, açık olarak yapılır ya da satır arasında örtük olarak kendini gösterir. Üstkurmaca düzleminde öyküleyen yazarlar, dünya genelinde geniş bir yelpaze sergiler: Samuel Beckett, William Faulkner, John Barth, Jorge Luis Borges, W alter Abish, Donald Barthelme, John Fowles, John Gass, Robert Coover, E. L. Doctorow, Alain Robbe-Grillet, Raymond Federmann, Uwe Johnson, Max Frisch, Peter Handke, Christa Wolf, Günter Grass, Michel Tournier, Milan Kundera, G abriel Garcia Marquez, Julio Cortazar, Vladimir Nabokov, Italo Calvino ve Umberto Eco, açık ya da örtük düzlem deki üstkurmaca öğeleriyle üreten yazarlar arasında yer alır. Türk edebiyatında ise Oğuz Atay, Güney Dal, Orhan Pamuk, Peride Celal, Pınar Kür, Hilmi Yavuz, Erhan Bener ve Hasan Ali Toptaş, ilk akla gelen üstkurmaca yazarlarıdır.
YILDIZ ECEVİT
Türk Romanında Postmodernist Açılımlar
İletişim Yayınları