“Okuma Üzerine”, yaşamı boyunca farklı yörelerde yaşamayı seçmiş olan Marcel Proust’un birey ile kitap arasındaki ilişkiyi ve özgün psikolojik edim olarak okumayı irdelediği, bu edimin kaynaklarına yaptığı yolculuğu içeren bir anlatı. Büyük bir yazarın kitapla kurulan ilişki üstüne derin düşünme denemesi aynı zamanda.

Okuma eylemi kuşkusuz her dilde alfabeyi çözmekle başlıyor ama ABC?nin aracılık ettiği her metin, okunanı anlama ve sindirme konusunda yeterli ipuçları vermiyor. Durum böyle olduğu için yazarların okuma üzerine yaptıkları yorumlar, genellikle birbirini tutmaz. Kitabı eline alan okur, bu yorumlar karşısında genellikle kapalıdır. Kitap nasıl okunmalı? Başlanıp da bitirilen kitapların yanında umduğunu ya da beklediğini bulamadığı için elindeki kitabı okunmazlar arasına koyanlar da var. Kendini kitabın akışına kaptıranlar, çevresiyle ve yaşamın akışıyla ilgilerini keserler mi, yoksa Proust?un yaptığı gibi okumaları arasında kendisiyle konuşanların kitaplar olmadığını öne süren bu yazarın öğütlerine uyarak ?okuma? adı verilen ?özgün psikolojik edim?in gerektirdiği davranışlara uyum gösterirler mi?

Gene Proust?a göre okuma, konuşmanın tersine yalnızlığımızı sürdürürken yani yalnızken sahip olunan ve konuşunca çabucak dağılan entelektüel güçten yararlanmaya devam ederek her birimizin önceden iletilmiş ?bir başka düşünce?yi edinmesidir (s.30) Bu açıdan bakıldığında, okuma eyleminin (ediminin) okuduğumuz kitap kanalıyla bize iletilen düşünceyi edinmeye gönüllü bir tavır içinde olduğumuz sonucuna varılır. Sıradan ya da rasgele edindiğimiz bir kitap söz konusu olmadığına göre, bütün benliğimizle içine girdiğimiz kitap, salt okumakla yetindiğimiz bir kitap olmayacak, o kitabın bizim üzerimizdeki telkin edici bir ?düşünce? içerdiğini de kabul etmiş olacağız.
Okuma alışkanlığının ve kitap tutkusunun çok genç yaşlarda başladığı ve öylece sürdüğü, genellikle kabul gören bir yaklaşımdır. Nitekim, okuma uğraşı üzerine görüş ve izlenimlerini yazdığı kitabının girişinde de Marcel Proust, bize ?yaşanmamış? gibi gelen çocukluk yıllarımızda bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar ?dolu dolu yaşanmış? başka bir zaman belki de yoktur diyerek bu gerçeği dile getiriyor.

OKUMA SAATİ

İyi ama ileri yaşlarda bizi okumaya yönlendiren ya da okuma ediminin içine çeken anları nasıl açılayacağız? Proust?un küçük hacimli kitabında kendi açısından yorumladığı sorunun yanıtlarına baktığımızda, belki de hiç alışık olmadığımız ama katılmakta tereddüt etmediğimiz psikolojik yaklaşımlar dikkat çekecektir. Okuma ortamı ve seçilen zaman, içinde bulunulan koşullar, beğenimize ve seçimimize uygun düştüğü oranda, okuma edimi de yerini bulmuş olacaktır. En azından yazarın dile getirdiği de budur. İngiliz dekoratörler, sözgelişi William Morris?in öngördüğü kurama göre döşenmiş bir mekân, bir tercih nedeni olabilir ama Proust?un okuma için hazır bulduğu ev ortamı, bütün eşyayla tıka-basa dolu görüntüsü içinde, örneğin duvarda asılı duran Botticelli?nin ünlü İlkbahar tablosunun röprodüksiyonu bile okumaya başladığında onu ?mutlu? edebilecek etkenlerdendir. Okuma saati, seçilmiş bir saat değildir. Evine biraz uzaktaki parkın yeşilliğinde derin bir sessizliğin yaşandığı ortamda da olabilir bu, evdekiler uyur uyumaz yaktığı mumun ışığında da okumaya kendini bırakabilir.

İlginç olan nokta şu: Proust, okuma üzerine konuşurken sanki çevresini ve tanık olduğu şeyleri de bir arada düşünmenin tadını çıkarıyor ya da öyle davranmayı, okuma sırasında dile getirmekten zevk alıyor. Kendi deyimiyle okumadan söz etmek isterken kitaplardan başka ?her şeyden? söz etmektedir. Çünkü ?okumaları sırasında kendisiyle konuşanlar kitaplar değildir? (s.27). Okuma adı verilen ?özgün psikolojik edim?, yazara göre bunu gerektirmektedir. Bellekte yavaş yavaş yeniden yaratılan ve ancak okuma sırasında yeniden anımsanan izlenimlerdir bunlar.

Kitabın bir yerinde bir başka hemşehrisine, Ruskin?e göndermede bulunuyor. Onun 1864?te okuma üzerine yaptığı bir konuşma, Descartes?ın şu sözleriyle doğrulanmaktadır: ?Bütün iyi kitapları okumak, bu kitapların yazarı olmuş geçmiş yüzyılların en değerli insanlarıyla konuşmak gibidir?. Ne var ki, bu konudaki itirazını dile getirmekten de geri kalmaz: Okuma, insanların en bilgesiyle bile olsa ?bir konuşmaya indirgenemez? (s. 30). Nedenine gelince, bir kitapla bir dost arasındaki asıl fark, bilgeliklerinin ?büyüklüğündeki farklılık değil, onlarla iletişim kurma biçimi?dir. Bu durum, ?okuma düşüncesinin kaynağına kadar gitmek?le mümkün olabilir ancak. Okuma işlevinin sınırları, onun özel niteliklerinin ?doğası? ile ilgilidir çünkü. Proust?a göre bu özel niteliklerin neler olduğunu bulmak için gene çocukluk okumalarına inmek gerekecektir.

?TEMBEL TİN?

?Okunan kitabın yazarıyla özdeş noktalarda buluşmak, onun bilgeliğinin bittiği yerde bizimkinin başladığını hissetmek anlamını taşır? (s.34). Bize söyleyebilecekleri her şeyi söyledikleri an, hâlâ ?bir şey söylememiş? oldukları duygusunu uyandırırlar üzerimizde. Örneğin şairlerin, ?modası geçmiş çiçeklerin yetiştiği Zelanda bahçesi?ne bizi götürmelerini istemek, salt bir okur fantezisiyle açıklanabilecek olgu değildir. Millet?de gördüğümüz bir doğa manzarasına ?götürün bizi? demekle eşdeğerli bir arzudur bu. Monet?nin Giverny bahçesi için de aynı arzu söz konusudur. Yazar, okura, bir deniz kabuğu gibi ?pembe ve parlak? olan Zelanda?daki evi gösterir ve o anda aradan çekilir. Önerisi açıktır okura: ?Bak, görmeyi öğren..? Burada varılan sonuç şu olacaktır: ?Okuma, tinsel hayatın eşiğidir; oradaki yolu bize gösterebilir, ama yolu oluşturmaz..?

O halde kitapların, ?tembel tin?i harekete getiren sinir hastalıklarının ruhsal tedavilerine benzer bir işlevi de vardır yazara göre. Tembel tinin kendinde bulamayacağı ve başkasından gelmesi gereken böyle bir ?itki?, yalnızlık içinde kabul edilmelidir (s. 38).

Yazarları yazmaya yönlendiren etkenler arasında, okunan ve etkisi altında kalınan başka yazarların payı kuşkusuz hep olmuştur. Proust da kitabının bir yerinde bu konuya değiniyor ve çalışmaya koyulmadan önce ?güzel bir sayfa okumayı seven? yazarlardan, örneğin Emerson?un, Platon?dan birkaç sayfayı tekrar tekrar okumadan yazmaya başlamadığından söz açıyor. Kitaplara duyulan bir tür ?fetişist? saygıdan kaynaklanıyor olabilir bu alışkanlık. Kitap sevmenin zekâya koşut geliştiğinin bir göstergesidir bu.

Büyük zihinler, neden genellikle eski eserleri tercih ederler okumak için? Proust, bu sorunun yanıtını verirken bunların çağdaş eserlerden farklı olarak sadece bu eserleri yaratmış zihnin esere yerleştirildiği güzellikten ibaret olmadığının altını çiziyor (s. 54). Romantik okurların ?gözde? ustaları, bundan dolayı klasiklerdir. Yaşamı boyunca farklı yörelerde yaşamayı seçmiş olan Marcel Proust?un bu gözlem ve yaşam perspektifi içinde okuma edimini, söz konusu derinliği içeren bir görüş ve kavrayış doğrultusunda inceliklerle dolu bir yazıya dökmesi, okumanın gizemi açısından vurucu noktalara değinmesi, onun genellikle ?zor? okunan bir yazar kimliği çizmiş olmasının da gerekçesi olarak alınabilir.

Kaya Özsezgin
30 Ağustos 2013,http://www.cumhuriyet.com.tr/

Kitabın Künyesi
Okuma Üzerine
Marcel Proust
Çeviren: Işık Ergüden
Notos Kitap
72 sayfa

Previous Story

“Kan İle Kardeş” / Muzaffer İlhan Erdost İle Söyleşi – Ayşe Kaygusuz

Next Story

Yeşilçam’da Öteki Olmak (Başlangıcından 1980’lere Türkiye Sinemasında Gayrimüslim Temsilleri) – Dilara Balcı

Latest from Felsefe

Nietzsche

FRIEDRICH NIETZSCHE: Felsefede “Akıl”

Felsefede “Akıl” 1 Soruyorlar bana, nedir filozoflardaki bütün bu alerji diye?… Sözgelimi tarih duygusu eksiklikleri, oluşun düşünülmesine bile duyduktan nefret, Mısırcılıkları.[17] Bir davayı tarihsellikten
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ