Dün gece olan biten her şeyi anlatacağım. Söyleyeceklerimi, yaşayan kulaklarınızla duyacağınızdan eminim.

Uzun sürmüş bir mesaiden sonra yemek için girdiğim lokantadan ayrılmış, evime doğru yollanıyordum. Sokaklarda, caddelerde, kalabalık oldukça seyrelmişti. Gökyüzü yıldızlı mıydı yoksa bulutlu mu? Hatırlamıyorum. Yılın bu mevsiminde ikisi de görülen manzaralardır. Bir gece bakarsınız ki ayın etrafında kocaman bir hale, onu kucaklamış, sarmalamış; ışık ışığa vererek bir dansa tutuşmuşlardır. Ya da kapkara bulutlar onu yutmuş, ışığını emmiş, geriye gölgesinden başka bir şey bırakmamış, onu karamsar bir gölge oyunu oynamaya mecbur bırakmıştır. Ama ben yorgunluktan kafamı kaldırıp bu gece gökyüzünde ne olup bittiğini görmekten bile aciz hissediyordum kendimi. Taksiye binmek dürtüsü: hem ikametgâhımın yakın olması düşüncesinin hem de bir an önce evde olmak arzusunun varlığı altında silikleşmişti belki de.

Oturduğum sokağın girişine vardığımda gözüme çarpan banka cihazı bana kapıcıya ödemem gereken haftalığı hatırlattı. Üzerimdeki para bu ödeme için yetersizdi, şimdi çeker, sabah inerken öderim diye düşündüm. Parayı çekip, evime doğru seğirtmeye devam ettim. Oturduğum apartmanın bahçesine girip de bina kapısına vardığım an bir başkasının daha bahçe kapısını iteleyerek ardımdan bahçeye girdiği hissettim. Hissettim diyorum; çünkü yorgunluktan dolayı böyle bir sanrıya kapılmış olmam ihtimali de söz konusu olabilirdi. Kim olabileceğini düşünmeden kim olduğunu anlayabilmek için arkama bakıncaya dek o yanı başıma gelmişti bile.

Hızlıca, bir eliyle ağzımı kapadı öteki eliyle de boynumu kavradı. Fısıltıyla, ses çıkarmamam konusunda uyardı beni. Korktuğumdan mı, yorgunluğumdan mı bilemiyorum, benden güçlü olduğunu kabullenip teslim oldum ona. Bu itaatkârlığımı değerlendirip elini boynumdan çekti bir an, beline götürdü. Kemerinin arasına sıkıştırmış olduğu bir karış uzunluğundaki bir bıçağı çekip boynuma dayadı bu kez. Bir süre öylece bekledi. Ne yapacağına karar veremiyordu şimdi. Parayı istiyordu ama nasıl alacaktı? Hangi elini çekecekti üzerimden? Bıçağı çekse, karşı saldırıya geçeceğimi, ağzımdaki elini çekse bağıracağımı mı düşünüyordu? Çaresizdi, beni öldürmek zorunda kalmamak için üçüncü bir ele ihtiyacı vardı. Gözlerine baktım, korkuyu ve bu işe girişmiş olmanın pişmanlığını gördüm. Onun gözlerindeki korku, benim gözlerimdekini yıkmış ve kızgın bir lav gibi içime akmıştı.

Sokağa bir aydınlık yayıldı, bir otomobil yolunu arıyordu bu şekilde. Bu anda, onun kaslarında beliren gerginliği hissettim. Hemen ardından otomobil motorunun sesini bastıran, bir bıçağın bir kumaşta kayar gibi çıkardığı ses kulağımı uğultuyla doldurdu? Çeliğin soğuğu etimin içindeydi… Boynumdan aşağıya sıcak bir sıvı akmaya başladı? Nefes alamıyordum, elini ağzımdan çekmişti oysa? İlk kez boğulmanın tadını alıyordum, genzim bu tatla uyuştu… Desteğini çekince ayakta duramayıp, yere yıkıldım. Hiçbir yere tutunamadım. Düşerken, kapının tokmağını yoklamış, bulamayınca onun koluna tutunmaya çalışmıştım hatta?Ama, ellerim? ayaklarım? yok gibiydiler? Yere düşerken çıkardığım gürültüyü, az önce sokağa giren; onun paniklemesine ve bu yüzden beni öldürmesine neden olan otomobilin motor gürültüsü yutmuştu. Vücudum soğumaya başlıyordu. Üzerinde yattığım beton, vücut ısımı yavaş yavaş emiyordu. Her görüntü bulanıktı. Evler, çatılar çarpık çurpuktu. Görüntüler iç içe geçmiş fotoğraf kareleri gibi cansızdı. Nesneler devrilmenin eşiğinde duruyor gibiydi. Çatıların üzerinden yükselen gökyüzündeki yıldız kalabalığına şaşırmak, yaşama ait yaptığım son şeydi. Hiçbir şey devrilmeden aniden silikleşti. Sonra, sadece boşluk. Her şeyle ben de bu boşlukta derinlere doğru kaybolduk.

Ölmüş olmasaydım, onu ihbar edecektim. Sırf bir korkak olduğu ve beni bu soysuz duygunun boyunduruğu altında kaldığından ötürü öldürdüğü için. Umuyorum ki, olayı üçüncü sayfada haber yapacak gazeteler, benim çaresizliğimi ve onun caniliğini satır satır karalayacakları yerde, onun bir korkak olduğunu yazarlar. Korkmak; aşağılanmaktır. Bu ifadenin ezikliğini hissedebilecek kadar onurlu bir yaratık için bu hakaret yeterli olacaktır.

Weydonun Trajedisi

Previous Story

Şiirin İlk Atlası – Metin Altıok “İnsanın kendine yabancılaşmasının en etkin panzehiri, üretken olmanın yanı sıra ‘okumak’tır.”

Next Story

Hitit Uygarlığı İzinde Anadolu

Latest from Öyküler

Tutku – YUSUF ATILGAN

Sağ ayağım izmaritin yanına gelince durdum. Yanıma yöreme baktım. Halkçıların kahvesi önünde Sabri Kâhya ile Yakacı oturmuş konuşuyorlar. Gözleri pek farketmez. Mayıs sıcağı. Köyde

Saatların Tıkırtısı – Yusuf Atılgan

Tabelâcı dükkânının önünde yaş yaş, kurusunlar diye duvara dayanmış iki levha vardı. Baktım birinde “Saatçı A. Yayladan” yazılı. İçimi bir hüzün bürüdü. Karşıda saatçınındı
Sait Faik Abasıyanık

Semaver – Sait Faik Abasıyanık

SEMAVER – Sabah ezanı okundu. Kalk yavrum, işe geç kalacaksın. Ali nihayet iş bulmuştu. Bir haftadır fabrikaya gidiyordu. Anası memnundu. Namazını kılmış, duasını yapmıştı.
Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık Hikayeleri

Karanfiller ve Domates Suyu ,Son Kuşlar ,Sokaktan Geçen Kadın ,Sivri Ada Geceleri ,Sinağrit Baba ,Semaver ,Meserret Oteli ,Lüzumsuz Adam ,İpek Mendil ,Hallaç ,Güğüm ,Dülger
MARK TWAIN

MARK TWAIN: 1.000.000 STERLİNLİK BANKNOT

1.000.000 STERLİNLİK BANKNOT[11] Yirmi yedi yaşımdayken San Francisco’da bir madencilik şirketinde komisyonculuk yapıyordum, hisse senedi trafiğinin bütün inceliklerinde uzman olmuştum. Dünyada yapayalnızdım, zekâmdan ve
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ