Ömer Leventoğlu ve “Dağ Medeniyeti” ya da “Anti- Tahakküm” – Adil Okay

Ömer Leventoğlu adını sinemacı olarak duymuşsunuzdur. En son “Mavi Ring” adlı sinema filmini izlemiş ve çok beğenmiştim. Tabi Leventoğlu’nun yalnız veya kolektif olarak yaptığı belgeseller de var. Ama onun “yazar” yönünü (Senaryo yazarlığı değil sadece kastettiğim) çoğunuz bilmiyorsunuzdur. Doğrusu ara sıra dergilerde yazılarına rastladığım olsa da “Dağ Medeniyeti – Anti- Tahakküm” adlı kitabını okuyana kadar, onun edebiyatta da iddialı olduğunu ben de bilmiyordum.

Leventoğlu, son yıllarda yazdığı sorgulayan denemelerini (öykü de diyebiliriz bazılarına. Bkz. Hırsızlar Serencamı) ve eleştirel makalelerini bir kitapta toplamış. Ne de iyi yapmış. Fikret Başkaya da aynı kanaate varmış olmalı ki kitaba önsöz yazmış: “Gerçekten Leventoğlu’nun yazdıkları, insanı hiçleştiren, her şeyi kirleten, gezegende canlı yaşamı riske atan kapitalist egemenliğe köklü bir itiraz çığlığı… Dildeki akıcılık, sıcaklık, şeylerin gerçeğine dokunmadaki başarı kitabın değerini daha da arttırıyor.”

Ömer Leventoğlu dünyayı kavramada olmazsa olmaz üç anahtar: Sanat, Bilim ve Felsefe üzerinde durmuş yazılarında… Bu üç anahtarı “aşk”la dörtleyebiliriz diye düşünüyorum. Çağdaş Marksist filozoflardan Alain Badiou’nun yaptığı gibi. “Peki ya siyaset” diyeceksiniz. O da bilimin içindedir. Sanatı ise bilimin ve felsefenin başlangıcı saymış Leventoğlu. Sanatçıların antik çağdan bu yana geçirdikleri evrimi sorgulamış. “Sanat – Siyaset”, “Sanat – Özgürlük”, “Sanat- Bağımlılık”, “Sanat – Tahakküm” ilişki ve çelişkisini çarpıcı örneklerle anlatmış. “Özgürlük – Sanat” diyalektiğini de ilginç biçimde, matematikten yararlanarak açıklamış, “Sanatın Özgürlüğü, Özgürlüğün Sanatı” adlı denemesinde:

“Özgürlük, sanatın birinci değeri “1” değeridir. (…) Diğer koşulların her biri onun arkasına yerleştirilebilecek “sıfır-0” değerleridir. Her biri sanatın değerini 10 kat arttırır. Yani “1”in önüne diyelim ki “estetik” değeri olarak bir sıfır eklediğimizde “10” değer olur. “Beceri”yi eklediğimizde “100”, “Birikimi” eklediğimizde “1000”, “Yaratıcılığı“ eklediğimizde “ 10.000” olur v.s. Ama “özgürlüğü” yani birinci biricik değeri, “1”i yerinden söküp kaldırdığımızda, bütün değerler çöker ve elimizde boş sıfırlar kalır… Yani özgürlük, sanatın bütün koşullarını “değerli” hale getirendir… Ama o sanatı terk ettiğinde bütün içerik boşalır, sanatı var eden bütün koşullar sıfıra eşitlenir…”

Leventoğlu yazılarında Sümerlerden, Eski Yunana, İnkalardan, Azteklere, Ermenilerden, Kürtlere, Süryanilerden, Ezidilere, Ortaçağ’dan “Yeni Ortaçağ”a yani bu güne kadar yolculuk yapmış. Ve 1492 yılında İspanyol sömürgeciliğinin Amerika kıtasına ayak basmasıyla başlayan, son çeyrek yüzyıla kirli damgasını vuran “küreselleşme”nin yıkıcı sonuçlarını önümüze sermiş. İnsanlığın bilinen ilk şairi Sümerli kadın Enheduanna, Homeros, Cervantes ve Ehmedê Xanî de Leventoğlu’nun yazılarında farklı yorumlarla ele alınmış. Ve tabi Taş atan çocuklar pedagojisi, Yargısız İnfazlar, Cumartesi Anneleri, Troya- Halepçe, Savaş-Barış, Ekoloji- Çevre, Zapatistler ve diğerleri…

Velhasıl “Dağ Medeniyeti”ni okurken bildiğinizi sandığınız konuları, Leventoğlu’nun zarif üslubu ve yorumlarıyla yeniden sorgulamaya başlayacaksınız.

Diyeceklerimi, yazarın kitabına adını veren denemesi olan “Dağ Medeniyeti”nden bir bölüm paylaşarak bitiriyorum. Bu şiirsel dilin keyfini çıkarmak, hem sorgulamak hem de estetik haz almak için kitabı edinmenizi tavsiye ediyorum:

“(…)Güneşin ayla, gecenin gündüzle, sıcağın soğukla, yağmurun fırtınayla yaşayan bir hukuku vardır bu dağlarda; ama mahkeme salonlarındaki asık suratlı, kolalı yakalı bir hukuk değil; nefes alan, soluyan, tıpkı bir halaydaki mendil değişimi gibi elden ele geçen bir estetik vardır bu dağların hukukunda. (…) Bu yüzden Koçerlerin dağıdır mesela bu dağlar; bir yayladan başka bir yaylaya yayılan sürülerindir; ovalarda papatya gibi açan çadırlarındır. Bir de zirvelerde açılan Konê Reş’lerin… Dağ başlarına açılan, yağmur ve rüzgârla insanlar arasına perde olan anaç bir kuşun kanadı gibidir Konê Reş’ler… Kon be kon dağları dolaşan derwêşlerin dağıdır Kürtlerin dağları; Ehmedê Xanî’den Evdalê Zeynikê’ye, Mehmed Uzun’dan Xalê Çeço’ya… Büyük edebiyatın ve erbanelerin dağıdır.

Halklar dağıdır bu dağlar; bir kolu bu dağlara uzanır Sümer uygarlığının… Ve iyimserliğin baş tanrısı, hümanizmin ve bilgeliğin babası, bilginin efendisi Ahura Mazda’nın öz yurdudur bu dağlar… Êzidîler, Süryaniler, Kürtler (Zazalar, Soranlar, Goranlar…), Ermeniler, Keldanîler, Asya’dan gelen ya da Perslerden kalan bütün halkların otağıdır. Sonunda Anka Kuşu’nun sesini duyacak kadar taştan sabrın sahibi, kuşların mîri Feqiyê Teyran’ın kaval nağmeleriyle inleyen güzelliğin silüetidir, yani sanatın dağıdır bu dağlar…

Öyle bir sanattır ki bu dağların sanatı; sadece gerçek aşıkları çeker kendine. Ve şiir fışkırır her bir gözesinden, öyle şiirler, öyle yanık stranlar ki, bir bakarsın Ahmed Arif’in dizelerinde alır yorgunluğunu…”

Adil Okay
13.03.2015
okayadil@hotmail.com

Künye:
Ömer Leventoğlu, Dağ Medeniyeti (Anti-tahakküm), Babek Yayınları, İstanbul, Şubat 2015.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir