Onlar – Nuray Bayındır

(Onlar adlı öykü, Nuray Bayındır’ın Gün Yayınevi tarafından 2005 yılında yayınlanan “Yaşamdan Kesitler” adlı kitabında yayınlanmıştır.)
Onlar bir zamanlar insanların yaşadığı dünyada devletli hiçbir güç tarafından kabul görmeyen ”lanetli” bir toplumun çocuklarıydılar. Bakmayın uzay mekiğinden görüp de hayran kaldığı dünyaya yeniden gelme hayalleri kuran astronotun lafına. Dışı seni içi beni yakar derler ya, işte o dışarıdın tılsımlı, parıl, parıl görünen dünyanını ağırlığı üstlerine çökmüştü sanki. On beş, on sekiz, yirmi iki bilemedin en fazla otuz ya da eskilerden kalmış birkaçı kırkının üstündeydiler. Kızlı erkekli eşit koşullarda soyunmuşlardı işe. Dünyanın kirini pasını temizlemeye. Binlerce yıldır yaptıkları da buydu aslında ama içlerinden en eskisi bile onlarla sayıyordu yaşını. Astronot nereden bilsindi ki? Hem astronotun aklına bile gelmemişti onları düşünmek. O sadece dünyanın dış güzelliğine tutulmuştu. ”Bir daha yaşama gelsem dünyada yaşamak isterim” dedi. Bu tilsimli küre çekmişti kendisine onu. Dünyalı olduğunu bile unutmuştu bir an. Dünyayı dışarıdan seyretmek ne güzeldi… Uzaktan parıltılı güzellik göze hoş görünür. Halbuki sadece üç günü kalmıştı. O hayran olduğu dünyanın atmosferine takılarak paramparça yaşama veda edeceğini nereden bilsindi. Kopkoyu bir karanlık içinde yüzen rengarenk ışıltılı dünya insan elinde bir tuzak olmuştu geri dönenler için. Düşünemedi… Akıl edemedi… Tutulmuştu, aşık olmuştu bu bambaşka dünyaya… Ardından insanı makineye kurban edenlerin timsah gözyaşlarını gördü mü bilinmez ama mekiği patlayınca külleri dünyaya savrulan astranot son anda bilincini uyanık tutmayı başardı. Dünyayı insan gözüyle bir kere daha görmüştü ya gam yemezdi artık… Kendi bütünlüğü içinde ne kadar güzel, ne kadar diri, renkli ve özgürdü…”Mutlaka bu dünyanın bir sahibi var, bir güç var onu bu derece çekici kılan” diye düşündü.

Astronotun bizim kızlarımız ve oğullarımızdan haberi bile yoktu. Onlarsa vızır, vızır çalışıyorlardı. Aynı denizin ortasında büyük emperyal güç tankerlerinden sızan petrol artıklarını tırmıklarla, yetmeyince elleriyle toplamaya çalışan, sahillerini kirlilikten kurtarmak için karınca gibi uğraşan insanlar gibi… Ama onlar görünen değil görünmeyen kirlilikleri de temizliyorlardı. Onlar insanlığın emekçisiydiler. Tutsak edilen özgürlüğe kilitlemişlerdi yaşamlarını. Her adımda bimbir engel, bimbir tuzak vardı ya olsundu…
İçindeyken bazen gündüz bile kapkaranlık görünürdü insana dünya. Sanki güneş tutulması gibi. Öyle kasvetli, Öyle ağır, öylesi zordu ki yaşam…Hele son yıllar bir garıp ilişkiler karmaşası sarmıştı her yeri. Kimse kimseyi insan gözüyle görmüyordu. Hiç olmadığı kadar makinenin tutsağı olmuştu insan. Düğmeye basınca düşünüyor, düğmeye basınca ayağa kalkıp oturuyor ve yine düğmeye basınca tepki veriyordu… Dünya ateş çemberine dönmüş, milyonlar acından ölmüş, kadınlar, çocuk yaşında kızlar tecavüze kurban gitmişti. Vahşet diz boyuydu. Çürüme diz boyuydu… Bütün bunlara rağmen insan sağırdı, dilsizdi, koku almıyordu… Kendi kendine aitlik duygusu hepten yok edilmişti. Bilinen ama küçük insanlar tarafından görülemeyen, gündelik ilişkilere giren, o her şeyi ve herkesi kendi çıkarlarına göre yönlendiren büyük bir gücün esiri olmuştu insan… Gönmüyordu çünkü yaşamıyordu. Yaşamı elinden alınmıştı farkında bile değildi. Bir kör döğüşüydü onunkisi… Yaşam kavgası dediği bir körler döğüşüydü. Her şey, tüm ihtiyaçları beşikten mezara kadar onun adına büyük güç tarafından önceden belirlenmişti de o farkında değildi…Doğal güzelliklerden faydalanmak bile ona yasaktı. Sadece parası çok olanlara ayrılmıştı yaşam…
O küçük evinde televizyona bağımlıydı. Yattığı yatağından tut da kullandığı diş macununa kadar teletüketimin emrindeydi…Uzun zamandır düşünmeyi bırakmıştı. Düşünmesine gerek de yoktu. Nasıl olsa onun adına düşünenler vardı ve o farkında olmadan bunun da parasını cepten karşılıyordu. Hızla yaşlanıyordu. En zoru da buydu ya. Farkında olmadan yaşaması, farkında olmadan yaşlanması. Dünya tersine dönmüştü sanki. İnsanlar ilkel sürüler haline gelmiş de farkında değillerdi…Yanlız, sevgisiz ve soğuktular. Makinenin soğukluğu kalplerini dondurmuş, hislerini öldürmüştü…İnsan işte böyle yok edilince insana rağmen çıkarılan bütün savaşlar önceden kazanılmış demektir.

Kendileri de bazen bu devasa mekanizmanın çarklarına takılmıyor değillerdi ama Onlar özgürlük andı içmişlerdi. Tökezledikleri her adımda kendilerine yol gösterenlerin sözleri akıllarına geliyor hemen yeniden işe koyuluyorlardı. Zordu… Çok zordu ama imkansız değildi insanca yaşamı yeniden kurmak. Yürekleri ellerinde sımsıkı tutunuyorlardı hedeflerine. Kolay değildi onların yaşamı… Dayanmak, her zorluğa katlanmak gerekliydi. Yaşları gençti ama içten içe çökertilmeğe çalışılan bu yaşlı dünyanın bütün yükünü omuzlamışlardı… Tüm zamanların hepsinde olduklarından daha sade, daha onurluydular. Birbirlerine inanılmaz derecede çok benziyorlardı. Sayıları azdı ama güçlüydüler. Hele o gözlerindeki hiç sönmeyecek gibi parlayan ışık var ya, işte oydu onları ölümsüz kılan… Dünyaya gerçek rengini ve ışıltısını da veren işte bu gerçeküstü genç insanların sevgiye tutsak özgür ve özgün devinimiydi belki de… Bir zamanlar insanların yaşadığı bu dünyaya yeniden, yeniden hiç durmamacasına insanlık tohumu eken umudun bekçileriydi Onlar…
Sevgiye tutsaktılar. Aşkı özgür kılmaktı amaçları… Bütün uğraşları, yoksunlukları, acıları, kahırları uçsuz bucaksız bir yol içindi. Onlar baharın müjdecisi, baharın kendisiydiler. Kıpır kıpırdı içleri. Taze ilkbahar çiçekleri gibi kokardı nefesleri. Her biri bir bahardı. Gücünü kendinden alırdı. Her biri bir yıldızdı parlayan. tek başına ışıl, ışıl ışıldayan yıldızdı… Birlikte olduklarında daha güzel bir manzara oluşurdu o kadar. Uyumlu kutsal bütünlük… İnsanlığın gerçeği, ulaşmak istediği amacı da bu değil miydi? İşte karşınızdayız, görün bizi derlerdi…
Bulutsuz bir havada insan gözüyle gökyüzünde görüp görebileceğimiz en fazla üç bin yıldızı bir arada düşünün. Ne kadar güzel bir manzara oluşur değil mi? Ama hiç bir zaman bir yıldızın diğerine yanaştığı, el ele tutuştuğu görülmemiştir. Her biri kendi yerinde, kendi deviminiminde parlar… Yıldız kaymaları olur sık, sık. Bunun da bilimsel bir izahı vardır kuşkusuz ama bir yıldız yıldızlığından olmuşsa zararı tüm yıldızlara çıkar. Onun eksikliği gören gözlerce farkedilir. Acısı duyulur. O boşluk görülmüyorsa, duyulmuyorsa diğer yıldızların parıltısı azalıyor demektir. Gök yüzünün gerçekliği budur. Her yıldız kendi yerinde, gök yüzünde işgal ettiği yer kadar parlar. Hiç biri gök yüzünün sahibi benim demez. Diyemez. Ya kayıp yok olacaktır ya da kendi deviniminde parlamaya devam edecektir…
Yıldızlar gecelerin hakimidirler. Yıldızın geceye geçer sözü… Onlar güneşin çocukları, sürekli aydınlığın parçalarıdır. karanlığı kendi ışınlarıyla deler, geceyi gündüze çevirirler. Budur tüm uğraşları… Kendi kendisinin bilincine varanlar dayanır sonsuza kadar. Hiç sönmez ışığı yıldız olanın.
Ve sonunda bu güne kadar hiç olmayan oldu. Yıldızlar el ele verdi aydınlattı dünyayı.

Kitabın Künyesi
Yaşamdan Kesitler
Nuray Bayındır
Yayınevi: Gün
Grafiker : İsmail Cem Özkan
Yayın Tarihi: Şubat 2005
120 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir